8.12.2006

"Lahmuke Lahmî"


31.10.2006 
“Lahamu Lahmu” sesleriyle okunan kavramlara,Enuma Eliş’in aktardığı‘yaratılış’ versiyonunun ilk cümlelerinde rastlıyoruz.Uzmanlarımızın bu ses değerleriyle yansıttığı ve genel olarak birlikte kullanılan "Lahamu Lahmu" kavramlarının ne anlama geldiği henüz çözümlenebilmiş değildir.Bunları“kişi” veya “ejderha” biçiminde yorumlayamadığımız gibi aynı nedenle ‘cinsiyet’ bağıntısında da ele alamıyoruz.

Fakat eski toplumun ‘yaratılış’la ilgili yaklaşımını tanımak bakımından bu kavramların anlamlarının ortaya çıkarılması son derece önem taşıyor.
Eski toplumun ‘yaratılış’ ile ilgili yaklaşımı ‘var ediş’,’tanıma’,’tanımlama’ kavrayışı üzerine kurulu idi ve bunu iki veya daha çok toplum birim arasında gerçekleşen ittifak toplantıları ile sağlıyordu. Başlangıçtaki ittifak ritüellerinin insan kanı ve insan eti üzerine kurulu olduğuna dair ilahiler ve bunun devamına ilişkin kalıntılar üzerinde durmuştuk. İlk ‘tanrı’nın bizzat kendisinin iki toplum birimin ittifakı sırasında yakılarak kurban edilmiş insan olabileceğini; ruhun uçuculuğu bağıntısında da belirtmiştim.

Erken dönem ittifaklarının, kardeşleşme ile son bulabilmesi için,bu ‘kan ve et’ veya onun sonraki biçimleri olarak ‘ekmek ve içmek’ üzerinden oluşması kadar doğal bir şey yoktur. Orada,'kardeşleşme', ‘kan ve et birliği’ nin bir ürünü olarak ortaya çıkabilirdi.Bütün erken dönem tanrılarının elinde bu nedenle sadece kutsal kupalar,içki kadehleri bulunur ve bunun izlerini,günümüzün dinsel ve din dişi yaşamında,kutsal sürahiler,olimpiyat kupaları,iki devlet yetkilisinin ‘şerefe kadeh’lerinde vb. izleriz.Bu nedenle bu kaplar öylesine önemlidir ki geçende Türkiye’ye gelen İsveç kralı,yeme-içme takımlarını uçağa yükleyip Ankara’ya kadar taşıtmıştır.
Geçenlerde sayın Dr. A. Yılmaz Soyyer’in “19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK” üzerine çalışmasından bölümler yayınlamıştım. Orada,Bektaşilik geleneğinde yeri olan ve “Lahmuke lahmî” olarak seslendirilen bir kavrama rastlıyoruz.Her ne kadar sayın Soyyer, “Bektaşilik kendisidir” gibi Bektaşiliğin hem geçmiş kaynaklarını ve hem de onun sonraki dönüşme biçimlerini reddeden hatalı bir yaklaşıma sahip olsa da bu sözcüklerin Bektaşi edebiyatındaki yeri,bizi ister istemez, günümüzden 6000 yıl kadar önce gerçekleşmiş olması gereken ilk ‘yaratılış’ ritüellerinden birisine kadar taşımaktadır.

Bektaşilik yapısına devrolunmuş bu ifadeler,herhalde Semitik dillere ait değildi.Bunlar‘Sümer’ adı verilen ve aslında,erken dönem uygarlıklarını bugünkü Ortadoğu toplumlarından koparma sonucuna yol açan,topluluğun diline ait kavramlar olmalıdır.Bu ifadelerin ne anlama geldiklerinin şu ana kadar açık olarak bilinememesinde bu nokta, belki de bir neden oluşturmuştur.Sayın Soyyer, bu kavramların etimolojisini bulmak üzere biraz çalışmış olsa idi,sanırım erken yargılarda bulunmaktan kaçınma gibi daha temkinli bir tutum alabilirdi ve bu da çalışmalarımıza daha büyük katkılarda bulunabilirdi.


Gerçek anlamı,kelime kökensel olarak bilinmeyen bu kavramlara,zamanla değişik anlamlar yüklenmesi gayet doğal karşılanmalıdır.Erken dönemin “Alulim”ini,Muhammed’in damadı “Ali”yle kaynaştırabilen bir dinsel eğilimin,bu noktada da bu kavramlara “nübüvvet ve velayet” anlamı atfetmesi şaşırtıcı değil.Şunu bilmek gerekir ki kast yapısı olan bütün dinler ve dini eğilimler,bir şekilde geçmişin çizgi ve uygulamalarını bir müze koruyuculuğu (her ne kadar bizde,müzelerde eski eserler çalınır,yerine sahtesi konularak değiştirilir ise de) hassasiyetinde geçmişi bağırlarında sürdürmeye devam ederler.Bektaşilik,Musevi Levilileri,İsacı 12 havariler gibi,bir dini örgütsel kast idi ve bilgi,görgü,örgütlenme gelenekleri yönüyle,erken dönem tapınak örgütlenmesinin bir parçasını oluşturuyor olmalıydı.Zaten bu niteliğine dayanarak Osmanlının başlangıçta vazgeçilmez ordu örgütlenmesini başarabilmiştir."Ehli Beyt örgütlenmesi"nde,semitik "Beyt"-"Bit" kavramının doğrudan doğruya "Sümer" E-ev kavramının tercümesi olarak ortaya çıktığını; Egal'in "büyük ev" anlamıyla tapınak tanımı olduğunu; Ekaliyet'in 'Arapça' olduğunu ileri İ.Ortaylı'nın tarih bilgisinin bu noktada yeterli olmadığını belirtmiştim.Musevilerin E-hal kavramının 'Sümer' köklerine sayın Çığ da dikkat çekiyor.Bütün bunlar,Ehli Beyt'in,erken tapınak örgütlenmesiyle ve bu örgütlenmede yer alan dini kast ile ilgili olduğunu göstermeye yeter.


Bu dini kastın, erken dönem tapınaklarında,insan kurban yetiştirme ödeviyle de yükümlü olduğunu anlamak için;'kurban olmak','kurban edilmek' biçimindeki ‘çileli yol'a ve yetiştirilen bu çilekeşlerin Bektaşi kabul merasimlerine,yayınladığım bölümlerde, daha yakından bir göz atmak da yeterli olacaktır.Bektaşi-Alevi ve Hristiyan inancında 'kurban' kavram ve anlayışının derinliği,ilgili dinlerin başlangıç kaynaklarının erken Akado Sümer dönemlerine değin uzandığını ve bu dönemin ittifaklarının gereği olan insan kurban edimleriyle ilişkili olduğunu gösteriyor.İsa'yı İsa yapan onun "bütün insanlık adına" kurban olmak üzere yetiştirilmiş ve kendini kurban sunmuş olma motifidir.Oysa 'tanrı' veya 'oğlu' olduğuna göre, başka tür çözümleri olabilmeliydi.Görürüz ki aslında onu tanrılaştıran,temsil ettiği 'insanlık' namına(buradaki 'insan'lık şimdiki genel anlamında değildir) kurban edilmiş olması ediminin kendisidir.Bu bakımdan,ölen krallarına 'o tanrılaştı’ diyen;tanrılaşmayı ölümle birlikte de ele alan Hitit geleneği,hiç de 'saçmalıklar' üretmek istediği için böyle söylemiş değildir.Tanrı kavramı ,kurban edilmiş ilk insan görevlilerin soyutlanmış tanımı olarak şekillenmiş görünüyor.

Bu çerçevede varlık sürdüren eski toplumda Lahmu lahamu ifadesi, tanıyabildiğimiz en erken ittifak toplantılarının,topluluklar arasında “et ve kan” birliğini sağlama kuralının,ritüelinin tanımı olarak ortaya çıkmış bir tanımlama kavramı olarak görünüyor.Öyle ki bizzat Lahmu lahamu,tanrıların,sonraki An-sar ve Kisar’ın oluşabilmesine de yol açmıştır.Söz konusu kavramlar bir ritüel tanımının özlü ifadesi gibi..


Bütün bu kavramlar,Enuma Eliş’in yeni bir yorumla ortaya konulmasında,bize son derece gerekli olacaklardır ve eski toplumun gerçek ilişkilerinin anlaşılmasına olduğu kadar,bu ilişkilerin sonradan bozulmuş anlatımları olan dinlerin kökenlerinin açıklanabilmesinde de büyük önem taşıyacaklardır.
****
19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK
Dr. A. Yılmaz Soyyer
AKADEMİ KİTABEVİ -Ağustos, 2005
Dinler Tarihi Araştırmaları, 3
“Dervişlik çileli bir yoldur. Bir Bektaşî el yazmasına göre derviş ve ailesi dert ehli olup, dervişin cismi Allah korkusundan zayıf düşmüş, yüzü sararmıştır. (SK-İİH-1243/33.a)
Bu çileli yolun başlangıcını ise Muhammed-Ali anlayışı oluşturmaktadır. Bektaşî dervişine “Lahmuke lahmî… =etim etidir, kanım kanıdır*….” şeklinde Bektaşî kaynaklarında yer alan hadise dayanarak “Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin tek nefis” olduğu öğretilmektedir. “Lahmuke lahmi” ile kastedilen nübüvvet ve velayet sırrıdır. Nübüvvet Hz. Muhammed’indir, imamet ve velâyet Hz.Ali’nindir. Çünkü o ilmin kapısı, müşküllerin çözümüdür. Herkes onun ilmine muhtaçtır. O masumdur, bu yüzden imamet onundur. (SK-İİH-1243/34.a)”
***
Adı yokken göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları (tatli su) Abzu’dan
Anaları (tuzlu su) Tiamat’a
Sular akıp bir oluyordu.
Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar
Görülmemişti öbek öbek kamışlar
Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha
Ad konmamıştı hiçbir şeye
Alına kader damgası vurulmamıştı daha
Saptandı sonra tanrılar
Lahmu Lahamu yapıldı ardından
Zaman akıp gidiyordu durmadan
Belirlendi sonraki Ki-Sar,An- Sar
Günleri düzeltip ayarladılar **
***
Enuma Elis
XIIIe siècle avant J-C.
“Lorsque Là-haut le ciel n'était pas encore nommé,
Et qu'Ici-bas la terre ferme n'était pas appelée d'un nom,
Seuls Apsû-le premier, (eaux douces) leur progéniteur, et Tiâmat, (eaux salées) leur génitrice à tous,
mélangeaient ensemble leurs eaux :

Ni bancs de roseaux n'y étaient encore agglomérés,
Ni cannaies n'y étaient discernables.
Des dieux nul n'était encore apparu,
ils n'étaient ni appelés de noms ni lotis de destins.

Alors d'Apsu et de Tiamat, dieux des eaux, dans la vase précipitée, Lahmu Lahamu ont émergé et leurs noms fut prononcés.”
****

(*) ‘demuke demî’ kan kana,
‘lahmî lahmuke’ et ete,
‘cismuke cismî’ ceset cesede,
‘ruhuke ruhî’ can cana ....

http://www.hbektas.gazi.edu.tr/dergi/31_35_yazilar/sayi_33/23tasgin.htm
"Şeyh Sâfî eydür ki: “Bir talip bir talip ile musahip olup ama ara yerlerinde ‘senin’ ‘benim’ demesi olsa o talipler musahiplikten düşer. Lâkin ikrarı özlemez. O ikrarı kendilere hasım ve ahirette davacı olur ve davacı olsa gerektir. Bahusus musahip olan kimsenin birbirinden ayrı yeri olmamalıdır” diye buyurdu.
Şeyh Sadreddin eydür ki: “Yâ Şeyh, sen buyurdun ki musahip olanda ayrı yer olmaz. Öyle olsa ‘demuke demî, lahmuke lahmî, cismuke [17b] cismî’ olmalıdır. Ama Muhammed Mustafa ve Aliyü’l-Mürteza hazretleri musahip oldular. Lakin Fatıma Muhammed’in kızıdır. Öyle olunca ne minval üzere olur?”
Şeyh Sâfî eydür ki: “Yâ Şeyh, evvelâ Muhammedü’l-Mustafa Aliyyü’l-Mürteza hazretleri kerremellâhu vechehu ve Fatıma ananın üçü, zat bir nurdur. Evvelde bir, ahiri de bir olunca onun hikmetine karışmak olmaz.
İmdi talip olan ‘demuke demî’ kan kana, ‘lahmî lahmuke’ et ete, ‘cismuke cismî’ ceset cesede, ‘ruhuke ruhî’ can cana katıp birliğe yetmeyince musahip olmaları sahih değildir. Encâmı hakkı aldatmış olurlar” diye cevap verdi.
Şeyh, “Belî haktır” dedi.
Şeyh Sadreddin eydür: “Bir talip er kardeş ile musahip olmak, erkân mıdır? Belî”
Şeyh Sâfî eydür: “Belî erkândır. Ama kız kardeşiyle musahip [18a] ama ‘lahmuke lahmî’ kavline ve gerek tasdik kavle gelince razı olmaz. ‘İnkâr’ diye ona derler.
‘Münafık’ odur ki bu dâire-i ayn-ı cem derûnunda olan sırları ifşâ edip ara yerde söz gezdirir. ‘Münafık’ diye ona derler.
‘Merdut’ odur ki evvelâ ‘haktır’ diye ikrar eder, badehu ikrarına sahib-i kadem olmaz, ikrarından döner, ‘merdut’ diye ona derler.
‘Yezid’ odur ki hiçbir nesneden haberi yoktur, ‘Yezid’ diye ona derler.”
Şeyh Sâfî buyurdu.
Şeyh Sadreddin, “Belî haktır” dedi."

(**)Enuma Eliş’in yeni bir yorum temelinde tercüme edilmesi henüz başarılmış değildir.Şu anda,ayrıntıları fazla önemsemeden,farklı çözümlere dayanılarak yapılmış tercümelerle yetinmek zorundayız.

**
31.10.2006

"Sümer"ce de "Yıldız","Dünya","Adam "Çizimlerinin Anlamları

Aşağıda, incelemelerimiz bakımından büyük önemi olan, üç temel kavrama ait olarak, "Sümer" adı verilen topluluğun erken dönem çizim örnekleri bulunuyor.
"Gök","Yer" ve "insan" sözcüklerinin başlangıçtaki anlamlarını tanımak bakımından bunların doğru yorumunun ne kadar önemli olduğu açıktır.
Bay Kramer tarafından, bu noktada,"gök-yıldız-tanrı" ve "adam-insan" çizimine ilişkin yapılmış yorumları ele almıştım. Onun "yıldız" dediği çizimin, başlangıç dönemi anlamının "yıldız" olmadığı ve olamayacağını belirtmiştim.

"Stilize adam" dediği çizimin ise keyfiye turu ile olan ilişkilerine değinmiş; bunun erken dönem erkek baş örtüsü ile ilgili olduğunu;"Sümer"lerin "Karabaşlı"lar olarak nitelenmesinin, günümüzde "Kızılbaş" ifadelerinin;su andaki Ortadoğu kutsal erkek giysilerinde keyfiye türlerinin hala çok önemli olduğunu belirtmiştim. Keyfiye türü başörtüsü,aynı zamanda eski toplumun 'kutsal renkleri' ile de bağıntılı idi ve topluluklar ile onların aidi olan insanların belirlenim araçlarından biriydi.

Daha sonra "Yer","Dünya" anlamı kazanmış olarak yoluna devam edecek olan, aşağıdaki ikinci çizim için bay Kramer, bir yerde, fazla kaygılanmadan "yeryüzünün resmidir" diye açıklama yaparken, bir diğer eserinde ise "Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor." diye itirafta bulunur. Bu çizimin "yer","dünya" anlamını nasıl verebildiği üzerine hiçbir şekilde anlaşma sağlanmış değildir.

Bir çizimin, giderek bir anlam-içerik kazanmış olması,  çizimin ilk halinin bu sonradan kazanılmış içeriği anlatmasını zorunlu kılmaz. Bu çizim, başlangıçta, "somun ekmeği"ni ifade etmek üzere ortaya çıkmış görünüyor. Hem "somun" kavramı, hem 'yaratılış'ın ilk anlarında, "yer"in "gök"ten ayrılmasının "fırınlarda ekmek pişirilmesi" ile sağlanıyor olduğunu anlatan ilahiler, hem de bütün tanrısal kutsal sofraların "kutsal ekmek" uygulamasını sürdürüyor olması,bu tezi destekleyen kanıtlardan bir bölümüdür.

Hititlere ait olarak "ekmek yeme, su içme" deyiminin kutsal dine bağlı kalma anlamına geldiğinden bahsetmiştim."Ekmek ve şarap",mayalı-mayasız, tuzlu, tuzsuz ekmek Musevi ve Hristiyanlığın hala "kutsal sofra"larının baş tacıdır ve bunun yiyicilerinin yemeden önce tanrıdan bağışlanma ('pardon') ve şükür dileklerini ifade etme geleneği, eski toplumun insan kurban edimleriyle çok ilgilidir. İsa'cılığın İsa'nın etini 'kutsal ekmek'le;İsa'nın kanını "kutsal şarapla" eşitlemesi de,insan eti-ekmek;insan kanı-şarap geçişmesini ortaya koyuyor.

Bu tür noktaları ilerletmeden,şimdiki kutsal dinlerin de en temel kavramları olan,eski toplumun "yer","gök","tanrı" ,"insan" gibi kavramlarının erken dönem içeriklerini meydana çıkarmadan,"din üzerine","eski toplum" üzerine ve dolayısıyla şimdiki toplum üzerine konuşma ve derin 'teorik' yazılar,bütün parlak,anlaşılmaz derinlikteki yanlarına karşın ,içerik bakımından son derece boş kalmaya devam edecektir.

"http://img.blogcu.com/uploads/toplumvetarih_tanriyeradam.jpg" grafik dosyası hatalı olduğu için gösterilemiyor.

SAMUEL NOAH KRAMER

Sümer Mitolojisi

Kabalcı 2001 s .190

1. Bir yıldız resmidir; bu aslında Sümerce an, "gök" sözcüğünü
simgeler. Bununla birlikte aynı işaret dingir, "tanrı" sözcüğünü göstermek için de kullanılmıştır.
2. Ki, "yer" sözcüğünü simgeler. İşaretin yorumu hala tartışmalı
olmakla birlikte, yerin resminin yapılmaya çalışıldığı açıktır.
3. İnsan gövdesinin üst kısmının az çok uyarlanmış resmi olabilir; lu, "insan" sözcüğünü simgeler.
***
SAMUEL NOAH KRAMER

Tarih Sümer’de Başlar.

TTK Basım evi Ankara 1990 s .309
1. Bir yıldız resmi. Sümerce an, « gök »,dingir « tanrı » anlamına gelir.
2. Ki, « yer ». Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor.
3. Lu « adam ».Resim stilize edilmiş; insanın üst kısmı olmalı.
***
31.10.2006

"Sümer"ce de "Yıldız","Dünya","Adam"Çizimlerinin Anlamları

Aşağıda, incelemelerimiz bakımından büyük önemi olan, üç temel kavrama ait olarak, "Sümer" adı verilen topluluğun erken dönem çizim örnekleri bulunuyor.
"Gök","Yer" ve "insan" sözcüklerinin başlangıçtaki anlamlarını tanımak bakımından bunların doğru yorumunun ne kadar önemli olduğu açıktır.
Bay Kramer tarafından, bu noktada,"gök-yıldız-tanrı" ve "adam-insan" çizimine ilişkin yapılmış yorumları ele almıştım. Onun "yıldız" dediği çizimin,başlangıç dönemi anlamının "yıldız" olmadığı ve olamayacağını belirtmişim.
"Stilize adam" dediği çizimin ise keyfiye turu ile olan ilişkilerine değinmiş; bunun erken dönem erkek baş örtüsü ile ilgili olduğunu;"Sümer"lerin "Karabaşlı"lar olarak nitelenmesinin, günümüzde "Kızılbaş" ifadelerinin; şu andaki Orta doğu kutsal erkek giysilerinde keyfiye türlerinin hala çok önemli olduğunu belirtmiştim. Keyfiye türü baş örtüsü,aynı zamanda eski toplumun 'kutsal renkleri' ile de bağıntılı idi ve topluluklar ile onların aidi olan insanların belirlenim araçlarından biriydi.

Daha sonra "Yer","Dünya" anlamı kazanmış olarak yoluna devam edecek olan, aşağıdaki ikinci çizim için bay Kramer,bir yerde,fazla kaygılanmadan "yeryüzünün resmidir" diye açıklama yaparken,bir diğer eserinde ise,"Bunun yer resmi olması lazım ama yorumlama olmuyor." diye itirafta bulunur.Bu çizimin "yer","dünya" anlamını nasıl verebildiği üzerine hiçbir şekilde anlaşma sağlanmış değildir.

Bir çizimin, giderek bir anlam-içerik kazanmış olması, çizimin ilk halinin bu sonradan kazanılmış içeriği anlatmasını zorunlu kılmaz. Bu çizim, başlangıçta, "somun ekmeği"ni ifade etmek üzere ortaya çıkmış görünüyor.Hem "somun" kavramı,hem 'yaratılış'ın ilk anlarında, "yer"in "gök"ten ayrılmasının "fırınlarda ekmek pişirilmesi" ile sağlanıyor olduğunu anlatan ilahiler,hem de bütün tanrısal kutsal sofraların "kutsal ekmek" uygulamasını sürdürüyor olması,bu tezi destekleyen kanıtlardan bir bölümüdür.

Hititlere ait olarak "ekmek yeme, su içme" deyiminin kutsal dine bağlı kalma anlamına geldiğinden bahsetmiştim."Ekmek ve şarap",mayalı-mayasız, tuzlu,tuzsuz ekmek Musevi ve Hristiyanlığın hala "kutsal sofra"larının baş tacıdır ve bunun yiyicilerinin yemeden önce tanrıdan bağışlanma ('pardon') ve şükür dileklerini ifade etme geleneği,eski toplumun insan kurban edimleriyle çok ilgilidir. İsa'cılığın,İsa'nın etini 'kutsal ekmek'le; İsa'nın kanını "kutsal şarapla" eşitlemesi de ,insan eti-ekmek; insan kanı-şarap geçişmesini ortaya koyuyor.

Bu tür noktaları ilerletmeden,şimdiki kutsal dinlerin de en temel kavramları olan,eski toplumun "yer","gök","tanrı" ,"insan" gibi kavramlarının erken dönem içeriklerini meydana çıkarmadan,"din üzerine","eski toplum" üzerine ve dolayısıyla şimdiki toplum üzerine konuşma ve derin 'teorik' yazılar,bütün parlak,anlaşılmaz derinlikteki yanlarına karşın ,içerik bakımından son derece boş kalmaya devam edecektir.