22.11.2006

Uygarlık çizgisi ve postmodern sömürgecilik argümanları


Tarihinde tek bir peygamber çıkaramamış coğrafi Batı, insanlığın en eski tanrılarının durmadan elçiler gönderdiği eski Sümer topraklarına bombalarla saldırıyor ve o tanrılara peygamberler sunmuş insanların torunlarını tümüyle karşısına alarak ve ardında derin bir kaos bırakarak eze eze 'amacına' doğru ilerliyor.

Yıkılmış olan sadece Saddam rejimi değildir artık. Dizginlenemez bir gücün vahşice yürüyüşünde bütün bir değerler sistemi birer birer yıkılarak harabeye çevriliyor: Bu işgal hareketi, özelliklerinin farklı yanlarıyla yeni bir sürecin başlangıcını haber vermektedir. Ortaya çıkan yeni kaosun nasıl son bulacağı belli olmadığı gibi, ABD ve İngiltere adına yürütülen askeri işgali tanımlayabilecek yanlar da kaotik özelliğini sürdürmektedir.

Batı uygarlığının iki temsilcisinin Doğu toplumu Irak'ta giriştikleri askeri harekata nitelik veren temel özelliklerinin değerlendirilmesi, zaman içinde daha oturmuş olarak yapılacaktır elbette. Burada, şimdiden öne çıkmaya başlayan bir nokta üzerinde duralım.

Askeri harekatın 'demokrasi' amacı sistemli bir aşırı vurgu olmanın ötesinde post modern barbarlığın büyülü bir bayrağı derecesine yükseltmeye başlanmıştır. 'Uygarlıklar Savaşı' tanıtımı doğrudan doğruya İslam dünyasını karşısına alıyor; gizleme gereği duyulmadan vurgulanan düşman olarak İslam dünyası, şimdiki yeni dünya düzeni bakımından bir hedef haline getirilmiştir.

Birkaç gün önce Dr. G.Friedman, ABD’nin iki temel hedef için Irak’a girdiğini yazmıştı:

1- İslam dünyasının, ABD’nin Saddam konusunda risk alamayacağı yönündeki psikolojik inancını sarsmak.

2- Irak’ı komşu ülkelerle mücadelede bir üs olarak kullanmak. (10 Nisan 2003, The Stratfor Weekly)

Enerji kaynakları asıl hedefi bir sır olmadığına göre Sovyetler Birliği'nin çökmesinden bu yana giderek daha fazla öne çıkarılan ve Hristiyanlık ile İslam’ı karşı karşıya getiren bu değerlendirmeler, yalnızca batı kamuoyu desteği kazanmak için formüle edilmiş olamaz. Üstelik bu, batı toplumları içinde yer alan Müslüman azınlık için geri tepebilecek bir silah olmasına karşın tekrarlanan hedeftir.

Bu yanıyla şimdiki savaş, ilk iki dünya savaşının göreli argümanlarını kullanmaktan çok kapitalizmin, 19. asrın ilk yarısındaki sömürgeleştirme hareketinde olduğu gibi toplu bir siyasi-ekonomik perspektif sunulmakta olduğunu gösteriyor: ''Değişime dirençli, totaliter rejimler''in adresinde öncelikli hedef olarak Orta Doğu İslam ülkelerini buluyoruz ve böylece Doğu'nun en büyük dini topluluğu İslam, ABD önderliğindeki askeri hareketin temel hedefi haline geliyor.

19'uncu yüzyıl Avrupa'sının Kuzey Afrika'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun
elindeki Mısır ve Cezayir'i işgal gerekçesi de işgal ettiği toplumlara
 'uygarlık' götürmekti...


Unutmamak gerekir ki o tarihlerde ezilenlere dünya cenneti vaat eden Marks, '(işgalciye) direnmeyen ve değişmeyen' bir Hindistan'a karşı İngiltere işgalciliğini, kapitalizmin geri ülkelerde kök atması ve gelişmesi gerekçesiyle, açıkça savunuyordu:

"İngiltere Hindistan'da biri yıkıcı öteki de yeniden yapıcı olan ikili misyonu yerine getirmek zorundadır yani eski Asyatik Toplumu yok etmek ve Asya'da Batılı toplumun maddi temellerini atmak."

Şimdiki işgal hareketinde ABD'ye "kağıt üzerinden" cephane taşıyan bazı aydınların gerekçesi de özünde aynıdır. Yukarıdaki cümleden, bir kaç küçük düzenlemeyle, şimdiki ABD-İngiliz saldırganlığının 'demokrasi'  talebini elde ederiz:

''ABD ve İngiltere, değişime dirençli toplumlarda biri yıkıcı öteki de yapıcı olan ikili misyonu yerine getirmek zorundadır!'' Böylece 'küresel ekonomi' engellerinden arındırılmış bir süreç tamamlanmak istenmektedir sanki...

ABD-İngiliz 'demokratik' koalisyonunun Irak işgalini; kapitalizmin emperyalizm üretmeden var olamayacağı, emperyalizmin de savaş olmadan yürüyemeyeceği; emperyalizmin büyük güç odaklarını yok etmek istediği biçiminde değerlendiren kalıpsal söylem, konunun hem bu yanlarından hayli uzakta duruyor; hem de olguları yadsıyor. Bu alışılmış yineleme şimdiki işgalin belirleyici özgül yanlarının ortaya çıkarılmasını sağlayamaz.

Gittikçe daha çok açığa çıkan bir gerçek var: ABD bugünkü savaş konseptinde yalnızca Irak, Suriye, İran gibi hedeflemiyor: Türkiye uzun bir süreden beri ABD'ye karşı, onun gizli emellerinden kuşku duyan bir dost tedirginliği yaşamaktadır. Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen ve Kuveyt gibi 'dost' ve kukla devletlere karşı ABD kurmayları, Irak'ta formüle edilen 'demokratik' hedeflerini açıkça hissettiriyorlar. Bu gerçek olgu, bir yanıyla ABD'nin kendi kukla devletlerinin halklarını karşısına alan 'İslam dünyası' genellemesini kullanmaya neden devam ettiğini gösteriyor. Öte yandan yaşlı Avrupa'nın göz göre göre elinden çekilip alınan petrol kaynakları konusunda neden canhıraş davranmadığını da açıklıyor; Irak işgali kapitalist dünyada 3.Dünya savaşı ilan nedeni olmalıydı!

Bu düzeyi yansıtan bir tepki görülmüyor ve sanki ABD bütün bir uygar kapitalist dünya için Orta Doğu'da yol düzeltme öncü görevi üstlenmiş gibi rahat ve pervasız hareket ediyor.

Marks'ın Hindistan toplumsal yapısının, İngiliz sömürgeci kapitalizmi tarafından yıkılmasını ve yeniden kurulmasını öneren tutumunu basit bir 'Avrupa-merkezciliği hatası' ile sınırlayan yeni peygamberler Hardt ile Negri, yanılmaktadırlar kuşkusuz.

Burada sorun şudur: Bütün bir insan toplumu düzeninin kuruluş eğrisi nasıl kavranacaktır?

 21.yüzyıl dünyası, insanlığın ilerlemesinin yolunu, eski toplumsal yapıların sürüyor olmasından kaynaklanan bunalımı yaşayan kapalı toplumları, bombalarla yok ederek mi dünyanın yeni düzenine entegre etmeli; yoksa gelişmenin insani doğal sürecine mi tabi olmalı?

Kapitalizm ve onun karşıtı imiş gibi duran Marksizm, şiddet tapıcılığını, barbarlıktan devralarak ortaklaşa sürdürmüşlerdir: Başarısız sosyalizm deneyinin ardında da şiddetin değişik biçimlerinin 70 yıllık uygulaması yatıyor.

Yerli Kızılderilileri yok ederek ve sağ kalanlarına zorla 'çağ atlatan' ABD, çıplak Amazon yerlilerinin yaşam alanı ormanları yok edip onlara Coca cola fanilaları giydirerek; eski Sovyetler Birliği'nde, Mc Donald's şubeleri açarak küresel sürecin ilmiklerine düğüm atma yolunu benimsemiştir.

Türk olduklarını söylemekten utanan kimi aydınların varlığı, modern uygarlığın birey üzerindeki yıkıcı etkilerinin boyutlarını ele veriyor.

Toplumları oluşturan bireylerin, kendilerinden kaynaklanmayan kişilikleri, içinde yer aldıkları kültür faktörleriyle şekillenmektedir. Gelişen ve sınır tanımayan teknoloji en ileri ve tutulan kültür etrafında zaten toparlanıyor. Fakat bu süreci zorlayarak şekillendirilecek bir insanlık, herhalde pek çok fakirleşmektedir. Kendisine direnilemeyen yüksek teknoloji, kısa sürede buharlı lokomotifi de pulluk, saban ve taş baltayla aynı müze salonuna nasıl yerleştirdi ise; kültür değerleri de folklorik giysiler gibi bayramlarda görev almak üzere, raflara ve kütüphanelere yerleştiriliyor.

Unutmamak gerekir ki Türkiye İslam ülkeleri arasında sağladığı düzen bakımından tek örnek ise bunda Türklerin, kılıç zoruyla olmaktan çok, İslam’ı, 'yukarıdan aşağıya gönüllü kabul' ünün büyük etkisi bulunmaktadır.

Türkler, eski Şamanist dini kültür değerlerini, derli toplu haldeki İslam karşısında savunmayı becerememişlerse bile, ''Allah odur ki, biz ona Tengri deriz'' hutbe ve açıklamalarıyla çabucak dönüştürülen Türklere özgü bir İslam yaratabilmişlerdir. Buradaki kabulde 'zor' dan çok, bir çeşit adaptation söz konusudur ve bunalımsız geçişin olabilecek en doğal biçimi de budur.

Medeniyet çatışmasının bugünkü örtüleri olarak Hristiyanlık ve İslam üst kimlikleri hareket noktası olduğu sürece, AB kapısının Türkiye'ye kapalı kalacağını bilmesi gereken Türk aydını, kültürel varlıklarından arındırılmış 'hybride' topluluk olarak Avrupalı olmak tercihi üzerine düşünmelidir. Avrupa Birliği yolunun hukuksal ve ekonomik düzenlemenin ötesine taşan bu boyutunu dile getirmekten çekinmek, çözüm değildir. Birey daha iyi bir ekonomik yaşam kadar, bütün boyutlarıyla yaşamı kendi olarak tüketmek ister.

Modern uygarlığının sıkışıp kaldığı yaşlı Avrupa vatandaşları, ABD eliyle yürütülen eski sömürge politikasına ne kadar direnebilecek ve ne ölçüde post modern sömürgeciliğin yanında yer alacak? Bütün dünyada bu konuda takınılacak tutum, dünya insanlığının 21. yüzyıldaki gelişim yolunu tayin edecektir. 21.yüzyıl insanlığı, barbarlıktan miras şiddet öğesini sürdürecek midir?

Emekleyen bebekler arası yarışma örgütleyen ABD ve Avrupa vatandaşları, toplumların doğal yetenek ve yeterliliğe erişmeleri için gereken bekleme sabrını göstermezse, kan ve ateşle başlayan 21.yüzyıl, bu zor'lamanın ve bunu reddedişin yüzyılı olmaya aday görünüyor.

Safa Kaçmaz - Moskova
16.04.2003