21.12.2006

'Kurban'ın Kökeni ve ... “Eski Harran’da Sihir ve Büyü Ritüeli Olarak Kurban” Üzerine

Asagida,İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Prof. Dr.,Şinasi GÜNDÜZ tarafindan “Eski Harran’da Sihir ve Büyü Ritüeli Olarak Kurban” baslikli bir çalismayi yayinliyorum.

“Kurban” konusunu uzerindeki bos iddialari ve ‘bilinemezciligi’ asabilmek bakimindan bu sorunu enine boyuna ortaya koymak gerekiyor.

Eski toplumda kurban veya sunu,dogrudan dogruya bireyin,kendi cani yerine geçmek uzere sundugu hayvan veya bitkilerdi.Kendi varligini veya aidi oldugu toplum birimi temsil eden totem hayvan-bitkiler;canli-cansiz dogal veya uretilmis "zenginlik kaynaklari"na iliskin sembolik olgulardi..Bu bakimdan totem hayvan ve bitkiye-meyve’ye geçis donemi,eski toplumda,insan kurbanindan,insan kurbani yerine geçen totemlere geçis donemi anlamina da gelir.Eski toplum,bir hayvan turune,bir bitkiye,bir meyveye kutsiyet atfederken,onun kendi canini kurtarmis olmasina dayanir ve baslangiç kaynaklari bakimindan,bu davranisinin ‘cehalet’le en kuçuk bir ilgisi bulunmaz;tam tersine, son derece bilinçli bir tercihtir bu...

Akado-samarru kaynaklarinin dikkatli bir incelemesi,bize,bu toplumlarin eski tanrilarinin , ‘insan gorunumlu’ halden,hayvan-bitki gorunumlu hale geçislerinin ve giderek ay,yildiz,gunes vb. halini alarak gokyuzune dogru çikislarinin tarihçesini de verir.Bu sureç,toplumun,insan kurban ve yamyamligini,eski toplumsal yasamdan adim adim,toplumsal gerçek yasamdan disari atmasinin da anlatimidir.

Sadece Ortadogu kaynakli kutsal dinlerin degil,farkli gelisme asamalari yasamis olsalar da,butun ‘ilkel’ veya ‘geliskin’ dinlerin tumunun,hayvan ve bitki dunyasi ile içiçe geçmis olmalari,insanin, hayvan ve bitki totemler araciligiyla kurban edilmekten kurtulmasiyla ilgilidir.

Gelgelelim,sayin Ş.GÜNDÜZ,hala, “ kurban asıl itibarıyla kutsala yakınlaşmayı ve onunla -bir şekilde- iletişim kurmayı amaç edinen bir ibadettir” gibi son derece geri noktadaki bir degerlendirmenin pesi sira gitmeye devam ediyor.Yazisinda ele alinip yorumlanmasi gereken onemli bilgi aktarimlari bulunmasina karsilik, “kurban ibadeti”yle ilgili olarak,bugun hala bu sozleri yinelemek,açiga çikarilmasi gereken asil konu olan kurbanin kaynagi konusunda,hiçbir sey soylememekle ayni degerdedir.

Onumuzdeki donemde,ornegin,bizzat Isa’nin tanriliginin veya tanri ogullugunun,onun,temsil ettigi toplum adina kurban olarak sunumuyla iliskisine; eski toplumun kurban edilmis “kanli-etli-kemikli” insan yoneticiden kurtarici tanri kavrayisina dogru nasil ulasmis oldugunu incelemeye devam edecegiz.

Içinde ruhani kast barindiran dinlerde,bu dinlere ait topluluklarin eski kurban edilme yukumleri,onlari temsil eden ruhani kastin ustlenmesiyle,o inançli toplulugun bu noktadaki yukumleri goreceli azalmistir.Hiristiyanlikta hayvan kurban edim toreninin nerede ise,butunuyle ortadan kalkmasi ile Isa’nin butun insanlik namina kendini kurban etmesi motifi birbirini tamamlar.Ornegin,hiristiyan topluluklarin erkek sunnetinden muaf tutulmalari,Isa'nin ve kutsal sahislarinin evlilik yasagiyla(ya da bunun on biçimi olan,erkeklik organlarini tumuyle keserek tanriya adamalariyla) mumkun olabilmistir.Ote yandan,su vaftizi,zeytinyagi vaftizi ve mum yakma,hiristiyan topluluk mensuplarinin birey olarak kurban edilmelerinin sembolik devaminin da gostergeleridir.

Buna karsilik,muslumanlikta ruhani kastin yoklugu,kisiyi,kendi aidi oldugu ve olmadigi toplumbirimlere karsi eski yukumlulugunu surdurmekle karsi karsiya birakir ve gunumuzde oldugu gibi,kurban ritueli,her sahsin nezdinde, butun varligiyla devam eder.

Burada,sozkonusu olanlar,dinler arasinda ‘kulturluluk’ veya ‘kultursuzluk’ ayirimi olamaz.Sonuçta butun dinler,insan toplumunun gelisme sureci boyunca,farkli asamalardan kaynaklarini alip beslenen ve insan’in eski yukumlerinin yerine,insan can ve kani yerine,bitki ve hayvanlar dunyasini,kendi eski oldurme biçimlerine bagli olarak, geçirme çabasi olarak ortak bir ozellige sahiptir.

'Kurban'ın Kökeni...

http://toplumvetarih.blogcu.com/554644/

13.04.2004

Kutsal ‘ilk ürün’de olduğu gibi kurban sunumu da eski toplumun en gerçek ilişkilerini yansıtır. Eski toplumda insan, giderek ‘insan kurbanı’ halini alacak olan başlangıçtaki yamyamlık geleneğinin dışına çıkabilme yollarını bulmaya çalışmış olmalıdır. Canlı ve ölü bireylerle ilgili olarak var olan ‘iç veya dış yamyamlık’ biçimlerinden uzaklaşabilmenin bir çözüm biçimi olarak, insan (kurbanı) yerine geçmek üzere, hayvan ve bitki ‘geçişmesi’ (substitution) geliştirilmiştir. Tarihte totem tapınmasının ortaya çıkışı, eski toplumun yamyamlıktan uzaklaşmaya başladığı dönemi de işaret eder.

Toplum yaşamındaki rol ve görünümleri incelenince, hayvan ve bitkilere sunulmuş kutsiyetin hiç de karşılıksız olmadığı anlaşılıyor. Bu kutsallık örtüsünün hemen altında, toplum birimlerin hayvan veya bitki totemlerinin insan yaşamını kurtarıcı özelliği ile karşılaşırız.

Eski toplumda, ’insan yerine’ geçirilerek, yamyamlığın giderilmesi doğrultusunda bir çözüm aracı olarak kullanılan hayvan ve bitki, bunun karşılığında da insan tarafından kutsanmıştır.

Kurtarıcı hayvan ve bitki, kutsal totem olarak, işte bu nedenle tapınmaya hak kazanmışlardı. En 'ilkelinden' en gelişmişine değin, bugünkü bütün toplumların yaratılış öykülerinde, bayraklarında, yöresel sembollerinde, eski toplumun giyim-kuşam biçimlerinde ve şaman-büyücü-cadı araç-gereçlerinde sistemli bir biçimde hayvan veya bitki motifi bulunuyor olmasının altında onların insanı yamyamlıktan kurtarma derin etkisi yatar.

Yaşamını borçlu olduğu "kurtarıcı totem" olan hayvan ve bitkiye verdiği kutsallığın asıl kaynağı, hiçbir şekilde eski insanın, cehalet veya kurguları değildir. Tersine, eski insan, yamyamlığı aşabilmeyi hayvan ve bitki dünyası aracılığıyla sağlayabildiğine göre, bugünkü torunlar, atalarında deha keşfetmeliydiler. (*1)

Eski toplumun canlı ve ölü yamyamlığı, göreneklerde en ağır izleri taşıyan bir uygulamadır. Farklı isim veya görünümleriyle ‘İsa'nın göğe çekilişi’, ’Nevruz’, ’Kurban bayramı’ veya değişik karnavallar vb. üzerinden günümüzde de yaşamaya devam eden bozulmuş görenek kalıntıları, eski toplumun ilk ve son yaz ittifak yenileme buluşmalarının devamıdır ve bu görenekler şu veya bu şekilde eski yamyamlık ve daha sonra onun yerine geçmiş olan insan kurban uygulamalarını yansıtırlar. Bunu bütün tören, bayram veya özel günlerin yeme ve içme (kurban) ile sıkı sıkıya bağlı olan yapılarında da izleriz. Törensel yiyeceklerin dağıtım ve pişirme biçimleri de (çiğ, kızartma, haşlama vb. ) doğrudan doğruya eski toplumun kurban sunma biçimleriyle bağlantı halindedir. Kurbanın kanını akıtma veya kan akıtmaksızın boğma yoluyla öldürülmüş kurban sunma da eski toplum birimlerin geçmiş yamyamlık geleneklerine bağlanır. Ölü ruhuna sunulan yemekler ise ölü yamyamlığının yerine, zamanla geçirilmiş bir uygulama gibi görünmektedir. (*2)

Toplulukların bayrak veya yöresel sembollerinde totem hayvan veya bitkinin eski toplumda böylesine önemli olmasının asıl nedeni, bu bakımdan onların, insan kurbanını engellemeye yardımcı olma özelliğinden başka bir yerde bulunmaz.

‘Kurban’ (sunu) ile ‘insan’ geçişmesi, dilbilimsel bakımdan da izlenebilir. Bütün toplulukların yaşamında derin etkilere sahip olan 'Kurban' sözü, Hintçede, kurban edileni olduğu kadar kurban edeni de içeren bir anlatım özelliği taşımaktadır; kurban eden, kendi için, kendi adına kurban edilen anlamına gelmektedir. Bay Olivier Herrenschmidt şöyle diyor:

''Gerçekten de, kurban eden (sacrifiant), yajamana, kurban etmek (Yaj) fiilinin şimdiki çekilmiş zamanıdır. Kurban eden, kendi için kurban edilendir...

Kurban olayının merkezindeki şahsiyet, bizim 'kurban sunucu' dediğimiz şahsiyet, sonuçlarını kendisi için toplamak üzere kurban sunan, kurbanın merkezindeki şahsiyettir... Kurban sunucunun (Yajamana) kurban sunması kendisi için ve kendi etrafında örgütlenen bir eylemdir. "
(Olivier Herrenschmidt: L'homme. Janvier-Juin 1978. S. 8)

Kurban kelimesi, Sümercede de "puhu", yani ‘insanın yerine geçen’ demektir. Dahası, "dinanu" olarak da adlandırılmaktadır ki, burada artık sunulan kurban ile kurban sunucu aynılaşan bir anlam taşımaya başlamaktadır:

“Koyun (urişu), insanın (dinanu) bizzat kendisidir: insan,hayatı için bir koyun sunacak; koyun başını insan başı için, koyun boynunu insan boynu için, koyun ğöğsünü insan göğsü için (yerine) sunacak.” (E. Dhorme. Les Religions de Babylonie et d’Assyrie. Page. 229)

İnsan ile hayvan geçişmesini, kuzey Afrika’daki latince yazılarda da buluyoruz. Burada kurban, ‘vicarius’ (vicaire) olarak adlandırılmaktadır ki, bu tam olarak ‘yerine geçen’ demektir. (a.g.e - s. 230)

Kuran’da ise ‘kurban gerdanlığı’ sözcüğü, insan-kurban geçişmesinin şekilsel bir izi olarak bulunmaktadır:

“Ey iman edenler, Allah'ın (koyduğu dini) işaretlerine, haram aya, (Allah'a hediye edilmiş) kurbana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beyt-i Haram'a yönelmiş kimselere (tecavüz ve) saygısızlık etmeyin. ”

Kuran'ın burada saygı gösterilmesini istediği ve gerçek anlamı daha Muhammed zamanında sislere gömülmüş olması gereken 'kurban gerdanlığı', sonraları ‘kurbanın süslenmesi’ olarak devam etmiştir. Bu ‘kurban süsleme’ işlemi gerçekte, bireyin (aidi olduğu toplum birimin) kimlik belirlenim sembollerinin (renk, totem, damga vb. biçiminde) kendi yerine, kendi adına ve kendi olarak kurban ettiği hayvana taktığı araçlardan başka bir şey değildir.

13.04.2004


NOTLAR...

(*1) Gelgelelim, ünlü AnaBritannica’nın kurban sunma kurumunun kökeni anlamaya ilişkin tavsiyeleri hala ‘kurgusal’ alanda dolanmaya devam etmektedir:

“İnsanın kutsal gerçekliğe ilişkin deneyiminin bir görünümü olarak kurbanın dinsel bilinçte derin kökleri vardır. Bu nedenle kurban geleneğinin olası kökenleriyle ilgili her önerme, dinin kökenleriyle ilgili önermeler gibi büyük ölçüde kurguya dayanmak zorundadır. ”
(Cilt 14, sayfa 72)

Kurbanın ve eski toplumun bir çeşit yasal düzenlenmesi olan dinin kökenini cehalette, düşler ve korkular dünyasında aramaya pek meraklı 20. yüzyıl bilim dünyasının genel eğilimini de ifade eden bu tavsiye eski toplumun, dolayısıyla yeni toplumun gerçek ilişki yasalarınının anlaşılmasının önünü tıkamaktan başka bir işe yaramaz. Nitekim, AnaBritannica okurunu ‘kurgulara’ yönelten tavsiyelerinin sonucunun ne olduğununu da peşi sıra büyük bir içtenlikle ve kibarca itiraf etmektedir:

“Özellikle E.B. Taylor, W. Robertson Smith ve J. G. Frazer'ın bu konudaki araştırmaları kurban geleneğinin anlaşılmasına büyük katkılarda bulunmuş, ama doyurucu sonuç vermemiştir. ”

(*2) Kuran’ın 7. yüzyılda hala, insan ‘ölü eti yemekten’ bahseden sözlerini tarihsel bir tanıklık sayabiliriz:

‘Ey iman edenler... Sizden biriniz, kardeşinin ölü (halindeki) etini yemek ister mi hiç? Demek tiksindiniz! O halde Allah' tan korkun, çünkü Allah, tevbeyi çok kabul edendir. Çok bağışlayıcıdır. ’
(Hucürat Suresi- 12)

* Sümer Tanrılarına Farklı Kurban Sunumu...
* 'Kurban'ın Kökeni...
* 'İlk Ürün' Örnekleri...
* Kutsal 'İlk Ürün...'
* Erkek ve Kadın Sofrası Farkı...
* Eski Toplumda Totem ve Yiyecek Ayrımı...
* Töre ve Tören Kaynakları...

***

Eski Harran’da
Sihir ve Büyü Ritüeli Olarak Kurban
Şinasi GÜNDÜZ

( Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,

Dinler Tarihi Anabilim Dalı.)

http://www.dinlertarihi.com/dergi/sayi3/sinasi.pdf

İnanan açısından sıra dışılığı, olağan üstülüğü ve bambaşkalığı ifade eden kutsal ile şu ya da bu şekilde irtibat kurma ayin ve ibadetlerin başlıca amacını oluşturmaktadır. Nitekim bu nedenle din bazı araştırıcılarca, kutsal ile ilişki kurma şeklinde tanımlamaktadır.

Dinlerin kutsal kavramıyla özdeşleştirdikleri değerlerin başında tanrı/tanrılar gelmektedir. Monoteizmden politeizme, tanrı kavramına yer veren tüm geleneklerde inanan bireylerin çeşitli amaçlar uğruna tanrısal alemle bir şekilde ilişki kurmaları oldukça önemlidir.

Tanrısal alemle ilişki kurmanın en basit yolu duadır. Sesli ya da sessizce doğrudan yakarışı ifade eden duanın yanı sıra, teemmül,tefekkür ve meditasyon gibi kalp ve nefs tezkiyesini gaye edinen dua içerikli ibadetler ve zekat, oruç ve hacda da temel amaç tanrı ile iletişim kurmadır.

Bu doğrultuda kurban da asıl itibarıyla kutsala yakınlaşmayı ve onunla -bir şekilde- iletişim kurmayı amaç edinen bir ibadettir. Bu bağlamda kurban, kurban olarak sunulan şey ile bir yönden kişinin, tanrıya olan yakarışını, ona karşı şükrünü, minnet duygusunu, günahlardan pişmanlığını ve geleceğe yönelik istek ve temennilerini dile getirirken; bir başka yönden bu vesileyle kişinin kutsala özgü gizli bilgiye/bilgilere ulaşmasını, kutsal alanla iletişim kurarak normal insanlar için sıra dışı olan güç ve yetiler elde etmesini de hedeflemektedir.

Kutsal varlıklara kurban olarak sunulan şeyler kesmek, yakmak veya kısmen kanını akıtmak tarzında herhangi bir canlı olabileceği gibi yiyecek, içecek, bitki, tahıl, tütsü, süs ve mücevherat gibi şeyler şeklinde de olabilir. Ayrıca kurban, kutsala tapınan ya da onunla irtibat kurmaya çalışan kişinin kendi vücudundan bazı organları kesmek, işlevsiz bırakmak ya da kişisel arzu ve ihtiraslarını sınırlamak suretiyle de olabilir. Eski Urfa’daki kimi ayin ve adetler bu son hususa bir olarak verilebilir. Hıristiyanlık öncesi Urfa’da (Edessa’da) tanrıça Atargatis’e tapınan bazı erkekler tanrıça için kendilerini hadım ederlerdi. Hıristiyan olan kral Abgar halk arasında yaygın olan bu adeti yasakladı.(1)

Kutsal varlıklara kurban olarak sunulan şeyler kesmek, yakmak veya kısmen kanını akıtmak tarzında herhangi bir canlı olabileceği gibi yiyecek, içecek, bitki, tahıl, tütsü, süs ve mücevherat gibi şeyler şeklinde de olabilir. Ayrıca kurban, kutsala tapınan ya da onunla irtibat kurmaya çalışan kişinin kendi vücudundan bazı organları kesmek, işlevsiz bırakmak ya da kişisel arzu ve ihtiraslarını sınırlamak suretiyle de olabilir.

Ortadoğu dinsel geleneklerinde kutsal varlıklara sunulan kurbanların en önemli işlevlerinden birisi, bunların sihir, büyü ve astroloji malzemesi olarak kullanılmalarıydı. Özellikle kurban olarak sunulan canlı varlıkların, sunum öncesinde, sunum esnasında ve sonrasında yaptıkları tavırları veya çeşitli organları incelenip yorumlanarak, bunlardan gerek büyü ve sihre gerekse geleceğe yönelik çeşitli anlamlar çıkarılırdı. Bu durum, genelde birçok Ortadoğu topluluğunda görülmekle birlikte özellikle Ortaçağ yazarlarınca Harraniler olarak adlandırılan eski Harranlıların bu konudaki adet ve törenleri dikkat çekicidir. Harranlılar tanrısal varlıklara yakın olmak amacıyla onlara kurbanlar sunarlardı. Ayrıca, kurban ile kişinin ya da kişilerin talihlerinin öğrenilmesi ve çeşitli problemlerine ve sorularına cevap aranması da amaçlanırdı. Kurbanın gerek sunum esnasındaki hareketleri gerekse sunum sonrası çeşitli organları incelenerek geleceğe ilişkin yorumlamalar yapılırdı.(2)

Harranlıların en önemli ritüelleri/ayinleri arasında olan kurban törenleri ve sunakları, tanrısal varlıklara ve onları temsil eden idollere ya da suretlere sunulurdu. Ancak Ortaçağ Harranlılarının tanrılar panteonunun en tepesinde yer verdikleri yüce varlığa bu sunumlar, doğrudan takdim edilmez, kurban sunumu esnasında onun adı anılmazdı. Zira bu üstün varlık adeta Eliade’nin deus otiesus olarak tanımladığı bir üstün güç olarak düşünülürdü. Kendisine doğrudan ulaşılamayan ve tapınılamayan bu üstün varlığın aracısı olduğuna inanılan diğer tanrısal varlıklara ancak kurbanlar sunulabilirdi.

İbn Nedim’in görüşlerini rivayet ettiği Sarahsi’ye göre, Harranlıların bazıları yüce üstün gücün/yaratıcının adına kurban sunmanın kötü bir şey ve talihsizlik olacağını düşünürlerdi; zira onların düşüncesine göre yüce tanrı sadece önemli işleri yürütür, sıradan işleri ise yeryüzünün yöneticiliğini de kendilerine bıraktığı diğer aracı varlıklara bırakırdı.(3)

Harraniler ayrıca ataları için de çeşitli kurbanlar sunarlardı.(4)

Kurban törenleri rahipler tarafından yürütülür ve tören sonrası halktan para toplanırdı.(5) Kurban törenini yürüten rahip gün boyu tapınağa girmezdi.

Sarahsi’ye göre Harranlılar, ayın dört zamanında kurban sunarlardı.

Özellikle ayın 17. ve 28. günleri kurban için sıkça kullanılan

zamanlardı. Diğer kaynaklardan, Harranlıların yalnızca bu günlerde değil, neredeyse hemen her zaman kurban sunumunda bulundukları bilinmektedir.(6)

Harranlılar 7 gezegenle ilgili tanrısal varlıkları için kanlı kurban törenleri düzenlerlerdi. Örneğin, Harranlı Baba tarafından bahsedilen Azzuz tapınağı,(7) keserek ya da yakarak yapılan kurban törenleri açısından önemliydi.

Harranlıların tanrısal varlıkları için kurban ettikleri hayvanlar

arasında en çok kuzu ve koyuna rastlanırdı. Bunlar 7 gezegenle ilişkili tanrısal varlıklar yanı sıra Şamal, Saatlerin Rabbi, Kör Rab ve Haman gibi tanrılara da sunulurdu. Ayrıca Harranlıların şeytanlar için de koyun kurban ettikleri söylenmektedir.(8) Harran halkı yüce ay tanrısı Sin, Satürn, Mars ve Hermes’e sığır kurbanı da sunarlardı.

Mes’udi Harranlıların sığır kurbanı ile ilgili olarak ilginç bir adetlerini anlatır. Buna göre onlar, siyah bir öküz hazırlarlar, bunu bağlarlar ve bir kalıp tuz parçasıyla hayvanın yüzüne vurmak suretiyle onu öldürürlerdi. Bu işlem sırasında hayvanın gözlerinin dışarı fırlaması sağlanırdı.(9) Macriti’ye göre onlar Satürn için de sığır kurban ederlerdi.(10) Kurbanın böyle öldürülerek sunulması açıkça hayvanın

başta gözü olmak üzere çeşitli organlarının incelenerek büyü, sihir ve astroloji ile ilgili çeşitli yorumlamalarda bulunmaya yöneliktir.

Harranlıların bazı keçileri de kurban etmek üzere yetiştirdikleri ve bunları kutsal kabul ettikleri bilinmektedir. Bu kutsal hayvanlara hamile kadınların yaklaşmasına izin verilmezdi.(11)

Ayrıca Harranlılar horoz ve tavuk gibi kümes hayvanlarını ve pençesi olmayan kuşları da da kurban olarak sunarlardı. Özellikle Mars ve şans tanrısı olduğu düşünülen Gad, kendisine tavuk ve horoz kurban edilen tanrısal varlıklardı. Kitabul’l-Fihrist’te ilginç bir horoz kurbanı töreni

anlatılır. Buna göre, Eylül ayının 26’sında Harranlılar “iyi talihin efendisi” olarak tanımladıkları tanrısal varlığa bir kümes hayvanı sunarlardı. Bu tanrıya tazimde bulunan ya da adak adayanlar, ya yetişkin bir horoz ya da genç bir tavuk alırlar ve kanadına ucu ateşle tutuşturulan bir bez bağlardı. Bu törende, şayet hayvanın tamamı yanarsa adağın kabul edildiğine inanılırdı; yok eğer tavuk yanmadan ateş sönerse tanrının bu adağı ve kurbanı kabul etmediği düşünülürdü.(12)

Harranlılar, kurban olarak sunulan kümes hayvanlarının sol

kanadını saklarlar ve bunu tapınakta düzenledikleri sır törenleri esnasında kullanırlardı. Ayrıca bu kanadın etleri dikkatlice kemiklerinden ayıklanır ve kemikler, koruyucu muska olarak çocukların boyunlarına asılır, sıradan kadınlarca gerdanlık şeklinde kullanılır ve hamile kadınlarca bellerine asılarak taşınırdı.

Harranlılar eşek, domuz, karga ve benzeri hayvanların çeşitli organlarından amuletler de taşırlardı. Bundan başka köpek, kuzgun ve karınca gibi hayvanların kutsiyetinde de inanırlardı. Nitekim dine giriş (inisiyasyon) törenleri esnasında bu hayvanları “kardeşler” olarak anarlardı.(13)

Kurban kesimi esnasında ilgili tanrısal varlığın adı sürekli olarak anılır ve bu esnada hayvanın gözleri, ağzı ve diğer organlarının hareketleri dikkatlice incelenirdi. Hayvanın kesim öncesi, kesim sırasında ve sonrasında yaptığı hareketlerden hem geleceğe yönelik çeşitli kehanetler çıkarılır hem de tanrının kurbanı kabul edip etmediğine dair yorumlar üretilirdi. Örneğin onlar bir boğa kurban etmek istediklerinde, öncelikle onun üzerine şarap dökerlerdi. Şayet bu esnada hayvan titrerse bu hayvanın tanrı/tanrılar tarafından kabul edileceğine inanırlar, titremezse kurbanın kabul edilmeyeceğini düşünürlerdi.(14)

Kesilen kurbanın etleri konusunda Harranlıların nasıl davrandıklarına dair çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bazı kaynaklara göre onlar kurban etlerini yemezler, yakarlardı. Bazılarına göre ise onlar etleri yerler, kemikleri ve yağları yakarlardı.(15)

Diğer taraftan Harranlılar, kanın, cinlerle şeytanların yiyeceği olduğuna inanırlar ve dolayısıyla kan yiyip içen kişilerin cinlerle/şeytanlarla iletişim kuracağını düşünürlerdi. Bu nedenle, kurban edilen hayvanın kanı bir kapta dikkatle toplanır ve kurbanın eti yenirken kan da sofrada bulundurulurdu. Bu şekilde sofraya cinlerin ve şeytanların da iştirak edecekleri ve onlarla daha sonra rüyalarında iletişime geçerek onlardan gelecekle ilgili bazı bilgiler alabileceklerine inanırlardı.(16)

Eski Harranlılar bazı hayvanları yakarak kurban ederlerdi. Bu şekilde düzenlenen kurban töreni oldukça önemsenir ve bunun büyük bir sunum olduğu düşünülürdü. Bir hayvanı bu şekilde kurban etmek istediklerinde, onu, zincirlerle bağlarlar ve her tarafından diri diri ateşe verirlerdi. Kurban törenlerine ata ruhlarının da iştirak ettikleri düşünülürdü ve tören esnasında köpeklerin havlayarak bu ruhları ürkütmemeleri için bir deve kemiği pişirilerek köpeklerin önüne atılırdı.(17)

Görüldüğü gibi Eski Harran’da kurban törenleri yalnızca tanrılara tazim ve tapınma bağlamında sunulan şeyler olarak değil, aynı zamanda büyü, sihir ve astroloji amacıyla düzenlenmekteydi. Zaten Harranlılar sihir ve büyü konusunda yörede oldukça ün yapmışlardı. Öyle ki yörede herhangi bir sihir ya da büyü yapılmak istenildiğinde, Harran’da bu işle uğraşanlar aranıp bulunurdu.(18) Dolayısıylaonların kurban törenleri de bu özellikleri çerçevesinde düzenlenmekteydi.

****

1 “Suriye ve Urfa’da Tar’ata’ya tazim amacıyla kendini hadım etme adeti

vardı. Ancak Kral Abgar ihtida ettikten (Hıristiyan olduktan) sonra,

kendisini hadım eden her erkeğin elinin kesilmesini emretti. O günden

bu güne Urfa bölgesinde kimse kendini hadım etmemektedir.”

Bardaisan, The Book of the Laws of Countries, tr. H.J.W. Drijvers, Assen

1964, s. 59.

2 Bkn. Mutahhar ibn Tahir el-Makdisi, kitabu’l-bedu ve’t tarih, Paris 1899-

1919, c.4, s.23; Ebu’r-Reyhan Muhammed el-Biruni, The Chronology of

Ancient Nations, tr. C.E. Sachau, London 1879, s.188; Şemseddin Ebu

Abdullah el-Dımaşki, nukbetu’d-dehr fi acaibi’l-berri ve’l-bahr, St.

Petersburgh 1866, s.34; Ebu’l-Hasan Ali el-Mesudi, murucu’z-zeheb ve

maadinu’l-cevher, Paris 1861-1877, c.4, s.69.

3 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ed. G. Flügel, Leipzig 1872, s. 318.

4 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, s. 323.

5 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ss.323-325.

6 Bkn. İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ss.319, 322vd.

7 “Onlar Azzuz’un ortasında kurbanlar kesecekler ve sunular sunacaklar”.

F. Rosenthal, “The Prophecies of Baba the Harranian”, W.B.

Henning (ed.), A Locust’s Leg: Studies in Honour of S.H. Taqizadeh,

Lopndon 1962, s.230.

8 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ss.322-323.

9 Mes’udi, murucu’z-zeheb ve maadinu’l-cevher, c.4, ss.68-69.

10 Ebu’l-Kasım Mesleme el-Macriti, gayetu’l-hakim ve ahakku’n-neticeteyni

bi’t-takdim, Leipzig 1933, s.227.

11 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ss.318, 325.

12 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, s.323.

13 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, s.326.

14 İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, s. 325.

15 Bkn. İbnu’n-Nedim, kitabu’l-fihrist, ss.318, 322; Bar Habraeus, The

Choronography, tr. E.A.W. Budge, London 1932, s. 266; Moses

Maimonides, The Guide of the Perplexed, tr. S. Pines, Chicago 1963, s. 585;

Makdisi, kitabu’l-bedu ve’t tarih, c.4, s.23.

16 Maimonides, The Guide of the Perplexed, s.343.

17 Harranlılar her ne kadar deve kemiğini tören esnasında köpeklere yedirseler

de kendileri kesinlikle deveyi kurban hayvanı olarak kullanmazlardı.

18 Örneğin Bar Habraeus, eserinde bunun bir örneğini anlatır. Bkn. Bar

Habraeus, The Choronography, s.110.

**

8.12.2006

"Lahmuke Lahmî"


31.10.2006 
“Lahamu Lahmu” sesleriyle okunan kavramlara,Enuma Eliş’in aktardığı‘yaratılış’ versiyonunun ilk cümlelerinde rastlıyoruz.Uzmanlarımızın bu ses değerleriyle yansıttığı ve genel olarak birlikte kullanılan "Lahamu Lahmu" kavramlarının ne anlama geldiği henüz çözümlenebilmiş değildir.Bunları“kişi” veya “ejderha” biçiminde yorumlayamadığımız gibi aynı nedenle ‘cinsiyet’ bağıntısında da ele alamıyoruz.

Fakat eski toplumun ‘yaratılış’la ilgili yaklaşımını tanımak bakımından bu kavramların anlamlarının ortaya çıkarılması son derece önem taşıyor.
Eski toplumun ‘yaratılış’ ile ilgili yaklaşımı ‘var ediş’,’tanıma’,’tanımlama’ kavrayışı üzerine kurulu idi ve bunu iki veya daha çok toplum birim arasında gerçekleşen ittifak toplantıları ile sağlıyordu. Başlangıçtaki ittifak ritüellerinin insan kanı ve insan eti üzerine kurulu olduğuna dair ilahiler ve bunun devamına ilişkin kalıntılar üzerinde durmuştuk. İlk ‘tanrı’nın bizzat kendisinin iki toplum birimin ittifakı sırasında yakılarak kurban edilmiş insan olabileceğini; ruhun uçuculuğu bağıntısında da belirtmiştim.

Erken dönem ittifaklarının, kardeşleşme ile son bulabilmesi için,bu ‘kan ve et’ veya onun sonraki biçimleri olarak ‘ekmek ve içmek’ üzerinden oluşması kadar doğal bir şey yoktur. Orada,'kardeşleşme', ‘kan ve et birliği’ nin bir ürünü olarak ortaya çıkabilirdi.Bütün erken dönem tanrılarının elinde bu nedenle sadece kutsal kupalar,içki kadehleri bulunur ve bunun izlerini,günümüzün dinsel ve din dişi yaşamında,kutsal sürahiler,olimpiyat kupaları,iki devlet yetkilisinin ‘şerefe kadeh’lerinde vb. izleriz.Bu nedenle bu kaplar öylesine önemlidir ki geçende Türkiye’ye gelen İsveç kralı,yeme-içme takımlarını uçağa yükleyip Ankara’ya kadar taşıtmıştır.
Geçenlerde sayın Dr. A. Yılmaz Soyyer’in “19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK” üzerine çalışmasından bölümler yayınlamıştım. Orada,Bektaşilik geleneğinde yeri olan ve “Lahmuke lahmî” olarak seslendirilen bir kavrama rastlıyoruz.Her ne kadar sayın Soyyer, “Bektaşilik kendisidir” gibi Bektaşiliğin hem geçmiş kaynaklarını ve hem de onun sonraki dönüşme biçimlerini reddeden hatalı bir yaklaşıma sahip olsa da bu sözcüklerin Bektaşi edebiyatındaki yeri,bizi ister istemez, günümüzden 6000 yıl kadar önce gerçekleşmiş olması gereken ilk ‘yaratılış’ ritüellerinden birisine kadar taşımaktadır.

Bektaşilik yapısına devrolunmuş bu ifadeler,herhalde Semitik dillere ait değildi.Bunlar‘Sümer’ adı verilen ve aslında,erken dönem uygarlıklarını bugünkü Ortadoğu toplumlarından koparma sonucuna yol açan,topluluğun diline ait kavramlar olmalıdır.Bu ifadelerin ne anlama geldiklerinin şu ana kadar açık olarak bilinememesinde bu nokta, belki de bir neden oluşturmuştur.Sayın Soyyer, bu kavramların etimolojisini bulmak üzere biraz çalışmış olsa idi,sanırım erken yargılarda bulunmaktan kaçınma gibi daha temkinli bir tutum alabilirdi ve bu da çalışmalarımıza daha büyük katkılarda bulunabilirdi.


Gerçek anlamı,kelime kökensel olarak bilinmeyen bu kavramlara,zamanla değişik anlamlar yüklenmesi gayet doğal karşılanmalıdır.Erken dönemin “Alulim”ini,Muhammed’in damadı “Ali”yle kaynaştırabilen bir dinsel eğilimin,bu noktada da bu kavramlara “nübüvvet ve velayet” anlamı atfetmesi şaşırtıcı değil.Şunu bilmek gerekir ki kast yapısı olan bütün dinler ve dini eğilimler,bir şekilde geçmişin çizgi ve uygulamalarını bir müze koruyuculuğu (her ne kadar bizde,müzelerde eski eserler çalınır,yerine sahtesi konularak değiştirilir ise de) hassasiyetinde geçmişi bağırlarında sürdürmeye devam ederler.Bektaşilik,Musevi Levilileri,İsacı 12 havariler gibi,bir dini örgütsel kast idi ve bilgi,görgü,örgütlenme gelenekleri yönüyle,erken dönem tapınak örgütlenmesinin bir parçasını oluşturuyor olmalıydı.Zaten bu niteliğine dayanarak Osmanlının başlangıçta vazgeçilmez ordu örgütlenmesini başarabilmiştir."Ehli Beyt örgütlenmesi"nde,semitik "Beyt"-"Bit" kavramının doğrudan doğruya "Sümer" E-ev kavramının tercümesi olarak ortaya çıktığını; Egal'in "büyük ev" anlamıyla tapınak tanımı olduğunu; Ekaliyet'in 'Arapça' olduğunu ileri İ.Ortaylı'nın tarih bilgisinin bu noktada yeterli olmadığını belirtmiştim.Musevilerin E-hal kavramının 'Sümer' köklerine sayın Çığ da dikkat çekiyor.Bütün bunlar,Ehli Beyt'in,erken tapınak örgütlenmesiyle ve bu örgütlenmede yer alan dini kast ile ilgili olduğunu göstermeye yeter.


Bu dini kastın, erken dönem tapınaklarında,insan kurban yetiştirme ödeviyle de yükümlü olduğunu anlamak için;'kurban olmak','kurban edilmek' biçimindeki ‘çileli yol'a ve yetiştirilen bu çilekeşlerin Bektaşi kabul merasimlerine,yayınladığım bölümlerde, daha yakından bir göz atmak da yeterli olacaktır.Bektaşi-Alevi ve Hristiyan inancında 'kurban' kavram ve anlayışının derinliği,ilgili dinlerin başlangıç kaynaklarının erken Akado Sümer dönemlerine değin uzandığını ve bu dönemin ittifaklarının gereği olan insan kurban edimleriyle ilişkili olduğunu gösteriyor.İsa'yı İsa yapan onun "bütün insanlık adına" kurban olmak üzere yetiştirilmiş ve kendini kurban sunmuş olma motifidir.Oysa 'tanrı' veya 'oğlu' olduğuna göre, başka tür çözümleri olabilmeliydi.Görürüz ki aslında onu tanrılaştıran,temsil ettiği 'insanlık' namına(buradaki 'insan'lık şimdiki genel anlamında değildir) kurban edilmiş olması ediminin kendisidir.Bu bakımdan,ölen krallarına 'o tanrılaştı’ diyen;tanrılaşmayı ölümle birlikte de ele alan Hitit geleneği,hiç de 'saçmalıklar' üretmek istediği için böyle söylemiş değildir.Tanrı kavramı ,kurban edilmiş ilk insan görevlilerin soyutlanmış tanımı olarak şekillenmiş görünüyor.

Bu çerçevede varlık sürdüren eski toplumda Lahmu lahamu ifadesi, tanıyabildiğimiz en erken ittifak toplantılarının,topluluklar arasında “et ve kan” birliğini sağlama kuralının,ritüelinin tanımı olarak ortaya çıkmış bir tanımlama kavramı olarak görünüyor.Öyle ki bizzat Lahmu lahamu,tanrıların,sonraki An-sar ve Kisar’ın oluşabilmesine de yol açmıştır.Söz konusu kavramlar bir ritüel tanımının özlü ifadesi gibi..


Bütün bu kavramlar,Enuma Eliş’in yeni bir yorumla ortaya konulmasında,bize son derece gerekli olacaklardır ve eski toplumun gerçek ilişkilerinin anlaşılmasına olduğu kadar,bu ilişkilerin sonradan bozulmuş anlatımları olan dinlerin kökenlerinin açıklanabilmesinde de büyük önem taşıyacaklardır.
****
19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK
Dr. A. Yılmaz Soyyer
AKADEMİ KİTABEVİ -Ağustos, 2005
Dinler Tarihi Araştırmaları, 3
“Dervişlik çileli bir yoldur. Bir Bektaşî el yazmasına göre derviş ve ailesi dert ehli olup, dervişin cismi Allah korkusundan zayıf düşmüş, yüzü sararmıştır. (SK-İİH-1243/33.a)
Bu çileli yolun başlangıcını ise Muhammed-Ali anlayışı oluşturmaktadır. Bektaşî dervişine “Lahmuke lahmî… =etim etidir, kanım kanıdır*….” şeklinde Bektaşî kaynaklarında yer alan hadise dayanarak “Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin tek nefis” olduğu öğretilmektedir. “Lahmuke lahmi” ile kastedilen nübüvvet ve velayet sırrıdır. Nübüvvet Hz. Muhammed’indir, imamet ve velâyet Hz.Ali’nindir. Çünkü o ilmin kapısı, müşküllerin çözümüdür. Herkes onun ilmine muhtaçtır. O masumdur, bu yüzden imamet onundur. (SK-İİH-1243/34.a)”
***
Adı yokken göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları (tatli su) Abzu’dan
Anaları (tuzlu su) Tiamat’a
Sular akıp bir oluyordu.
Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar
Görülmemişti öbek öbek kamışlar
Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha
Ad konmamıştı hiçbir şeye
Alına kader damgası vurulmamıştı daha
Saptandı sonra tanrılar
Lahmu Lahamu yapıldı ardından
Zaman akıp gidiyordu durmadan
Belirlendi sonraki Ki-Sar,An- Sar
Günleri düzeltip ayarladılar **
***
Enuma Elis
XIIIe siècle avant J-C.
“Lorsque Là-haut le ciel n'était pas encore nommé,
Et qu'Ici-bas la terre ferme n'était pas appelée d'un nom,
Seuls Apsû-le premier, (eaux douces) leur progéniteur, et Tiâmat, (eaux salées) leur génitrice à tous,
mélangeaient ensemble leurs eaux :

Ni bancs de roseaux n'y étaient encore agglomérés,
Ni cannaies n'y étaient discernables.
Des dieux nul n'était encore apparu,
ils n'étaient ni appelés de noms ni lotis de destins.

Alors d'Apsu et de Tiamat, dieux des eaux, dans la vase précipitée, Lahmu Lahamu ont émergé et leurs noms fut prononcés.”
****

(*) ‘demuke demî’ kan kana,
‘lahmî lahmuke’ et ete,
‘cismuke cismî’ ceset cesede,
‘ruhuke ruhî’ can cana ....

http://www.hbektas.gazi.edu.tr/dergi/31_35_yazilar/sayi_33/23tasgin.htm
"Şeyh Sâfî eydür ki: “Bir talip bir talip ile musahip olup ama ara yerlerinde ‘senin’ ‘benim’ demesi olsa o talipler musahiplikten düşer. Lâkin ikrarı özlemez. O ikrarı kendilere hasım ve ahirette davacı olur ve davacı olsa gerektir. Bahusus musahip olan kimsenin birbirinden ayrı yeri olmamalıdır” diye buyurdu.
Şeyh Sadreddin eydür ki: “Yâ Şeyh, sen buyurdun ki musahip olanda ayrı yer olmaz. Öyle olsa ‘demuke demî, lahmuke lahmî, cismuke [17b] cismî’ olmalıdır. Ama Muhammed Mustafa ve Aliyü’l-Mürteza hazretleri musahip oldular. Lakin Fatıma Muhammed’in kızıdır. Öyle olunca ne minval üzere olur?”
Şeyh Sâfî eydür ki: “Yâ Şeyh, evvelâ Muhammedü’l-Mustafa Aliyyü’l-Mürteza hazretleri kerremellâhu vechehu ve Fatıma ananın üçü, zat bir nurdur. Evvelde bir, ahiri de bir olunca onun hikmetine karışmak olmaz.
İmdi talip olan ‘demuke demî’ kan kana, ‘lahmî lahmuke’ et ete, ‘cismuke cismî’ ceset cesede, ‘ruhuke ruhî’ can cana katıp birliğe yetmeyince musahip olmaları sahih değildir. Encâmı hakkı aldatmış olurlar” diye cevap verdi.
Şeyh, “Belî haktır” dedi.
Şeyh Sadreddin eydür: “Bir talip er kardeş ile musahip olmak, erkân mıdır? Belî”
Şeyh Sâfî eydür: “Belî erkândır. Ama kız kardeşiyle musahip [18a] ama ‘lahmuke lahmî’ kavline ve gerek tasdik kavle gelince razı olmaz. ‘İnkâr’ diye ona derler.
‘Münafık’ odur ki bu dâire-i ayn-ı cem derûnunda olan sırları ifşâ edip ara yerde söz gezdirir. ‘Münafık’ diye ona derler.
‘Merdut’ odur ki evvelâ ‘haktır’ diye ikrar eder, badehu ikrarına sahib-i kadem olmaz, ikrarından döner, ‘merdut’ diye ona derler.
‘Yezid’ odur ki hiçbir nesneden haberi yoktur, ‘Yezid’ diye ona derler.”
Şeyh Sâfî buyurdu.
Şeyh Sadreddin, “Belî haktır” dedi."

(**)Enuma Eliş’in yeni bir yorum temelinde tercüme edilmesi henüz başarılmış değildir.Şu anda,ayrıntıları fazla önemsemeden,farklı çözümlere dayanılarak yapılmış tercümelerle yetinmek zorundayız.

**
31.10.2006

"Sümer"ce de "Yıldız","Dünya","Adam "Çizimlerinin Anlamları

Aşağıda, incelemelerimiz bakımından büyük önemi olan, üç temel kavrama ait olarak, "Sümer" adı verilen topluluğun erken dönem çizim örnekleri bulunuyor.
"Gök","Yer" ve "insan" sözcüklerinin başlangıçtaki anlamlarını tanımak bakımından bunların doğru yorumunun ne kadar önemli olduğu açıktır.
Bay Kramer tarafından, bu noktada,"gök-yıldız-tanrı" ve "adam-insan" çizimine ilişkin yapılmış yorumları ele almıştım. Onun "yıldız" dediği çizimin, başlangıç dönemi anlamının "yıldız" olmadığı ve olamayacağını belirtmiştim.

"Stilize adam" dediği çizimin ise keyfiye turu ile olan ilişkilerine değinmiş; bunun erken dönem erkek baş örtüsü ile ilgili olduğunu;"Sümer"lerin "Karabaşlı"lar olarak nitelenmesinin, günümüzde "Kızılbaş" ifadelerinin;su andaki Ortadoğu kutsal erkek giysilerinde keyfiye türlerinin hala çok önemli olduğunu belirtmiştim. Keyfiye türü başörtüsü,aynı zamanda eski toplumun 'kutsal renkleri' ile de bağıntılı idi ve topluluklar ile onların aidi olan insanların belirlenim araçlarından biriydi.

Daha sonra "Yer","Dünya" anlamı kazanmış olarak yoluna devam edecek olan, aşağıdaki ikinci çizim için bay Kramer, bir yerde, fazla kaygılanmadan "yeryüzünün resmidir" diye açıklama yaparken, bir diğer eserinde ise "Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor." diye itirafta bulunur. Bu çizimin "yer","dünya" anlamını nasıl verebildiği üzerine hiçbir şekilde anlaşma sağlanmış değildir.

Bir çizimin, giderek bir anlam-içerik kazanmış olması,  çizimin ilk halinin bu sonradan kazanılmış içeriği anlatmasını zorunlu kılmaz. Bu çizim, başlangıçta, "somun ekmeği"ni ifade etmek üzere ortaya çıkmış görünüyor. Hem "somun" kavramı, hem 'yaratılış'ın ilk anlarında, "yer"in "gök"ten ayrılmasının "fırınlarda ekmek pişirilmesi" ile sağlanıyor olduğunu anlatan ilahiler, hem de bütün tanrısal kutsal sofraların "kutsal ekmek" uygulamasını sürdürüyor olması,bu tezi destekleyen kanıtlardan bir bölümüdür.

Hititlere ait olarak "ekmek yeme, su içme" deyiminin kutsal dine bağlı kalma anlamına geldiğinden bahsetmiştim."Ekmek ve şarap",mayalı-mayasız, tuzlu, tuzsuz ekmek Musevi ve Hristiyanlığın hala "kutsal sofra"larının baş tacıdır ve bunun yiyicilerinin yemeden önce tanrıdan bağışlanma ('pardon') ve şükür dileklerini ifade etme geleneği, eski toplumun insan kurban edimleriyle çok ilgilidir. İsa'cılığın İsa'nın etini 'kutsal ekmek'le;İsa'nın kanını "kutsal şarapla" eşitlemesi de,insan eti-ekmek;insan kanı-şarap geçişmesini ortaya koyuyor.

Bu tür noktaları ilerletmeden,şimdiki kutsal dinlerin de en temel kavramları olan,eski toplumun "yer","gök","tanrı" ,"insan" gibi kavramlarının erken dönem içeriklerini meydana çıkarmadan,"din üzerine","eski toplum" üzerine ve dolayısıyla şimdiki toplum üzerine konuşma ve derin 'teorik' yazılar,bütün parlak,anlaşılmaz derinlikteki yanlarına karşın ,içerik bakımından son derece boş kalmaya devam edecektir.

"http://img.blogcu.com/uploads/toplumvetarih_tanriyeradam.jpg" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.

SAMUEL NOAH KRAMER

Sümer Mitolojisi

Kabalcı 2001 s .190

1. Bir yıldız resmidir; bu aslında Sümerce an, "gök" sözcüğünü
simgeler. Bununla birlikte aynı işaret dingir, "tanrı" sözcüğünü göstermek için de kullanılmıştır.
2. Ki, "yer" sözcüğünü simgeler. İşaretin yorumu hala tartışmalı
olmakla birlikte, yerin resminin yapılmaya çalışıldığı açıktır.
3. İnsan gövdesinin üst kısmının az çok uyarlanmış resmi olabilir; lu, "insan" sözcüğünü simgeler.
***
SAMUEL NOAH KRAMER

Tarih Sümer’de Başlar.

TTK Basım evi Ankara 1990 s .309
1. Bir yıldız resmi. Sümerce an, « gök »,dingir « tanrı » anlamına gelir.
2. Ki, « yer ». Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor.
3. Lu « adam ».Resim stilize edilmiş; insanın üst kısmı olmalı.
***
31.10.2006

"Sümer"ce de "Yıldız","Dünya","Adam"Çizimlerinin Anlamları

Aşağıda, incelemelerimiz bakımından büyük önemi olan, üç temel kavrama ait olarak, "Sümer" adı verilen topluluğun erken dönem çizim örnekleri bulunuyor.
"Gök","Yer" ve "insan" sözcüklerinin başlangıçtaki anlamlarını tanımak bakımından bunların doğru yorumunun ne kadar önemli olduğu açıktır.
Bay Kramer tarafından, bu noktada,"gök-yıldız-tanrı" ve "adam-insan" çizimine ilişkin yapılmış yorumları ele almıştım. Onun "yıldız" dediği çizimin,başlangıç dönemi anlamının "yıldız" olmadığı ve olamayacağını belirtmişim.
"Stilize adam" dediği çizimin ise keyfiye turu ile olan ilişkilerine değinmiş; bunun erken dönem erkek baş örtüsü ile ilgili olduğunu;"Sümer"lerin "Karabaşlı"lar olarak nitelenmesinin, günümüzde "Kızılbaş" ifadelerinin; şu andaki Orta doğu kutsal erkek giysilerinde keyfiye türlerinin hala çok önemli olduğunu belirtmiştim. Keyfiye türü baş örtüsü,aynı zamanda eski toplumun 'kutsal renkleri' ile de bağıntılı idi ve topluluklar ile onların aidi olan insanların belirlenim araçlarından biriydi.

Daha sonra "Yer","Dünya" anlamı kazanmış olarak yoluna devam edecek olan, aşağıdaki ikinci çizim için bay Kramer,bir yerde,fazla kaygılanmadan "yeryüzünün resmidir" diye açıklama yaparken,bir diğer eserinde ise,"Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor." diye itirafta bulunur.Bu çizimin "yer","dünya" anlamını nasıl verebildiği üzerine hiçbir şekilde anlaşma sağlanmış değildir.

Bir çizimin, giderek bir anlam-içerik kazanmış olması, çizimin ilk halinin bu sonradan kazanılmış içeriği anlatmasını zorunlu kılmaz. Bu çizim, başlangıçta, "somun ekmeği"ni ifade etmek üzere ortaya çıkmış görünüyor.Hem "somun" kavramı,hem 'yaratılış'ın ilk anlarında, "yer"in "gök"ten ayrılmasının "fırınlarda ekmek pişirilmesi" ile sağlanıyor olduğunu anlatan ilahiler,hem de bütün tanrısal kutsal sofraların "kutsal ekmek" uygulamasını sürdürüyor olması,bu tezi destekleyen kanıtlardan bir bölümüdür.

Hititlere ait olarak "ekmek yeme, su içme" deyiminin kutsal dine bağlı kalma anlamına geldiğinden bahsetmiştim."Ekmek ve şarap",mayalı-mayasız, tuzlu,tuzsuz ekmek Musevi ve Hristiyanlığın hala "kutsal sofra"larının baş tacıdır ve bunun yiyicilerinin yemeden önce tanrıdan bağışlanma ('pardon') ve şükür dileklerini ifade etme geleneği,eski toplumun insan kurban edimleriyle çok ilgilidir. İsa'cılığın,İsa'nın etini 'kutsal ekmek'le; İsa'nın kanını "kutsal şarapla" eşitlemesi de ,insan eti-ekmek; insan kanı-şarap geçişmesini ortaya koyuyor.

Bu tür noktaları ilerletmeden,şimdiki kutsal dinlerin de en temel kavramları olan,eski toplumun "yer","gök","tanrı" ,"insan" gibi kavramlarının erken dönem içeriklerini meydana çıkarmadan,"din üzerine","eski toplum" üzerine ve dolayısıyla şimdiki toplum üzerine konuşma ve derin 'teorik' yazılar,bütün parlak,anlaşılmaz derinlikteki yanlarına karşın ,içerik bakımından son derece boş kalmaya devam edecektir.






Eski Toplumda 'tarih'..


30.10.2006

“Zaman” konusunun ,eski toplumda,iki toplum birim arasindaki karsilikli rotasyonel duzenin bir parçasi olarak,çok daha dikkatle ele alinmaya baslandigini dusunmemiz için nedenler var.

Eski toplumun ‘yaratilis’ anlatimlarinin bir versiyonu olan Enuma Elis’in daha ilk satirlarinda, “tatli su’ ve “tuzlu su” toplumlarinin kendi tanri’larini yaratmalarindan

hemen sonra ‘yaratilan’ kurumlar ,

Lahmu-Lahamu ve

Zaman”di ve bunlara bagli olarak da

“Yeri'n Sar’i”(Ki-sar),”Gok’un Sar’i”(An-sar) varedilmisti:

Adı yokken göğ'ün daha

Yer'in daha adı yokken

Babaları (tatli su) Abzu’dan

Anaları (tuzlu su) Tiamat’a

Sular akıp bir oluyordu.

Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar

Görülmemişti öbek öbek kamışlar

Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha

Ad konmamıştı hiçbir şeye

Alına kader damgası vurulmamıştı daha

Saptandı sonra tanrılar

Lahmu Lahamu yapıldı ardından

Zaman akıp gidiyordu durmadan

Belirlendi sonraki Ki-Sar,An- Sar

Günleri düzeltip ayarladılar

***

''Kırallığın ...'si gökten indirildikten sonra,

Yüce taç ve kırallık tahtı gökten indirildikten sonra,

O, ayinleri ve yüce tanrısal yasaları uyguladı ,

...kutsanmış yerde beş kent kurdu,

Onlara ad verdi,

İbadet merkezlerini aralarında bölüştürdü

Bu kentlerden birincisini, Eridu'yu, Nudimmud'a,

(Dhorm: “insan'ın yaratıcısı”na) öndere verdi

İkincisini, Badtibira'yı, ....'ya verdi,

Üçüncüsünü, Larak'ı, Endurbilhursag'a verdi,

Dördüncüsünü, Sippar'ı, yiğit Utu'ya verdi,

Beşincisini, Şuruppak'ı, Sud'a verdi.

Kentlere adlarını verdi,

İbadet merkezlerini bölüştürdü….''

Tufan Öncesi (Lam Abubi)

(Larsa-Nippur Listesi)

Kırallar

Şehir

Yıl

A-lu-lim

Nun-ki (Eridu ?)

8 Sar=
28 800

A-la(l)-gar

Nun-ki

10 Sar=
36 000

En-me-en-lu-an-na

Bad-tabira

12 Sar=
43 200

En-me-en-gal-an-na

Bad -tabira

8 Sar=

28 800

Dumuzi

Bad -tabira

10 Sar=
36 000

En-Sib-zi-an-na

Larak (Uruk ?)

8 Sar=
28 800

En-me-en-dur-an-na

Sippar

5 Sar+5Ner=
21 000

Ubar du du

Şuruppak(Uruffak)

5 Sar+1 Ner=
18 600

(« Toplam 8 Kral,5 şehir,241 000 sene.

Tufan oldu,Tufan’dan sonra kıraliyet gökden yeniden gönderildi.»)


Rahip Berose Listesi

Kırallar

Şehir

Yıl

Aloros/ Oannès

Babil

36. 000

Alaparos

Babil

10. 800

Amelon

Pantibibla

46. 800

Ammenon

Pantibibla

43. 200

Megalaros

Pantibibla

64. 800

Daonos

Pantibibla

36. 000

Euedorachos

Pantibibla

64. 800

Amempsinos

Larak

36. 000

Opartes

Larak

28. 800

Xisuthros (Sisithus, Sisutros)

Supuppak

64. 800

Toplam 431 200 sene.

**



« u—ul-li-a-ta numun-e-a-ta u-bi-a»

« tohumun çıktıgı en eski zamandan beri »

***

« Enlil,

Sumer ulkesinin tohumunun topraktan cikmasi icin,

yer’den gog’u ayirmak icin,

yer’den gog’u ayirmaya karar verdi. »

***

“Gok, yerden ayrıldıktan sonra

Yer, gokten ayrıldıktan sonra

İnsana ad konduktan sonra

An, gogu alıp goturdukten sonra

Enlil ,yeri alıp goturdukten sonra..”

***