9.10.2008

Totem Hayvan-Bitki Dönemi Kavramları...

Eski Akado-sammaru tabletlerindeki ekonomik veriler veya bir erkek ile kadın arasındaki evlilik-boşanma kayıtları, tapınaklara sunulan hayvan kurban veya insan (kadın, erkek, çocuk) listelerinin incelenmesi büyük önem taşıyor. Erken Mezopotamya tarihini incelerken, toplum birimler arasındaki ticaret ve barış anlaşma kayıtlarına dayandığımız gibi, ilgili topluluklarının ilahiler yoluyla aktardıkları bilgilere de dayanılması gerekmektedir.

Fakat hiç kuşkusuz, dinsel metinlere de dayanma bilimsel bir temelde olmalı. Bu ise, dini kayıtların, eski Mezopotamya topluluklarının arkeolojik verilerle de saptanmış gerçek tarih iskeletine oturtularak ele alınması demektir. Bu nedenle de, dini yazın, tablet kayıtlarındaki kavramlar ve bu ilahileri aktaran eski toplumun kendilerini ve çevrelerini algılama ve anlatma tarzları çözümlemeksizin, tam olarak anlaşılamaz.

Günümüzde Hıristiyan dünya, İsa’ya ‘kuzu’ demekle, İsa’nın bilinen dişi koyundan doğan bir hayvan türünü anlatmış olmuyor elbette. Bunun gibi, eski ilahilerde, diyelim ki, ‘Yer’, ‘Gök’ gibi kavramlar kullanıldığında, onlar şimdi bilinen anlam veya içeriğiyle ‘Yer’ ve ‘Gök’ü anlatmış olmuyorlardı. Dinsel literatürde, eski toplumun gerçek deyimleri, eski toplumun gerçek uygulama ve ilişki tarzları, tarih’e doğru karıştıkça, soyutlanma süreci geçirir. Eski Ahit, eğer, « Cin-melek-ejderha toplulukları İnsan’oğlu kızlarına âşık oldular ve onlarla evlendiler, onlara ejderha çocuk doğurttular.. » anlamında bir tarih aktarıyorsa, toplulukların ve bu toplulukların ilişki biçimine ait bu tanımlama biçimlerini, üçüncü sınıf bir rahip veya imam gibi yorumlamak gerekmiyor.

Bu alanlarda çalışan bilim adamlarımızın en temel yanılgıları, geçmiş Mezopotamya tarihini çeşitli yönleriyle aktaran eski tablet çözümlemelerini, o bölgede yaşanmış ve arkeolojik bulgularla da saptanmış gerçek bir toplumsal tarih iskeletine oturtarak ele alamamakla başlıyor. Onlara göre, eski tablet anlatımları, matematik hesapları yapıldığında gerçeği yansıtırlar, ama dünyayı ve toplulukları anlattıklarında ise “hayal mahsulü”, “kurgu”, “tasarım” vb. gibi “düşünsel”-“düşsel” alanın ürünleridir!

Böyle bir yaklaşım sonucunda, ister istemez, bu uzmanlarımız, ilahilerde “Gök” denildiği zaman şimdiki Gökyüzünü; “Yer” denildiği zaman da şimdiki Yeryüzünü anlıyorlar. Fakat bu görüş açısının, artık temelden değiştirilmesinin vakti gelmiştir.


Eğer biz, eski ilahilere, üzerinde şimdi torunları yaşayan gerçek Mezopotamya topluluklarının bir tür “tarih aktarım biçimi” olarak bakma yeteneği gösterebilirsek, ‘Gök’, ‘Yer’, ‘Yer altı’ gibi, ‘düşsel’ sanılan ifade veya kavramların, Mezopotamya’da çok gerçek coğrafi bölgelere denk düştüğünü anlayabiliriz. Çünkü bu tür temel kavramlar, ilahi metinlerinde, daima çok somut ritüellerle birlikte ele alınmaktaydılar. Bu nedenle de, “Gök” ve “Yer”, genellikle ‘fırında ekmek pişirmek’ ile, ‘tapınaklarda ekmek yemek’ ile, ‘koyun, keçi, kuzu oğlak yaratmak’ ile, ‘bitki tohumları meydana getirmek’ ile birlikte ifade edilirler.

Mesela ,ilahilerde aktarılan eski toplum,
« Yer ve Gök’ü birbirinden 'ayırmak'…”
istediğinde, bu “işlemi” bir ritüel konusu olarak ele alır ve “Yer ile Gök”ün ayrıştırılmasını sağlayan olayın “… kutsal mekânlarda ekmek pişirilmesi, ekmek yenilmesi » olduğunu açıklar. Dolayısıyla burada bir ritüelin söz konusu edildiği ve “Yer” ile “Gök”ün iki temel topluluğu ve coğrafi alanı ifade ediyor olduğu fark edilmeliydi.

Bu noktada, günümüzde bile, Hıristiyan-Musevi ayin araçlarından biri olarak kullanılan 'ekmeği' ('yaşam yiyeceği’ni) hesaba katmak; ilahi anlatımlarını ve kavramlarını, toplu ayin-ritüel eylemi ile ilişkilendirmek; bu tür anlatımların eski tarihte bir toplu anlaşmayı, “ahd”i, “akid”i, “alliance”ı, “ittifak”ı tanımladığını saptamak gerekli idi. Hitit metinlerinde de, “ekmek yiyin, (su) (şarap) için”, “ekmek ve tuz'a bağlı kalın” anlamındaki kalıpsal deyimlerin, doğrudan doğruya “ayin yapın”, “dine bağlı kalın” anlamlarına geldiğinden bahsetmiştik.

Eski ilahiler, "Yer'i Gök’ten, Gök’ü Yer'den ayırmak" için 'ekmek yemekten' bahsediyorlarsa, burada bir dinsel bir ayin'i anlamak ve dolayısıyla "Gök topluluğu" ile "Yer-Toprak-Dünya topluluğu" arasındaki (bu temel ayrım, Kuran’da da “İnsan ve Cin toplulukları” haliyle ikili bir tarzda devam eder…) bir ‘ortak ayin’i düşünmek gerekli idi. Bu bilgiler ışığında ilahileri yeniden okuduğumuzda, onlarda farklı noktalar keşfetmeye başlarız:

“Geçmiş günlerde,
Geçmiş uzak günlerde,
Geçmiş gecelerde,
Geçmiş uzak gecelerde,
Gerekli her şey var edildikten sonra,
Gerekli her şey emredildikten sonra
Tapınaklarda ekmek yendikten sonra
Fırınlarda ekmek piştikten sonra,
Gök, Yer’den ayrıldıktan sonra,
Yer, Gök’ten (uzaklaştıktan) sonra,
İnsan’a ad verildikten sonra,
An, Gök’ü aldıktan sonra,
Enlil, Yer’i aldıktan sonra
Ereşkigal’e ölüler diyarı (Yer Altı) verildikten sonra.”

Bu ilahide kullanılan ‘Gök’ ve ‘Yer’ kavramları, şimdi anlaşılan anlamdaki ‘Gök’ ve Yer’i anlatmıyordu; iki farklı toplum birimin bir tanım tarzı, coğrafi bir belirlenim kavramı, Kuzey (yukarı) Mezopotamya ve Güney (aşağı) Mezopotamya olarak kullanılıyordu. Bu bakımdan orada ‘Göksel kıraliyet’ten bahsedildiği zaman, çok somut olarak Mezopotamya’daki bir topluluğun öteki topluluk üzerindeki egemenliği dile getirilmiş oluyordu.

Buradaki "Göksel topluluk" (şimdi ona Semavi topluluk deniyor!) topluluk, geniş anlamıyla Ateş, Güneş, Gök, Sema, Hava tapımcısı topluluklardan başkası değildi. Günümüzde onların gerçek kalıntılarının kim olduklarını görmek için, bugünkü Mezopotamya'ya bakmak yeterlidir aslında. Zaten, eskiye ilişkin bu bağlantıları, İncil’lerde incelediğimiz “Gök’ten yaratılmış İnsan” ile “Yer'den yaratılmış İnsan” kalıpları içinde somut olarak tanımaya ve tanıtmaya çalışıyoruz.

Bu nedenlerle, örneğin "berdel evlilik" ilişkisinin söz konusu olduğu erken dönemde, Eski Ahit’te yer aldığı gibi,
«Göksel varlıklar İnsanoğlu kızları ile evleniyorlar» ise, buna karşılık,
«İnsanoğlu erkekleri de » herhalde, karılığa, «Göksel Hurri, Nanna, Peri »leri alıyor olmalıydılar.

Doğal olarak bu «Göksel Hurri, Nanna, Peri »ler, şimdi anlaşılan anlamda “ruhsal”,”düşsel”, “yok'sal” yaratıklar değildiler; çok somut olarak, anlamları zamanla birbiri içine de geçen, ateş, güneş, gök, hava, nefes... kültüne ait, Hurrit, Asurit, Hitit, Arî… gibi toplulukların tanım biçimleri ve o topluluklara ait kadınları ifade etme kavramlarıydı.

Mezopotamya toplumlarında, “Gök” topluluklarını veya “Tanrısal yaratıkları”, asıl olarak, kırmızı, beyaz, mavi renk sembolleriyle ifade edilmiş olarak da görüyoruz.

Buna karşılık 'Yer' kavramı ile ifade edilen, günümüzde bile kendini genellikle 'kara' renk ile sembolize etmiş olan toplulukların tanımlarıydı ki, zaten onlara ilişkin temel bilgilere ve “karabaşlılar”ın torunlarının varlıklarına şimdi de sahibiz. “Gök” ve “Yer” olarak ifade edilen bu iki temel topluluk arasında, zaman içinde ortaya çıkan yeni düzenlemeler ile sentez topluluk yapıları şekillenmiş olsa da, Mezopotamya kaynaklı dinlerde bu “iki temel eğilim”in kalıntıları, farklı vurgularla, günümüze değin ulaşmıştır.

Sayın M.İ. Çığ, “Tufan” ile ilgili bölümleri de kapsayan Kramer kitabını bizzat kendisi çevirmiş ve fakat kendi çevirdiği bu kitaplarda anlatılan haliyle “Tufan” denilen ritüellerin tanımlanışı üzerinde yeterince düşünme gereğini bile pek hissetmişe benzemiyor. Kramer’in, maalesef, çok satan kitap yaratma amacına yönelik motiflerle süslü ve abartılı, insan bilimden uzak yorumlarını fazlasıyla kabul etmiştir. «Tufan » ile ilgili olarak, bu anlatımın "Sümer" versiyonu, tabletlerin bizzat sayın M.İ. Çığ tarafından yapılan çevirisinde şöyle aktarılıyordu:

Tufan………
Sonra Nintu…gibi ağladı,
Saf İnanna, halkı için ağıt yaptı,
Enki kendi kendine danıştı,
An, Enlil, Enki ve Ninhursag…
Göğ’ün ve Yer’in tanrıları
An ve Enlil'in adını söylediler

Sonra Ziusudra, kıral....nin paşişu....dı,
Bir koca......yaptı.
Alçak gönüllü, itaatli, saygılı o...
Her gün dikkat ederek, devamlı o...
Her türlü rüyayı ortaya koyarak o...
Göğü ve yeri anarak o...
..... tanrılar bir duvar..
Ziusudra, onun yanında durarak dinledi.
« Sol tarafımdaki duvarda durarak,
Duvardan sana bir söz söyleyeceğim, sözümü tut .
Kulak ver benim söylediklerime
Bizden….. bir tufan kült merkezlerini kaplayacak,
İnsanlığın tohumunu yok ederek
Tanrılar Meclisinin sözü, kararıdır
An ve Enlil'in emreden sözüyle
Krallığı, hükümdarlığı son bulacaktır.. »

(Tarih Sümer’de Başlar, s.131, S. N. Kramer, çeviren M.İ.Çığ
TTK Basımevi, Ankara- 1990)

Biraz daha farklı vurgularla çevrilmesi mümkün olan bu anlatımda, sayın M.İ.Çığ’ın, şimdi Karadeniz tsunamilerinde, uzak Asya çöllerinde falan aradığı güya “doğa” olayı ‘bilimsel Tufan’ ile « kült merkezlerini kaplayan » diye tercüme ettiği, önce Tapınaklarda başlamış olan, bir takvim değeri içinde hareket eden, 6 veya 7 gün süren, tamamen organize edilmiş bir ritüel olarak «Tufan» tanımları arasında en küçük bir ilişki bulunabilir mi?

Sayın Çığ’ın tercümesinde « kült merkezleri»nde başlayıp gerçekleşen bu 'Tufan', artık biliyoruz ki, eski Tapınaklarda toplu olarak gerçekleşmiş olan insan kurbanlı törenlerden; eski Kıyamet’lerden; öteki yönüyle de, şimdiki toplumların ‘bayram’larından ve fakat önemli olanlarından, sadece birisi idi.

Ayrıntılarını, gelişme, dönüşme sürecini incelediğimiz bu somut insan kurban edilen ve yamyamlıkla tamamlanan bu ritüeller, zamanla, yorumlarda, 'doğal sel' biçimli «Nuh Tufan’ı» halini almıştı.

Fakat bu “Tufan”lar, bazı « dağ »ların başına demirleyen «gemiler» ile ilişkili olarak anlatılsa da, eski dini yazılar, ‘gemi’ ve ‘su taşkını’ bir Tufan olarak yorumlasalar da , yazılı metinlerde, gemi’den değil, ‘ark’, ‘arca’, küp, tabut, sal ( Arca, Arche, Arc) falan gibi anlamlardaki bir kelime köküne bağlı kavramlar kullanırlar. “Tufan” bir ‘Sel’ olarak anlaşılır ama, metinlerde bu kavramlar, «su taşkını» olarak değil (mesela 'inondation', inundatio.. denilmez), su taşkınıyla ilgili olmayan ve "çark-ı felek" düzeninde yönetimin el değiştirme sistemini anlatan türdeki ifade kökleriyle ('deluge' olarak) yazılmaya devam edilir.

Dinleri algılama tarzı ile dini kavramlar arasındaki dönüşüm sürecindeki bu farklılaşmayı, dinlerin gelişme sürecinin incelenmesi sırasında görmüştük; örneğin, eski kayıtların “yok'tan var'etmeyi” ifade etmedikleri halde, sonraki torunların "exnihilio yaratılış" biçimindeki modern yorumlara ulaşmaları olgusunu incelerken de ele almıştık. Tanrı-tanımaz, ateist bilim adamlarının, bu noktada da, ilahiyat düzlemiyle buluşmaları da ilginçtir. Mesela Tufan’ı biri “doğa olayı sel taşkını”, öteki ise ilahisel “cezalandırma sel taşkını” (Tanrıların neden ille de “su’da boğarak öldürme” biçimli bir tanrısal çözüme başvurmuş oldukları ise onların “sır”larıdır! ) olayı olarak ifade ederlerken de, bu sessiz ittifak yeniden ortaya çıkar.

Bu tür yaklaşımlarla gerçek ve yaşanmış bir «Summer » tarihi anlatılabilir mi?

«Summer»lerin «İnanna-Dumuzi»leri, hayali kahramanlar olmaktan çıkarılarak, eski Mezopotamya topluluklarının gerçek yapılanması ve işleyiş düzenindeki yerlerine oturtulabilir mi?

İlgili ilahilerimizin sağlam, derinleştirilmiş çalışmalar yoluyla yeniden kurgulanması, bize, 6–8 bin yıllık, Mezopotamya gerçek tarihinin hiç olmazsa ana çizgilerini verecektir.

Bunların ise, insanbilim bakımından ne büyük bir kazanç olacağı ortada...

KUTSAL TUFAN ANLATIMLARI-1
TUFAN KAVRAMLARI
TUFAN BULGULARI...
TUFAN SONUÇLARI...
Hayvan Kurban ve Bitki Sunu'lardan 'insanlık'a-9

http://toplumvetarih.blogcu.com/554525/
http://toplumvetarih.blogcu.com/1280924/
http://toplumvetarih.blogcu.com/1151844/
Sumer-Babil ilahi parçalari ('siirler'..)-1