20.03.2003
Yalanin toplumsal köklerinin, daha dogru bir ifade ile, toplumsal yalancilik kültürünün, onlar da toplumsal kategoriler olan baris ve barbarlik ile bir iliskisi var midir?
Günümüzün modern uygarligini temsil eden Bati ile öteki toplumlarin bu bakimindan karsilastirilmasi, uygarligin saldirgan barbarliga dönüstügü günümüzde daha bir önem tasiyor.
Yalan söyleme olgusunun, bireysel veya toplumsal kötülügünü ileri sürüp isin içinden kolayca çikmak mümkün elbette. Konunun, insan beyninin derin kivrimlari içinde bireysel düzlemde arastirilmasini uzmanlarimiza birakalim. Ama karsimizda bulunan, bütün bir toplumun yapisal gözeneklerine sinmis bir davranis biçimi olarak 'yalan kültürü' olunca, onun temelleri hakkinda daha doyurucu bir kavrayis edinmek gerekli hale gelir.
15 ve 16 Mart 2003 tarihli Radikal gazetesinde 'yalan' üzerine P. Magden söyle söylüyordu:
''Asya Tipi Yalancilik diyelim, her ülkede ayri renk ve dokularda karsiniza çikmakla birlikte, Dogulularin Batililara nazaran kat bekat daha fazla yalan söyledigini iddia etmek hiç de yanlis olmaz zannederim. ''
'Dogu toplumu' genellemesi, Avrupali aydinin ak-kara ikilemi gibidir. P. Magden yalancilik bagintisinda, bu 'Dogu Toplumu' genellemesini yineliyor ama, hemen az ilerde, 'Dogu Toplumu' içinde hem yalanci Hintliyi ve hem de yalansiz Japonu bulusturmakta gecikmiyor:
''Diyelim çok tanrili dinlerin içinde, yaptigi her hareketin vebali boynuna olan bir Japon ne denli yalansiz yasamak zorunda ise, hinduizm'in okyanuslarinda yüzmekte olan bir Hintli o denli kolayca, çekirdek yer gibi falan yalan söyleyebilir. ''
Demek ki, genel bir dogu-bati ayirimi, hiç olmazsa yalan kültürü konusunda tam bir fotograf vermez: Kültürel cografyada bir dogu-bati kavrami gerçekligi varsa da, dogru olan tutum, benzer kaynaklardan beslenen topluluklarin adini anmayi gerektirir önce; sonra da, saptanmis tespitlerin nedenlerini anlamaya çalismayi…
Örnegin, ''Bayram degil, seyran degil, enistem beni niye öptü?'' deyimi, baska topluluklarda yakin anlamli sözler olsa bile, bu kelimelerle 'Dogulu' Türklere aittir . Buradan hareket ederek, yukaridaki deyimin kaynaklandigi eski evlilik biçimlerinin bütün dogu toplumlari için geçerli oldugu sonucuna ulasilamaz. Bu sözler, asil kaynagini, Türklerin eski toplumsal düzenlerinde, evlilik ve bundan dogan akrabalik iliskilerinde bulur; orada, enistenin, baldizi üzerinde cinsel hakkinin bulundugu bir dönemin sisler arkasindaki varligi görünmeye baslanir. Bunun türk-türkmen boylarinda baldiz hakkinin dile getirilisi olan türküler ve öteki deyimlerle; bu deyimleri ortaya çikarak sosyal iliskilerle bagi kurulmaya çalisilir; ve bütün bunlarin evrensel insan bilimle paralellik ve farkliliklari saptanir. Böylece eski türk toplumunun bugüne uzakligini da saptama olanagi dogar. Hiç bir topluluk evrensel yasalarin disina çikamadigi için, ayni agirlik ve tarihsel uzaklikta olmamak kosuluyla, benzer iliskiler öteki topluluklarda da yasanmistir. Kutsal kitap, Musa peygamberin de, önce ilk karisi için, sonra da ikinci karisi olacak baldizi için, sirayla yediser yil çobanlik yaptigini yazar. Sümer-Babil yasalarinda, ölen kadinin yerine, dul kocaya kiz kardesin verilmesi yasa hükmüydü. Bir kusak kadinin, karsi kabilenin bir kusak erkeginin potansiyel karisi oldugu bütün topluluklar böyle bir akrabalik ve evlilik düzeni yasamis olmalidirlar.
Yalanci Hindistan'in barisçi Gandi'si!
Demek ki, farkli topluluklarda, toplumsal özellik degerine ulasmis aliskanlik veya deyimlerin gerisinde, o toplulugun geçmiste yasamis oldugu iliski biçimlerinin ve temeldeki egitimin derin izleri yer alir. Eger, ezberlenmis dogu-bati ayiriminin içerisine girilerek olgu incelenirse, bir dogu toplumu olan Japonya ile Hindistan arasindaki karsilastirmada ilginç sonuçlara ulasilir: Yalanci Hindistan'in barisçi Gandi'si ile, ikinci dünya savasinda yenilince harakiri yapan yalansiz Japon yöneticilerin davranislari arasinda son derece kuvvetli bir baglanti vardir ve bu iki olgu açikca tezatlik olusturur. Toplumsal yalan, hayvan kurban ediminde oldugu gibi, örnegin insan kurbanini gerektiren sert sonuçlardan kaçinan insanin bir davranislar toplamidir; bu yönüyle de, insanligin evrensel özelliklerinden biri kabul edilmek gerekir: Normanlarin kafalarina geçirdikleri boynuzlu kasklari ve bir totem agacin içine girip, sürünerek çikinca, öldügüne ve bir baska sahis olarak yeniden dogmus olduguna inanan Afrika kabilelerinin geçis törenleri bir tür yalancilik kültürü düzenlemesi olusturur. 'Avci' topluluklarin abartma egilimi; Roma imparatorlugu ve eski yunan uygarliklarinin, hatip yetistirerek rakibini konusma gücüyle yenme sanatinin tesviki de öyledir. Kurban etmek yerine, erkek çocugu sünnet etme davranisinda oldugu gibi, eski insanin sembolik hale getirdigi bütün toplumsal davranislar böyle bir yalan kültürü üzerinde yesermistir. Burada, 'yalan' toplumun bütünü tarafindan onaylanmis bir sembolizm olarak ortaya çikar. Bu bakimdan, toplumsal yalan kültürü, özünde, eski insanin barbarliktan kurtulurken basvurdugu kurnazliklarin toplamidir da denilebilir. Bu durum, toplumsal sertlik ile toplumsal yalanciligin hiçbir ülkede neden yan yana bulunmuyor oldugunu; dünyanin en eski kültür birikimlerinden hint barisçiligi ile hint yalanciliginin neden birbirinin tamamlayicisi oldugunu da açiklar.
Toplumlarin yalancilik kültürü, en eski haliyle, insanin yapmasi gereken barbarligi yapmamasi egilimini tesvik unsuru olarak ortaya çikmis gibidir. Savasçi-avci kabilelerde yalanciligin sistematik egitimle tesvik ediliyor ve hos karsilaniyor olmasi, insanin uygarlasma arzusu olarak toplumsal yalanciligi organize etmesi biçiminde sekillenmektedir. Bazi uluslarin bir çesit genel özelligi olarak varliklarina sinmis yalancilik egilimi, onlarin barbarliktan kurtulmak isteyen geçmislerinin oldukca köklü yasanmis olmasinin bir göstergesidir. Anlasilan barbarliktan kurtulma çabasi, Mezopotamya'da öylesine yaygin, derin ve acili bir dönem geçirmistir ve bunun sonucunda toplumsal yalancilik kültü o kadar yayginlasmis olmalidir ki, toplum, daha Hammurabi dönemi yasalarinda, yalancilik ve yalanci sahitlige karsi artik çok agir cezalar formüle etmek zorunda kalmistir. Senet yazimi ve sahitlik kurumunun da, önce Sümer topraklarinda boy vermesi, eski toplumun bu durumuyla iliskili olmalidir.
Nil, Ganj ve Dicle-Firat nehirlerinin Milattan önceki 10-8. 000 yillarindan bu yana en eski uygarliklar yatagi olmasi ile bu yörelerdeki eski insanin devami olan topluluklarin, günümüzde de hüküm süren yaygin yalancilik kültür alanlarini temsil ediyor olmasi çelismez; tersine bu iki olgu paralel bir izdüsüm yaratir. Eski türk yazitlarinda, ikiyüzlülük ve yalanciliklarindan sikayet edilen Çin'lilerin de uzak asyadaki eski uygarlik temsilcisi oldugunu unutmamak gerekir. Bütün bu topluluklarin, ayni zamanda ticari kültürle de en önce tanisanlar olmasi, belki yalancilik kültürünün o topraklarda derinlesmesine katkisi olmustur. Fakat tipik ticaret ile henüz tanisikligi olmayan geri yerli topluluklarda yapilan incelemeler, yalancilik kültürünün asil kaynaklarinin, barbarliktan kurtulus dönemine denk düstügüne kusku birakmiyor.
Böylece, yalan kültürünün toplumsal derinligi ile toplumdaki bireylerin barisçil özelligi arasinda bir paralellik kurmak yanlis olmayacaktir. Roma ve Bizans ne denli entrikaci ve yalanci ise o denli de hitabet ve siyaset sanatkari ve uygardir; buna karsilik Cermenler ne denli yalansiz ise o denli de sert ve barbardir: 'Sen de mi, Brütüs?'üyle ünlü entrikaci Roma kaynaklari, bunu, hiç olmazsa barbar Cermenler bakimindan bütün açikligiyla ortaya koyar.
Amerika yerlilerinden Abipon'lar Paraguay'da yasayan bir topluluktu. Kendileriyle ilgili arastirmalar yapilmaya baslandigi 18. yüzyil sonlarinda 5000 kisi kadar kalmis olan bu gurup, toplayici-avci asamasinda bulunuyordu. Bu toplulugun disindaki herkes 'yabanci' varlik; kendileri ise yabancilarin disinda bir varlikti. Yalnizca kendilerini insan , ötekileri insan olmayan olarak gören ve kan baginin temel alinmasinin mantiki çikarimi olan eski toplumun genel siniflayici anlayisina dayaniyorlardi. Erkek çocuk, dogumundan itibaren 'erkek' kabul edilir ve babanin yaninda yer alirdi ama, erkekler 'höseri' ve 'höseri olmayan' biçiminde siniflanmis oldugu için, bir Abipon erkeginin Höseri yani bir çesit onaylanmis yurttas olabilmesi, savasa katilmasina ve bir düsman öldürmüs olmasina bagliydi. Düsman öldürerek yurttaslik hakki kazanma hükmünün, eski yunan sitelerinde, Aristo döneminde hala hüküm sürüyor bulundugunu animsamak gerekir.
Abipon'larda Her savas sonrasinda erkekler, düzenli aralikla bir araya toplanirlar ve her konusmaci yaklasik yarim saatlik bir söylev çekerdi. Bu konusmalarda, sistemli bir biçimde, bireyin her savas basarisi abartilir; abartilmasi da özellikle tesvik edilmektedir. Konusmalarin abartili oldugu bilindigi halde, dinleyiciler konusmaciyi büyük bir dikkat ve sessizlik içinde dinlemektedirler. Sadece konusmacinin onay almak için sustugu anlarda, 'çok dogru' , 'kesinlikle öyle', 'bundan süphe bile edilemez' biçiminde kalipsal sözlerle, konusmaciyi onaylamak zorundaydilar. Bunlarin disinda her hangi bir sey söylemek, hele hele, konusmacinin abarttigina yönelik bir iddiada bulunmak kadar büyük saygisizlik olamazdi.
Savas aleyhtarligi egiliminin en eski dönüsüm sekillerinden birisini de, önce Yunanlilarda ve sonra da Roma'da 'konusma sanati' halini alacak olan süreçte görürüz: Felsefi egilimlere de kaynaklik eden bu egitim biçiminde yanlis veya dogru olmasi önem tasimaksizin iki zit nokta arasinda organize edilen 'fikir kavgasi' özünde eski savasçiligin barisçil düzlemde sürmesidir . Türk egitim sisteminde de yeri bulunan , yanlisin savunulmasini öngören 'münazara egitimi' eski yunanlarin jimnazyum sisteminden ödünç alinmis olsa gerektir.
Roma kültüründe, bir erkegin kendini kanitlamasinin, yerli topluluklarda erkegin geçis ritüeli karsiligidir bu, neredeyse biricik yolu, hedeflenen bir kisiye herhangi bir suçlama getirmek ve rakibi, bir dinleyici kitlesi önünde, suçlu göstermeye, gözden düsürmeye çalismaktir. Buradaki zafer, rakibin, yerli topluluklarda aldigi biçimiyle, öldürülmesine denk düser; birey böylece toplumsal geçisini basarmis olur.
Roma'nin Ogüst Sezar'i, henüz yalnizca Gaius Julius iken, IÖ. 81 ve 78 yillari arasinda, kendisine rakip olarak Konsül-danisman Dolabella ve Antion isimli iki yüksek görevliyi seçmis ve onlara karsi iki büyük- ve elbette gerçek disi- suçlama getirmisti. Dinleyicilerden büyük hayranlik toplayan bu ünlü suçlama konusmalariyla da Roma'da taninmaya baslamistir ; Sezar olma yoluna burada yapmis oldugu konusmalardan sonra girmistir. Bu olaydan yüzyil sonra yasayan Tacite, Yillik'larinda Sezar'in, rakiplerine getirdigi suçlamalarin içeriginden çok, yalan konusmalarin sunulusundaki etkileyici gücünden hayranlikla bahsetmekteydi.
Iki kisi arasindaki bu 'savas' bütün Yunan edebiyatinda da 'Dialog' biçimiyle karsimiza çikar. Bu o kadar derinlere kök salmis bir gelenektir ki, eger bunlar özel konusma notlari degilse, Sokrat ve Platon örneklerinde de böyledir, bütün antik yunan düsünürlerinde, fikirler, daima iki kisiyi, soruyu-yaniti dillendirerek ve böylece onlari savastirarak ortaya konulurlar. Soru-yanitli diyalog yazit türü, Avrupa'da varligini 19. yüzyil amentü'lerinde bile sürdürmeye devam eder. 1840'larda, modern teori olarak ortaya çikan Manifesto'nun Engels tarafindan yazilan ilk sekli de soru-yanit biçiminde hazirlanmisti.
Asik atismalari, savas yerine baris arzulayan taraflarin söz düellosundan olusur. Eski yunan kültürünün kutsal sarkilari olan Ilyada ve Odissea'da bu özelligi görmek mümkündür. Hem tek bir bütün'ün anlatimi olmayan kopuk parçalardan olusmasi ve hem de, savunulan veya yerilen tarafin hep yer degistirme özelligi göstermesi bakimindan Ilyada, atisma kültürünün tüm izlerini yapisinda tasir. . Ilyada'da anlaticinin taraf degistirmesinin ve destanda, Anadolulu Turuva'yi öne çikarmakla birlikte sonuçta Akhalari övmesinin nedeni, Azra Erhat'in ileri sürdügü gibi, Anadolulu Homeros'un siirlerini Atina'larda söylemis olmasi ve bunun yaratigi manevi baski degildir. Eserin olusum sürecinde, farkli taraflar olayi kendi toplum birimi ve onun temsilcileri olarak aktarmis olmalidirlar. Atisma parçalarinin zamanla tek bir bütüne dogru evriminde asiriliklar törpülenmis ve iç baglantilar kurulmaya çalisilmis, fakat, eski karsilikli atisma izleri, bir çok bakimdan yerinde kalmistir. Bu tür eserlerin biçimlenmesini; Cermenik Avrupa'da Duriedes'ler ve onun bozulmus sekli olarak Firansa'da Troubadore'lar; Türklerde ise asik-ozanlar, atisma-yarisma süreci içinde saglamis olmalidirlar. Isa'dan evvel 8. yy. da Hesiod ile Homeros'un da sarki yarismalarina bizzat katildiklari söylenir.
Sümer ve Helen kirallarinin, tanrilar hakemliginde müsabakalardaki basarili erkekler arasindan seçildigi bir dönem yasanmistir. Eski Sümer tabletlerinde ve antik yunan belgelerinde buna iliskin açiklamalar vardir. En eski toplumlardan itibaren insanin öldürme yerine, savasin devami olarak sipor ve konusmayi geçirme egiliminin Uruguay'in yerlileri arasinda inceledigimiz görüntüsü, insan toplumu egiliminin gelisme yönünü ortaya koymak bakimindan büyük deger tasir.
Ortadogu'da Araplar arasinda yalan yere yemin etmenin toplumsal bir özellik göstermesi, hint ve arap dilenciliginin kutsanmasi, kökeni eski toplumda aranmasi gereken ve toplum birimler arasi iliski biçimlerinde varlik bulan olgulardir. Bugünkü bireyin hasletleri bakimindan ele alinarak yargilanan yalan kültürünün bazi topluluklardaki yaygin özelligini, günümüzün irkçi ve diyelim ki, ortadogu'da, anti-islam söylemlerine alet etmekten özellikle sakinmak gerekir.
Berberin tirasi!
Sümer ve Babil topraklarinda 4000 yil önceki yasalarda, yalan yemine ve yalanci sahitlige karsi agir hükümler bulunuyordu. Fakat, yasa koyucu, öte yandan da yalan ve yalan kültürünü kurumlastirmaya devam etmek zorunda hisseder kendini.
Örnegin Hammurabi dönemi yasalarinda su hüküm yer almaktadir:
''§ 227 - Eger bir adam, berberi zorlayip, (bir kölenin) kölelik belirtisi olan saçini anlasilmayacak sekilde tiras ettirirse, o adami öldürecekler, kapisina asacaklar, berber ''bilerek tiras etmedim" diye yemin edip serbest kalacaktir.''
Berber, onlarca müsterisi olan bir is sahibidir ve para kazanmak için müsterisinin dilegini yerine getirme egilimi tasiyacaktir. Bunu bilen Hammurabi dönemi yasa koyucusu, suç aracisi berberi ölümden kurtarmanin yolunu aramaktadir. Yasa koyucu, boynuzu oldugu sirrini gizli tutmak için, kendisini tiras eden bütün berberleri öldürtme yolunu benimseyen Kiral Midas'in yolundan gitmek yerine, berberin bir yalan yeminle kurtarilmasi yolunu benimsemis görünmektedir.
Burada su soru bulunmaktadir: Berbere yalan yemin yolunu açarak onun ölümden kurtulmasini saglamak mi; yoksa Kiral Midas tutumuyla berberlerin sonunu getirmek mi?
Hammurabi döneminin yasa koyucusu, yalani kurumlastirmakla uygarlik yolunda ilerlemistir ve eger yazili yasa olusturmak bir uygarlik göstergesi ise, bu ilk kez, yalanciligin toplumsal hüviyet gösterdigi Mezopotamya topraklarinda ortaya çikmistir.
Anglo-sakson ve cermenik toplumlar, sadece gördügüne inanan gerçekçilik ve yalansizlik yerine, tarihte toplumsal yalan kültüründen hisselerine düseni alabilmis olsaydilar, her seferinde dünyayi kana bulayan savas örgütleyicisi hüviyetlerinde belki de degisiklik olurdu.
Saptamak gerekir ki, Orta Asya'da Çin seddi kiyisindan kalkarak Uzak Avrupa'da Metz katedrali önüne otag kuran Atilla'nin seferlerini düzenleten motivasyonda, yalancilik kültürünün ciddi eksikligi bulunur. Simdiki politikaci torunlari atalarinin eksikligini fazlasiyla telafi etmis görünüyorlarsa da, aradan geçen binbesyüz yil, haleflerin sadece düzenbaz ismini almasi sonucunu dogurmaktadir. Türkiye'yi, gerçekçi ABD uygarliginin barbar saldirganligina alet edenlerin yalanciligi, yalancilik kültürüne ait degildir!
Epey zamandir cadi kazanlarinda pisirilmekte olan Irak saldirisi, sonuçlari bakimindan dünya tarihinde zaman zaman ortaya çikan kirilma ve yeniden olusum noktasi olarak rol oynamaktadir. Bu barbar saldirinin askeri muzafferlerini nasil bir yenilginin bekledigini; dünyanin yeniden sekillenmesine yol açacak sonuçlarini, önümüzdeki yillar içinde daha berrak olarak görecegiz.
Nuh, eski Sümer topraklari olan Irak'ta, soyunun 'sonsuz yasam'ini, kendini ve yakinlarini kurban vererek saglamisti; yalancilik kültürünü de insa eden Sümer topraklarinda böylece yeni barisçil bir dünya düzeni kurulmus, takvimler Nuh'tan önce ve Nuh'tan sonra diye döneme ayrilmisti. ABD'nin simdiki Irak saldirisi da yeni bir milad yaratmaktadir, bir önemli farkla; uygar dünya yüz binleri kurban alarak yapmaktadir bunu!
Irak saldirisinin gerisinde, emperyalist bir ekonomik düzenin durmaksizin dönen dislilerini açiklama tarzi artik yeni milatla birlikte, yerini, Dogu ve Bati toplumlarinin özelliklerini bastan sona yeniden sorgulamaya birakacaktir; dünya ölçeginde yikilmakta olan ulusal sinir ötesi toplumsal birlestiren olan Islam ve hiristiyanlik bayraklarinin bütün renkleri incelenecektir; bati gerçekçiligi ile saldirganligi; dogu yalanciligi ile mazlumlugu, savas suçlularini sanik sandalyesine oturtur gibi yargilanacaktir!
ABD'nin Irak topraklarinda patlatacagi bombalar onun zaferinin ilani degil, dünyanin yeniden dogumunun ilanidir; baska bir safak dogmaktadir dünya yüzünde!
20.03.2003
Moskova