24.11.2006

Üç Kutsal Dinin Toplumsal Kökenleri

Din denilince bundan dogaustu bir yaraticinin,nasilsa kendisiyle birebir konusma yetenegindeki peygamberler araciligiyla ilettigi vahiyler demetini anlayan ilahiyatçi ne kadar bilim disinda duruyor ise,butun bu 'vahiy'lerin bir kutsal uydurmalar yigini oldugunu dusunen de o kadar bilim disinda duruyor demektir.

Onbinlerce yillik insan toplumunun orgutlenme ve uygarlasma gidisinde,onu kurallar,kurumlar yonetiyordu. Bu tur kurallarin,kurumlarin erken biçimlerini,'kutsal me'ler vb. olarak tanidikça,din fenomeninin,baslangiçtaki yapilanmasinin eski toplumun kurallar duzeni olarak sekillenmeye baslamis oldugunu goruyoruz.Din fenomeninin varolus gerekçesi,erken donemin bariscil duzen olusturma çabasi içinde anlam bulur.Sonraki yapisi ve anlami,butun toplumsal kurumlar gibi,ozellik degistirecek olsa da,bugunku yonetim makamlarinin,bugunku adalet kurumlarinin,bugunku tibbin,bugunku eczaciligin... kisaca bugunku toplumsal duzenin butun sekilsel ve içeriksel ozelliklerinde en eski dinsel motiflerin renk,kavram ve yapisal olarak ozelliklerinin bulunuyor olmasinin nedenleri bunlardir.

Aslinda,sabah yatagindan kalktigi andan itibaren, dogumundan olumune degin geçen sureyi içinde geçirecegi simdiki modern topluma ait her kisi,sadece jenetik olarak degil,butun bir toplumsal varolusun her alandaki parçasi olarak,davranis,duygu ve kavramlariyla kendisini atalarina yeniden baglar.Simdi ona basit bir kibarlik gibi gorunen 'gunaydin','selam','merhaba' sozcugu,hiç olmazsa kaynak ve kayitlarini inceleme olanagi buldugumuz 6000 yil kadar onceki erken Mezopotamya toplumlarinin aralarinda ittifak kurmak uzere 'baris' kurmaya yoneldikleri donemlerin en yuce ilkesel sozcugu olarak ortaya çikmisti..Insanoglunun, butun uygarlik çabasinin kisa tanimi,onun siddet egilimli dogal yapisini, yamyamsal ozelligini sinirlama,geriletme çabasindan baska bir sey degildir.Eger eski ve onun uzantisi modern toplumun hucrelerinin en derinlerinde yer etmis dinsel duygular tarihte bu denli etkili olmus ise,kendisinin sabah vakti onune gelene soyledigi 'gunaydin','selam' sozcugunun ,atalarinin bir 'baris antlasmasi' olarak yarattigi dinlerin de en temel sozcugunun 'baris' olmasindan oturudur.

Eski toplumun ozellikleri kavranilmadan,onun dinlerinin temelleri de kavranilamaz.Bir yaratici ustun varlik hiç bir zaman olmamistir.Din,insanin bizzat yarattigi,tanri ve tanriçalarini olusturdugu bir duzenlenis anlatimidir.Bu nokta çoktandir biliniyor zaten.Simdi yapilmasi gereken, dinsel yazilarin tam olarak nasil sekillendigini,kavramlarini,ozelliklerini eski toplumun gerçek yapisi içinde tanimaktir.Bilim adamlari bakimindan Turkiye'de bulunmak,bu noktalarin incelenmesinde çok buyuk bir olanaktir.Cevresiyle birlikte,genis olçuleriyle Mezopotamya kaynakli dinlerin su veya bu dolaysizlikta devami olan toplum ve dinlerin kavramlarini, tutumlarini,yasayan kalintilarini bir arada tutan ve butun bunlari bilimsel bir sekilde ele alabilme birikimine sahip olan çok az ulke var.

Gelgelelim,din uzerine ortaya çikan çalismalar,simdiki bilgi duzeyinin istemlerine yanit vermekten çok uzakta durmaya devam ediyor hala.

Bilim dunyasi,kendisini atasina baglayan aglari,ister din adami olsun,ister din dusmani olsun,henuz parçalayabilmis degildir.Maddeci oldugunu dusunen bilim adamlarimizin bile,bir ilahiyatçinin ters çevrilmis biçimi haliyle,dinin kaynaklarini, tanrilar dunyasindaki efsunlanmis beyinlerin hayal aleminde aramaya devam ediyor olmalari,buyuk bir kayiptir.Bilginin kaybedildigi bu alan,simdi sahte 'gizler'i,sansasyonu,merihli katkisini,marduk yildizciligi kalpazanligini surdurerek dunyalik biriktirenlerin alanina terkedilmistir.

Din denilen fenomen,tamamen toplumsal iliskilerin bir ifade edis biçimidir.Eski toplumun dogal yamyamlik anindan baslamak uzere,adim adim yaratilmis kurumlarinin,ister istemez bozulan,bozularak toplum disina, isteyerek itilmeye çalisilan bir kurallar toplamidir.Eski toplumun en kutsal kisisi,eski toplumun yamyamlik doneminden kalan yukumluluklerini yerine getirmek uzere kurban olan,kurban edilen kisisidir ve tanri,sadece boylece,ve bu kadar basit bir sekilde olusmaya baslar.Tanri kavraminin olusumu sureci bir toplumsal sureç konusudur ve kanat takarak uçma denemeleri yapan insanoglunun uçak teknolojisinde ulsatigi basari surecinden farkli degildir.

Sumer adi verilen ve bu toplulugun Akkad'larla olan iliskisini incelerken,eski topluma iliskin çok onemli kurumlari birer birer açiga çikarmaya,bunlarin hem eski toplumdaki fonksiyonel degerlerini ve hem de gunumuze ulasan izlerini saptamaya çalismistik.Bir kaç yildir yazili olarak ortaya konulan bu noktalar,degisik alt alanlariyla modern insanbilimin uzerinde yukselecegi belli basli noktalardir.Onlarsiz ,ne eski toplum ve dolayisiyla yeni toplum;ne eski din ve dolayisiyla yeni din yeterince anlasilabilir.Bugunku IMF'i,hala,19.yuzyilin Duyun-u Umumiye'sini elestiren Parvus Efendi'nin argumanlari ile ele almak,ulusal sinirlarin her alanda butunuyle yikildigi çagin sasirilmasi demektir.Bugunku çag,ust yapida,asagida yikilmis sinirlarin uzerinde yukselecek kurumlara gerek duyuyor.Toplum,bunu yaratmanin sancilarini çekiyor.Dunyasal din talebi ,bugunku gerçek dunyanin ihtiyaci olarak sesini yukseltiyor.Dinlerin gerçek ozelliklerini insan toplumun gerçek varliginda aramayan çalismalar,konuyu 'al baraka' rusvetleriyle vb. açiklayan bilimciler,aslinda toplumun yeterince bilinçlenmemesinden yararlanan rusvetçilerin kendileridir.Rusvet sadece maddi degildir.Makam,unvan vb.dir de.Insanlarin bilgisizliginden yararlanmanin farkli turlerini uygulayanlara en buyuk ceza,onlarin bilgilerinin yanlisligini,duzeysizligini,nihilistligini,darligini ortaya koyma olacaktir.

Sabirla bunu yapmaya çalismak gerek..

*

‘Ilk urun’,’ikizkardeslik’,karsilikli toplu evlenme biçimleri, rotasyonel yonetim,yamyamliktan bitki-hayvan toteme geçis,akrabalik kavramlari,yiyecek ve içecek ayrimlarinin,onlarin pisirilme biçimlerine degin uzatilmasi,olum kultu gibi konularda saglam sosyolojik vargilara dayanmadan ,eski toplumu anlamak ve onlarin dinleri hakkinda geçerli dusunceler elde edebilmek olanakli degildir.Aksi takdirde,6000 yil onceki toplumlarin,garip bir sekilde,simdiki bilge torunlarinin bir turlu çozumleyemedigi 'kozmonogia'larinda yinelenip duran,Midyat pirinciyle bile yapilmis olsa,artik biktirici olan pilav tenceresinden kurtulamayiz.

Sumer/Aggade tarihinin yeniden kurgulanmasina iliskin onceki çalismalarda,daha çok Sami topluluklarin yaninda durarak eski iliski biçimlerini ogrenmeye,anlamaya çabalamistik. Zerdustilik,Hurmuzilik,eski Manicilik,'ates/gunes' kult kaynaklarinin bu erken anlatim biçimi,bizi bu alanda bir adim daha ilerletecektir..Bu çaba ayni zamanda,Enuma Elis’in Marduk’unun karsisindaki Tiamat’in ‘yarattigi’ canavarlar arasindaki ‘yilan’lari, ‘kopekleri’, ‘solucan/suluk’leri daha yakindan tanimak ve gunumuzun neredeyse butun yazili dinlerinin kaynagi olan,uygarligin erken donem kaynagi bu topraklarin insanlarini yerli yerine yerlestirme ve gunumuze baglama olanaginin kapilarini da açacaktir.Eski Ahit'te tanrinin "tohumu meyvesinde olan" agaçlarini; "yaban otlarini" niye daha sonra yaratmis oldugunu falan ogrenme olanagini da...

Sumer-Sami eski dini inançlar bakimindan bizi,Dogu,Kuzey ve Avrupa kulturune baglayan bu alan,Sumer kiraliyet listesinde “Sippar” olarak yer alan ve Tufan’dan onceki merkezi kiralligin hukum surdugu gunumuzun Iran’indan baska bir yer degildi.

Artik Isfahan'in elma'sini isirmis bulunuyoruz.Bir kez isirinca da,onu bitirmek gerek.Bir kadina evlilik teklifi anlamina da gelen bu 'elma' oylesine bastan çikaricidir ki ustelik,cehenneme gitme pahasina Adem ve Havva anamiz bile onu tadmadan birakmamisti...


Bati bilim dunyasi ve onu uygarca ve usluca takip etmek fonksiyonu disina yer yer,çalismalarindan daima etkilendigim F.Koprulu gibi çaba adamlari yardimiyla çikabilen dogu bilimciligi, bu topraklar uzerindeki kulturel alani,yerli yerine oturtarak yeterince incelemis degildir.Bir serap toplumu gibi ‘kaybolan Sumer’ler, eger Samiler gibi elle tutulur bir ardas toplum birakmamis olsalardi,butun o eski toplum uygarligi genis arap çollerinde kaybolmaktan zor kurtulurdu herhalde.

Butun bir ‘aydinlanma çagi’ni tam bir dogu nihilizmi olarak okuyan bilgelerimizin,eski Yunan ilahilerinin “Agamemnun”unun,olum torenlerinde,meclis toplantilarinda,ganimet paylasimindaki farkli kulturel degerlerin de izi uzerinden etnik bakimdan bir ‘dogu’lu topluluk, “farsi” bir uygarlik kolu olabilecegi uzerinde bile durmus sayilmazlar.Paris’in,kutsal Ilyon kentinin,bugunun Firansa’sinda ne ariyor olabilecegi de pek ilgilendirmemistir onlari.

Sumer kaynaklarinda “Sippar” olarak okunan yerlesim,bizim “Pers”, “Fars” olarak tanidigimiz topluluk atalarina aitti.Sumer uzmani “Sippar”i oyle okur ve bu tur okumalarin dogru yorumunu dogru yapamadigi için koca “sumer uygarligi”ni gelismenin bir aninda birden bire serap dunyasina yollayiverir.Bati bilimciligine ne kadar mutesekkir olursak olalim,onlarin en keskin bir biçimde elestirisi gerçeklesmeden bu alanlarla ilgili bilim dallarinin ayaklari uzerine dikilmesi saglanamaz. Bugunku Iran’in,bilinen butun tarihte çok onemli bir dini merkez olarak var olabilmesi,onun Sumer-aggade donemine degin ulasan derin kokleriyle anlam bulabilir.Simdiki Iran rejimini, kara cubbeli Humeyni’nin kisisel basari veya kisisel ‘karanlik’ iliskileriyle açiklayan gazeteci duzeyindeki degerlendirmeler,tarihten devraldigi bu kara renk sembollu dini toplulugun,uygarligin erken donem -4000/-3500 yillarindaki kurulusunun o cografi alandaki gerçek katilimcilari oldugu bilgisinin yanindan bile geçmis degildir.Bati bilim dunyasinin ezici ideolojik egemenligine,kendi doneminde neredeyse tek basina direnen M.Fuad Koprulu’nun çabalari her zaman ovguyle anilmaya layiktir.Iran’in, ortaçag dunyasinda buyuk dinsel otoritelik alanlarindan biri oldugunu azçok gosteren W.Bartold’un “Islam medeniyeti tarihi” ve ona “ M.Fuad Koprulu tarafindan Baslangiç’la Iyzahlar ve Duzeltmeler kismi ilave edilmis” eser,eski Fars-Pers kulturunu de belli olçulerde irdelemeye çalismistir.Ama,orada,dogal olarak,simdi sahip oldugumuz eski tablet verileri yeterince taninmiyordu.Bu topraklarin,-4000/-3500 yillarinin en buyuk toplumsal duzenlenis alanlarindan birisi oldugu uzerine yeterli incelemeler yapilmamisti.Bu simdi bile yapilmis degildir.Eski Esnunna yasalari,elam tabletleri ve simdi incelemekte oldugumuz Zerdust dinine ait anlatimlar,eski toplum uygarliginin Tibetten,Hinde,Turkmenistandan Cine uzanan yayilim yollarinin eski Iran topraklari uzerinden geçtigini gosteriyor.Bu geçis yolu ayni zamanda,tasidiklari kultur degerlerinin izleri takip edilebilir olan Ariyan-Hitit topluluklarinin anadoludan avrupaya kadar dagiliminin da kesisme noktasi idi.

Iran’in islam’a geçer geçmez ele geçirebildigi merkezi degerin gucununun ideolojik bakimdan nereden gelebilmis oldugu fazla incelenmis olmadigi gibi,onunla komsu olan Ermeni ve Gurculerin kiliselerinin hiristiyan dunyasinda ayri bir merkez rolu alabilmis olmasinin kult kaynaklari da yeterince incelenmis degildir.Bu topluluklara,harita uzerinden bile olsa,yakindan baktigimiz zaman,onlari en eski dini kaynaklara baglayan cografi yakinligin,eski toplumsal duzenlenisin anlatimi olan dinsel kaynaklardan beslenmis oldugunu gorecegiz.Acem mazdehizminin,Ahura Mazda’ciligin Ehrivan’ini belki de bugunku Ermenistan’da Erivan olarak bulmak çok mumkun olacaktir.

Isparta’nin ad kaynagini,onun yonetim duzeni uzerine yazilmis eski yazilarin bilgilerini yorumlayarak,o sehirin gul’lerini koklayarak bulmaya çalismak gerek.Gul,sadece bir ‘bitki’ degildi.Bu ‘bitki’nin nami erken donem yaratilis anlatimlarina kadar uzanir ve yakindan tanidigimiz alevi/bektasi deyislerinin en çok kullanilan ‘metafor!’larindan birini olusturur.

Sumer yaratilis anlatiminin ‘goksel bogasi’,kutsal inegi,onun kutsal danasinin hem uç dinde ve hem de oradan doguya ulasmis olmasi gereken Hinduizmdeki rolu azçok biliniyor.Bu alandaki inceleme, Gilgamis’in Uruk’un sur kapilari onunde Boga ile gures anlatimini bugunku Ispanya’da buldugumuz olçude deger kazanacaktir.Tamamen bir rituel halinde yasanan bu ‘boga guresi’,boganin kirmizi ile savasi,onun sonyaz ve ilkyaz senliklerinin parçasi olmasi,aradaki 4000 yillik tarih baglantisinin,toplum yasamlarinda hiç de o kadar uzun olmadigini gosteriyor.

Fransa’nin Paris’ini ve Lyon’unu Iran’dan,Sippar’dan,kutsal Nippur sehrinin ulu ak tapinagina kurulmus yuce tanri Anu’ya kadar baglayamayan ve buyuk kultur goçunu izleyemeyen tarihsel çalismalar,Firansa’nin “Notre Dame”larin paratoner çubuklari yaninda sallanan horoz amblemine sadece saskinca bakmakla yetinebilir.Belki onda da ballandirilarak anlatilacak yuksek degerler bulur.Geçmisinde ovunme bakimindan,Paris’de St.Michel kahvelerini anlatmaktan daha iyi bir sey beceremeyen su yikilasi turk nihilizmi,butun avrupa’nin,en azindan butun kita avrupasinin kultur temeli olan eski Yunan bilgeliginin asil kaynaginin,gunumuzun ilkel ,islam,sii,alevi torun topraklarinin uzerinde ve bundan tam 6000 yil kadar once sekillenmis kultur degerlerine dayanmis olabilecegini hiçbir zaman dusunmemistir.

Hesiod’un Tanrilarin soykutugu,butun temel yapisiyla,bu alanda sekillenen dini yapinin anlatimina dayanir.Eski mezopotamya toplumlarinin yapilanmasini yeniden kurgularken bu anlatima donmemiz gerekecek.Bu kulturel alan,genis olçuleriyle,bugunku Irak,Iran,Ermenistan,Suriye ve Turkiye’nin butun dogusu uzerindeki topraklar uzerinde yasayanlara aitti.


*

Üç Kutsal Dinin Toplumsal Kökenleri-2

Ilk bolumdeki yazida yapmis oldugum açiklamalardan sonra,asagida,sayin H. SAYIM’in Zerdustilik uzerine yazisini ,din olgusunu toplumlarin gerçek yasam degerlerinden kopararak ele almanin bilimsel çabayi nasil zayiflatabileceginin gorulebilmesi için, yayinliyorum..



Yezidilikle oldugu kadar , “Ates tapimciligi”na hiç olmazsa geçmisiyle bagli butun bir histiyanlik, musevilik, alevilik, nastrulik,bektasilik,siilik... ile ilgili çalismalarimizin devami bakimindan,yararli olabilir...

Bunlarin yanisira,asagidaki çalismada bilgi degeri de bulundugunu da eklememiz gerekir...

Safa Kaçmaz

*

ZERDÜŞTÎLİK’DE KOZMOGONİ VE YARATILIŞ

Yrd. Doç. Dr. Huzeyfe SAYIM

E.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

http://sbe.erciyes.edu.tr/dergi/sayi_16/07_sayim.pdf

Giriş

Zerdüştîlik, eski İran dinlerinin Zerdüşt tarafından reforma tabi tutulmuş hali olup çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa doğru yol almış bir dindir. Bu dine adını veren Zerdüşt, Dinler Tarihçilerince ve Batılı bilim adamlarınca bir reformist ve hatta bir peygamber olarak anılır.

Eski İran’ın çevresindeki dinî kültürlere etkisi bilinmektedir. Sami dinler dışında döngüsel zaman kavramı yerine doğrusal zaman kavramı ve ayrıca pek çok dinî fikir İran’da ortaya çıktı, yeniden değerlendirildi ve sistemleştirildi. Pek çok düalist sistemin açıklanması (kozmoloji ile ilgili düalizm, ahlâkî düalizm, dinî düalizm); kurtarıcı (Mesih, Mehdi); iyimser bir eskatoloji (ahiret anlayışı) geliştirilmesi; iyiliğin ve evrensel selâmetin kesin zaferinin ilân edilmesi; vücudun yeniden dirileceği doktrini ve gnostik mitler Zerdüştîlik içinde yerini aldı.

Aslında Zerdüşt tamamıyla yeni bir mesaj getirmemiş, öğretisini eski Arî geleneği üzerine inşa etmiştir. O bunu zamanın ihtiyaçlarına göre değiştirerek yapmıştır.

Batı’da Zoroaster ya da Zarathustra adlarıyla bilinen Zerdüşt’ün sisteminde iyiliğin kötülüğe galip gelmesi ve dünyanın yenilenmesi söz konusudur. Dünyanın yenilenmesi motifi Yakın Doğu’da, Hint-İran halkları ve diğer halklar tarafından da bilinmektedir. Ancak Zerdüşt’ün anlayışındaki yenilenme, kozmik bir ayin olan mevsimlere bağlı bir yıllık yenilenme olmayıp, Ahura Mazda’nın iradesiyle her varlığın yargılanacağı, iyilerin ödüllendirilip kötülerin cezalandırılacağı bir yenilenmedir.

Bütün dinlerin kendilerine has evreni ve onun bir parçası olan dünyayı algılama biçimleri vardır. Bu algılayışta zaman kavramı da önemli bir yer tutar. Bu bağlamda Zerdüştiliğin zaman anlayışı Sami dinler dediğimiz Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet’in zaman anlayışı ile benzerlik oluşturmaktadır. Bu dinlere göre zaman doğrusal bir çizgi gibi sonsuzluktan başlayıp sonsuzluğa doğru gider.

Yaratılış ise belli bir noktada başlar, devam eder ve sonunda kıyamet dediğimiz bir sonla tamamlanır. Kıyametten sonra ise zaman sonsuz olarak devam edecektir.

Doğrusal zaman anlayışı dışında Hint dinlerinde olduğu gibi bir de döngüsel zaman anlayışı vardır. Döngüsel zaman anlayışında yaratılış bir noktada başlar belli devirlerden sonra sona erer. Bir sükunet döneminden sonra yaratılış yeniden başlar ve böylece tekrarlanarak devam eder.

1- Zerdüştîlik’te Kozmogoni ve Yaratılış

Zerdüştîliğin kozmogonisine göre arzın merkezinde Hara Dağı ve yerin bütünüyle etrafında Harburz Dağları vardır. İnsanlar yeryüzünün yedi bölümünün sadece birisinde, Khavaniratha’da otururlar. Onun güneyinde Hara’dan akan sular Vuruksha denizini teşkil eder. Bu denizin ortasında göksel cevher (kristal)den meydana gelmiş bir dağ vardır; onun üzerinde de bütün ağaçların ilk örnekleri ve aynı şekilde Ölümsüzlük Ağacı veya Beyaz Haoma vardır.

Vurukasha nehrinden ayrılan iki nehir, Khwaniratha’ya batıda ve doğuda sınır çizerler.

Diğer dinlerde de bulunan dünyanın merkezi kavramı ve kutsal dağ motifi Zerdüştîlik’te de bulunmaktadır. Arilerin yaşadıkları yer, yer yüzünün merkezidir ve onun tam ortasında Hara-bareza (Elburz) dağı vardır.

Zerdüştîliğe göre evren kristal gökten insanlara varıncaya kadar altı safhada yaratılmıştır. Ancak, Zerdüştîlikte yaratılış ortaya çift kutuplu bir görünüm koyar. Birincisi ışıktan ve hakikatten ibaret olan Ahura Mazda’nın; ikincisi ise karanlık ve yalandan ibaret olan Angra Mainyu’nun yaratışıdır. Onlar zıtlarıyla daha iyi tanımlanabilirler: Şeytanın zıddı olarak Tanrı, Tanrının zıddı olarak da Şeytan.

Tanrı hayatı yarattı, diğeri ise ölümü. Gerçek dünya onların mücadelesinin bir sonucudur. Her şey bu ikisi arasındaki çatışmadan ibarettir. Ahura Mazda, kendisinde hiçbir kötülüğün bulunmadığı bir dünya olan Airyana Vaeja’yı yarattı. Bunun üzerine tamamen ölüm olan Angra Mainyu geldi ve daevaların işi olan nehirdeki yılanı ve kışı yarattı. On ay kış, sadece iki ay yaz oluyordu .Ahura Mazda’nın yarattığı ikinci iyi topraklar Soğdluların ikamet ettikleri ovaydı. Buna karşı Angra Mainyu sığırlara ve bitkilere ölümü getiren çekirgeyi yarattı. Kısaca ifade edecek olursak Ahura Mazda’nın yarattığı her bir iyi ülke ve memleket karşılığında Angra Mainyu inkârı, göz yaşını, kibirlenmeyi, hastalıkları, büyüyü ve her türlü olumsuz şeyleri yarattı ve artık yeryüzünde kötülüğün bulunmadığı bir yer kalmadı.

Zerdüştilikte yaratılış dört devirden oluşan on iki bin yıllık bir zamanı kaplar:

Bu devirlerden birincisi manevî yaratılış dönemidir. Bu ilk üç bin yıllık dönemde Ahura Mazda melekleri, iyi ruhları ve Fravaşileri, yani canlıların ezelî ruhî suretlerini yarattı. Bu dönemde yaratıklar manevî bir şekilde kaldılar. Böylece onlar görünmez bedenleriyle düşünemez ve hareket edemez durumdaydılar. Ahura Mazda, Angra Mainyu’nun geleceğini önceden biliyordu ve zamanı gelince Angra

Mainyu karanlıktan zuhur etti. Ahura Mazda, Angra Mainyu’ya aralarında barış olmasını teklif etti, fakat bu gerçekleşmedi. O zaman Angra Mainyu diğer dokuz bin yılı kaplayacak, fakat sonunda “Işığın zaferi” ile tamamlanacak bir savaş ilân etti. Zaferin kutsal silahı Zerdüştîliğin temel duası olan Ahuna Vairya formülü idi.

Bu formül aynı zamanda Zerdüştîlikteki Mesih inancının bir delili olarak kabul edilir.

İkinci üç bin yıllık devre varlıkların bedensel olarak yaratıldıkları dönemdir. Bu devrede Tanrı iyi varlıkları, Angra Mainyu ise kötü ve zararlı varlıkları yaratmıştır. Bu dönemde Ahura Mazda, İyi Düşünce (Vohuman)’yi, aynı zamanda diğer beş meleği de yarattı. Ehrimen buna mukabil olarak zıt altı kuvvet yarattı.

Ahura Mazda dünya yaratıklarından olarak ilk önce gökyüzünü ve dünyanın ışığını yarattı .ikinci olarak suyu; üçüncü olarak yeri; dördüncü olarak bitkileri; beşinci olarak hayvanları; altıncı olarak da insanlığı yarattı.

Üçüncü devre ise Angra Mainyu’nun, Ahura Mazda’nın güzel yaratıklarına müdahale etmesiyle başlar; Kötü Ruh hastalık, yıkım ve zararlı varlıkları yayar. O,suları, yeryüzünü, bitkileri ve ateşi, bunlara ilâveten ilk insanı ve ilk boğayı öldürür. Bu devir, ilk insandan Zerdüşt'e kadar, insan ırkındaki değişmeleri de kapsar.

Dördüncü devre, ölülerin dirilişi ve son yargılama ile bitecek olan dönemdir. Bu dönemde İran Messianizmi (Mehdilik) söz konusudur. Bu dönemin ilk bin yılın başlangıcında temiz bir bakireden Zerdüşt doğacak, onun tebliğinin tesiri on asır sürecektir. Daha sonra zamanın ilerlemesiyle dünyanın umumî ahlâkî durumu kötüleşecektir. Nihayet Zerdüşt’ten sonra ikinci bin yılda, yine Zerdüşt'ün zürriyetinden bir peygamber gelecek ve bu durum üçüncü bin yılda da tekrar edecektir.

Ancak üçüncü bin yılda gelen tebliğcinin ismi Saoshyant olacak ve o dünyaya hakim olarak yeryüzünü şer kuvvetlerden temizleyecek, Zerdüşt'ün tebliğini yenileyecek, dünya Zerdüşt’e inananlarla dolacaktır. Bin yılın sonunda ise o, hakimiyeti Ahura Mazda 'ya teslim edecek ve bu suretle dünya son bulacaktır.

Görüldüğü üzere on iki bin yıllık uzun yaratılış dönemi dört büyük devire bölünmüştür. Bu süre hem başlangıç, hem de sonuç itibarıyla sonsuzluk ile sınırlanmıştır. Bundahishn’de zaman hakkında şunlar söylenmiştir: "Yaratılışın sınırı yoktur, ancak yaratılmışın sonu sınırlıdır, yani Kötü Ruh sonunda güçsüz kalacaktır. Bundan sonra zaman ebedi olarak sonsuzluğa kadar yeniden başlayacaktır.”

Zerdüştîlik'in temelini iyilik ve kötülük zıtlığı üzerine kurulmuş olan düalizm oluşturur. Ahura Mazda 'nın yarattığı iyiliklerden her birine Angra Mainyu'nun bir kötülüğü mukabelede bulunur. Bu asırlarca böyle olmuş, bundan sonra da böyle olacaktır. Ahura Mazda güçlüdür, fakat onun gücü sonsuz değildir. Angra Mainyu ve binlerce kötülük cinlerine karşı ona iyilik cinleri ve büyük melekler olarak bilinen Ameshas Spentalar yardım eder.

Onlardan birisi olan Sraosha ruhların öbür dünyaya seyahatlerinde yargıçtır.

İnsanlığın işlemiş olduğu kötülükler Angra Mainyu’ya yardım olduğu gibi, insanlar faziletli bütün davranışları, kurbanları ve

duaları vasıtasıyla Ahura Mazda 'ya yardımcı güçler oluşturur. Bu düalizmin sonucu sadece uygulamada ayinlerin tamlığı ve temizliğine dayanmakta; aynı zamanda, insanın en büyük iyiliği aktif fazilete, doğruluğa, cesarete, hayır severliğe bağlıdır.

Bir tarla açmak, bir kanal kazmak, bir köprü yapmak, karınca ve kurbağa gibi zararlı hayvanları yok etmek İyi Tanrı’nın yararına hizmet etmek demektir.

2- İnsanın ve Diğer Canlıların Yaratılışı

Zerdüştîlik'de varoluş ruhi hal (mende) ve fizikî hal (getit) olarak iki şekilde tasavvur olunur. Bunun teferruatı ise şöyle gerçekleşmiştir: Kötü Ruh'un karışıklığı süresince Ahura Mazda, Vohuman (İyi Düşünce)’ı ve diğer büyük beş meleği yarattı. Ehrimen buna karşılık olarak zıt altı kuvvet yarattı. Daha önce belirtti-

ğimiz gibi Ahura Mazda dünya yaratıklarından

ilk önce gökyüzünü

İkinci olarak suyu;

üçüncü olarak yeri;

dördüncü olarak bitkileri;

beşinci olarak hayvanları;

altıncı olarak da insanlığı

yaratti.

Başlangıçta, önce insanların ruhları ve şuurları yaratıldı.

Hürmüz onlarla konuştu ve onlara zalim Ehrimen ile çarpışmak için bedenli bir şekil almayı ve sonunda tamamıyla ölümsüz ve ebediyen mükemmel olmayı isteyip istemediklerini sordu. Bunun üzerine onlar bedenli bir şekilde yaratılmaya razı oldular. Kötü Ruh'un karışması ve şeytanların yok olması dürüst insana bağlanmıştır. İkinci üç bin yılda Gayomart denilen ilk insan ile ilk boğa bir saldırıya uğramadan var olagelmişlerdir.

Üçüncü üç bin yılın başlangıcından itibaren ilk insanın ve ilk boğanın organları sürekli Angra Mainyu’nun saldırılarına maruz kalmış, fakat Gayomart’a tayin edilen zaman henüz gelmemiştir. O, yıkıcı gelmeden otuz yıl daha yaşayıp hüküm sürmüştür. Angra Mainyu’nun hücumuna uğrayan boğa, sağ tarafa düşmüştür; onun bedeninden ve azalarından bitkiler, tohumundan ise hayvanlar meydana gelmiştir.

Gayomart ise sol tarafa düşmüş ve onun toprak tarafından alınan tohumunun bir parçasından insan çifti olan Mashya ve Mashyoi kırk yıl bir bitki gibi büyümüş ve sonra onlar bir erkek ve bir kadın şekline dönüşmüştür.

Ahura Mazda, ilk çift olan Mashya ve Mashyoi’ye şöyle dedi:

“Sizler insansınız, dünyanın efendisisiniz. Düşünce bakımından mükemmel olarak, yaratıkların ilki olarak sizleri yarattım. İyi olanı düşününüz, iyi olanı söyleyiniz, iyi olanı yapınız; asla daêvalara tapmayınız.”

Onların ilk düşüncesi “Bu Tanrı’dır” oldu. “İşte bir insan varlığı” diyerek, birbirlerinden hoşlandılar. Onların ilk işleri yürümek oldu. Sonra yemek yediler ve şöyle dediler:

Suyu, yeri, toprağı, ağacı öküzü, yıldızları, ayı, güneşi ve diğer bütün iyi yaratıkları, hem meyveyi, hem de kökü yaratan Ahura Mazda’dır.”

Sonra onlara şeytan tarafından gönderilmiş bir düşünce

vaki oldu ve onlar şöyle dediler:

Suyu, yeri, ağaçları ve diğerlerini yaratan, Angra

Mainyu’dur.”

Onlar böyle konuştular ve şeytan yalandan zevk aldığı için Angra

Mainyu böylece ilk zevki tattı.

Başlangıçta temiz olan Mashya ve Mashyoi böylece

yalanın kurbanı oldular. Kötülük Ruhu onlardan daha çok kabahatli olduğu için ilâhî güçler o ilk iki insanı korumaya devam ettiler.

Böylece onlar ateşin nasıl yakılacağını, nasıl kullanılacağını ve ihtiyaçlarını nasıl karşılayacaklarını öğrendiler.

Onlar, yedi çift çocuk doğurdular. Bunlardan bir çifti Siyamek ve Siyameki’dir.

İnsanlığın on beş ırkının kendilerinden türediğine inanılan çiftin adları ise Fravak ve Fravakain’dir. İnsanlığa pek çok husus ilham edilmiş ve medeniyet böylece kurulmuştur.

İlk kral Hosheng ve halefi Tahmuras ise Kötülük tarafından rahatsız edilmekten uzaktılar. Zira onlar şeytanları hükümleri altına almışlardı.

İnsanoğlunun türemesi konusunda Gayomart hakkındaki rivayetten başka bir de Yima efsanesi vardır. Bu efsaneye göre Yima (Hind'de Yama), aslen çift cinsiyetli bir varlık idi. Hindo-İran döneminde o insan vücutlu bir varlığa dönüştü.

Yima ve Yimeh erkek ve kız kardeş olan ikizlerdi. Bunların evlenmesiyle insan nesli çoğaldı. Ayrıca bütün hayvanların boğadan türediğine inanılan mitoloji eski

İran'da tek inanış biçimi değildir. Güzel ve faydalı hayvanların yaratılışı Ahura Mazda 'ya, çirkin ve zararlı olanların yaratılışları ise Angra Mainyu'ya atfedilmiştir.

Ahura Mazda, her zaman inisiyatifi elinde bulundurmuş ve yarattıklarını mükemmel yaratmıştır. Ehrimen’in eserleri ise orijinallikten yoksun ve Ahura Mazda 'nın eserlerini taklitten ibarettir; Ahura Mazda köpeği yarattığı zaman, hasmı kurdu

yaratarak ona cevap verir. Hürmüz insanı yarattığı zaman Ehrimen maymunu yaratır.

3 -Zerdüştîlik'te Tanrı İnancı

Eski İran, Mitraizm dışında Zerdüştîlik, Mazdekîlik, Mecusilik gibi inançlara ve Zurvanizm ve Maniheizm gibi dinlere şahit olmuştur. Temelleri Vedalar’a kadar uzanan köklü bir kültürün asırlarca değişik toplumlarda yaşanması, farklı komşu kültürlerin birbirlerini etkilemesi sonucu tanrı anlayışı da zaman içinde

farklılaşmalar göstermiştir. Bilindiği üzere Mitraizm döneminde tapınılan tanrı Mitra, Güneş ve Işık tanrısı olarak kabul ediliyordu. Kötülüklerle mücadele etmek için peygamberî bir misyonla geldiğini ilân eden Zerdüşt, tüm peygamberler gibi

tek tanrı (Ahura Mazda) inancını ve iyiliği yaymaya çalışmış, Kötü Ruh (Angra Mainyu)’un insanlara kötülük yapmasını engellemek için, onların bedenlerinde barınmasına izin verilmemesini öğütlemiş ve Mitraizm'in kutsal içkisi Haoma'yı içmeyi yasaklamıştır.

Her şeyi bilen Rab’ anlamına gelen Ahura Mazda, Gatalar’da mutlak ve tek tanrı olarak geçmektedir. Zerdüşt Yasna/44'de Ahura Mazda 'yı şöyle tasvir etmiştir:

“Güneşi ve yıldızları kim yörüngesine oturttu?

Ay'ı hemen kendine alıp kaybediveren kimdir?

Dünyayı onun aşağısında tutan kimdir?

Suları ve bitkileri tutan kimdir?

Rüzgârı ve bulutları koşmaya sevk eden kimdir?

Uykuyu ve uyanıklığı yaratan hangi yaratıcıdır?

Sabah, öğle ve akşam vazifedeki,

Mesuliyet şuurunu uyandıran kimdir?

Ey Hakimi-i Mutlak!

Seni ezel ve ebet olarak ruhumla buldum.”

Avesta'nın tamamında, yaratılış, bütünüyle Ahura Mazda 'ya atfedilmiş olmasına rağmen, bir miktar yaratma faaliyeti de Ameşa Spentalar'a izafe edilir. Bazı araştırıcılar Altı Kutsal olarak bilinen Ameşa Spentaların kendilerine ait vücutları bulunmayan birer kavram olduğunu, gerçekte ise bunların Ahura Mazda 'nın sıfatları olduğunu iddia ederler. Avesta'nın muahhar yazmalarında ise onun baş melek olduğu ifade edilir.

Zerdüştîlik'te ruhanî âlem tamamıyla iyi olmadığı gibi, maddi âlem de tamamıyla kötü değildir. Temelde maddi âlem de iyidir; çünkü onu da Ahura Mazda yaratmıştır. Bu nedenle Zerdüştîler, maddi âleme saygı duyarlar. Yeryüzündeki her şeyin insanlarca kullanılması, onların nimetlerinden kutsal hayata katkısı olacak

biçimde yararlanılması gerekir.

Zerdüştîlik'te başlangıç kısmı çelişkili gözüken husus Yüce Tanrı’nın iyi olan şeyler yanında kötü ve olumsuz olarak gördüğümüz şeyleri de yaratmasıdır.

Gerçekten de Yüce Rab Ahura Mazda bütün zıtlıkların yaratıcısıdır.

Zira ikiz oğullar olan Spenta Mainyu (İyilik Yapan Ruh) ve Angra Mainyu (Olumsuzluğu Yapan Ruh), hakikat (asha)in ve yalan (druj)ın düzeni arasındaki seçeneklerdir.

Bunlar ise düşünceler, sözler, iyi veya kötü amellerden ibarettir. Bunlar bir anlamda Ahura Mazda 'yı kötülüğün yaratıcısı yapar; zira yalan (druj) Angra Mainyu'nun seçiminin önüne geçer. çünkü bu, onun oğludur. Diğer taraftan bu ahlâkî düalizm

teolojik, kozmolojik ve antropolojik veçheleri de ihtiva eder.Ancak bu düalizmin derinliğinde monoteizmin bulunduğunu da kabul etmek gerekir. Zaten İran dinlerinin en düalist olanında bile Tanrı’nın şeytan ile alâkasının ötesinde ve üstünde bir payesi vardır. Eskiden Altın Çağda o yalnız var olması gerektiği gibi, hasmını yok ettikten sonra, gelecekte de yalnız o var olacaktır.

Bazılarının bir reformcu, bazılarının ise bir peygamber olduğunu ifade ettikleri Zerdüşt, Eski İran’a Tevhit (Tek Tanrı) inancını getirmiştir. “Onun getirdiği din bir düalizm gibi gözükse de Tek Tanrı’ya dayanan bir din idi” şeklinde yorumlar getirerek Zerdüştiliğin aslında bir “Tevhit Dini” olduğunu belirtenleri haklı

gösterebilecek en önemli husus, Zerdüşt’ün öğretilerinde hep, sadece Ahura Mazda’ya ibadeti telkin etmiş olmasıdır.

Zerdüştîlik şeklen bir düalizm gibi gözükse de Ahura Mazda’nın rakibi ve hasmı olan Ehrimen, kötülüğün sembolü olarak kabul edilmiş, kendisine ibadet etme istenmediği gibi onu zayıf düşürecek,

Ahura Mazda’yı kuvvetlendirecek şekilde yaşamak ve ibadet etmek telkin edilmiştir.

İran inançları içinde Zurvanizm, Ahura Mazda ve Angra Mainyu’nun ortaya çıkışını izah etmede kolaylık sağlar gözükmektedir. Zurvan’a bazen "zaman" bazen de "uzay" gözüyle bakılmıştır. Ondan Ahura Mazda ve Angra Mainya, ya da ışık ve karanlık doğmuştur. Avesta’da "Zurvan" kelimesi nadiren zikredilmiştir, ancak her zaman onun zaman ve kaderle ilişkisi olmuştur. Ahura Mazda tarafından yaratılmış olan Cinvat (Sinvat) köprüsüne ulaşmadan önce inananların ve dinsizlerin ruhları Zurvan tarafından yaratılmış olan yol üzerinde ilerlerler.

İnanışa göre, Ahura Mazda ve Angra Mainyu’nun ortaya çıkışıyla Zurvan arasında da çok sıkı bir ilişki vardır. Çok yaygın olan bir mitolojiye göre Zurvan bin yıl boyunca bir oğlan çocuğuna sahip olabilmek için kurban sundu. Kurbanın etkisinden şüpheye düştüğü için o, iki çocuğa hamile kaldı: Kurbanın kabulünden

dolayı Ahura Mazda, gizli şüphesinden dolayı da Angra Mainyu doğacaktı.

Zurvan ilk doğanı dünyanın sahibi yapmaya söz verdi.

Babasının düşüncesinden haberdar olan Hürmüz bunu Ehrimen'e haber verdi. Bunun üzerine Ehrimen, Hürmüz'den önce dışarı çıktı. Zurvan söz verdiği veçhile sözünü çiğnememek için krallığı dokuz bin seneliğine Ehrimen'e verdi. Daha sonra ise Hürmüz hüküm sürecek ve nihaî zafer Hürmüz'ün olacaktır.

Bu efsane bir ölçüde Hint-İran menşelidir. Her

hâlükârda bu anlayışa göre Zurvan kozmik yaratılış içinde herhangi bir rol oynamamaktadır. Zira o, Deus otiosus olarak gözükmektedir." Çünkü o, hakimiyetin sembollerini ikiz çocuklarına ikram etmektedir.

Ona hiçbir şekilde ibadet edilmemesi de göz önüne alınacak olursa

Zurvan’ın hakim-i mutlak bir tanrı olarak kabul edilmesi mümkün gözükmemektedir. Oysa ki Zerdüştîlik'teki Ahura Mazda 'ya inanma tevhit inancına daha uygun bulunmaktadır. Kötülük olgusu her zaman var olagelmiştir. Tanrı iyidir, güzeldir, o halde iyilik ve güzellik tanrısı çirkinlik ve kötülüklerden uzaktır, düşüncesiyle aydınlık ve ışık sembolleriyle ifade edilen Tanrın’nın karşısında pek çok doğu ve Ortadoğu inançlarında şeytan veya onun eş değerinde bir varlık mevcuttur.

Zerdüştîlik'te Ahura Mazda tek ve mutlak tanrı olarak ifade edilirken Zerdüşt'ten sonraki dönemlerde Ehrimen kötülük tanrısı olarak kabul edilmiştir. Karanlıkların ve kötülüklerin yapıcısı olan Angra Mainyu aşağı bir âlemde yaşar ve temiz olmayan her şeye hükmeder. O, mutlak kudret sahibi bir tanrı değil, bir iblis ve geçici,

kaybolacak bir kudrettir. Ehrimen'in şerrinden korunmak için insanın onu vücudunda barındırmaması gerekir. Bu da kişinin kötü düşünce, kötü söz ve amellerden uzak kalmasıyla mümkündür. Zerdüşt kendinden önce bulunan dini arıtıp temizlemiş, lran çoktanrıcılığını tektanrıcılığa doğru yöneltmiş ve çok yüksek bir ahlâkın

kurallarını ortaya koymuştur.

Sonuç

Zerdüştîlik zaman anlayışı bakımından Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet ile benzerlik arz etmekle birlikte kozmogoni ve yaratılış inancı bakımından kendine has bir özelliğe sahiptir.

Düalist bir anlayış içinde gerçekleşen yaratılışa baktığımızda bu din düalist bir din gibi gözükse de konuyu irdelediğimizde durumun farklı olduğunu görürüz.

İyi olan Tanrı’ya kötü olan şeyleri nispet etmeme, ona kötülükleri yaratmayı yakıştıramama gibi bir anlayış Zerdüştîlik’te bir de Kötülük Tanrısı (Angra Mainyu) tasavvurunu doğurmuştur. Aslında Kötülük Tanrısı, gerçek bir tanrı olmaktan daha çok bir şeytandır. Sami dinlerde olduğu gibi diğer pek çok dinde de kötülüklerin sebebi şeytandır. Ayrıca nihai zafer Ahura Mazda’nın olması, Angra Mainyu’nun ebediyen mağlup edilmiş olması bunun en güzel göstergesidir. O halde Zerdüştîlik iki tanrılı bir din değil, tek tanrılı (monoteist) bir dindir.

Diğer önemli bir husus ise pek çok dinde olduğu gibi toplumda düzenin ve ahlâkın bozulması sonucu insanlar hep bir ilâhî kurtarıcı (mesih, mehdî) beklerler.

Zerdüştîlik’te de bu durum geçerlidir. Son üç bin yıllık dönemde Zerdüşt’ün kendisi, soyundan bir peygamber ve bir de onun neslinden olacak olan Saoshyant olmak üzere üç kurtarıcı gelecektir. Saoshyant tüm insanları Zerdüşt’e inanan insanlar

haline getirdikten sonra hükümranlığı Ahura Mazda’ya teslim edecektir.

Eski Toplumda Tapinaklarin Ozellikleri..

Gunumuzde ‘tapinak’ veya ‘tanri evleri’ denildiginde,anlasilan kavram son derece dar bir içerik tasir ve imanlilarin huzur bulduklari,dua,namaz,vaftiz gibi edimleri yerine getirdikleri kutsal ruhani mekanlar anlasilir.



Eski toplumda tapinaklarin,ittifak halindeki toplum birimlerin bu ittifaklarinin bir ifadesi olarak ortaya çikmis oldugundan bahsetmistik.En onemli iki temel fonksiyonundan biri olarak ,yabanci erkek ve yerli kadinlar arasinda cinsel ilsikinin saglanma alani olusu uzerinde “kutsal kadin ve erkek fahiseligi” konusundaki çalismalarimda durmustum.



Burada daha çok,eski toplumun,kan,et,yamyamlik,kurban gibi edimlerle taçlanan ittifak/anlasmasinda ‘tanri evi’nin rolunu anlamaya çalisacagiz.

Sumer-Akad donemi tapinaklarinda kutsal çiftlesme torenlerini, sunaklari,sunu ve biçimlerini,ruhani gorevlilerin durumlarini ele alan çalismalarimiz,ne de olsa uzak geçmise iliskindir ve bunlarin elle tutulan biçimlerini tanimlayabilmek her zaman kolaylikla becerilemez.Tanrinin çizdigi bir plana bagli bazi seyler yapma motifini,once,eski Sumer-Babil Tufan anlatimlarinda buluyoruz.Orada tanri Enki,Sumer/Babil Nuh’una "topraga çizilmis" (belki 'kil tablete'?) bir sekil halinde yapacagi “gemi”nin planini,olculerini ayrintili olarak vermisti.Okurlarimiz ,Eski Ahit’te uç katli,eni boyuna esit,çatisi ve bacasi olan ‘gemi’ olarak yorumlanarak aktarilmis bu yapinin ancak bir tapinak tanimi olabilecegini soyledigimi animsayacaklardir.Burada "anlasma sandigi","tabut-u sakine","kayik/kervan" gibi geçisme kavramlarina bagli olarak ulasilan "Nuh'un Gemisi"nin ozelliklerini daha yakindan tanima olanagi bulacagiz.

Musa'nin "gezgin tapinagi","tanri ile bulusma çadir"i,bunun "kutsal bolum"u,"en kutsal bolum"u gibi ozellikler uzerinden eski Sumer/sami topluluklardaki ilk tapinak modellerinin nasil olabilecegi hakkinda bir fikir edinebiliyoruz.Musa'nin 'kutsal çadir'dan tapinagi,en azindan,erken donem (gezgin) tapinaginin nasil bir islerlige sahip oldugunun kavranmasinda bilgi vericidir..

Asagida aktaracagimiz,Musa’nin gezgin çadir halindeki tapinagi ve Suleyman’in insa ettigi tapinaga iliskin ayrintilari tanidigimiz olçude,eski toplumun tapinaklari daha belirginlesecek ve onun kurban,yamyamlik,sunu,karsilikli maddi yukumlulukleri saglama alani olmasiyla ilgili olarak daha saglam fikirler edinebilecegiz.Bu çabalar bize ayni zamanda eski toplumun tanriyi yaratmasi sureci hakkinda da oldukça bilgi verici olacaktir.Cunku eski toplumda 'tanri',bir toplum adina vakfedilen,kurban edilen bir yonetici olarak sekilenir.Bunu Isa orneginde bire bir izleriz."Antlasma sandigi"nin içini açtikça,orada en erken donemin kurban edilmis yotecilerini gormeye hazir olmamiz gerek..



Bu konu da onemli elbette...Fakat benim gucum,bunlarin tumunu bir seferde ele almaya su anda elvermiyor.Burada da dipnotlar yazma yolunu kullanacagim ve bu bir sureye yayilacak.Bu arada,bunlari yayinlamayi yararli goruyorum.Ilgili okur,benimle birlikte,bu ilgi cekici yolculukta bana yol arkadasligi yapmis olur...



Simdiden bir kaç nokta..

Tapinaklarda yon,renk,kurban tur ve sunum biçimi,kullanilan madenler ve bunlarin renk degeri ile ates/gunes ve gumus/ay vb. arasindaki sembolik geçisme,takvim degerleri,eski toplumun orgutlenme rakamlari olan kutsal 3,6,7,10,12 vb. gibi rakamlar,giysi renk ve biçimleri... gibi bir dizi noktaya ozel anlamlar vererek okumaya çalismakta yarar var..

Ozel kahin giysileri,kutsal cadir gorevlilerinin giysi ozelliklerine de dikkat çekmek gerek.Tufan ertesinde Nuh,sarap içip de çadirinda "çiplak" yatinca,iki ogulu geri geri giderek babalarina "manto"sunu giydirmis;Nuh da kendi 'manto'sunu uzerinden çikaran kuçuk ogulunu lanetlemisti."Manto"nun,tanri veya peygamber,kahin giysilerinin degerini bilmedigimiz zaman,Eski Ahit'in ilgili bolumu,basit bir 'çiplaklik","manto!" giyme,adeta usumus olma gibi bir duzeyde kavranir.Bir dizi din bilgini veya tanritanimaz dusun adamimizin da oyle kavradigi o anlatim tarzi,buradaki bilgiler temelinde ele alindiginda,Tufan sonrasi Nuh toplumunun,Musevi atalarinin yeniden bir duzenlenis ritueli olarak meydana çikar.Orada,'Tanrinin çadiri'nin,erken Musevi atalari toplumunun gezgin tapinaginin bir yeniden gorev duzeni anlatiliyordu.Sozkonusu olan,"manto" dini makamina bagli olarak hangi alt toplulugun ('kuçuk/buyuk ogul' ayrimi uzerinden) hangi oteki alt topluluga tabi veya ustun olacaginin ;dini kast ile otekilerin duzenlendigi bir rituel anlatimi olmaliydi..."Manto" anlatimi bir manto anlatimi degildi...

Burada,daha once uzerinde durdugumuz "kutsal alamet","kutsal makam","kutsal giysi" veya "kutsal iliski turu/mesela fahiselik" gibi ozelliklerden olusan "kutsal kanun Me'ler" ile de içeriksel ve etimolojik iliski kurmaya çalisarak okumanin onemine de dikkat çekelim."Kutsal Me" olarak taninanlar, kutsal kurallar ve eski iliskileri temsil eden (kandil,sunak,sunu masasi,kupa,ibrik,kazan,kiraliyet asasi,kiral ve rahip giysisi,'tufan',kutsal su,kutsal post gibi seylerdir) esyalardi.Mesela "gok gemisi","yer gemisi" olarak ifade edilen,benim tanrisal alametlerin içine kondugu,bir çesit tahteravan biçiminde yorumladigim duzenege,bu kutsal esyalar yuklenip yerlestiriliyordu.Orada sozkonusu olanin yari-yamyam 6 bin yil onceki toplum oldugu;butun yasam kosul ve aletlerinin o gunku toplumsal duzeyi yansitiyor olmak zaorunda olacagi hep animsanmalidir.6 bin yil kadar once tanrilarin bir yerlesimden otekine,bir tapinaktan oteki tapinaga nakli,iste bu tur 'kayik'lar,'kizaklar','tahteravanlar' araciligiyla oluyordu.Yasam duzeyi olarak 5 bin yil kadar sonraki Musa toplumu,gezgin çoban bir toplum olarak atalari ile ana çizgileri bakimindan paralellik tasir.Bu bakimdan gezgin çoban Musa toplumunun,çol yollarindaki gezgin tapinagini,'kutsal anlasma sandigi'/'tabut'unu tam olarak eski donem 'tahteravan' tarziyla tasidigini gormek sasirtici degildir.

Su ana kadar,dinin sosyal psikolojideki yeri ile fazla ilgilenmemeye,olabildigince yalin haliyle eski toplumdaki kutsal yapinin temel kavram ve araçlarini tanimaya çalistik.Fakat burada not olarak belirtmeliyiz ki,insan toplumunun,'tapinak'tan,'kutsal tahteravandan','tabut'dan bir 'gemi' olusturmasi sureci,onun dus dunyasindaki derinlesmesinin de bir gostergesidir.Modern toplumun bilgili uzmanlari,eski insanin 'hayal' dunyasinin genisligi,anlasilmazligi,derinligi konusunda hayrete duserken,onu anlasilmaz ilan ederken tumuyle haksizdir.Dus derinligi bakimindan,atalarini sorgulayacagina,atalarini derinlestiren sonraki nesillerin dusler dunyasini irdelese,çok daha yararli bir çalisma yapmis sayilabilirlerdi.Ilkel insanin 'varlik/yokluk',bay T.Alkan'in sorusuyla 'nerden gelip nereye gidiyoruz' felsefi çabalariyla bu denli ilgili olabilecegini dusunebilme 'bilgeligi',ilkel insana ait degildir.Bu tur 'derin' konulari,bay Alkan gibiler 'çozebilir',eger 'bilinemezcilik'ten vakit bulurlarsa tabii.Ne yaparsiniz ki,gunumuzun modern toplumu,40 bin yil oncesinin magara insanina bu tur sorulari sordurmayi ve bu yariyamyam toplumun bunlari yanitlamis oldugunu dusunebilmeyi "bilim" olarak ;bu tur gevezelikleri akademi çevrelerinde veya medyada seslendirenleri de "bilimci" olarak tanimlamaya devam ediyor...


Biz ,kendi bilimsel çabamiza bakalim..O tur 'bilim'lerin eni sonu alt edilecegini biliyoruz zaten.

Simdi,once Musa donemindeki ,yaklasik -12. yy olmali,gezgin kutsal tapinagin yapi ve fonksiyonunu anlatan bolumu okuyalim.

Ardindan da Suleyman’in(-9 yy civari) tapinagini..



**

(Eski Ahit/Tevrat-Cikis Bl.)

Tanrı'nın Konutu

"Tanrı'nın Konutu'nu on perdeden yap. Perdeler lacivert, mor, kırmızı iplikle özenle dokunmuş ince ketenden olsun, üzeri Keruvlar'la ustaca süslensin.

Her perdenin boyu yirmi sekiz, eni dört arşın olmalı. Bütün perdeler aynı ölçüde olacak.

Perdeler beşer beşer birbirine eklenerek iki takım perde yapılacak.

Birinci takımın kenarına lacivert ilmekler aç. Öbür takımın kenarına da aynı şeyi yap.

Birinci takımın ilk perdesiyle ikinci takımın son perdesine
ellişer ilmek aç. İlmekler birbirine karşı olmalı.

Elli altın kopça yap, perdeleri kopçalayarak çadırı birleştir. Böylece konut tek parça haline gelecek.

"Konutun üstünü kaplayacak çadır için keçi kılından on bir
perde yap.

Her perdenin boyu otuz, eni dört arşın olacak. On bir
perde de aynı ölçüde olmalı.

Beş perde birbirine, altı perde birbirine birleştirilecek.
Altıncı perdeyi çadırın önünde katla.

Her iki perde takımının kenarlarına ellişer ilmek aç.

Elli tunç* kopça yap, kopçaları ilmeklere geçir ki, çadır
tek parça haline gelsin.

Çadırın perdelerinden artan yarım perde konutun arkasından
sarkacak.

Perdelerin uzun kenarlarından artan kumaş çadırın
yanlarından birer arşın* sarkarak konutu örtecek.
(*"Bir arşın": Yaklaşık 45 cm.)

Çadır içine kırmızı boyalı koç derilerinden bir örtü, onun
üstüne de deriden ( Yunus balığı derisi olmali..) başka bir örtü yap.
.

"Konut için akasya ağacından dikine çerçeveler yap.

Her çerçevenin boyu on, eni bir buçuk arşın olacak.

Çerçevelerin birbirine uyan iki paralel çıkıntısı olacak. Konutun bütün çerçevelerini aynı biçimde yapacaksın.

Konutun güneyi için yirmi çerçeve yap.

Her çerçevenin altında iki çıkıntı için birer taban olmak üzere, yirmi çerçevenin altında kırk gümüş taban yap.

Konutun öbür yanı, yani kuzeyi için de yirmi çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban olmak üzere kırk gümüş taban yap.

Konutun batıya bakacak arka tarafı için altı çerçeve yap.

Arkada konutun köşeleri için iki çerçeve yap.

Bu köşe çerçevelerinin alt tarafı ayrı kalacak, üst tarafı ise birinci halkayla birleştirilecek. İki köşeyi oluşturan iki çerçeve aynı biçimde olacak.

Böylece sekiz çerçeve ve her çerçevenin altında iki taban
olmak üzere on altı gümüş taban olacak.

"Konutun bir yanındaki çerçeveler için beş, öbür yanındaki çerçeveler için beş, batıya bakan arka tarafındaki çerçeveler için de beş olmak üzere akasya ağacından kirişler yap.

Çerçevelerin ortasındaki kiriş çadırın bir ucundan öbür ucuna geçecek.

Çerçeveleri ve kirişleri altınla kapla, kirişlerin geçeceği halkaları da altından yap.

"Konutu dağda sana gösterilen plana göre yap.

"Lacivert, mor, kırmızı iplikle özenle dokunmuş ince ketenden bir perde yap; üzerini Keruvlar'la ustaca süsle.

Dört gümüş taban üstünde duran akasya ağacından altın kaplı
dört direk üzerine as. Çengelleri altın olacak.

Perdeyi kopçaların altına asıp Levha Sandığı'nı perdenin arkasına koy. Perde Kutsal Yer'le* En Kutsal Yer'i* birbirinden ayıracak.

Bağışlanma Kapağı'nı En Kutsal Yer'de bulunan Levha Sandığı'nın üzerine koy.

Masayı perdenin öbür tarafına, konutun kuzeye bakan yanına
yerleştir; kandilliği masanın karşısına, konutun güney tarafına koy.

"Çadırın giriş bölümüne lacivert, mor, kırmızı iplikle
özenle dokunmuş ince ketenden nakışlı bir perde yap.

Perdeyi asmak için akasya ağacından beş direk yap, altınla
kapla. Çengelleri de altın olacak. Direkler için tunçtan beş taban dök."

Yakmalık Sunu Sunağı

"Sunağı akasya ağacından kare biçiminde yap. Eni ve boyu
beşer arşın, yüksekliği üç arşın olacak.

Dört üst köşesine kendinden boynuzlar yaparak hepsini tunçla* kapla.

Sunak için yağ ve kül kovaları, kürekler, çanaklar, büyük
çatallar, ateş kapları yap. Tümü tunç olacak.

Ağ biçiminde tunç bir ızgara da yap, dört köşesine birer tunç halka tak.

Izgarayı sunağın kenarının altına koy. Öyle ki, aşağı doğru sunağın yarısına yetişsin.

Sunak için akasya ağacından sırıklar yap, tunçla kapla.

Sırıklar halkalara geçirilecek ve sunak taşınırken iki yanında olacak.

Sunağı tahtadan, içi boş yapacaksın. Tıpkı dağda sana
gösterildiği gibi olacak."

Konutun Avlusu

"Konuta bir avlu yap. Avlunun güney tarafı için yüz arşın (Yaklaşık 45 m) boyunda, özenle dokunmuş ince keten perdeler yapacaksın.

Perdeler için yirmi direk yapılacak; direklerin tabanları tunç*, çengelleri ve çengel çemberleri gümüş olacak.

Kuzey tarafı için yüz arşın boyunda perdeler, yirmi direk, direkler için yirmi tunç taban yapılacak. Direklerin çengelleriyle çemberleri gümüşten olacak.

"Avlunun batı tarafı için elli arşın (22.5 m.) boyunda perde, on direk, on taban yapılacak.

Doğuya bakan tarafta avlunun eni elli arşın olacak.

Girişin bir tarafında on beş arşın(Yaklaşık 6.8 m.) boyunda perde, üç direk ve üç taban olacak.

Girişin öbür tarafında da on beş arşın boyunda perde, üç
direk ve üç taban olacak.

"Avlunun girişinde lacivert, mor, kırmızı iplikle, özenle dokunmuş ince ketenden yirmi arşın* boyunda nakışlı bir perde olacak. Dört direği ve dört tabanı bulunacak.
( *"Yirmi arşın": Yaklaşık 9 m.)

Avlunun çevresindeki bütün direkler gümüş çemberlerle
donatılacak. Çengelleri gümüş, tabanları tunç olacak.

Avlunun boyu yüz, eni elli, çevresindeki perdelerin yüksekliği beş arşın* olacak. Perdeleri özenle dokunmuş ince ketenden, tabanları tunçtan olacak. (*"Beş arşın": Yaklaşık 2.3 m.)

Konutta her türlü hizmet için kullanılacak bütün aletler, konutun ve avlunun bütün kazıkları da tunçtan olacak."

Rab'bin Huzurunda Yanan Işık

"İsrail halkına buyruk ver, kandilin sürekli yanıp ışık
vermesi için saf sıkma zeytinyağı getirsinler.

Harun'la oğulları kandilleri benim huzurumda, Buluşma Çadırı'nda (gezgin tapinak..) Levha Sandığı'nın önündeki perdenin dışında, akşamdan sabaha kadar yanar tutacaklar. İsrailliler için kuşaklar boyunca sürekli bir kural olacak bu."

Kâhin Giysileri

"Bana kâhinlik etmeleri için İsrailliler arasından ağabeyin
Harun'u, oğulları Nadav, Avihu, Elazar ve İtamar'ı yanına al.

Ağabeyin Harun'a görkem ve saygınlık kazandırmak için kutsal
giysiler yap.

Bilgelik verdiğim becerikli adamlara söyle, Harun'a giysi
yapsınlar. Öyle ki, bana kâhinlik etmek için kutsal kılınmış olsun.

Yapacakları giysiler şunlardır: Göğüslük*, efod*, kaftan,
nakışlı mintan, sarık, kuşak. Bana kâhinlik etmeleri için ağabeyin Harun'a ve oğullarına bu kutsal giysileri yapacaklar.

Altın sırma, lacivert, mor, kırmızı iplik, ince keten kullanacaklar."

Efod

"Efodu* altın sırmayla, lacivert, mor, kırmızı iplikle,
özenle dokunmuş ince ketenden ustaca yapacaklar.

Bağlanabilmesi için iki köşesine takılmış ikişer omuzluğu
olacak.

Efodun üzerinde efod gibi ustaca dokunmuş bir şerit olacak. Efodun bir parçası gibi lacivert, mor, kırmızı iplikle, altın sırmayla, özenle dokunmuş ince ketenden olacak.

İki oniks taşı alacak, İsrailoğulları'nın adlarını, doğuş
sırasına göre altısını birinin, altısını ötekinin üzerine oyacaksın.

İsrailoğulları'nın adlarını bu iki taşın üzerine usta oymacıların mühür oyduğu gibi oyacaksın. Taşları altın yuvalar içine koyduktan sonra İsrailliler'in anılması için efodun omuzluklarına tak. Harun, anılmaları için onların adlarını RAB'bin önünde iki omuzunda taşıyacak.

Altın yuvalar ve saf altından iki zincir yap. Zincirleri
örme kordon gibi yapıp yuvalara yerleştir."

Göğüslük

"Usta işi bir karar göğüslüğü* yap. Onu da efod* gibi, altın sırmayla, lacivert, mor, kırmızı iplikle, özenle dokunmuş ince ketenden yap.

Dört köşe, eni ve boyu birer karış (Yaklaşık 22.5 cm) olacak; ikiye katlanacak.
Üzerine dört sıra taş yuvası kak. Birinci sırada yakut, topaz, zümrüt;

ikinci sırada firuze, laciverttaşı, aytaşı;

üçüncü sırada gökyakut, agat, ametist;

dördüncü sırada sarı yakut, oniks ve yeşim olacak. Taşlar
altın yuvalara kakılacak.

On iki taş olacak. Üzerlerine mühür oyar gibi İsrailoğulları'nın adları bir bir oyulacak. Bu taşlar İsrail'in on iki oymağını simgeleyecek.

"Göğüslük için saf altından örme zincirler yap.

İki altın halka yap, göğüslüğün üst iki köşesine birer halka koy.

İki örme altın zinciri göğüslüğün köşelerindeki halkalara tak.

Zincirlerin öteki iki ucunu iki yuvanın üzerinden geçirerek
efodun ön tarafına, omuzlukların üzerine bağla.

İki altın halka daha yap; her birini göğüslüğün alt iki köşesine, efoda bitişik iç kenarına tak.

İki altın halka daha yap; efodun önündeki omuzluklara
alttan, dikişe yakın, ustaca dokunmuş şeridin yukarısına tak.

Göğüslüğün halkalarıyla efodun halkaları lacivert kordonla birbirine bağlanacak. Öyle ki, göğüslük efodun ustaca dokunmuş şeridinin yukarısında kalsın ve efoddan ayrılmasın.

"Harun Kutsal Yer'e girerken, İsrailoğulları'nın adlarının
yazılı olduğu karar göğüslüğünü yüreğinin üzerinde taşıyacak. Öyle ki, ben, RAB halkımı sürekli anımsayayım.

Urim'le Tummim'i karar göğüslüğünün içine koy; öyle ki, Harun ne zaman huzuruma çıksa yüreğinin üzerinde olsunlar. Böylece Harun İsrailoğulları'nın karar vermek için kullandıkları Urim'le Tummim'i RAB'bin huzurunda sürekli yüreğinin üzerinde taşıyacak."

Öbür Kâhin Giysileri

"Efodun* altına giyilen kaftanı salt lacivert iplikten yap.

Ortasında baş geçecek kadar bir boşluk bırak. Yırtılmaması
için boşluğun kenarlarını yaka gibi dokuyarak çevir.

Kaftanın kenarını çepeçevre lacivert, mor, kırmızı iplikten
nar motifleriyle
beze, aralarına altın çıngıraklar tak.

Eteğin ucu bir altın çıngırak, bir nar, bir altın çıngırak,
bir nar
olmak üzere çepeçevre kaplanacak.

Harun hizmet ederken bu kaftanı giyecek. En Kutsal Yer'e,
huzuruma girip çıkarken duyulan çıngırak sesi onun ölmediğini gösterecek.

"Saf altından bir levha yap ve üzerine mühür oyar gibi
'RAB'be adanmıştır' sözünü oy;

lacivert bir kordonla sarığın ön tarafına bağla.

Harun onu alnında taşıyacak. İsrailliler kutsal bağışlarını getirirken suç işlemişlerse, suçlarını Harun taşıyacak; onlar önümde kabul görsün diye levha sürekli Harun'un alnında bulunacak.

"İnce ketenden işlemeli bir mintan doku, ince ketenden bir
sarık, bir de nakışlı kuşak yap.

"Harun'un oğullarına mintanlar, kuşaklar, görkem ve
saygınlık kazandıracak başlıklar yap.

Bu giysileri ağabeyin Harun'a ve oğullarına giydir; sonra
bana kâhinlik etmeleri için onları meshedip ata ve kutsal kıl.

"Edep yerlerini örtmek için onlara keten donlar yap. Boyu
belden uyluğa kadar olacak.

Harun'la oğulları Buluşma Çadırı'na girdiklerinde ya da Kutsal Yer'de* hizmet etmek üzere sunağa yaklaştıklarında, suç işleyip ölmemek için bu donları giyecekler. Harun ve soyundan gelenler için sürekli bir kural olacak bu."

Kâhinliğe Atanma

"Bana kâhinlik edebilmeleri için, Harun'la oğullarını kutsal
kılmak üzere şunları yap: Bir boğa ile iki kusursuz koç al.

İnce buğday unundan mayasız ekmek, zeytinyağıyla yoğrulmuş
mayasız pideler, üzerine yağ sürülmüş mayasız yufkalar yap.

Bunları bir sepete koyup boğa ve iki koçla birlikte bana getir.

Harun'la oğullarını Buluşma Çadırı'nın giriş bölümüne getirip yıka.

Giysileri al; mintanı, efodun* altına giyilen kaftanı, efodu ve göğüslüğü* Harun'a giydir. Efodun ustaca dokunmuş şeridini bağla.

Başına sarığı sar, üzerine de kutsal tacı koy.

Sonra mesh yağını al, başına dökerek onu meshet*.

Harun'un oğullarını öne çıkarıp onlara mintan giydir.

Bellerine kuşak bağla, başlarına başlık koy. Kalıcı bir kural olarak kâhinlik onların işi olacak. Böylece Harun'la oğullarını atamış olacaksın.

"Boğayı Buluşma Çadırı'nın önüne getir, Harun'la oğulları
ellerini boğanın başına koysunlar.

Boğayı huzurumda, Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde
keseceksin.(Musa kesecek!!)

Kanını parmağınla sunağın boynuzlarına sür, artan kanı
sunağın dibine dök.

Hayvanın bağırsak ve işkembe yağlarını, karaciğer perdesini, böbreklerini ve böbrek yağlarını sunağın üzerinde yakacaksın.

Etini, derisini, gübresini de ordugahın dışında yak. Bu günah sunusudur*.



"Bir koç getir, Harun'la oğulları ellerini koçun başına koysunlar.

Koçu sen( yani Musa!) kes. Kanını sunağın her yanına dök.

Koçu parçalara ayırıp bağırsaklarını, işkembesini, ayaklarını yıka, başla öteki parçaların yanına koy.

Sonra koçun tümünü sunağın üzerinde yak. Bu RAB'be sunulan
yakmalık sunu*, RAB'bi hoşnut eden koku, O'nun için yakılan sunudur.

"Öteki koçu getir, Harun'la oğulları ellerini koçun başına koysunlar.

Koçu sen (Musa!!) kes. Kanını Harun'la oğullarının sağ kulak memelerine, sağ el ve ayaklarının baş parmaklarına sür. Artan kanı sunağın her yanına dök.

Sunağın üzerindeki kanı ve mesh yağını Harun'la oğullarının
ve giysilerinin üzerine serp
. Böylece Harun'la oğulları ve giysileri kutsal kılınmış olacak.

"Koçun yağını, kuyruk yağını, bağırsak ve işkembe yağlarını, karaciğer perdesini, böbreklerini, böbrek yağlarını ve sağ budunu al. -Çünkü bu, biri göreve atanırken kesilen koçtur.-

Huzurumdaki mayasız ekmek sepetinden bir somun, yağlı pide
ve yufka al,hepsini Harun'la oğullarının eline ver. Bunları benim huzurumda sallamalık sunu olarak salla,sonra ellerinden alıp sunakta yakmalık sunuyla birlikte
beni hoşnut eden koku olarak yak. Bu, RAB için yakılan sunudur.

"Harun'un atanması için sunulacak koçun döşünü huzurumda
sallamalık sunu olarak salla. O döş senin payın olacak.

Harun'la oğullarının atanması için kesilen koçun sallanmış
olan döşüyle bağış olarak sunulan budunu bana ayır.

İsrailliler bunları sürekli Harun'la oğullarının payına
ayıracak. Bu, İsrailliler'in RAB'be sunduğu esenlik kurbanlarından biridir.

"Harun'un kutsal giysileri, kendinden sonra oğullarına
kalacak
. Meshedilip atanırlarken bu giysileri giyecekler.

Harun'un yerine kâhin olan oğlu, Kutsal Yer'de* hizmet
etmek üzere Buluşma Çadırı'na girdiğinde yedi gün bu giysileri giyecek.

"Harun'la oğulları göreve atanırken kesilen koçun etini
kutsal bir yerde haşlayacaksın. Haşlanan eti ve sepetteki ekmeği Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde yiyecekler.

Atanıp kutsal kılınmaları için günahları bağışlatan bu
sunuları yalnız onlar yiyebilir. Yabancı biri yiyemez, çünkü bu sunular kutsaldır.

Atanmaları için kesilen kurbanın etinden ya da ekmekten
sabaha artan olursa, yakacaksın. Bunlar yenmeyecek, çünkü kutsaldır.

"Harun'la oğulları için sana buyurduklarımın hepsini yap.
Atanmaları yedi gün sürecek.

Günah bağışlatmak için günah sunusu olarak her gün bir boğa
sunacaksın. Sunağı arındırmak için günah sunusu sun, kutsal kılmak için de meshet.

Yedi gün sunağı arındırarak kutsal kılacaksın. Böylece
sunak çok kutsal olacak. Ona dokunan her şey de kutsal sayılacaktır."

(Devami... 2...)

(Eski Toplumda Tapinaklarin Rolu..1'den devam...)

Günlük Sunular

"Düzenli olarak her gün sunağın üzerinde bir yaşında iki
erkek kuzu
sunacaksınız.

Kuzunun birini sabah, öbürünü akşamüstü sunun.

Kuzuyla birlikte dörtte bir hin( "Dörtte bir hin":Yaklaşık 0.9 lt) sıkma zeytinyağıyla yoğrulmuş onda bir efa ("Onda bir efa": Yaklaşık 1.3 kg.) ince un ve dökmelik sunu olarak dörtte bir hin şarap sunacaksınız

Öbür kuzuyu akşamüstü, beni hoşnut eden koku, yakılan sunu
olarak, sabahki gibi tahıl sunusu* ve dökmelik sunuyla birlikte bana sunacaksınız.

"Bu yakmalık sunu Buluşma Çadırı'nın giriş bölümünde,
RAB'bin huzurunda, kuşaklar boyu sürekli sunulacaktır. Musa'yla konuşmak için İsrail halkıyla orada buluşacağım.

İsrailliler'le buluşurken çadır görkemimle kutsal kılınacak.

"Buluşma Çadırı'nı ve sunağı kutsal kılacak, Harun'la
oğullarını bana kâhinlik etmeleri için görevlendireceğim.

İsrailliler arasında yaşayacak, onların Tanrısı olacağım.

Anlayacaklar ki, aralarında yaşamak için onları Mısır'dan
çıkaran Tanrıları RAB benim. Tanrıları RAB benim."

Buhur Sunağı

"Üzerinde buhur yakmak için akasya ağacından bir sunak yap.

Kare biçiminde, boyu ve eni birer arşın( Yaklaşık 45 cm.), yüksekliği iki
arşın, boynuzları kendinden olacak.

Üstünü, yanlarını, boynuzlarını saf altınla kapla. Çevresine
altın pervaz yap.

İki yandaki pervazın altına iki altın halka yap. Bunlar sunağın taşınması için sırıkların geçmesine yarayacak.

Sırıkları akasya ağacından yap ve altınla kapla.

Sunağı Levha Sandığı'nın karşısındaki perdenin, sandığın
üzerindeki Bağışlanma Kapağı'nın önüne, seninle buluşacağım yere koy.

"Harun her sabah kandillerin bakımını yaparken sunağın
üzerinde güzel kokulu buhur yakacak.



Akşamüstü kandilleri yakarken yine buhur yakacak. Böylece
huzurumda kuşaklar boyunca sürekli buhur yanacak.

Sunağın üzerinde başka buhur, yakmalık sunu* ya da tahıl
sunusu* sunmayacaksınız; üzerine dökmelik sunu dökmeyeceksiniz.



Harun yılda bir kez sunağın boynuzlarını arındıracak. Kuşaklarınız boyunca yılda bir kez günahları bağışlatmak için sunulan sununun kanıyla sunağı arındıracak. Sunak ben RAB için çok kutsaldır."

Bağışlanma Bedeli

RAB Musa'ya şöyle dedi:

"İsrailliler'in sayımını yaptığın zaman, herkes canına karşılık bana bedel ödeyecektir. Öyle ki, sayım yapılırken başlarına bela gelmesin.

Sayılan herkes armağan olarak bana yarım kutsal yerin
şekeli* verecektir.(Bir şekel yirmi geradır."Yarım kutsal yerin şekeli": Yaklaşık 5 gr.)

Sayılan yirmi yaşındaki ve daha yukarı yaştaki herkes bana
armağan verecektir.

Canlarınızın bedeli olarak bu armağanı verdiğinizde, zengin
yarım şekelden fazla, yoksul yarım şekelden eksik vermeyecek.

İsrailliler'den bedel olarak verilen paraları toplayacak, Buluşma Çadırı'nın hizmetinde kullanacaksın. Bu paralar canlarınızın bedeli olarak ben, RAB'be İsrailliler'i hep anımsatacak."

Yıkanma Kazanı

RAB Musa'ya şöyle dedi:

"Yıkanmak için tunç* bir kazan yap. Ayaklığı da tunçtan olacak. Buluşma Çadırı ile sunağın arasına koyup içine su doldur.

Harun'la oğulları ellerini, ayaklarını orada yıkayacaklar.

Buluşma Çadırı'na girmeden ya da RAB için yakılan sunuyu
sunarak hizmet etmek üzere sunağa yaklaşmadan önce, ölmemek için ellerini, ayaklarını yıkamalılar. Harun'la soyunun bütün kuşakları boyunca sürekli bir kural olacak bu."

Mesh Yağı



RAB Musa'ya şöyle dedi:

"Şu nadide baharatı al: 500 şekel (Yaklaşık 5 kg.) sıvı mür*, yarısı kadar, yani 250'şer şekel güzel kokulu tarçın ve kamış,

"500 kutsal yerin şekeli hıyarşembe, bir hin(Yaklaşık 3.6 lt.) de zeytinyağı.

Bunlardan ıtriyatçı ustalığıyla güzel kokulu kutsal bir mesh yağı yap. Ona kutsal mesh yağı denecek.

Buluşma Çadırı'nı, Levha Sandığı'nı, masayla takımlarını, kandillikle takımlarını, buhur sunağını, yakmalık sunu* sunağıyla bütün akımlarını, kazanı ve kazan ayaklığını hep bu yağla meshet*.

Onları kutsal kıl ki, çok kutsal olsunlar. Onlara değen her şey kutsal sayılacaktır.

"Bana kâhin olmaları için Harun'la oğullarını meshedip kutsal kıl.

İsrailliler'e de ki, 'Kuşaklarınız boyunca bu kutsal mesh yağı yalnız benim için kullanılacak.

İnsan bedenine dökülmeyecek. Aynı reçeteyle benzeri yapılmayacak. O kutsaldır ve sizin için kutsal olacaktır.

Onun benzerini yapan ya da kâhin olmayan birinin üzerine
döken herkes halkının arasından atılacaktır.'"

Buhur



Sonra RAB Musa'ya şöyle dedi: "Güzel kokulu baharat -kara
günnük, onika*, kasnı ve saf günnük- al. Hepsi aynı ölçüde olsun.
(*"Onika": Kızıldeniz'de bulunan bir tür midye
kabuğundan yapılan güzel kokulu bir baharat olduğu sanılıyor.)

Bir ıtriyatçı ustalığıyla bunlardan güzel kokulu bir buhur yap. Tuzlanmış, saf ve kutsal olacak.

Birazını çok ince döv, Buluşma Çadırı'nda seninle buluşacağım yere, Levha Sandığı'nın önüne koy. Sizin için çok kutsal olacaktır.

Aynı reçeteyle kendinize buhur yapmayacaksınız. Onu RAB
için kutsal sayacaksınız.

Kim koklamak için aynısını yaparsa halkının arasından atılacaktır."

RAB Musa'ya şöyle dedi:

"Bak, Yahuda oymağından özellikle Hur oğlu Uri oğlu
Besalel'i seçtim.

Beceri, anlayış, bilgi ve her türlü ustalık vermek için onu
ruhumla doldurdum.

Öyle ki, altın, gümüş, tunç* işleyerek ustaca yapıtlar üretsin;

taş kesme ve kakmada, ağaç oymacılığında, her türlü sanat
dalında çalışsın.

Ayrıca Dan oymağından Ahisamak oğlu Oholiav'ı onunla
çalışması için görevlendirdim. Sana buyurduğum işlerin hepsini yapabilsinler diye öteki becerikli adamlara üstün yetenek verdim.

Buluşma Çadırı'nı, Levha Sandığı'nı, sandığın üzerindeki Bağışlanma Kapağı'nı, çadırın bütün takımlarını,masayla takımlarını, saf altın kandillikle takımlarını, buhur sunağını,yakmalık sunu* sunağıyla takımlarını, kazanla kazan ayaklığını,

dokunmuş giysileri -Kâhin Harun'un kutsal giysileriyle oğullarının kâhin giysilerini-mesh yağını, kutsal yer için güzel kokulu buhuru tam sana buyurduğum gibi yapsınlar." (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Cik.htm )

Suleyman peygamberin tapinak insasi...

Hiram her birinin yüksekliği on sekiz arşın (Yaklaşık 8.1 m.) ve çevresi on iki arşın olan iki tunç sütun döktü.

Sütunların üzerine koymak için beşer arşın yüksekliğinde dökme tunçtan iki sütun başlığı yaptı.

Sütun başlıklarının her biri ağla kaplanmıştı. Ağın
üzeri yedi sıra örgülü zincirle ve iki sıra nar motifiyle bezenmişti.

Eyvanda bulunan dört arşın yüksekliğindeki sütun
başlıkları da nilüfer biçimindeydi.

Her iki sütun başlığında, örgülü ağa yakın çıkıntının
yukarısında çepeçevre diziler halinde iki yüz nar motifi vardı.

Hiram sütunları tapınağın eyvanına dikip sağdakine
Yakin*, soldakine Boaz* adını verdi.
[( "Yakin": "Pekiştirir" anlamına ,"Boaz": "Güç O'ndadır (Tanrı'dadır)" anlamına gelir diye not dusulmus...!! ???)]

Sütun başlıkları nilüfer biçimindeydi. Böylece sütunların
işi tamamlanmış oldu.

Hiram dökme tunçtan on arşın çapında, beş arşın
derinliğinde, çevresi otuz arşın yuvarlak bir havuz yaptı.

Havuz, kenarlarının altındaki iki sıra sukabağı motifiyle
birlikte dökülmüştü. Her arşında onar tane olan bu motifler
havuzu çepeçevre kuşatıyordu.

Havuz üçü kuzeye, üçü batıya, üçü güneye, üçü de doğuya
bakan on iki boğa heykeli üzerine oturtulmuştu. Boğaların
sağrıları içe dönüktü.

Havuzun çeperi dört parmak kalınlığındaydı; kenarları kâse
kenarlarını, nilüferleri andırıyordu. İki bin bat ( Yaklaşık 44 000 lt.) su alıyordu.

Hiram her biri dört arşın uzunluğunda, dört arşın genişliğinde ve üç arşın yüksekliğinde on adet tunç ayaklık yaptı.

Ayaklıklar aynalıklarla döşenmiş, aynalıklar da çerçeve içine alınmıştı.

Aynalıklar aslan, boğa, Keruv motifleriyle süslenmişti. Çerçeveler de böyleydi, yalnız aslanlarla boğaların üstünde ve altında sarkık çelenk işlemeleri vardı.

Her bir ayaklığın dört tunç tekerleği ve dingilleri vardı. Dört köşeye de kazan için destekler yapılmıştı. Her dökme destek çelenklerle süslenmişti.

Ayaklığın üst yüzeyinde kazan için bir arşın (Yaklaşık 45 cm.) yüksekliğinde yuvarlak çerçeveli bir boşluk vardı. Boşluğun tabanı bir buçuk arşın genişliğindeydi. Çevresinde oymalar vardı. Ayaklıkların aynalıkları yuvarlak değil, kareydi.

Aynalıkların altındaki dört tekerleğin dingilleri
ayaklıklara bağlıydı. Her tekerleğin çapı bir buçuk arşındı.

Tekerlekler savaş arabalarının tekerlekleri gibiydi.
Dingilleri, jantları, parmakları ve göbeklerinin hepsi dökümdü.

Her ayaklığın dört köşesinde de kendinden dört destek vardı.

Ayaklıkların üstünde yarım arşın (Yaklaşık 22.5 cm.) yüksekliğinde yuvarlak birer halka vardı. Ayaklıkların başındaki dayanaklar ve yan aynalıklar da ayaklıklara bitişikti.


Hiram dayanakların ve aynalıklarının genişliği oranında her birinin yüzeyine Keruvlar, aslanlar, hurma ağaçları, çevrelerine de çelenkler oydu.

Böylece on ayaklığı yaptı; hepsinin dökümü, ölçüsü ve biçimi aynıydı.

Hiram ayrıca on ayaklığın üzerine oturan dörder arşın
genişliğinde on tunç kazan yaptı. Her kazan kırk bat (Yaklaşık 880 lt.) su alıyordu.


Ayaklıkların beşini tapınağın güneyine, beşini kuzeyine
yerleştirdi
. Havuzu ise tapınağın güneydoğu köşesine yerleştirdi.

Hiram kazanlar, kürekler, çanaklar yaptı.

Böylece Kral Süleyman için üstlenmiş olduğu RAB'bin Tapınağı'yla ilgili bütün işleri tamamlamış oldu:

İki sütun ve iki yuvarlak sütun başlığı, bu başlıkları süsleyen iki örgülü ağ,

Sütunların yuvarlak başlıklarını süsleyen iki örgülü ağın üzerini ikişer sıra halinde süsleyen dört yüz nar motifi,

On kazan ve ayaklıkları,

Havuz ve havuzu taşıyan on iki boğa heykeli,

Kovalar, kürekler, çanaklar.

Hiram'ın Kral Süleyman için RAB'bin Tapınağı'na yaptığı bütün bu eşyalar parlak tunçtandı.

Kral bunları Şeria Ovası'nda, Sukkot ile Saretan arasındaki
killi topraklarda döktürmüştü.

Eşyalar o kadar çoktu ki, Süleyman hepsini tartmadı.
Kullanılan tuncun hesabı tutulmadı.

Süleyman'ın RAB'bin Tapınağı için yaptırdığı altın eşyalar şunlardı:
Sunak, ekmeklerin Tanrı'nın huzuruna konduğu masa,

İç odanın girişine, beşi sağa, beşi sola yerleştirilen saf altın kandillikler, çiçek süslemeleri, kandiller, maşalar,

Saf altın taslar, fitil maşaları, çanaklar, tabaklar, buhurdanlar.
Tapınaktaki iç odanın, yani En Kutsal Yer'in* ve ana bölümün kapı menteşeleri de altındandı.

RAB'bin Tapınağı'nın yapımı tamamlanınca Kral Süleyman, babası Davut'un adadığı altın, gümüş ve öbür eşyaları getirip tapınağın hazine odalarına yerleştirdi.

Kral Süleyman RAB'bin Antlaşma Sandığı'nı* Davut Kenti olan Siyon'dan getirmek üzere İsrail halkının ileri gelenleriyle bütün oymak ve boy başlarını Yeruşalim'e çağırdı.

Hepsi yedinci ay* olan Etanim ayındaki bayramda Kral
Süleyman'ın önünde toplandı.

İsrail'in bütün ileri gelenleri toplanınca, bazı kâhinler
Antlaşma Sandığı'nı yerden kaldırdılar.
Sandığı, Buluşma Çadırı'nı ve çadırdaki bütün kutsal
eşyalar
ı kâhinlerle Levililer tapınağa taşıdılar.

Açiklama notlari.....



1)

AnaBritannica

Cilt 14/s.35

Kudüs.

Ibranice YERUSALAYIM, Arapça BEY­TÜ'L-MUKADDES ya da EL-KUDS, dünyanin en eski ve en kutsal sayilan kentlerinden biri. Uç büyük tek tanrili din olan Musevilik, Hiristiyanlik ve Islam açisindan büyük bir önem tasiyan Kudüs, Birlesmis Milletler'in Filistin'i paylastirma planinda uluslararasi statüde kent olarak tasarlanmisti.

Kenti 1917'de ele geçiren ingilizler çekilince (1948) Kudüs, israil ile Urdün arasinda bölüsüldü. 1948 Arap-israil Savasi'ndan sonra ise Eski Kent ve Dogu Kudüs'ün. öbür bölümleri Urdün'de, Bati Kudüs de israil' de kalmak üzere paylasildi. israil Kudüs'ü baskent ilan etti. Haziran 1967'deki Alti Gün Savasi'nin ardindan Israil, Dogu Ku­düs'ü de isgal ederek kentin tümünü ele geçirdi ve onu "sonsuz ve bölünmez" baskenti yapti. 1980'de çikarilan özel bir yasay­la Kudüs'ün israil'in baskenti oldugu yeni­den vurgulandi. Bu girisim uluslararasi düzeyde kabul görmediginden, kentin sta­tüsü anlasmazlik konusu olmaya devam etmektedir. Kudüs, israil'in ortalarinda, Lut Gölünün yaklasik 24 km batisinda, Akdeniz'den yaklasik 50 km içeride, deniz­le Seria irmagi arasindaki akaçlama havza­sinda yer alir. Yüzölçümü 109 km²dir. Iklimi yari astropikaldir. Yazlar sicak ve kurak, kislar serin ve yagisli geçer.

Bes bin yildir insanlarin oturdugu sanilan Eski Kent, her kenari yaklasik 1 km uzunlugunda surlarla çevrili bir dörtgen olusturur. Müslümanlarin Haremü's Serif diye andiklari, üstünde Birinci ve. Ikinci Tapinak'in yer aldigi Tapinak Dagi (ibrani­ce Har ha-Bayt) Eski Kent'in güneydogu kösesindedir. Surlarin içinde kalan ve eski cadde dokusunun Müslüman, Hiristiyan, Yahudi ve Ermeni mahallelerine ayirdigi Eski Kent, camileri, ortaçagdan kalma ke­merli ve üç bölümlü kapaliçarsisi ve bir labirenti andiran sokaklariyla tipik bir Orta­dogu yerlesmesidir.

Surlarin disinda kalan ve 1860'lardan bu yana insa edilmis olan semtler daha çok Kudüs'e ulasan anayol boyunca uzanir.

Kudüs mimarliginin belirgin özelligi, es­kiyle yeninin ve çok çesitli üsluplardaki dinsel ve sivil yapilarin bir arada olmasidir. Kentin en göze çarpan yapisi, 1.Süleyman' in (Kanuni) 1538-40 arasinda Haçlilar döne­mine ait sur kalintilarinin üstüne yaptirdigi Eski Kent surlaridir. Eski surlarin geçmisi yer yer Bizans, Herodes hatta Hasmon donemlerine degin iner.

Tarih. Kudüs'teki en eski yerlesime ait buluntular Kalkolitik çag sonlariyla ilk Tunç Çagindan (10 y. 3500) kalmistir. Bunlar kentin güneydogusundaki bir tepede ortaya çikarilmistir.

Kazilarda Tapinak Te­pesi'nin güneyinde bir yerlesim yeri ve Gihon kaynaginin hemen yukarisinda bü­yük bir kasabanin surlari bulunmustur. Kentin adinin en eski biçimi Urusalim'dir. Bunun Bati Sami kökenli oldugu ve "Tan­ri'nin Kurdugu (Yer)" anlamina geldigi sanilmaktadir. Kentin ve ilk Misirli hüküm­darlarin adlari io. y. 19-18. yüzyil Misir metinlerinde ve io 14. yüzyildan kalma Amarna Mektuplari'nda geçmektedir. Ki­tabi Mukaddes'e göre Salem (Yerusalim) krali Kenanli Melkisedele ile Hz. ibrahim burada karsilasmislardir.

Yebusiler denen karisik bir halkin yasadigi Kudüs'ü io. 1000 dolaylarinda Hz. Davud ele geçirdi ve Yahudi Kralligi'nin baskenti yapti. Hz. Davud'un oglu Hz. Süleyman kenti genisletti ve Birinci Tapinak'i insa ettirdi. Böylece Kudüs hem krallik sarayi­nin bulundugu yer, hem de tektanrili dinin kutsal merkezi oldu.

io. 922'de Misir fira­vunu Sesonk, IÖ 850'de Filistinlilerle Araplar, io 786'da da israilli Yoas kenti yagmaladilar. Hizkiya kenti surlarla çevirdi ve Gihon Kaynagindan su getirmek için yeraltindan bir kanal açtirdi. Io. 701'de Asurlu Sinahheriba kenti haraca bagladi. Io. 614'te Kudüs krali Babil'e sürgün edildi ve kent yagmalandi. Io. 586'da Nabukadne­zar, Tapinak'i ve kenti tümüyle yakti ve yahudileri Babil’e surdu.

Kudüs Sinodu, Ortodoks Kilisesi tarihin­de, Kudüs patrigi Dositheos'un topladigi konsil (1672). Kalvenciligin temel ögretile­rinden çogunu savunan Kyrillos Loukaris'in Confessio fidei (1629; Inanç Bildirisi) adli yapitini mahkum etmek amaciyla toplanan konsil, kurtulusa erecek kullarin ezelden belirlendigi ve insanin yalnizca iman yoluyla aklanabilecegi ögretilerini reddetti. Buna karsilik, gerçekte Katolik kaynakli olan töz dönüsümü (Komünyon ayininde kutsanan ekmek ve sarabin Isa'nin etine ve kanina

dönüsmesi) ve araf ögretilerini onayladi.

Ama Katolik Kilisesi'ne karsi, Kutsal Ruh' un yalnizca Baba'dan kaynaklandigini sa­vunmayi sürdürdü. Ayrica kilisenin ve Kita­bi Mukaddes'in ayni ölçüde yanilmaz oldu­gunu, yedi kutsama ayinini ve Tobit, Yudit Ekklesiastikos ve Süleyman'in Bilgeligi adli kitaplarin Kitabi Mukaddes'in kanonik par­çalari oldugunu onayladi.

Kudüs Tapinagi

İsrail Krallığı’nın İlk Yılları’nda Ahid Sandığı başta Şekem (Nablus) ve Şilo olmak üzere birkaç İbadet Yeri arasında dolaştırıldı. Hz.Davud Kudüs’ü alınca Sandık bu Kent’e taşındı. Böylece İsrail’in en Önemli Dini Emaneti’yle Krallık Yönetimi’ni bir araya getiren Kent, İsrail Kabileleri’nin Birliği’nin Simgesi haline geldi. Davud, kurulacak Mabed’in yeri olarak, İbrahim’in oğlu İshak’ı Kurban etmek için Sunak olarak seçtiğine inanılan Kaya’nın bulunduğu Moriya (Mabed Dağı) nı belirledi.

Süleyman’ın Hükümranlığı Sırası’nda İnşa edilen Mabet MÖ 957 de tamamlandı. Bununla birlikte diğer İbadet Yerleri de Yoşiya (hd MÖ 640- 609) tarafından kapatılana kadar Dini İşlevler’ini sürdürdüler. Yoşiya ,Kudüs Mabedi’ni Yahuda Krallığı’ndaki Tek Kurban Yeri olarak belirledi.

Mabed, Ahit Sandığı’nın Barınağı ve Halkın Toplantı Yeri olarak yapıldı. Bu yüzden de Yapı’nın kendisi küçük, ama Avlusu genişti. Doğu’ya bakan Dikdörtgen Biçimli Yapı’nın Eşit Genişlik’te 3 Odası vardı: Giriş Sundurması (Ulam), Dini Tören Odası veya Kutsal Yer (Hehal) ve Sandığın bulunduğu Kudusulakdes (Devir). Mabed’in Ön (Doğu) yüzü dışında Çevresi bir Mahzen’le (Yazia) çevriliydi.

Birinci Tapinak'ta 5 Sunak vardı: Bunlardan biri Kudusulakdes Bölümü Giriş’inde, ikisi Yapı’nın içinde, Bronz’dan yapılmış bir Tanesi Sundurma’nın önünde ve Basamaklı olanı Avlu’daydı. Avlu’da duran Büyük Tunç Tas ya da Deniz’,Rahipler’in arınmasına yarıyordu. Kudusulakdesde Ahit Sandığı’nın yanında Zeytin Ağacı’ndan oyulmuş 2 Melek figürü duruyordu. İlahi Varlık’ın (Şehina) Barındığı yer olarak kabul edilen bu İç Bölme’ye yalnızca Kohen gadol (Yüksek Rahip) Yom Kippur’da girebiliyordu.

“Adem”in “su”,”toprak”,”çamur” ,”balçik” veya pişmiş kuru çamurdan yaratilma anlatimlari uzerine



“Adem”in, “ilk insan”in, “insan”in “yaratilis” anlatiminin incelenmesi onemli.Kutsal kitaplar bu anlatimi oldukça sorunlu olarak yansitirlar.Kolayca Tanrinin “ol sozu” ile yaratmasi gibi bir anlatim çok daha basit ve inandirici olabilirdi aslinda.Bununla birlikte kutsal anlatimlarda, Adem'in yaratilisinda ’su’,’balçik’,’toprak’,’ates’,’Ademin kaburga kemigi’ gibi bir dizi açiklanmaya muthaç kavram yer alir .



Butun bunlara kutsal uydurmalar diye yaklasmak mumkun elbette.Kavramlarin simdiki anlamlari temel alinirsa,gerçekten de simdiki anlatim ve yorum tarzi tamamiyle kutsal uydurmalar halini almistir.

Burada soru su:Kutsal kitaplar, “yaratilis” konusunda,ozel olarak once seytan’in “kavurucu atesten” ve daha sonra ise “Adem”in ‘su’, ‘balçik’,’kurutulmus balçik’ turu maddelerden yaratildigi seklinde bir anlatim tarzini neden kullanmislardir? Yaratilisin çok daha basit ve sorunlu olmayan anlatim tarzlari bulunabilirdi.Insan toplumu,bunu eskiden de basarabilecek dusunsel ve dussel yapiya sahipti.Fakat,kutsal kitaplarda, “tanri ol dedi ve her sey yaratildi” gibi basit bir formul yerine, en yuksek din otoritelerinin bile isin içinden çikmakta zorlandiklari bir anlatim tarzinin neden benimsenmis oldugu noktasi soru olarak duruyor.

Ilahiyatçilarimiz,bu konu tanrinin bilecegi bir sey diye dusunuyorlarsa,o zaman neden sayfalarca yazmis ve orada “Ademin yaratilisi” konusuna bu kadar kafa yoruyor olduklarini açiklayamazlar.



Isin aslinda,Kutsal kitaplarin,bu tur eski kavramlari kullanarak bir yaratilis anlatimina sahip olmak disinda yapabilecekleri bir sey yoktu.Cunku,bu uç kutsal din,Sumer-Akad eski dini anlatimlarini kendilerine temel aliyorlardi.Fakat 6000 yil kadar onceki tarih anlatimlari son derece bozulmus,anlam degistirmis olarak kendilerine devredilmis oldugu için ve orada bir dizi farkli 'yaratilis' donemi giderek içiçe geçtigi için,simdi,ortaya açiklanmasi gereken sorunlar çikmistir.

Seytan’in ates’ten,Adem’in su veya topraktan yaratilmasi anlatimlari,bizi erken Sumer-Akkad olusumlarini tanimaya zorlar.Orada gormustuk ki,baslangiçta, “tatli/tuzlu su” ayrimi vardi.Bu daha sonra “gok ve yeryuzu”, “ates ve toprak” olarak devam eder.Bizim Adem ve Seytan olarak tanidigimiz “Dumuzi ve Enkidum”, “Enkidum ve Gilgamis”,iki toplum birimin ilk ikiz kardes ogullarinin anlatimidir.Buna iliskin asamanin bir yanini kutsal anlatimda Adem'in ilk iki oglu Habil/Kabil(Kain) iliskisinde de goruruz:Coban ve Ciftçi toplum birimlerin bir ittifak biçimi ,ilerlemis donemde Adem ve Havva'nin 'buyuk oglu'/kuçuk oglu ayrimiyla yer alir.Dusman kardelik,ikizkardeslik iliskisi,Sumer ve Sami topluluk arasinda bir anda ortaya çikip son halini alamazdi ve ilk ittifak edimlerinden itibaren,bu ittifaka Akkad,Elam ve Asur’lu atalarin da katilimi surecinde bir dizi farkli ‘yaratilis’ yasanmisti.Eski toplumun ‘yaratilis’ kavrayisi,en eski ‘yaratilis ilahi’lerinde gordugumuz gibi,et,kan,firinda pisirilen ekmek,’hayat yiyecegi ve hayat içecegi’ni ortak ayinlerde içmekle saglanan,tapinaklarda gerçeklestirilen kutsal ittifak edimleriydi.Orada,karsilikli toplumsal duzenlenis ve makamlarin yetki tasnifi,daha once varolmayan olgularin bir varedis biçimi olarak kavraniliyordu."Tanrilara ad verilmemisti" biçimindeki eski kavrayis,"tanrilar henuz yoktu" ile anlamdas sayiliyordu.Sonraki nesiller erken donemin "Daha henuz hiç bir seye ad verilmemisti" ifadesini,daha sonra "daha henuz hiç bir sey yoktu" biçiminde yorumlamaya baslamis gorunuyor.Bu yuzden Eski Ahit,Kuran,Incil simdi bile, "hiçbir sey yoktu" diye basladiklari anlatimlara "sular vardi" biçiminde bir çikis,baslangiç noktasindan yola çikarlar.Aslinda,erken ilahilerde ,eski tanrilar, ‘koyun’u veya ‘tahil’i varetti('yaratti') ise,bu,anlatici toplum birimimiz ile ‘koyun’ ve ‘tahil’la ilgili olan toplum birim arasinda bir ittifak kurulmus oldugu anlamina geliyordu.



Bu ittifak surecini yasamis olanlar,butun olaylari kendi kavram degerleri temelinde anlatirlar.Mesela,Eski Ahit, “insanoglu kizlariyla tanrisal varliklar evlendiler” diye anlatiyor ise,burada kendini ‘insan’,karsi tarafi ‘gok’ olarak,’ates’,melek,seytan,cin,ejderha olarak niteleyenlerin kavramlariyla konusuldugunu anlariz.Toprak tarafi,karabaslar yani Sumer adi verilen topluluktu. ‘Goksel varliklar’ ise,baslangiçta devreye ‘ates’ olarak giren,Kizil renkle tanimlanan,ve buyuk olasilikla gunumuzde hiristiyanligin “goklerin egemenligi” haliyle,sii,alevi,bektasilik ve musevilikte ‘ates’ ve agirlikla kirmizi kultuyle,modern haliyle de ‘aydinlanmasi’, ‘nur’, ‘isik’ vb. biçimleriyle devam eden,Sami topluluk atalarinin anlatimiydi.



Erken donem ittifak edimi,her toplulugun ittifak kurdugu toplum birimi namina kendi topraklari uzerinde kurdugu kutsal alanlar ve bu kutsal tapinak alanlarinin gorevlilerine saygi temelinde sekillenmistir.Bu noktanin saptanmasi,karabasli,’toprak soyu’ndan Sumerlerin neden ates kultunun temsilcisi olarak ve baslangiçta ates kultunun temsilcisi Sami topluluklarin neden “su”, “tuz” tapimciligina yonelmis olduklarini açiklar.Her iki taraf,karsi tarafin temsilcisine tapmaya,saygi gostermeye baslamistir artik.Baslangiça kahredici olarak kendi topraklarinda temsilciligini kurmus olan bu tanrisal varliklara baglilik,onlara sunular sunmak,siddetlerini aza indirmek ve merhametlerine siginmak sureci,tapinmanin erken donem nedenini ve karsilikli biçimlenisini anlatir.



Bu sureç bir anda yasanmamistir.Rotasyonel yonetim,iki Dumuzi,iki enkidum,iki gilgamis’li donem bu geçisin ve bu iki ilk ogul’un ittifak içinde kaynasmakta olan sonraki nesil topluluklarin ‘tek’lesme surecine uygun bir yapi arzetmek zorundaydi.Bu donem toplulmlarin tanrilarinin kahredici ve koruyucu,cezalandirici ve affedici olmasi daima eski ikili ozelligin zamanla teklesmesine baglidir.

Kutsal alanlarin,tapinaklarin “tanri evi” oldugu uzerine sonu gelmez açiklamalar yapilmistir ama,gerek onlarin mimari ozellikleri ve gerekse islevsel yonleri gerektigi olçude ortaya konulamamistir.



Tapinaklarin,kutsal alanlarin,’dokunulmaz baris bolgelerinin’ baslangiçtaki ilkel ozelligi,ittifak kurmaya baslayan toplumun karsilikli olarak erkek ve kadinlarinin cinsel iliski kurma alanlari olarak ortaya çikar.Bunu once Uruklularin en ust duzeye kurumsal olarak çikarmis olduklarini dusunmemiz için bir dizi gerekçe var.Eski ilahilerin Inanna’si,kutsal,guzel,gonul alici fahiseleri konu edildiginde “Uruk’un kadinlari”nin animsanmasi,anlaticilarimizin Sumer adi verilenler oldugunu ve tapinagin kurumsal geliskin yapisinin Uruklularda ortaya çikmis olabilecegini gosteriyor.Fakat bu,ittifak halindeki butun topluluklarin kendi kadinklarini kendi erkeklerine yasaklamalari ve karsidaki erkeklerin ozgurce,can korkusuna kapilmadan dogal karisi sayacagi kadinlarin bulundugu o topraklarin ‘dokunulmaz’, ‘kutsal’, ‘baris’ alanlarini gelistirmelerini gerektiriyordu.Tapinaklar eski toplumda,once kutsal çiftlesme alanlari olarak belirirler.



Tapinaklarin ikinci fonksiyonel yonu,sunularla belirlenir.Cunku bu alan,ilgili toplum birim bakimindan,ittifak kurdugu karsi toplum birime,baris ve ittifakin surmesi için vermesi gerekenlerin sunuldugu bir temsilciliktir aslinda.Ilgili toplum birimler,aralarinda baris saglamis olsalar bile,eskiden birbirlerine karsi yamyamlik edimini surduruyorlardi.Karsilikli olarak birbirlerini dusman olarak goren ilkel topluluklarin,kendi aidi olmayanlar arasinda bir ayrim yapamiyor olduklari bir noktadan yola çikmis olduklarini gormustuk.Orada,bir tek kendileri ‘insan’,daha dogrusu ayri bir varlik ve butun oteki canlilar,oteki canlilar idi ve bir hayvan,bir av,bir dusman olmaktan baska ayirima sahip degildi.Bu surecin Sumer-Akad’larda,en azindan -4000/3500 yillarina kadar devam etmis oldugunu dusunebiliriz.Yukarda da bahsettigilmiz, “insan ogullari” ile “goksel yaratiklar”, ejderhalar”, “cin,seytan ve melekler” karsilikli iki ayrimi Eski Ahit’te oldugu gibi korunmus ise,bu demektir ki,eski ilahiler bu ayrimi yapmaya devam ediyorlardi.Eger Gilgamis’in 3/2 si tanrisal idi ise,Dumuzi tanri veya tanrisal idi ise,oteki eski toplum kavram degerlerinin yanisira,bunlarin “insan toplum”u disindakilerle akrabalik iliskisi bulunmasindandi.Nitekim Eski Ahit,bu noktadaki anlatimini surdurur ve “insanoglu kizlarinin seytan,cin,ejderhalar dogurdugunu’ yazar.Biz oradan anlariz ki,ilgili toplum birime ait kadinlar evlilik ilsikisinde hayli yol almislardir ve dogurduklari çocuklar artik karsi tarafin aidi sayilmaya baslamis durumdadirlar bu donemde.Bu donem ayni zamanda bize “cocugun albasmasi”, “kirk basmasi” gibi kalintilar birakmistir.

Eski toplumun bu gerçek yapisini tanimayan veya Mardukçuluk,uzaycilik gizciligi uzerinden ‘açiklamalar’ yapan,bu arada dunyalik kazanan,yazarlarin “uzayli nefililer”,Niburiler vb. uzerine açiklamalarinin kalp para degerinde kalacagini açiklayalim.



“Toprak/yer” ile “Gok/ates” topluluklari,kanitlarini,kalintilarini bildigimiz kendilerini kalintilar uzerinden tanidigimiz,sonraki torunlarinin gunumuzde de yasadigi Sumer’ler ve Sami’lerden baskalari degildi.



Eger Adem ‘topraktan’,seytan ‘ates’ten yaratilmis ise,bunun birinin Sumer adi verilenlerden otekinin de Sami adi verilenlerden,ad verilerek saptanmis iki,ikiz temsilci oldugunu saptariz.Bunlar,karsi topraklarda,emsil ettikleri toplumun adina bulunuyorlardi.Eger tanri,seytan ve oteki meleklere “Adem’e secde edin” demis ise, “Toprak”tan yaratilmis “Adem”in Sami topluluga temsilci olarak gonderilmis oldugunu;buna karsilik,Sumer adi verilen topluluklarin, “atesten yaratilan Seytan”a secde etmek zorunda olduklari sonucunu çikariyoruz.Bu ise,tam tamina,gunumuzdeki ortadogu kaynakli kutsal din veya mezheplerin dizilisini verir.Kara renk sembollu sii’ligin ve onun Elam,Asur,Arami,Urartu vb. biçimlerinin “ates/gunes” kultu olan iliskileri hiçbir sekilde tesaduf degildir.Bu egilimlerin ayni zamanda “kutsal tuz” motifini kullaniyor olmalari da bu bakimdan tesaduf degildir.Cunku,Tuz,eski,erken donem Sumer adi verilenlerin bir tanim turu,belirleyici ogesi idi.Eski dinlerin gunumuzdeki uzantilarini basit kalip ve çizgiler uzerinden her zaman ve tam bir dogrulukla bulamayiz ama,çunku binlerce yil içinde birbirine çok sayida geçme ve karisma yasanmistir ve su anda da yasanmaya devam ediliyor,yine de bazi ana çizgileri yakalamamiz mumkundur.

Eski toplumun ‘su’yu,’tuz’u,’balçik’i hiçbir sekilde simdi sanilan ozelliklerin anlatimi degildir.Bunlar son derece gerçek yamyamlik edimine, insan kurban kutsal edimlerine ait kavramlardi.



Muhammed cennetinde huriler,irmaklar ve meyveler bulunur.Cehenneminde ise ates,kaynar kazan,irinler..Cennet ve cehennemin bu tanimi,eski toplumun gerçek iliskilerinin yansiticisidir aslinda.Cennet,simdiki anlamiyla yeryuzunun disinda saniliyor olmasina karsin, ‘Adn bahçeleri’ basbayagi simdiki yeryuzunun bir parçasinda yasayan,eger islamin ‘huri’lerinin etimolojisi tarihteki ‘utu’,anu,samas ile,Marudi,Hurri ve Urartu topluluklari ile iliskili ise,ki oyle gorunuyor,bu anlatimda ‘gok’ler,Sumer adi verilenlerin disinda kalan topluluklarin oturum alanlarinin tanimi idi.Adem,Sumerlerden,’topraktan’ yaratilmis olarak bu cennet’lere gonderilmis idi.Orada da,ilginç bir operasyonla,uyutularak,Tanri “Adem”in kaburga kemiginden Havva’yi yaratmisti.Kaburga dolmasinin Mardin civarinda hala kutsal bir ozel yiyecek turu olmasi,Cennet’in,islamdaki cennet taniminin, Mardin,Malatya,Urfa bolgesinin “Nemrut/Marduk/Assur”, “Mar-utu”,”Maruduk” kult kaynak alanlarindaki ‘gok’/’ates’ kultune ait olabilecegini gosteriyor.Biliyoruz ki,Adem,tarihe bir ‘kisi’ olarak girmez.Akadca ‘ Maru’,ogul’un karsiligi olan Sumerce “dum/dumu” kavraminin, “ogul”un siniflayici kavrami olarak girer.Eski Ahit’in baslangicinda da Adem,genel olarak Adam,Insan ve ozel isim olarak Adem arasinda dolanip durur zaten.



Islamin cehenneminde ise,hep ‘kaynar kazanlar’ motifi bulunur.

"Küfredenlere ise inkarda bulunmaları yüzünden kaynar sudan bir içecek ve acı bir azap vardır." (Yunus Suresi)

"Sonra onların üzerine kaynar sudan bir haşlamaları vardır." (Saffat Suresi)

"Yalnızca bir kaynar su ve irin." (Nebe Suresi)



"İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, ....

üstüne de kaynar su içersiniz." (Vakia Suresi)

Tanrinin baska tur bir cezalandirma araci yok mudur?Cehennemin ateste yanma ve kaynar kazan,"kaynar su içme" motifleri,garip bir biçimde,tapinaklarin da en kutsal araçlari ile iliski halinde bulunurlar.Kazan,arinma havuzlari,surahiler,samdanliklar,kandiller...Musa’nin kutsal tanri ile bulusma çadirinin kapisina kutsal kazanlar ve kutsal ates ocaklari yerlestirilir.Davut’un oglu Suleyman peygamber ilk kutsal yerlesik tapinaginda ozenle bu ‘kazanlari’,havuzlari’ yaptirir..Cunku bu kazanlar,eski toplumun tapinaginda gerçek kurban sunum araçlariydi.Cehennem, Sumer adi verilenlerin topraklari uzerindeki kutsal sunum biçiminin tanimindan baska bir sey degildi.Cehennem’in ‘yer altinda’ bulunus anlatimi da, ‘yer/toprak’ tanimli Sumer adi verilenlerin bulundugu alan tanimiyla tamamen uyumludur zaten.



Boylece,Adem’in “su”, “toprak”, ‘toz/kul’, ‘pisirilmis balçik’ gibi maddelerden ‘yaratilmasi’ daha bir anlamli hale gelmektedir.

Bu kavramlarin,Kuran’da degisik sekillerde ve birbirini yalanlayacak sekilde kullanilmasi Muhammed’in bir hatasina bagli gorunmuyor.Buyuk olasilikla,bu tur farkli anlatimlara sahip olan Muhammed,ister istemez,kendinden onceki anlatim kavramlarini yansitmisti.



“Su” konusu uzerinde durmustuk.Su veya tuzlu su’ya bagli yaratilis anlatimi;Sumer/Samilerin en erken ittifak donemlerine ait bir kavramdi.Sami kokenliler kurban/olulerini nehire atiyorlardi.Kuran'da tanrinin Talut ordusuna "ırmakla deneme" yaptirmasinin nedeni bu noktaya bagli idi.Ilgili Sami topluluk kendi kurbanlarinin atildigi nehirlere dokunmamali;içindeki kurban etini yememeli idi.Aleviligin "susuzluk" motifi; gelenekçi islamin Alevi-bektasiligi "yikanmiyorlar" diye elestirmesinin gerideki kokleri,ilgili topluluk atalarinin ates/su ayriminda 'ates' yaninda yer almalarina bagli olmaliydi.Muhammed,erken donemin bu ozelliklerini bilemeyecegi için,konuyu sadece tarihteki bir mesel babinda ele alip aktarir:

"Talut ordusuyla hareket ettiği zaman: "Allah sizi bir ırmakla deneyecek, kim ondan içerse benden değildir. Kim ondan tatmazsa işte o, bendendir, ancak eliyle bir avuç alanlara izin var." dedi. (Bakara Suresi)

“Tatli su” motifi bu bakimdan onemli idi ve islam’da kaynatilmamis su ile abdest,hiristiyanlikta nehirde vaftiz bu bakimdan anlam kazanir.



Sumer adi verilenler ile Tuz arasindaki iliskinin inceleme gerektiren yanlari var.Tam çozebilmis degilim.Ama uygulamalar,deyimler uzerinden iz suruldugunde, “olulerin”, “kurbanlarin tuzlanmasi”,kaynar kazanlarda “tuzlu su ( belki ‘deniz suyu’?) kullaniyor olmalari olasi gorunuyor.Fakat her halukarda bu Sumer adi verilenlerin uygulamasi olmaliydi.Simdi Hiristiyan kilisesinde Tanrisal sofrada bulunan tuz,imanlinin diline koyulan tuz,cadi kazanlarinda pisirilen Sumer adi verilen kurbanlarin sembolik yenilmesinin anlatimindan baska bir seyi anlatmiyor olmasi gerek.



Yaratilis’in atesinden arta kalan kul’un Musa’da nasil kutsal sayildigini gorduk. “Kullerinden dogma” motif ve deyimini hala kullanan modern toplumun,kutsal kitaplarda ‘kulden yaratilma’ya garip bir inanç gozuyle,bir uydurma olarak bakmasi,aslinda daha gariptir!Cadi anlatimlarinin en onemli yani,’supurge’ ve ortaligin ‘temizlenmesi’dir ki,eski ilahileri incelerken tanriça Belet Seri’nin bir ‘tanri’yi kurban ettigini;oteki tanrilarin bu kurban kazanina tukurduklerini gormustuk.



“Balçik” acaba,kutsal kazanin dibine oturan kurbanin et/kan tortusunun adlandirilmasi midir? Bu kavrayis tarzi da mumkun gorunuyor.Hem Sumer’lerin ‘toprak’ kavramiyla tanimlanmasi,hem de kurban sunum edimi birleserek boyle bir ifade terzi dogmasina yol açmis olabilir.



“Balçik” kil tablet tanimi olarak da kullanilmis olabilir.Cunku eski toplumda,bir varligi tanimlamak için,onun “kaderinin tayin edilmesi” gerekli idi.Bu kaderi tayin eden kutsal kil tablet motifleri idi.Dogme biçimli damgaya veya boynuna asilan ‘kader’,(muska,kolye vb.) belirlenmeden o varlik,varlik haline gelemezdi.Var edilemenin biçimlerinden bazilarainin ‘ad verme’ oldugunu gormustuk.Bu bakimdan,kil tablete çizilmis bir totem deseni ile var etme,yaratma kavrayisi da kullanilmis olabilir.Fakat surasi kesin ki,bu tur var etme,daha çok,hayvan/bitki totem’e geçis sirasina iliskin olmalidir ki,bu da tarihsel olarak -4000’li yillarin yaratilis anlatimindan daha yeni bir yaratilis versiyonuna ait ise,anlamli gorunuyor.



Butun bu bilgiler isiginda, İslam Ansiklopedisi’nin Adem’in yaratilis yorumlarini okudugumuzda,umuyorum ki,çok daha farkli degerler elde edebilecegiz:

“Allah'u Teala Hz. Adem'i topraktan (turâbtan) yarattı. (Hud, 11/61; Taha, 20/55; Nuh, 71/18) Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irade ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir:

"Sizi (aslınız Adem'i) topraktan yaratmış olması onun ayetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz." (er-Rum, 30/20)


Allah'u Teala Hz. Adem'i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hal ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türab safhasından sonra "Tîn" safhası:
Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir:
"O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır." (es-Secde, 32/7)
Hayat kaidesinin candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır.
"Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kadirdir." (en-Nur, 24/45)
"O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-soy yapandır. Rabbin her şeye kadirdir." (el-Furkan, 25/54)
Yeryüzünün 3/4'ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da %75'i sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen aynen insana da intikal ettirilmiştir. Yine Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurur: "Andolsun biz insanı (Adem'i) çamurdan süzülmüş bir hülasadan yarattık." (el-Mü'minun, 23/12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülasadan (bir soydan) yaratılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur'an Dili, V, 3056-3059, 3431-3432)
2- Tin-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de "Tîn-i lazib" yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Cenab-ı Allah bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. "Biz onları (asılları olan Adem'i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık." (es-Saffat, 37/1 1)
3- Hame-i Mesnûn: Sonra cıvık ve yapışkan çamur hame-i mesnûn haline getirildi. Hame-i mesnûn, suretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık demektir. "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, suretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık." (el-Hicr, 15/26-28)


Böylece Allahü Teala Adem (a. s.)'i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile karıştırarak Tîn-i lazib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.


4- Salsal: Kuru çamur demektir.
Cenab-ı Allah kokmuş ve suretlenmiş çamuru da kurutarak "fahhar" (kiremit, saksı, çömlek) gibi tamtakır kuru bir hale getirdi. "O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır. " (er-Rahman, 55/14, ilgili ayet için bk. Hazin; Elmalılı Hamdi Yazır, a_g.e., VIII, 4669)”

KAYNAK: BAĞÇECİ, Muhittin; Şamil İslam Ansiklopedisi, C.I, S.72

http://www.agduniversite.org/icerik/Biyografiler/Peygamberler_Tarihi/150.htm