24.11.2006

Uruk 'Beyaz Saray'i...

05.03.2003

Bugünkü Irak topraklarinda bulunan, Erek-Arak veya Warka olarak da okunabilen Sümer yerlesim birimi Uruk, tanriça Inanna-Istar'in Ak Tapinaginin bulundugu sehirdir.
Tanriça Istar=Inanna, sonraki kutsal kitaplarin Havva anasindan baskasi olmasa gerektir. Sümercede Ur kelimesi Sehir, bazen de 'ülke-toprak' anlamina gelmektedir. Etimolojik yönden degilse bile, anlam bakimindan, Sümer yerlesim birimi Uruk, büyük olasilikla, insan tarihinin tanidigi en eski Beyaz Saray'a sahip ilk yerlesimdir.


5000 yil kadar önce, Erek=Uruk=Arak=Warka'daki Ak Tapinagin insasinda yapim malzemesi olarak, o zamana degin oldugu gibi, güneste kurutulmus çamur kerpiç degil, yakin çevrede dogal kaynagi bulunmayan beyaz sert kaya kullanilmisti. Pencere ve kapi üstleri bir oymacilik örnegi olan ve insanligin o tarihe kadar yaptigi en üstün teknik ve mimariyi olusturan Ak Tapinak, ayni zamanda her kösesi bir yöne gelmek üzere dogu-bati-kuzey-güney belirlenimini temsil ediyordu. Bu bakimdan çevredeki öteki toplum birimlerin toprak ve sinirlarini belirlemekte baslangiç noktasi olarak da kullanilmis olmalidir ve eski dünya Sümer topraklarindan ibaret sayildigina göre "dünyanin merkezini" de ifade etmekteydi.

Günümüzün ABD Beyaz Sarayi, simdi insanligin bu eski mirasi Beyaz Sarayin bulundugu topraklara göz dikmistir.

***

5000 yil önce, Dicle ve Firat arasindaki topraklarin Bagdat ile Basra körfezi arasindaki kisminda, farkli iki topluluk; kuzeyde semitik «Akkadlar», güneyde ise «Sümerler» olarak adlandirilanlar bulunuyordu.


Tarihin bilinen en eski konfederasyonu olan bu yapilanma güçlü bir manevi otoriteye sahipti. Bu nedenle sonraki Mezopotamya kirallari o topraklar üzerindeki hakimiyetlerini ifade etmek için kendilerini "Sümer ve Akkad Kirali" (Lugal - ki-en-gi ki-uri) olarak tanitiyorlar ; eski manevi mirasi özel bir büyüklük olarak vurguyla sunmaya özen gösteriyorlardi.


Babil ve Kis'den itibaren Dicle ve Firat'in Basra körfezine bosaldigi yaklasik 20.000 kilometrekarelik alanda, Güney Mezopotamya'da günümüzden 6000 yil kadar önce olusmaya baslayan ve etkisini günümüze tasiyan Sümer kültür temsilcileri olan Kis, Isin, Umma, Nippur=Niffer, Suruppak=Uruffak=Fara, Uruk, Larsa, Ur, Eridu, Girsu gibi yerlesim alanlari bugün kum yiginlari altinda kaybolmus, oturani kalmamis harabeler halindedir.

M.Ö. 3500 yillarinda, Firat ve Dicle, herhalde, baska yataklarda akiyor ve daha fazla kola ayriliyordu. Basra körfezi ise o siralarda, bugün bulundugu seviyeden 200 km. kadar daha içerlere uzaniyor, Lagas yerlesimi denizin hemen kiyisinda bulunuyordu. Denizin çekilmesi, Dicle ve Firat'in eski yataklarini degistirerek Basra Körfezi'ne birlesmis olarak dökülmeleri sonucuna yol açti. Bu iki büyük nehrin geldikleri yerlerden tasidiklari aluviyonla doldurdugu alan, bahar ve güz taskinlariyla her geçen gün büyüyor ve yaz sicagi ile birleserek son derece verimli bir tarimsal ortam doguruyordu.

Eski Ahit, "insanin yaratilisi"ni aktarmadan önce, dünyayi Mezopotomya'dan ibaret sayan ilk Sümer destanlarinin anlatimina dayanarak, bu gelismeleri söyle özetlemektedir:

«Gögün altinda sular ayni noktada birlesti ve topraklar göründü.
Bu gerçeklesmisti. Ve sonra, toprak, bitkilere hayat verdi:
Tohum türlerine göre tahillar; meyvesinde tohumunu barindiran agaçlar gelisti.
Ve tanri degerlendirdi ki, bunlar iyidir. »

Iste "topraklarin görünmeye basladigi"; tahil ve meyve agaçlarinin boy verdigi bu alandaki topluluk gelisme içinde dünyayi etkileyen bir kültürü adim adim olusturacaktir.
Eski kil tabletlerin «ki-En-ki ki-Uri, Enki ve Ur topragi» dedikleri bu alana «Sümer» ve orada yasayan topluluga da «Sümerler» denilmesini gerektigini, 1869 yilinda Jules Oppert önermisti.

Kazitçi ve Asyabilimci Firansiz J. Oppert ve arkadaslari ilk Sümer kil tabletlerini gördüklerinde bunlarin Semitik bir halka degil, "yabanci"lara ait oldugunu fark etmisler ve Akkad'lilarin eskiden Güney Mezopotomya'yi adlandirma sifati olan "Sümerler" sözünü bu topluluk için kullanmak gerektigini önermislerdi. O zamanlar bu öneri büyük tartismalara yol açmis; böyle bir toplulugun hiç bir zaman varolmamis oldugu üzerine umutsuz iddialari ispatlamaya çalisan bilim adamlari bile ortaya çikmisti.

Oysa J.Oppert'in gerekçeleri, bu konuda kismi bilgilere sahip olunan dönem bakimindan bile, yabana atilir türden degildir. Çünkü bulunan kil tabletlerde hiçbir Semitik dil köküne baglanamayan çok sayida kelime bulunuyordu. Babil yazisinda kullanilan sekil - yazi ile bunlarin yansittigi hece sesleri, Babil dilindeki kelimelerden gelmiyordu. Bunlar, Babil yazi sisteminin, farkli dil konusan bir baska topluluktan devralindigini göstermekteydi. Gerçekten de, yazi sistemini; kendi kelimelerini ve farkli hece sesi veren yazi-sekillerini, yalnizca Babillilere degil, bütün çevre topluluklara aktaran Sümerlerden baskasi degildir.

Babillilerin «Sumeru» diye okuduklari ve eski kil tabletlere «Ülke.Yönetici.Kamis» «Pays.Maitre.Roseau» seklinde çizilen ideogram=fikir yaziyi, daha baska uzmanlar gibi Bay J. Louis Huot da «Ki.En.Gi» diye okumayi önermekte ve «Kengir» ses degeriyle de okumaktadir.

Gilgamis=Gal-Kamis'in en eski Sümer isimlerinden birisi oldugunu ve Gal'in "ulu, büyük" anlami tasidigini biliyoruz. Böylece, fikir yazinin, Ulu Yazici, Gal-Kamis'in Topragi diye yorumlanmasi mümkün görünmektedir. Üstelik bizzat Bay Huot, kitabinin baska bölümlerinde Gilgamis'i, En-mer-kar olarak da okumaktadir. Sunu da belirtmek gerekir ki, uzmanlarin bir bölümü, Sümer ve Hititlerdeki Tanri sözünün karsiligini, Türk ve Mogollarin Tengri'sini "Dingir" olarak okurlar. Sümer topraginin ifadesi olarak "Ki En-ki" okunusu, burasinin Sümerler döneminde "Tanri topragi" olarak düsünüldügünü de ortaya koymaktadir. Sümer topraginin kutsal kitaplarda "yeryüzü cenneti - tanrilar bahçesi" anlaminda yorumlanmasi bu kaniyi güçlendirmektedir.

Eski Ahit, eski Sümer tabletlerine de dayanarak "cennet"e iliskin bir cografik tanim aktariyordu:


"Kuru düzlügün ortasinda bir vaha vardi.
Bir nehir geliyor ve dört koldan bu vahaya hayat veriyordu.
Kolun birinin adi Pison, öteki Gihon idi.
Üçüncünün adi Dicle, Asur'un dogusundan akardi.
Dördüncüsü de Firat 'dir. (Yaratilis.2.8)*"

Bu kutsal metinleri, dini egitimi boyunca birçok kez okuyan ve belki de ezberinde tutan Monseigneur Huet, Eveque d`Avranches, Firansa'nin Avrans Piskoposu daha 1698 yilinda, Samara ile Basra arasinda bulunan Dünya Cenneti'ni eliyle koymus gibi bulmus ve burasini "Eden: Paradisus terrestris" diye tüm dünyaya ilan etmisti.

Eski Ahit'in 'yeryüzü cenneti', tanrilar bahçesi, kazit uzmanlarinin yillarca ugras verdigi Uruk=Erek, Larsa, Niffer=Nippur,Ur,Girsu ve Eridu'nun, yani ilk Sümer topluluklarinin yerlesim alanindan baska bir yerde degildir.

J.Oppert'in Sümerlerle ilgili önerisinden bir kaç yil sonra Ernest De Sarzec, simdiki Tello'da bulunan, Girsu'ya kazitçi kazmasini vurdu ve sadece Babil kayitlari ve Kutsal Kitaplarin onlar hakkinda yazdiklarindan kismen tanidigimiz bir toplulugun tarihi, binlerce yildir kaldigi toprak altindan gün yüzüne dogru çikmaya basladi. Yazili ve bulgusal taniklik üzerinden, 5000 yil öncesinin Sümer kapilari aralanmaya baslamisti artik.

"Amacim savas degil, baris..."

Sokaga çiktigimiz ilk anda karsilastigimiz tanidiga "selam" veririz. Selam sözü semitik dillerde "baris" anlamina gelmektedir. Jarusalem, Kudüs, eski tarihlerden bu yana kutsal baris sehri diye taninirdi. Kisinin simdi gündelik yasaminda, kapi komsusu ve dostuna, binlerce yil öncesi insaninin yasaminda büyük öneme sahip olan "amacim savas degil, baris" beyanini ifade etmek için kullandigi sözleri tekrarliyor olmasi nedensiz degildir. Insan, tarihin en eski dönemlerinden beri, bir öteki insan ile barisçil ortamin sartlarini yaratmak için çabalamistir.

Varligini, tarihsel gelisme sürecinde, içinden geldigi hayvan dünyasinin tüm özellikleriyle birlikte bu yana çeken insanin, gündelik konusma, deyim, geleneksel davranis ve kutsal edimlerinde izleri hala belirgin olarak bulunan hemcinsini öldürme güdüsü, yine insanin kendisi tarafindan sembolik hale sokulan davranis ve kurumlar araciligiyla gerçek toplumsal yasamin disina itilmeye çalisilmistir. Iki ordunun savasmasi yerine geçmek üzere olusturulmus iki temsilcinin savasi-düello örnegini, Turuva surlarinin yakinindaki Skamandros nehrinin düz çayirliginda karsi karsiya gelen Akha ve Turuva savasçilari arasindaki iliskilerde de görürüz.

ABD'li Bayan E.Reed, büyük bir cesaret örnegi göstererek, simdiki insanin içki sofrasinda kadehlerini birbirlerinin saglik ve sereflerine tokusturmasi ile geçmisteki insanin kan içiciligi arasindaki tarihsel- sosyolojik baglantiya yillar önce dikkat çekmisti. Türklerde, söz vermek, antlasmak, "ant içmek" olarak tanimlanmaya devam etmektedir. Kan içicilik gelenegini yansitan içki sunum ve içme kültürü geleneklerinin farkli toplumlardaki zenginligi dikkat çekici ölçüde genistir. Avrupa ve baska bölgelerdeki mezar kazitlarinda bulunan isteyerek kirilmis eski kupa ve çanak-çömlekler, yeme ve içme araçlarini kirma gelenegi; günümüzde Atina ve Istanbul tavernalarinin görgüsüz gösterilerine dönüsmeden önce, M.Ö.4000-2000'li yillarin mezar törenlerinin yaygin geleneksel uygulamasiydi ve kuskusuz çok önceki ölü yamyamligina iliskin bir süreçten kalan halkalardir. Daha sonraki dönemin Yeni Ahit'i Incil, kendini bütün insanlik namina kurban eden Isa'nin, göge çekilmeden önceki son ziyafetinde, kendi eti yerine geçmek üzere ekmegi, kendi kani yerine geçmek üzere de sarabi 12 havarisine elleriyle sunmus oldugunu açiklar. Bu bakimdan insan toplumu tarihi, bir yönüyle kendi barbarligini engellemeye çalisma tarihidir ayni zamanda ve onu insanlastiran da zaten bu bilinçli sürecin kendisidir.


Dogum, vaftiz, sünnet, dügün ve ölüm törenlerinin hepsinde izlerini buldugumuz hemcinsini kurban etme eyleminden ve yamyamliktan uzaklasabilmek için insan kuskusuz çok acilar çekmistir ve yamyamligin toplumun gerçek yasaminin disina atilabilmesi ugruna olusturulmus ve Avrupali bilginlerimizin "imaginations inimaginables" dedikleri hayal edilemeyecek hayaller ürünü kurumlarin, sembolik davranislarin hepsi, bu yönüyle, aslinda elle tutulacak kadar gerçek ve insan toplumunun dogal mantigi üzerine yerlesmis biçimde, özünde barbarligi yasaklama, en aza indirgeme, sembolik kilarak gerçek yasamin disina atma kurumlari olarak dururlar.


Bu bakimdan Güz ve Bahar Karnavallarinda hayvan maskeleriyle Paris, Londra, Berlin sokaklarinda sarkilar söyleyen Ingiliz, Firansiz ve Alman bilim adamlarinin bir Afrika kabilesinde, hayvan postu ve boynuzlarina bürünmüs, kendi yari-çiplak halkinin korku dolu çigirislari arasinda atalarina seslenen büyücünün "hayalleri" karsisinda tebessüm ifadeleri pek soyluca bir davranis olmasa gerektir. Ayni Avrupa dünyasinin parçasi olan Salman Rüsdü, Muhammed peygambere ait olduguna inandiklari bir sakal kilini kutsal kabul eden, onu koruyan ve onunla korunan Müslümanlari anlama güçlügü çekmekte yerden göge kadar hak sahibi olabilir. Ama S.Rüsdü'nün, Iran ulemasinin hakkindaki ölüm fetvasina karsi polisiye önlem karari çikaran Ingiliz mahkeme heyetine bakmamis olmasini biz anlayamayiz. "Bilim" adina konusan Salman Rüsdü, Ingiliz mahkeme heyetinin kafalarina geçirdikleri, "bir kil" degil, sayisiz kildan olusan peruklarini da anlayamadigini açiklasaydi, iste o zaman dedigi bilimsel bir deger tasiyabilirdi.

***

Bütün topluluklarin yasaminda derin etkilere sahip olan Kurban sözü, eski Hint'cede, kurban edileni oldugu kadar kurban edeni de içeren bir anlatim özelligi tasir. Birini öteki yerine geçiren substitution, bütün toplumlarin baslangiçtaki kurtaricisi olmustur. En 'ilkelinden' en gelismisine degin, bugünkü bütün toplumlarin yaratilis öykülerinde, bayraklarinda, yöresel sembollerinde, hayvan veya bitki motifi bulunuyor olmasinin altinda bu derin kurtarici etki yatar. Kutsal Kitap,Cebrail araciligiyla insan yerine kurban olarak koyunun gönderilmis oldugunu bildirmisti. Bununla birlikte insanin, hayvan ve bitki ile yer degistirmesi süreci bir anda gerçeklesmemistir. Bay Hrozny'nin Girit-Rodos eski yazit çözümlemelerinde, M.Ö. 1500-1000 yillari arasinda, tapinaklara sunulan kurban listelerinde keçi ve koyunlarin yaninda; kadin, erkek ve çocuk sayi dökümlerine de rastlanmasi geçis döneminin uzun sürdügünü göstermektedir. Asil, Hektor tarafindan öldürülen kardesligi Patraklos'un M.Ö. 1250 yillarindaki cenaze töreninde, at, inek ve 4 köpegin yaninda Turuva'li on iki çocugu baltayla öldürdükten sonra yakarak kurban etmektedir. Hektor kargisini ortasindan tutup Turuva önündeki meydana dolusmus savasçilarin arasina çikarak, iki ordu adina Paris ile Menelaos'un teke tek savasmalarini, ardindan da Akhalarla Turuvalilarin baris antlasmasi yapmasini önerdiginde, Agamemnun, "Turuvalilar getirin koyunlari, erkegi ak olsun, disisi kara; toprak tanriya biri, günes tanriya öteki, getirelim Zeus için biz de bir tane" diye yanitlamisti. Kutsal Kitaplarda, kurban'in "1 yasinda" olmasi özellikle belirtilmisse, cinsiyeti saptanmissa, renginin "kara" veya "ak" olmasi istenmisse, "lekesiz"ligi yani damgalanmamis, henüz aidiyeti saptanmamis olmasi gerektigi özelikle vurgulanmissa, bütün bunlarin yalnizca kutsal uydurmalar oldugunu düsünmek insan toplumunun eski yamyamlik iliskilerini çözümlemekte bizi ileriye tasimis olmaz.

Böylece, baslangiçta, yamyamliginin giderilmesi dogrultusunda bir çözüm getirmisse, hayvan dünyasinin bunun karsiliginda taltif edilmis ve kutsanmis olmasinda sasirilacak yan yoktur. Insanin, yasamini borçlu oldugu kurtarici hayvana verdigi kutsallik, borcunun küçük bir bölümünü ödemedir üstelik. Insan kurbani yerine geçen kurtarici hayvan her türlü kutsalliga ve tapinmaya hak kazanarak, insan dünyasindaki yerine oturmustur. Eski toplumun bitki ve hayvanlar dünyasi ile o denli içice geçmis olmasi, bütün öteki nedenlerden önce, insanin onlarda kendi kurtulusunu bulmasindan ötürüdür. Böyle büyük bir sonuç ugruna, hayvanlar ve bitkiler yalnizca yaratici ata ve tanri olarak taltif edilmisse, bugünkü torunlari, eski insanda cehalet yerine deha kesfetmeliydiler.

Alman ve Firansiz yurttasi uzmanlarimiz, eger, hayvan tapinmasinin kaynaklarini arastirmaya Asya, Afrika, Amazon ve Avustralya'daki 'ilkeller'den çok, Berlin'deki çift basli kartal bayragindan ve Paris kiliselerinin paratoner çubuklarinin tepesinde hala sallanan kutsal horoz ambleminden baslasaydilar, herhalde insan toplumunun iliskileri hakkinda dogru sonuçlara ulasmada simdi bulunduklari noktadan daha ileride olacaklardi.

***

Insan yamyamliginin öteki adi olan savasin, toplum yasamindan bütünüyle dislanmasi kaçinilmaz olarak gerçeklesecektir. Tarihsel egilimin asil yönü bu dogrultudadir.

Insan katliamini öngören ve içeren hiçbir savas hakli degildir.
Sovyetler Birligi isgali olunca "hakli", ABD isgali olunca "haksiz" biçimindeki ayirimlar artik savunulamayacak dogmalar olarak geride kalmis olmalidir.

Savasin hakli veya haksiz,kirli veya temiz,onurlu veya onursuz ayirimlari yoktur.

Siddetin örgütlü uç biçimi olarak savasa karsi sayisiz mücadele
biçimleri vardir ve insan toplumu o mücadele biçimleriyle içindeki barbarligi söküp atacaktir.

05.03.2003
Moskova