26.9.2006
DİLBİLİMİN VE DİNBİLİMİN BAZI TEMEL SORUNLARI
Gerek eski toplumu,gerek simdiki modern toplumu,onlara iliskin kurum ve kavramlari incelerken, bilim dunyamizda bazi temel onyargilardan yola çikmak ve bu onyargilari gelecek nesillere oldugu gibi aktarmaya çabalamak gibi degistirilmesi son derece guç aliskanliklar bulunuyor.
Ornegin,Kutsal kitaplarin yazili metinlerinde 'yoktan varedis' uzerine açik bir ifade bulunmadigini ele almistik.Bu yonde hiç bir açik ifade bulunmuyor.Boyle bir iddia, Harun Yahya siteleri turunden olanlarda yer aliyor daha çok,gunumuzde*... Ister inançli,ister inançsiz herhangi bir bilim adamimiz,kutsal kitaplarin "yoktan varedis" sozcuklerini açikca kullanan,dinsel metinlerin diger içeriksel anlatimlariyla "yoktan varetme" sozcuklerinin dogrulanabilecegi bir metin gosterebilirler mi?Mumkun oldugunca dikkatle okumaya çalistigim Eski Ahit,Incil ve Kuran'da boyle bir açik ifadeyi bulamamis olmam,bu tezimizi hakli gosteriyor...
Buna karsin,hepimiz,kutsal kitaplari,onlarda boyle bir ifade varmis gibi ele aliyoruz:dinsel yazindaki ifadeleri, ilgili dinlerin bugun geldigi noktadaki yorum duzeyini temel alarak okumak yani kavramlarda bulunmayani varsaymak gibi bir davranis gosteriyoruz.Bu,kismen bilim dunyasina ait bir sorumluluk içerdigi kadar,daha çok,kavramlarin içerik degistirme surecine bagli objektif bir durumdan kaynaklanmaktadir.
Insanoglu garip bir varlik.Atalarinin olusturdugu dine inanmaya inanirlar ama,onu,onlarin soylediklerini degil,soylemediklerini temel alarak yaparlar...
'Tanrinin ruhu sularda dalgalaniyordu' diye baslayan, 'sulari' yaratmayi hiç dusunmeyen bir din anlatimi nasil olur da, 'yokluktan' yaratma tezine oturabilir? Boyle bir seyi ne miraslarina kondugumuz halde burun buyukluguyle onlara her turlu yaftayi asmakta beis gormedigimiz, Mezopotamya toplumlari savunmustu,ne de onlarin yazilarini,ilahilerini surduren simdiki dinler. 'Yoktan varedis',sadece sonraki nesillerin kurgusunda var olmustu ve kurguya inanmanin gucunu insan toplumunda bir kez daha,butun boyutlariyla goruruz.Bu,açiklanmasi gereken,ve fakat ustesinden gelinmesi hiç de kolay olmayan insan ve din psikolojisi ile ilgilidir ve ben çalismalarimda simdilik,mumkun oldugunca,bu alandan uzakta,yazinsal iliskiler uzerinden yurumeye ozen gosteriyorum.Bu noktada içi bos parlak sozler etmektense,son derece dogal yapisi içinde eski toplumu ve onun kavrayis duzeyini yansitan yazili belgeleri ele almak,çok daha yararli bir tartisma zemini ortaya çikariyor.
Eski dini ilahiler,6000 yil kadar onceki toplumda,durmadan Tufan'lar oldugunu yazarlar.Bunlar, 'beyazin ustune siyah' yazilar degildir ama,binlerce yila dayanmis kil tabletler uzerine kazinmis çok açik ifadelerdir...Kis mevsimine iliskin 'soguk' Tufan'i,bahar mevsimine iliskin,'sel' Tufan'i,bu topluluklarin 6 aylik donemsel yasamlarinin ayrilmaz parçasidir.
Gelgelelim,bir kez,nasil olmussa,Eski Ahit'te '4o gun sularin yukseldigi,40 gun alçaldigi',gerçeklestigi tarihi bile belli olan bir insan kurban ritueli,Nuh'a '3 katli gemi' yaptirilarak aktarilmistir ve o gun bugundur ,tarihte tek bir 'Tufan' tanimi olarak beyinlere kazinmistir.Ilahiyatçilarimiz kadar tanri tanimaz bilim adamlarimiz da,bu kavramla neredeyse hemfikir olmuslardir.Tek fark,bunu ilahiyatçi tanriya yaptirirken,tanritanimaz olanlarin doga'ya yaptirmasidir.
Fakat, Suleyman peygamberin Kudus tapinaginin onune dökme tunçtan yaptirdigi on arşın çapında, beş arşın derinliğinde, çevresi otuz arşın olan yuvarlak 'havuz kazan'in orada ne aradigi gibi bir soruyu kimse kendisine sormamistir.Bu kazana neden 'deniz' denildigini, 'tuz'un hiristiyanlik için neden oylesine onemli bir vaftiz araci oldugu gibi sorulari da... Kuran'da Muhammed'in,Tufan'a iliskin neden bir geminin kazaninin kaynamasindan bahsetmis olabilecegi de dikkat çekmemistir..
Eger bu yonde sorular baslasa idi,Eski Ahit'in uç katli gemisini,ozel olarak 'uç odali' yaptirilan bu Kudus tapinaginda aramak; 'geminin yuzdugu denizleri' Tapinagin onundeki 'deniz havuzunda' bulmak belki daha oncelerden mumkun olabilirdi...
Butun bunlar,eski toplumda son derece yaygin olan insan kurban rituellerinin ve artik kutsallasmis yamyamligin araçlari;ortak ittifak toplantilarinin kaçinilmaz tamamlayicilari idi.
Bugun yuzmilyonlarca insanin inanç temeli olan 'kutsal topraklar'in neden kutsal oldugu sorusunu da sorulmamistir.. Bunca insanin 'kutsal toprak' inancinin merkezinde bulunan Kudus'un isim kaynaklari uzerinde bile bir açiklik bulunmuyor olmasi,garip degil mi? Bu sehirin adinin neden 'Ruhul Kudus' veya neden 'Sion',neden Jarusalem,neden Beytu'l-Mukddes , El-Kuds oldugunu kendine sormadan,onun kutsalligina inanci surdurmeye devam etmek,inanc'in insan toplumundaki ozelliklerini gormek bakimindan çok çarpicidir.
Bilim dunyamizdaki durum keske biraz daha degisik olsaydi.Ne var ki,gozumuzu açtigimizda var oldugu saptadigimiz bazi olgularin kaynaklari hakkinda sorma gucunu kendimizde pek bulamayiz.Ornegin,bir dizi dil ailesi oldugunu bilir;bu dillerin var olan hallerini incelemeye çalisiriz ama, Hind-Ari-Avrupa dil toplulugunda ,dilsel yapinin neden 'erkek', 'disi' ve 'cinsiyetsiz' kelimelere dayaniyor oldugu sorusunu sormayiz.Diller var olan halleriyle kabul edilir ama ,dilin bu yapilanma tarzinin eski toplumun yapilanma tarzi ile bir ilgisi olup olmadigi gibi bir soru simdilik gundeme alinmamistir.Oysa bu nokta da onemlidir.Hitit dili uzerine yaptigi çalismalariyla taninan bay Hrozny,çalismalari içerisinde Hitit dili ile slav diller arasindaki baglantilara dogru da ilerlemisti ve yasadigi donemde dil uzerine de çalisan Maresal Stalin bu noktayla oldukça ilgilenmisti. B.Hrozny'nin bu konulardaki arastirmasini derinlestirmesi dilegini aktardigi ozel mektubu Archive Orieantalni'de** yayinlanmistir.
Insanbilim alaninda çalisma surduren bilim adamlarimiz,eski toplumun yiyecek/içeceklerinde de bir 'cinsiyet' ayrimi var oldugunu epeydir saptamislardi.Cinsiyet ayrimi,eski toplumda her alanda saptanabilir.Genel olarak,o topluluga ait yaratilisda da,o topluluk ya bir disi-erkek hayvandan,veya disi-erkek ozellige burunen bir bitkiden dogmus oluyordu.Bir kadini,ayni zamanda 'guvercin','piliç', 'fistik' gibi tanimlarla ifade edebilmek ,sadece bugunku insanin muazzam yaraticiligindan degil elbette.Eski Babil ve oncesi donem tabetleri inceledigimizde de,bu hayvan ve bitki atalari tek tek saptamak olanakli.Zaten hemen her hayvan veya bitki,bir tanri olarak sekilleniyordu.Havva anamizin,daha yaratilir yaratilmaz, bir sey hariç herseyin yenilip içilmesi serbest olan cennette,ustelik 'gozleri daha kapali' iken nasil olup da 'elma'yi buldugunu dusunursek,bitki-meyvelerin onemini anlariz.Hitit tanrisi, 'ben tohumu kendisinde olan meyveyim' dediginde,bu kavramlarla, 5500 yil kadar oncesine ait toplum birimler arasinda karsilikli evlilik ve urun mubadelesi uzerine oturan bir ittifaka ait sozcuklerle konusmus oluyordu.
Eski Yunan doga felsefesi,sonraki materyalizmin ilk çekirdekleri olarak,butun varliklarin onlardan turedigi 'su', 'deniz', 'ates/hava', 'toprak' gibi 'arkhe'leri ileri surdugunde,gerçekten de,materyalizme temel mi atmis oluyor? Ilginç bir varsayimdir bu...Cunku,simdi artik,genel boyutlariyla gordugumuz gibi,eski Yunan 'maddeci'liginin bu çikis kavramlari,butun din felsefesinin de çikis kavramlaridir.Daha dogrusu,eski Yunan doga felsefeciliginin kavramlari,ne bir eksik,ne bir fazla,oldugu gibi,en eski Yaratilis anlatimlarinin kavramlarina dayanir.Erken donem yaratilis anlatimlarinda,tanrilarin yaratilmasindan once,sadece , 'tatli su', 'tuzlu su','ates/gunes/hava', 'toprak' bulundugunu gormustuk.Simdi artik biliyoruz ki,eski dinlerin baslangiçtaki çikis kavramlari, materyalizmin de çikis kavramlaridir.Lenin'in 'materyalizm'le odullendirdigi eski Yunan bilgelerinin 'sonmeyen ates' kavrami,Ahura Mazdaciligin da,Eski Ahit'in de en temel kavramlarindan birisidir.Yeni Papa'miz,Eski Ahit'e dayanarak, 'Tanrının yanan çalıdan açık edilen gizemli adı'ndan bahsettigi zaman,iste bu 'ates' olarak,sonmeyen ates haliyle bir tanridan bahsetmektedir. 'Ates'in,hem idealizmin ve hem de materyalizmin ortak bir kavrami olarak ele alinabilmesi surecini incelemenin ne denli heyecanli bir yolculuk gerektirdigi ortada.Ve bu noktalar bilinmeden "Papa'ya cevap"larin, 'eski Yunan doga felsefeciligi'nin yerli yerine oturtulamayacagi da...
Eski toplumun simdiki toplumdan 'uzakligi'nin,felsefeden dinbilimine kadar, ne sekilde algilanmasi gerektigi,yillardir anlamaya çalistigim bir konu.Sorunun bu yanini da ele almak,umalim ki,faydali olacaktir..
*****
(*) Bazi çevirilerde bu bolum soyle yer almaktadir:
"O gökleri ve yeri yoktan var edendir..." (En'am Suresi,101)
Buna karsilik,bu ifade,Diyanet ve Elmalili H. Yazir tercumelerinde :
"O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır." (Diyanet )
"Göklerin ve yerin örneksiz yaratıcısı O'dur" (Elmalili Hamdi Yazir)
biçimlerindedir.Bu iki farkli ifade, kutsal kitaplarin "sulari var etmeyen" oteki anlatim kavramlariyla birlikte ele alindiginda,ayni anlami vermez.Tanrinin onunde herhangi bir onceki ornek yok iken "yaratmasi" ile "yoktan var etmesi" bir ve ayni anlama gelmez..
(**):
***
"Tuz İnanci" ile ilgili Not-1
24.9.2006
Asagida,"tuz" ile ilgili eski inanç ve uygulama orneklerine iliskin bazi arastirma yazilarini aktariyorum.
Bu arastirmalar,"tuz" ile ilgili uygulama ve kavramlarin toplumdaki derinligini gostermekle birlikte,yapilan yorumlarda,halk arasindaki degerlendirme sinirlari pek asilmamistir.
Simdilik su kadarini belirtmek gerekir ki,tuz kavrami,6 bin yil kadar onceki 'yaratilis' anlatimlarinin ilk temel kavramlari arasinda yer aliyordu:Baslangiçta sadece "tatli su" ve "tuzlu su" vardi! Mezopotamyanin eski tarihinin bu anlatim tarzi,kullanilan kavramlari degismis olsa da,temelde ayni sekilde eski Yunan yaratilis anlatimlarinda da yer alir.
O doneme ait toplumlardan birisi olan,'Sumer'ler denilen toplum da kendisini "topragin tuzu" olarak da tanimliyordu.Bu tanimin,Yeni Ahit'te Isa agzindan yinelendigini,eski kavramsal gelenegin surduruldugunu gormustuk...
Abraham doneminde ise,tanri,kizdigi Lut kavmini "tuzla buz etme" yoluyla bir cezalandirma biçimini tercih etmisti.
Musa donemine iliskin Levitik yasalarda,Tanri,"tuz" konusuna ozel onem veriyor,
"ekmek ve tahil sunular"in her birini tuzlamak;
bu tur sunularin üzerinden tanriyla olan anlasmanin tuzunu eksik etmemek;
bütün sunularin üzerine tuz dokmek ...
gibi noktalarda kavmine ozel direktifler veriyordu..
Gunumuzde de hiristiyanliginin kutsal vaftizinde,imanlinin diline bir parça kutsanmis tuz degdirmek,imanli ile tanri arasindaki kutsal baglari guçlendiriyor diye yorumlaniyor olmalidir.
Butun bunlar,"tuz" ile ilgili inanç ,kavram ve uygulama kalintilarinin, sokaktaki insanin degerlendirmelerinden daha farkli bir sekilde ele alinarak yorumlanmasinin gerekli oldugunu gosteren bir kaç isarettir sadece..
Ekte yayinlanan çalismalar,konumuzun bu tarihsel derinligine hiçbir sekilde baglanmadigi gibi,yorum veya degerlendirmelerinde de,gerekli sosyolojik boyutlara pek sahip degildir.
Bu bakimdan,bu yazilar,sadece,Tuz ile ilgili eski inanç ve uygulama biçimlerine iliskin bazi yonleri aktaran yazilar olmasi bakimindan faydali...Içlerindeki yorum ve degerlendirmeleri ise onemli olçude yeniden duzenlemek gerekecek...
S.Kaçmaz
***
http://www.cu.edu.tr/content/
Tuz, Batıl İnançların da Vazgeçilmezi
Çukurova Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre tuz; asker uğurlamadan, kız istemeye; hamile kadınların çocuğunun erkek olmasından, evlilik çağında kısmeti öğrenmeye; nazardan, yılan ve akrep sokmalarının tedavisine kadar çok sayıda farklı amaçla kullanılıyor.
ÇÜ Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Zekiye Çağımlar, yaptığı açıklamada, en az lise mezunu, çoğu üniversite öğrencisi ye mezunlarıyla yaptığı "Tuzla İlgili İnanışlar ve Uygulamalar" adlı çalışmasında, yemeklerin olmazsa olmazı tuzun, batıl inançlarının da vazgeçilmezi olduğunu tespit ettiğini kaydetti.
"Her bireyin tuzla ilgili iki ve üzeri batıl inanışa sahip olduğunu belirledim" diye konuşan Çağımlar, özellikle hamile kadının çocuğunun cinsiyetini öğrenmek için aile bireylerinin kafasına tuz serpmesinin çok ilginç olduğunu, aile bireylerin tuz döktükten sonra başını ya da ağzını kaşıması durumunda kızı, burnunu ya da dizini kaşıması durumunda ise oğlunun olacağına inanıldığını söyledi. Kişilerin isteklerinin yerine gelmesi için de tuzu yaygın olarak kullandıklarını vurgulayan Çağımlar, "Dileğinin olmasını isteyen kişi tuz adar.
Eğer isteği yerine gelirse ihtiyacı olan birine belirlediği miktarda tuz verir" dedi.
Tedavi yönteminde de kullanılan tuzda ilginç inanışların olduğunu ifade eden Çağımlar, "Vereme yakalanmış kişinin yastığının altında beze sarılı tuz bulundurulur. Hastayı ziyarete gelenler bu tuzdan bir miktar alarak ağızlarına koyar.
Böylece hem hastanın gönlünü aldıklarını hem de verem mikrobunu öldürdüklerine inanırlar" diye konuştu.
İnanışlar
Tuzla ilgili bazı inançlar şöyle:
- İstenmeyen bir misafir geldiğinde ayakkabısının içine tuz konunca kalkıp gideceğine inanılır.
- Evlenme çağına gelmiş kadının kısmetinin hangi yönde olduğunu öğrenmek için ekmeğin üzerine tuz serperek dama konulur. Daha sonra ekmeği alan kuşun hangi yöne uçtuğuna bakarak kısmetinin de o yönde olacağına inanılır.
- Genç, askere uğurlanırken ailesi bir simit ısırtarak, tuz yalatır. Tuz, gelene kadar saklanır. Bekletilen tuz asker dönüşü yemeğe atılarak gence yedirilir.
- Nazar değdiğine inanılan kişinin başında dua eşliğinde 3 ya da 7 kez tuz çevrilerek, nazardan korunduğuna inanılır.
- Düğün sonrası kayınvalide, kapıda durup gelinine avcunda bulundurduğu tuzu yalatır. Bunun kaynanaya bağlığı, aileye huzur ve ağız tatlığı getirileceği inanılır.
- Elleri fazla terleyen Kişiler, terlemenin azalması için avuç içlerini tuzla ovarlar.
- Maddi durumu iyi olmayıp da hayır yapmak isteyen kişi, tuz alarak ihtiyacı olanlara dağıtır.
- Çocuğu olmayan kadın için tülbent içine tuz koyarak sıkılır, sert şekil verilir. Bu tülbentte sıkılı tuz, ispirtoya batırılarak yakılır ve kadının beline sarılır. Böylece kadının çocuğunun olacağına inanılır.
- Evlenme çağına gelmiş delikanlı evlenmek istediğinde babasının ayakkabısının içine tuz koyarak bu isteğini dile getirir.
- Yılan ve akrep sokmasını engellemesi için okutulan tuz ev halkına yalatılır.
***
http://www.hbektas.gazi.edu.tr/portal/
CSÂKİ
Türkolog
ÖZET
Bu yazıda edebiyatta ve dillerde kullanılan 'tuz' kelimesinin anlamlarını ve kullanış şekilleri gösterilmektedir. Ayrıca tuzun inanç ve geleneklerimizdeki yeri ve önemi de vurgulanmaktadır. Bu durumların sonucu Macar ve Türk inançlarında tuzla ilgili benzerliklerin varlığından söz edilmektedir.
***
Bilindiği gibi tuz Shakespeare'in King Lear adlı dramasında da pek önemli bir rol oynamıştı, fakat dünyanın her köşesinde klasikler ortaya çıkmadan daha halk edebiyatta mevcutmuş.
Eski Türkçe'deki tu:z (?d-) 'salt' kelimesinin anlamına Sir Gerard Clauson sözlüğünde bazen mecazi olarak kullanmakta sözünü eklemişti (Clauson 1972:571). Diğer Altay dillerinden Klasik Moğolca'daki şekli dabusu(n) ve onun devamı olarak kabul edilebilen bugünkü Moğolca'da davs(an)'dır (Lessing1960:213).
Daha eski Uygur Türkçe'sinde tuz satanın adı tuzçı olarak bilinmektedir (Caferoğlu
1968: 256).
Sa`di'nın Gulistân adlı eserini l4üncü asırdaki Türk yazarın Horasan Türkçe'sine
çevirdiği metninde kelime böyle geçmekte (31r):
(avcılar geyik avladılar, ancak) tuz yoq idi. bir qul kentka bardi kim tuz ketürgay.
(Bodrogligeti 1969:59). Tuzun eksikliğinde yemek pişirirken değeri ortaya çıkmıştır. Bunun dışında tuz etmakni unut- `to be ungrateful' anlamı da metinde ortaya çıkmıştır.
Bozkırın batı ucunda l4üncü yüzyıldan kalmış Codex Cumanicus'ta kelimenin tus `sal'
şeklini görmekteyiz (Kuun 1981: 57).
16. yüzyıl ozanı Pir Sultan Abdal'ın yaş destanında gördüğümüz gibi:
Bir çocuk da anasından doğunca
Bedenini pişirmeye tuz ister (Kaya 1999:357).
Tuz burada maya anlamındadır. Çocuğu büyütmek isteyen bir anne tuz da katmalıdır. Ancak tuz sırf bir tad anlamında değil: burada anlaşılan şefkat, sevgi, ilgi, güzellik gibi daha çok önemli bir katkı anlamında olabilir.
Bugünkü Türk dillerden Kazan Tatarca'daki şekli toz'dur, ve tuz bulunan yer için tozlak ya da tozli tufrak derler. Başka bir Kıpçak Türk dili olan Karakalpakça'da kelime duz olarak, deniz tuzu ise teniz duzî olarak bilinmektedir. Arkaik bir dil olarak kabul edilen Çuvaşça'da kelimenin şekline bakarsak, hemen eski ortak Altayca bir kelime olduğunu anlarız: tavar `sö Salz' (Paasonen 1974:167).
Balkanlar'daki Türkler arasında Kunos derleme yaptığında bu atasözüne rastlamıştı:
-Yoz domuza tuz yalatmam. -`Dem Wildschwein lass ich kein Salz schlecken.'
-Kız değilsin solmağa, tuz değilsin erimeğe. ��Madchen, du wurdest nicht um zu verwelken,
Salz, um zergehen.�
-Piysi tuz yalıyor. ��Der Truthahn schleckt Salz.� (Kunos 1906).
Türkiye Türkçe'sindeki tuzcu kelimeyi Eski Uygurca kelimesiyle karşılaştırmak istersek, ilginç bir fark var: tuzcu `(Konya Ereğlisi): değirmen bekçisi, yani her çuvaldan bir parça un alan adam' - anlamına gelmektedir (Zübeyr-Refet 1932:394).
Etnomüzikolog olan eşim Jânos Sipos'un Türkiye'de derlediği türkülerin birinde tuzun rolü özel olmaktadır:
(Fındık Şahın (70) Malatya, Kekun ile Nezaket Alpay (45) Malatya):
Lay-lah-a il-lallah, aramı uzattılar
Lay-lah-a il-lallah, yarame tuz attılar...
Tuz burada bir ceza verme aracıdır, açık yaraya atılırsa acı vermektedir.
Huri Kaplan (21) ile Hasibe Kaplan (17) Esenyurt, Korkuteli, Mart 1989.
Altın tas içinde kınam ezilsin
Kökyüzünde peştemalım süzülsün
Emsalım gızlar yanı başıma dizilsin.
İstanbul'dan aldım yaprak kınayı
Yakma yenge, yakma tuzsuz kınayı
Akdır ellerim kınanızı istemez (istemem)
Karadır gözlerim sürme istemez (Sipos 1994:79)
Kına yakma geleneğinde tuzlu kına daha değerli, en azından daha pahalı sayılmaktadır.
Kadriye Subakan (31) Acıpayam, Alaattin Şubat 1990.
Deveci deveci
Develeri goşanmış (kuşanmış)
Ref: Gıvgıdı guşak guşanmış
Unum yok, tuzum yok
Sana vercek (verecek) gızım yok
Gıvgıdı guşak, guşanmıs (Sipos 1995: No270)
Deveciye kızını verme niyetinde bulunmayan bir velinin sözleri arasına tuz da girmiştir.
'Ne unum var ne de tuzum' - der. Macar halk edebiyatında tam bu düşüncenin bir paraleline rastladım. Kalotaszeg (Transilvanya- Rumanya):
Nincsen kenyer, nincsen sö Ne ekmek var ne de tuz
Felesegem sincsen jö! İyi olan karım da yok!
Majd lesz kenyer, majd lesz sö Ekmek olacak, tuz da olacak
Felesegem is lesz jö! İyi olan karım da olacak!
Halk edebiyatımızda bir başka.benzerlik: tuz ve karabiberi de kattığımız şeyin hoş olmasıdır. Örneğin hayatın tuzu ve biberi - onun güzellikleri anlamına gelmektedir. Ancak eksikliği de kötü ve tadsız olur. Tuzsuz olan şey bizde genellikle hoş olmaz. Tuzsuz olan kişi ise gerçekten bir ağır ceza oluyor. Ne güler, ne anlar şakadan. Macarca'da özellikle evlenmemiş ve yaşı ilerlemiş kadınla ilgili kullanmaktadır.
Hem halk inancımızda hem geleneklerimizde tuzun rolü besleme ile ilgilidir. Bir sembol olarak refah, iyi bir yaşam, zenginlik, ya da yeni hayatın anlamına da gelebilmektedir. Ancak klasik eski devirden beri Avrupa'da böyle bir anlamda kullanmış olduğuna sık sık rastlanılır. Ekmekle beraber yeni evlilere sunduklarında iyi bir geleceğin dileğini ifade etmektedir. Ayrıca yeni dünyaya gelmiş bir bebeğin yıkamasına hazırladıkları su içine de biraz tuz katılırsa, bebeğe nazar değmez anlamına gelmektedir. Ölülerine anarken Macar halkı genellikle ekmekle biraz tuz ile su sunmaktadır. Yeni eve taşımadan önce giriş kapısının eşiği altına biraz tuz koymuşsa oradaki hayatı daha mutlu olacakmış.
Her ne kadar tuhaf gelirse de Macarlarla Türklerin tuzla ilgili inançlarında da benzerlik var. O da Macarların yurt tutmadan, Karpatlar Havzasına yerleşmeden önce yüzyıllar boyunca Türklerle beraber yaşadıklarından ve ortak bir kültür oluşturduklarından kaynaklanmaktadır.
Biblioğrafya
Baskakov, N.A. (1967): Russko-karakalpakskij slovar�. Moskva.
Bodrogligeti, A. (1969): A fourteenth century translation of Sa'di's Gulistan. Budapest.
Caferoğlu, A. (1968): Eski Uygur Türkçe�si Sözlüğü. (Türk Dil Kurumu Yayınları 260).
İstanbul.
Clauson, G. (1972): An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish. Oxford.
Ganiev, F.A. (ed.) (1984): Russko-tatarskij slovar�. Moskva.
Golden, P. (ed.)(2000): The King�s dictionary. The Rasulid hexaglot. (Handbuch der
Orientalistik 8:14) Leiden, Boston, Köln.
Kaya, H. (1999): Pir Sultan Abdal. Yaşamı, sanatı, yapıtları. (Türk Kültürü Dizisi) İstanbul.
Kûnos, I. (1906): Rumelisch-Türkische Sprichwörter. Keleti Szemle 7. pp. 66-83.
Kuun, G. (ed.), (1981): Codex Cumanicus. (Budapest Oriental Reprints Bl) Budapest. Lessing, F.D. (1960): Mongolian - English Dictionary. Berkeley and Los Angeles.
Paasonen, H. (1974): Tschuwaschisches Wörterverzeichnis. (Studia Uralo- Altaica IV.)
Szeged.
Pöcs E. (1981): Sö. in: Ortutay Gy. (ed.)Magyar Neprajzi Lexikon 4. p. 460. Budapest.
Sipos J. (1994): Török nepzene I. (Mühelytanulmânyok a Magyar Zenetörtenethez 14.)
Budapest.
Sipos J. (1995): Török nepzene II. (Mühelytanulmânyok a Magyar Zenetörtenethez 15.)
Budapest.
Zübeyr, H. - Refet, İ. (1932): Anadilden derlemeler. Ankara.
***
www.alewiten.com, 3.12.2002
Hüseyin Özcan
Halk Âşıklarının Dilinde Tuz*
Özet
Tuz, bütün Türk topluluklarında kutsal sayılan bir madde olarak dikkat çeker. Bu özelliğinden dolayı tuzun folklorumuzda önemli bir yeri vardır. Halk hikâyeleri, halk şiiri masal, bilmece vb. bir çok halk edebiyatı türlerinde tuz bir motif olarak işlenmiştir. Dilimizde tuz sözcüğünden türetilen ya da içinde tuz sözcüğünün geçtiği bir çok atasözü ve deyim bulunmaktadır. Halk âşıkları da tuz sözcüğünü ve tuz sözcüğünden oluşmuş bir çok deyimi şiirlerinde kullanmışlardır. Bu çalışmada halk şairlerimizin şiirlerindeki tuzla ilgili deyim ve söyleyişlere örnekler verilmiştir.
Tuz, bütün Türk topluluklarında kutsal sayılan bir madde olarak dikkat çeker. Bu özelliğinden dolayı tuzun sözlü kültürümüzde önemli bir yeri vardır. Halk hikâyeleri, halk şiiri masal, bilmece vb. bir çok halk edebiyatı türlerinde tuz bir motif olarak işlenmiştir. Dilimizde tuz sözcüğünden türetilen ya da içinde tuz sözcüğünün geçtiği bir çok atasözü ve deyim bulunmaktadır. Türkçemizdeki sözcük ve deyimlerin en orijinal ve en zengin kullanılış şekillerine halk şiirimizde rastlarız. Halk kültüründe tuz ve tuzla ilgili kavramların yer alması sebebiyle tuz sözcüğü ve bu sözcükten türetilen söyleyişler halk şairleri tarafında şiirlerinde zaman zaman kullanılmıştır.
Sözlüklerimizde tuz;
"Tat vermek veya korumak için yiyeceklere konulan deniz suyu tadında billursu beyaz madde; kimyada adı sodyum klorür olup ya kütle halinde bulunur (kaya tuzu) veya içinde içinde erimiş bulunduğu sulardan çıkarılır. Mecazi olarak lezzet ve tat anlamlarında"(Sözlük 1996: 2491)
kullanılmaktadır.«»
Kamus-ı Türkî'de «Tuz ekmek; nimet, ihsan, nan u nemek, tuz ekmek hakkı;şükran minnettarlık»(Sami 1317: 898) şeklinde açıklanmıştır.
Halk şiirimizde tuzla ilgili en sık kullanılan söyleyiş Tuz Ekmek Hakkı deyimidir. Prof. Dr. Şükrü Elçin "Tuz Ekmek Hakkı Deyimi Üzerine" adlı makalesiyle bu deyimin kullanılışına dikkat çakerek, deyimin tarihi eserlerde, edebi eserlerde ve halk edebiyatı mahsullerinde kullanılışı ile ilgili genel bilgi vermiştir.
Bu çalışmamızda da tuz ve tuzdan türetilen söyleyişlerin halk şiirimizde ne şekilde ve hangi anlamlarda kullanıldığını örneklerden hareket ederek göstermeye çalışacağız.
«Deyimler ulusal damga taşıyan dil varlıklarıdır. Ulusun söz yaratma gücünden doğar. Her deyim hoş bir buluştur. Bir küçük söz dağarcığına koca bir anlam sığdırılmıştır. En uçucu kavramlar en ince hayaller en güzel benzetmeler çeşit çeşit mecazlar ve söz ustalıkları mini mini bir deyimin yapı harçları arasında parlar »(Aksoy 1983: 47)
Deyimler toplumun malı olan en eski sözlerdir.
«Deyim genel dilin malı olan sözdür. Bir kavram bir durumu ya çekici bir anlatım ya da özel bir yapı içinde belirten ve çoğunun gerçek anlamlarından ayrı bir anlamı bulunan kalıplaşmış sözcük topluluğu ya da tümcedir » (Aksoy 1983: 52)
Tuz ekmek hakkı deyimi «Birinin ekmek yedirip iyilik ettiği kimse üzerindeki hakkı ya da söz konusu kişinin ona duyduğu gönül borcu » (Kırbaş 1991: 339), "Sofrasında yemek yediği ve iyiliklerini gördüğü kimsenin kendisi üzerinde bulunduğu kabul edilen hak, duygusal borç"(Aksoy 1983: 1080) anlamında kullanılagelmiştir
«Türklerin tarihine edebiyatına ve folkloruna giren tuz ekmek hakkı dostluk, vefa, arkadaşlık, sadakat, insanlık, samimiyet, mertlik, dürüstlük gibi kavramları içine alan zengin bir klişedir.» (Elçin 1977: 74)
Tuzla ilgili 'Tuz ekmek olsun; bizim yediklerimizden size de sunuyorum, yiyin de aramızda yakın dostluk oluşsun'(Aksoy 1983: 1080) anlamında kullanılmaktadır.
Deyimlerle ilgili sözlüklerde tuzla ilgili olarak
«tuz biber ekmek, tuzla buz etmek, tuzlayayım da kokma, tuzluya mal olmak, tuzluya oturmak, tuzluya patlamak, tuzsuz helva gibi sallanmak, tuzu kuru» (Kırbaş 1991: 339), «tuzsuz helva gibi sallanmak, tuz yemiş tavuk gibi düşünmek, tuz yumurtlamak » (Sözlük 1996: 169), tuzdan tuz suyu çıkar (Sözlük 1996: 196), "tuz devesi gibi köpürdemek, tuz ekmek olsun, tuzu kurtlanmak, tuzunu küle katmak, tuz yerine buz yalamak, tuz yüküyle buz yükünün arasında yatasın" (Sözlük 1996: 393), "ekmeğinin tuzu olmamak, ekmeğim atbaşı tuzum gözünü köretsin" (Sözlük 1996: 298), "çorbada tuzu bulunmak, açık yaraya tuz ekilmez ,aç tuz ile tuz oran ile, balık (et) kokarsa tuzlanır, ya tuz kokarsa ne yapılır", "tatsız aşa tuz neylesin, akılsız başa söz neylesin, tadı tuzu kalmamak, tatsız tutsuz"(Sözlük 1996: 196)
söyleyişleri Türkçemizde kullanılmaktadır. İçinde tuz sözcüğünün ve tuzla ilgili söyleyişlerin bulunduğu yüze yakın deyim ve atasözümüz bulunmaktadır.
Deyim ve atasözlerimizde bu denli yer alan ve kullanılan tuzla ilgili deyişlerin en güzel örneklerine doğal olarak halk şiirimizde rastlarız.
Birbirine bir şekilde hakkı geçen, birlikte yiyip içen insanlar bir müddet sonra ayrılacakları zaman helalleşme ihtiyacı duyarlar. Bu tür kişiler arasında samimiyet ve arkadaşlık ileri seviyededir. Bunların mutlaka birbirine çeşitli maddi ve manevi katkıları olmuştur. Bu katkılara, bir başka tabirle birbirine hak geçme meselesine karşılık olarak tuz ekmek hakkı ifadesi kullanılmıştır.
Şiirlerde tuz ekmek hakkı Farsça söyleşişiyle nân u nemek hakkının unutulmaması gerektiği vurgulanır. Halk şairi genellikle bir yerden ayrılırken başta sevgilisi olmak üzere dostlarıyla helalleşirken tuz ekmek helalliği diler.
Karacaoğlan bir şiirinde tuz ekmek hakkının helal edilmesini şu şekilde ister:
Yeni geldi Arap atın sökünü
Seyir eyle sağa sola bükeni
Helal edin tuz ekmeğin hakkını
Varamıyom beni burda eyler var
Karacaoğlan (Cunbur 1973:128)
Kerem ile Aslı hikâyesinde de 'tuz ekmek' deyimi ile ilgili manzum ve mensur bölümlerde şu söyleyişler yer almaktadır; 'Tuz ekmek hakkı bilmeyenin ardına düşüp de ne yapacaksın' (Güney 1968: 47), (Güney 1968: 28), 'Az gittiler uz gittiler,susadıkça soğuk sular su içerek, açıktıkça tuz ekmek yiyerek günlerce yol gittiler'(Güney 1968: 55), 'Öyle bir can ciğer oldular ki birbirinden kız alıp veriyor, tuz alıp veriyorlardı' (Güney 1968: 103), Tuz ekmek hakkı bilmeyenler için de hikâyede 'tuz ekmek haini' (Güney 1968:125) ifadesi kullanılır.
Manzum bölümlerde tuz ekmek hakkı deyimi şu şekilde kullanılmıştır:
Tuz ekmek yediğim kavim kardeşler
Nedir bu feleğin ettiği işler
Gözümden akıttım kan ile yaşlar
Gelin helallaşın ben gider oldum
Âşık Kerem (Güney 1968:47)
(devami 2'de...)
24.9.2006
(devam)
Tuz ekmek hakkı deyimini şiirlerinde sıkca kullanan bir başka şairimiz Derdiçok'tur. Derdiçok da tuz ekmek hakkının unutulmaması gerektiğini vurgulayarak sevdiklerinden tuz ekmek helalliği dilemiştir.
Sağına soluna al yeşil takın
Unutmazsan yeter tuz ekmek hakkın
Etme bu kadar ah durağım yakın
Gelirim görmeye ağlama dedim
Derdiçok (Demir 1993: 242)
Şimdi olamıyom ben dosta yakın
Adam unutur mu tuz ekmek hakkın
Çok durma burada sen seni sakın
Bura dört çevrenin avlığı turnam
Derdiçok (Demir 1993: 270)
Tuz ekmeği helal eyle sevdiğim
Gayri sizin elden göçer giderim
Bundan sonra bana gülmek haramdır
Boyuma kara don biçer giderim
Derdiçok (Demir 1993: 278)
Şairimiz başka şiirlerinde "Tuz ekmeği helal etsin yoldaşlar, Tuz ekmeği helal edin gâziler, Tuz ekmeği helal edin kardaşlar" söyleyişlerini kullanmaktadır.
20. yüzyıl halk âşıklarımızdan Hasretî tuz ekmek hakkını unutmadığını belirtir:
Kıymet bilmek gerek bu tatlı canın
Sefa sürmek gerek şöhret ve şanın
İkramın gördüğüm sadık irfanın
Ekmeği bendedir tuzu bendedir
Hasretî (Tanrıkulu 1998: 478)
Halk şiirimizin güçlü söyleyişlere sahip ozanı Pir Sultan Abdal tuz ekmeğini yediği kişiye karşı hoşgörülü olunması gerektiğini vurgular. Şiirde bu durum şu şekilde dile getirir:
Bir kardaşa meyil verip
Tuz ile ekmeğin yiyip
Azıcık noksanın görüp
Tez başına kakma gönül
Pir Sultan Abdal (Bezirci 1995: 155)
Bir başka şiirinde Farsça söyleyişiyle nan u nemek şeklinde aynı deyimi kullanır:
Pir Sultan'ım bu ne demek
Hiç cahile çekme emek
Hazır pişmiş nan u nemek
Yedirenin demine hu
Pir Sultan Abdal (Bezirci 1995: 365)
Âşık Karahanlı tuz ekmek hakkının gizli kalmayacağını şu dörtlüğünde dile getirir:
Dost gerek dostuna eylik eylesin
Ekmek gizli kalmaz tuz gizli kalmaz
Ayetin firdevste gönül eylesin
Elif gizli kalmaz cüz gizli kalmaz
Karahanlı (Tanrıkulu 1998: 88)
"Tuz Ekmek hakkı" deyimin zıddı olarak kullanılan tuz ekmek haini deyimi de 'ekmeğini yediği iyiliğini gördüğü kişiye ihanet kötülük eden kimse' (Kırbaş 1991: 339) anlamında kullanılmaktadır.
Bir ilenç olarak kullanılmakta olan olan tuz ekmek hakkını bilmeyen kör olsun ifadesi de Türkçemiz içinde kullanılır. Halk inanışına göre, iyiliği görülen ekmeği yenilen kişiye karşı saygısızlık ve hainlik eden kimseyi Allah cezalandırır.
Karacaoğlan, tuz ekmek yenilen yani iyiliği görülen yere hıyanetlik yapılmayacağını dile getirir.
Ararsan var kalbin ara
İller sana ne der göre
Tuz ekmek yediğin yere
Hıyanetlik etmek olmaz
Karacaoğlan (Cunbur 1973: 239)
Halk âşıklarımızdan Şeref Taşlıova bir deyişinde tuz ve ekmek değerinin oluşması için gerçek âşık olunması gerektiğini ifade eder:
Şeref der ki gerçek âşık olmayan
Dert ortağı telli sazı çalmayan
Yediğinin kıymetini bilmeyen
Ekmek fayda etmez tuz fayda etmez
Şeref Taşlıova (Tanrıkulu 1998: 56)
Seyrani de nan u nemek (tuz ekmek) hakkını bilenlerin kalmadığından şikayet ederek tuz ekmek hakkını bilmeyenin kılıç çalınmayacak kadar değersiz olduğunu ifade ederek tuz ekmek hakkı bilmenin önemine işaret eder:
Uyan deli gönül uyan
Sokar seni kara yılan
Kalmamıştır pek çok sayan
Hakkın nân ve nemeklerin
Seyrani (Okay 1953: 108)
Anandan babandan beddua alma
Anlar rızasından sen geri kalma
Tuz ekmek bilmeze kılıcın çalma
Bir de emanete etme hıyanet
Seyrani (Yüksel 1997: 126)
Levnî de Atalar Sözü Destanı'nda tuz ekmek hakkını bilmeyeni halden anlamaz olarak niteler ve dertlerin bu tür kişilere anlatılmamasını öğütler:
Dediler bu pendi sordumsa kime
Tuz ekmek bilmeze halini deme
Kül kömür ye, namert lokmasın yeme
Gün olur başına kakar demişler
Levnî (Elçin 1986: 128)
18. asır saz şairlerimizden Şikârî de "Atalarsözü Destanı"nda "tuz ekmek ye" ifadesiyle basit ve sade yiyeceği kastediyor. Namert lokması yemektense "tuz ekmek" yenilmesini tavsiye ediyor:
Avrata oğlana sırrını deme
Tuz etmek ye nâmert lokmasın yeme
Dağda gez belde gez namazın koma
Namaz seni yolda komaz demişler
Şikârî (Dilçin 2000: 18)
Halk şairi için bulunduğu yerin maddi güzellikleri genel olarak tuz ekmek olarak kullanılmıştır. Ekmek bazı yörelerde 'etmek' şeklinde telaffuz edilir. Şair sılada hiç bir şeyden lezzet alamaz. Âşık Şenlik bir şiirinde tuz ekmeği bu anlamda kullanmıştır;
Sılayımış bu dizimin direği
Cismimin cesetde titrer üreği
Bu yerlerin tuz etmeği çöreği
Haram olsun bunnan bele sevdiğim
Âşık Şenlik (Aslan 1975: 274)
Âşık için her şey sevgiliyle vardır. Sevgiliden ayrı hiç bir şeyin tadı tuzu yoktur. Gevheri bir şiirinde sevgilisiz yenilen ekmek ve tuzun (nan u nemek) kendisine zehir olduğunu ifade eder:
Bana sensiz semdir bu nân u nemek
Şimdi bana yardır bu çarh-ı felek
Bimarlık mecruhluk dirsen ne dimek
Başım üzre döner dolab oldu gel
Gevherî (Elçin 1984: 152)
Bir başka deyişinde ise Gevheri sevgilinin gönlünde misafir olmayı diler ve misafir olması halinde kendisine yük olmayacağını ondan tuz ekmek istemeyeceğini ifade eder:
Müsafirhanende olamam mihman
Gayet garibindir akl ü dil ü can
İstemez senden gönül nemek ve nân
Bir iki gün hanende mihmanın olsun
Gevherî (Elçin 1984: 285)
Aynı söyleyiş bir başka şiirde şu şekilde kullanılmıştır:
Adalet tahtında ey şah-ı huban
Cem eyle uşşakı divanın olsun
İstemezler senden âb ü nemek nân
Bir iki gün heman mihmanın olsun
Gevheri (Elçin 1984: 324)
Türk halk şiirimizin başarılı temsilcilerinden Dadaloğlu sevgilinin nazları ve çektirdiği çileler sonucu "yaramı doldurdun ince tuzunan" diyerek yaraya tuz basmak deyimini kullanır. Şiirin devamında "Üstüne biber ektin öl deyi" ifadesi de yaraya tuz biber ekmek deyimi ile aynı anlamdadır.
Yüce dağ başında kar var buzunan
Yaktın beni ağda ile nazınan
Yaremi doldurdun ince tuzunan
Üstüne de biber ektin öl deyi
Dadaloğlu (Makal 1975: 121)
Şairimiz bir başka şiirinde de sevgili uğrunda tuzluca göllere düşer, bu durumda yaralı olan şairin acısı katlanır:
Ebem şu dağları aştım da geldim
Tuzluca göllere düştüm de geldim
Mahmihri sevdasın tuttum da geldim
Aman ebe kadın bana bir haber
Dadaloğlu (Makal 1975: 174)
Âşık Çerkezoğlu benzer bir ifadesinde "yarama derman isterken tuzlanırım" diyerek beklentilerinin aksine acısının arttığını vurgular:
Yarama derman isterken
Tuzlanırım yazık bana
Belki eğri gidiyorum
Düzlenirim yazık bana
Çerkezoğlu (Tanrıkulu 1998: 306)
Âşık Şenlik aklı noksan kişinin şap ile tuzu, (tuz burada tat anlamında kullanılmıştır) yani tatlı ile tuzluyu ayırt edemeyeceğini vurgular:
Eyyâmı tagayyür gören perişan olur hali
İnsana merah getirir nadanın galmagalı
Dayazı derine gatsan tanımaz hası hamı
Ahlı nohsan bîkâmile şab da birdi tuz da bir
Âşık Şenlik (Aslan 1975: 74)
Gevheri tadı tuzu kalmamak deyimini kullanarak yaşlandığını ifade eder:
Gevheri her şeyden çekildi elim
Aşnâlık etmeden kesildi dilim
Dal oldu kâmetim büküldü belim
Ben bilirim tadım tuzum kalmadı
Gevherî (Elçin 1984: 83)
20. yüzyılın başarılı halk şairlerinden Âşık Veysel bala tuz katmak deyimini kullanarak yanlış iş yapan düzeni bozan, işin tadını kaçıran kişiler için kullanmıştır.
Şehvetle âşıktır kıza gelince
Arı olan tuz katar mı balına
Ebrişimden nazik ipek teline
Takarlar çeşitli yalan âşıklar
Âşık Veysel (Oğuzcan 1999: 103)
Bir başka şiirinde aynı ifade tekrar kullanılmıştır:
Kimi yaya kimi atlı
Kimi uçar çift kanatlı
Dünya şirin baldan tatlı
Eyvah balı tuza katmış
Âşık Veysel (Oğuzcan 1999: 27)
Âşık Azerî tuzu İbrahim peygamberin bulduğunu telmih ederek, fiilleri yapandan çok yaptırana dikkat çeker:
İsmail tam dünyan yoklarlar bizi
Havada bulut var saymam yıldızı
İbrahim peygamber bulmuştu tuzu
Tuzlayan ben tuzlatana dikkat et
Azerî (Tanrıkulu 1998: 399)
Âşık Merdanî, dostu için yapacağı fedakarlığı tuzun ateşte erimesine benzetiyor:
Tuz gibi ateşte eririm diyor
Dost için canını veririm diyor
Her yerde her şeyi görürüm diyor
Ne göreni gördüm ne gören var
Merdanî (Tanrıkulu 1998: 548)
Divan şiirinin tesirinde söylediği bir şiirinde Erzurumlu Emrah, Klasik şiirde sevgilinin dudağının tuzlu olması mazmunu kullanır. Aşkının başkaları tarafından yerilmesine karşılık tuz ile aldatılarak boynundan tutulduğunu bir bakıma yakalandığını ifade eder:
Sakın tan itme Emrah ugraşursa merd-i aşkınla
Giribânun ne yapsın tuz ile hayevân tutmış
Erzurumlu Emrah (Karadağ 1996: 416)
Âşık Veysel ise sevgiliyi, tuz ile besleyeceği koyun gibi hayal eder:
Kurulma sevdiğim güzelim deyin
Bağlama karayı alları geyin
Ben bir çoban olsam sen de bir koyun
Beslesem elimde tuz ile seni
Âşık Veysel (Oğuzcan 1999: 104)
Olayların normal seyrinde gelişmemesinden şikayet eden Kara Mehmet �tuzlana tuzlana gitmek� deyimiyle terbiye oluşu, yerinde uygun olan davranışı kasteder:
Nedir niyet öyle oyun
Nereden geliyor soyun
Sahrada yayılan koyun
Tuzlana tuzlana gider
Kara Mehmet (Tanrıkulu 1998: 428)
Pir Sultan Abdal da bir şiirinde tuzlanmak terimini terbiye edilmek anlamında kullanır. Şiirde talibin (Bektaşi tarikatında tarikata girmeye istekli kişi) üstat bazı söyleyişlerde mürşit huzurunda terbiye edilmesi tuzlanma şeklinde ifade edilir:
Talibin özünü halleyle pişir
Bu meydana çiğden lokma gelir mi
Üstat nazarında tuzlanmayınca
O lokmada lezzet karar olur mu
Pir Sultan Abdal (Bezirci 1995: 365)
Bazı yörelerde dünyaya gelen çocuklara tuzlu suyla yıkanırlar. Karacaoğlan da şiirinde bu şekilde tuzlandığını ifade eder:
Ben de bildim şu dünyaya geldiğim
Tuzlandım da çaputlara belendim
Bir zaman da beşiklerde eğlendim
Anamın sütüne kandırdın beni
Karacaoğlan (Cunbur 1973: 321)
Seyrani bir başka şiirinde aşına tuz katmak deyimini kullanır. Şiirde, kendisine uygun olan kişilerle dostluk kurulması gerektiğini, aksi takdirde kurulan dostlukların sıkıntıyla sonuçlanacağına işaret edilir:
Kimi gözü gözüne kaşı kaşına
Benzemezse tuzun katma aşına
Bir gün şu cihanı eder başına
Esir zindanından daha dar gibi
Seyrani (Yüksel 1987: 68)
Âşık Veysel ulaşılamayan sevgili için tuzlu deyimini kullanır:
Aşkın beni elden ele gezdirdi
Çok dolandım bulamadım eşini
Beni candan usandırdı bezdirdi
Tuzlu imiş yeyemedim aşını
Âşık Veysel (Oğuzcan 1999: 24)
Derdiçok, bir başka şiirinde kendini başkalarını göstermek için pazara çıkan, gerçek niyetleri satış olmayan kişileri yerer. "Eldeki yüz dirhem tuzun" bahane oluşuna dikkat çeker.
Güzelim diyerek görünür göze
Kırmızılık çalmış çokları yüze
Elinde mahana yüz dirham tuza
Kuruyor çarşıda bazar avratlar
Derdiçok (Demir 1993: 426)
Günümüz âşıklarından Günay Yıldız "Şam şemsebe tuz diyemem" ifadesiyle bir konuda acele karar vermemek, iyice inceleyip değerlendirmek anlamını kasteder.
Günay Yıldız gitmem lazım
Dosta doğru satmam lazım
İnceleyip tartmam lazım
Şam şemsebe tuz diyemem
Günay Yıldız (Tanrıkulu 1998: 128)
Tuz, içine katılan bazı şeylere lezzet verdiği için için tat anlamında da kullanılır. Âşık Tanrıkulu bu şiirinde, göründüğü gibi olmayan için "ne tuzun tuza benziyor" ifadesini kullanır, aşığımız gerçek tadı bulamamanın sıkıntısını bu şekilde dile getirir:
Güç harcadın gücü verdin
Başındaki tacı verdin
Tatlı diye acı verdin
Ne tuzun tuza benziyor
Tanrıkulu (Tanrıkulu 1998: 133)
Âşık Mustafa, adının peygamber adı oluşuyla övünür, tuzun tat verdiğini hatırlatarak tatlı olan her şeyde kendisinin olacağını ifade eder:
Âşık Mustafa'yım Hakk'ın tadıyım
Mana aleminde resül adıyım
Gönül sofrasının ben bir tadıyım
Elde tuzda ara beni ey gönül
Mustafa Aydın (Tanrıkulu 1998: 171)
Günümüzün usta âşıklarından Murat Çobanoğlu zamandan şikayet ederek bir şeylerin eksik oluşundan söz eder, lezzet alamamasını tuzun eksik oluşuyla ifade eder.
Böyle mi dünyada bilmem adalet
Ne muhabbet kaldı ne de sehabet
Gönül sofrasından almadım lezzet
Acaba yemekte tuz mu kalmadı
Çobanoğlu (Tanrıkulu 1998: 122)
Kul Nuri ise gerçek tattan anlayan insanların olmayışından şikayet eder.
Neden ise hiç kanaat kalmadı
Çoktan azdan anlayanı görmedim
Ya nasıl olacak sohbetin vardır
Özden tuzdan anlayanı görmedim
Kul Nûrî (Tanrıkulu 1998: 268)
İşi bilen kişilere duyulan özlemin dile getirildiği bir başka deyişte Âşık Erdalî şöyle seslenir:
Her gelen bir yara açtı
Bilenler bu işe şaştı
Ağzımızın tadı kaçtı
Baldan tuzdan anlayan kim
Erdalî (Tanrıkulu 1998: 407)
Olaylar karşısındaki çaresizliği ve boyun eğmeyi Âşık Sefil Selimî �sıcak pişmiş yemek gibi tuza boyun eğer oldum� deyişiyle ifade eder:
Sıcak pişmiş yemek gibi
Tuza boyun eğer oldum
Ateşim sönmek üzere
Köze boyun eğer oldum
Sefil Selimî (Tanrıkulu 1998: 319)
Maksut Koca, ehil olmayan kişilerin yapacağı işlerin yaraya tuz basmak gibi olumsuz etki yapacağını vurgular:
Bir derdini bilmeyene söylersen
Cahili getirip kamil eylersen
Naşiyi getirip tabip eylersen
Çıban eksik olmaz tuz eksik olmaz
Maksut Koca (Tanrıkulu 1998: 341)
Her şeyin olması gereken yerde güzel durduğunu belirten Torunî "buzda tuzda aramak" tabirini bir şeyi olması gereken yerde aramamak anlamında kullanır.
Der Nusret Torûnî gönlünü doldur
Acayip hâl oldu bu nasıl hâldir
Büz yerinde gül dalında güzeldir
Buzda tuzda arıyorum boşuna
Torunî (Tanrıkulu 1998: 371)
Bazı nesneler tuzlanarak kullanılır, bu şekilde bozulması önlenir. Âşık Dündar buna telmih ederek "er meydanında tuzlanmayın" der, yani yalan ve yanlış işler yaparak bunu tuzla kapatmaya karşı çıkar;
Melül melül bakmayasın
Yalan yanlış atmayasın
Yalan yanlış kokmayasın
Tuzlanmayın er meydanı
Dündar (Tanrıkulu 1998: 620)
Halk şiirinin güzel örneklerinden olan bir atışma sırasında rakibine "Çorbaya tuz at" diye seslenen Âşık Bekir Sâlim sonuçta oluşacak edebi eseri bir çorbaya benzetir:
Gerçi korkacağım amma
Gel yüzünü de göreyim
Bir çorba pişireceğiz
At tuzunu da göreyim
Bekir Sâlim (Tanrıkulu 1998: 621)
Âşık İmamî, "Tuzumuz Rahmânî olsun" deyişiyle yapılacak işlerdeki güzelliklerin ilahiliğine işaret eder ve bu ilahiliği bekler:
Ey erenler bu sayfada
Tuzumuz Rahmânî olsun
Basiret bakmasın ya da
Gözümüz Rahmânî olsun
İmamî (Tanrıkulu 1998: 572)
Görüldüğü gibi halk şairlerimiz tuzla ilgili söyleyişlerinde oluşturdukları mazmun ve deyimlerle güzel deyişler oluşturmuşlardır. Detaylı bir tarama yapıldığında örneklerin daha da zenginleşeceği muhakkaktır. Halk şiirleri sözlü kültürle yayıldığından dilimize ve kültürümüze ait söyleyişler en eski halleriyle dilden dile aktarılarak zamanımıza kadar getirilmektedir. Söyleyişlerin orijinalliği ve kalıcılığı açısından bu da bir avantaj sağlamaktadır. Bu tür söyleyişlerin tespiti dilimizin ifade ve kültür zenginliğine katkıda bulunacaktır.
**
24.9.2006
http://www.dicle.edu.tr/~halks/m108.htm
NAZAR VE NAZARA KARŞI TUZLA YAPILAN PRATİKLER
Doç.Dr. Yüksel KIRIMLI*
*İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Antropoloji Bölümü
ÖZET:
İnanç, insanoğlunun yarattığı kültürün bir parçası olup, kişilerin günlük yaşamını, davranışlarını etkileyen ve başkalarından öğrenme yoluyla kazandıkları düşüncelerdir. İnancın edinilmesinde, kişinin deneme yoluna sapması, geçerliğini kendi yaşamında geçen bir olayla tanıması gerekli değildir. Tamamıyla toplumsal ve kültürel bir ürün olan nazar inancı da kültürümüzde yaygın olup, nazarla ilgili nazar değmeden önce korunma amaçlı ve nazar değdikten sonra kötü durumları ya da hastalığı iyileştirme amaçlı pek çok pratik bulunmaktadır. Bu bildiri sınırları içinde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü tarafından yürütülen Türkiye Kültür Haritası Projesi kapsamında gidilen köylerde nazara karşı iyileştirmede tuz kullanılarak yapılan pratiklere yer verilmektedir.
GİRİŞ:
"Hiçbir insan, içinde bulunduğu kültürden bağımsız davranamaz" (Segall ve Diğerleri 1990:5). İnanç da , insanoğlunun yarattığı kültürün bir parçası olup, kişilerin günlük yaşamını, davranışlarını etkileyen ve başkalarından öğrenme yoluyla kazandıkları düşüncelerdir. 'İnanç doğa olaylarının nedenini bilmeme yüzünden yapılan özel bir yorumdur. Bir yorum, bir sanı olan inanç, kişiden kişiye; çevreden çevreye; toplumdan topluma; ulustan ulusa değişir' (Eyüboğlu 1987: 37-38).
İnançlar genelde geleneksel gruplarda daha yaygın olup, yaşamın her alanına girmiş ve bütün eylemlere, davranışlara yön verici bir nitelik kazanmıştır (Eyüboğlu 1987: 46). Modern yaşam tarzını benimsemiş gruplar , günlük yaşamlarını düzenlerken geleneksel gruplara oranla daha akılcı yolu benimsemiş olsalar da, bu grupların günlük eylem, davranış ve tutumlarında da , inançların etkisini görmek hala mümkündür. Örneğin günümüz Türkiye'sinde fal, büyü ve nazar hala kentte ve köyde oldukça yaygın olan inançlardır.
AMAÇ:
Bu sunu da nazar inancına karşı yapılan çeşitli pratiklerden, sadece tuz kullanılarak yapılanlara yer verilerek, insanın yaratıcılığına ve kültürün zenginliğine vurgu yapılacaktır.
METOD:
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü tarafından 1995-1996 yılında başlatılan ve günümüze kadar bölüm akademik personeli gözetiminde yürütülen, �Türkiye Kültür Haritası Projesi� kapsamında gidilen ve sahada uzun süre gözlem ve mülakat tekniği ile çok çeşitli konularda veri toplanan Balıkesir, Denizli, Kütahya,Uşak, Isparta illerinin köylerindeki , nazar ve nazar değmesi sonucunda tuz kullanılarak yapılan uygulamalar konusunda derlenen bilgiler görsel malzeme yardımı ile özetlenecektir.
Nazar Nedir:
Arapça 'nazar' kelimesi , 'bakış'anlamına gelir. Türkçe'de de 'nazar' kimi insanların bakışlarındaki zararlı güç ve bu nitelikleriyle, bir kişiye, bir hayvana ya da bir nesneye bakmakla, canlı üzerinde hastalık, sakatlık, ölüm, nesne üzerinde kırılma gibi olumsuz etkinin meydana gelmesidir (Anadol 1987:124). Nazar sadece insanlara özgü bir olay olmayıp, mal mülk, hayvan, toprak,ağaç, çiçek, eşya ve evler de nazara uğrayabilir. Herhangi zararlı bir olay, böyle bir sebebe yüklendiği zaman 'nazar değdi', 'nazara uğradı', 'göz değdi', 'nazara geldi', 'göze geldi', 'göz aldı'vb. deyimler kullanılır. Nazar toplumsal ve kültürel bir üründür. Bugün olduğu gibi tarihi devirlerde de mevcuttur (Tezcan 1996:127-128).Nazar inancını Neolitik çağlara kadar götürmek mümkündür. Balta şeklinde yapılmış olan nazarlıklar, (amuletler) Girit'te , Aşağı Mısır'da, Malta'da , Kuzey Fransa'da ve Britanya'da Bronz çağında bulunmuştur. Eski çağlardan itibaren Batı�da ve Doğu�da büyünün ve nazarın kötü etkilerine inanış ve tedbir alma bilgisi kökleşmiştir (Koşay 1956:86).Uğursuz gözden çıkan fenalığı defetmek için kullanılan el şeklinde muskalar, Mısırlılar, Fenikeliler, Yunanlılar, Romalılar tarafından kullanılmıştır (Westermarck 1961:36).Gerçeklere aykırı olmakla birlikte, gözleri fazla çukur, kaşları birbirine bitişik olanlarda (Westermarck 1961:10) ve açık çiy mavi gözlerde nazar gücü olduğu sanılır ve de mavi gözlülerin kötü niyetli, kıskanç, başkalarına zarar vermekten hoşlanan kimseler olduğuna inanılır (Anadol 1987:124). Kıskançlık duygusunun nazara yol açacağı inancı yaygındır. Yalnız şom göz değil, şom ağızda vardır (Westermarck 1961:9). Keskin göz ve güçlü dil, baktıkları ya da övdükleri canlıların, hastalanarak ölmelerine neden olur. Özellikle kişinin yakınlarının, fazla hayranlık ve sevgi duyguları da nazara neden olur (Anadol 1987:125)
Nazar inancı tarihi devirlerde olduğu gibi, bugün de mevcuttur. Nazarla ilgili pratikler genel olarak iki grupta toplanabilir.
Nazar değmeden önce korunma amacıyla yapılanlar
Nazar değdikten sonra kötü durumları ya da hastalığı sağaltmak amacıyla yapılanlar
Halk inancına göre, onu üzerinde taşıyanı büyüye hastalıklara ve diğer fenalıklara karşı korumaya veya içinde bulunduğu fenalıklardan kurtarmaya hizmet eden objeye nazarlık denir (Koşay 1956:86). Nazarlığın türlü çeşitleri olup, taşlar (akik,firuze) , madenler (altın, gümüş, demir) üstüne dua yazılı parşömenler en çok kullanılanlarıdır. Ayrıca Çörek Otu, Üzerlik Otu, Sarımsak, Deve Dikeni, Hurma Çekirdeği gibi bitkiler, çeşitli hayvanların kabukları, dişleri, boynuzları, kafatasları (Kaplumbağa kabuğu ve kürek kemiği, Geyik boynuzu, Köpek ve Öküz kafatası, Kurt dişi, bazı deniz böceklerinin kabuğu gibi), (Koşay 1956:86-88), yumurta kabuğu, at nalı, göz boncuğu, Fatma Ana Eli, Meryem Ana Eli, küçük çocuk ayakkabısı, nazara karşı korunmada kullanılan unsurlar arasında yer almaktadır.
Canlı varlıklar için, nazar boncuğu, muskalar, çörek otu, kurt dişi, deniz hayvanlarının kabukları vb. elbiseye iliştirilir veya hayvanların boynuna asılır. Cansız varlıklar içinse evlerin kapılarına at nalı, nazar boncuğu, üzerlik, küçük çocuk ayakkabısı, deve dikeni asılır. Tarla, bağ ve bahçelere öküz başı, köpek kafatası at nalı, yumurta kabuğu asılır. Arabalara , nazar boncuğu, küçük çocuk ayakkabısı asılır.
Nazar değmeden önce koruma amacıyla yapılan pratikler her zaman nazarı engellemekte etkili olamaz. Nazara uğramaya en elverişli kimseler; çocuklarla, güzellikleri ve yetenekleriyle herkesin hayranlığını uyandırmış kişilerdir; çünkü çocuklar zayıftır, çabuk etkilenebilirler; güzel , yetenekli, mutlu kişiler, insanların kıskançlık duygularını kamçılarlar. Bu kötü duygular göz yolu ile hedefi
etkiler ve sakatlar. (Anadol 1987:124). Nazar hastalığının belirtileri şunlardır; uyku kaçar, göz yaşarır, insan sık sık esner, baş dönmesi, baş ağrısı, ateşlenme gibi haller görülür, vücut zayıflar, hasta durgun hale gelir. Zamanla vücutta çarpılmalar meydana gelir, bu durum öldürücü de olabilir. (Tezcan 1996:127-128), (Altınışık 1977:7983). Bu nedenle nazar değdikten sonra kötü durumları ya da hastalıkları sağaltmak amacıyla 1) Kurşun Dökme 2) Üzerlik Otu Yakma 3) Tuz Patlatma- Tuz Kavurma 4) Tuz Gömdürme 5) Tuz ve Üzerlik Otunu Birlikte Yakma 6) Üzerlik Otu ile Çitlenbik Ağacından Alınan Parçaları Birlikte Yakma 7) Üzerlik Otu ile Üç Yol Ağzından Alınan Çöp ve Eşikten Koparılmış Tahta Parçasını Birlikte Yakma 8) Nazarı Değdiği Bilinen Kişinin Evinden Bir Tahta Parçası Alıp Yakma 9) Nazar Duası Okuma 10) Nazar Duası Okutma 11) Bıçak Basma- Bıçak Atma 12) Çekiye (uzunca eşarp, tülbent) İğne Bastırma 13) Çekiyi Bakma 14) Köz Söndürme 15) Yumurta Kırma gibi pratikler yapılmaktadır.
Sağlık yönünden inanmalar daha çok nazar kırma işlevini yerine getirir. Nazar kırma olayını da daha çok ocak tabir edilen kişiler gerçekleştirir. Bir ocak ölmeden ya da bu işleri bırakmadan önce ' El Verme' denilen olayı gerçekleştirir. Nazar kırma ağırlıklı olarak kadınlar tarafından yapılır, özellikle kadınlar büyü, sihir esrarını iyi bilirler (Westermarck 1961:20)
"Türkiye Kültür Haritası Projesi" çerçevesinde, gidilen illerin köylerinde yapılan çalışmalar nazar inancının günümüzde geçerliliğini yaygın şekilde koruduğuna işaret etmektedir. Örneğin 1998-1999 yılları arasında gidilen Bilecik İnhisar Koyunlu; Bilecik Gölpazarı Üyük; Denizli Akköy Akçapınar; Denizli Acıpayam Uçarı; Denizli Çal Mahmutgazi; Denizli Çameli Bıçakçı; Denizli Tavas Akyar; Kütahya Hisarcık Hamamköy; Kütahya Aslanapa Pınarbaşı; Kütahya Gediz Ece; Kütahya Simav Hacı Hüseyin Efendi; Kütahya Domaniç Bükerler; Kütahya Altıntaş Çakırsaz; Uşak Eşme Eşmetaş; Uşak Karahalli Duraklı ve Uşak Ulubey Küçükkayalı köylerinde 888 Erkek ve 987 Kadın olmak üzere toplam 1875 kişiyle görüşme yapılmıştır. Görüşme yapılanların yaklaşık %70'i nazara inanmaktadır. Cinsiyet farklılıklarını dikkate alarak nazara inanma oranları tekrar gözden geçirildiğinde görüşme yapılan kadınların %80 'inin, erkeklerin ise yaklaşık %55'inin nazara inandıkları tespit edilmiştir. Şimdi de bu kadar yaygın olan nazar inancına bağlı olarak geliştirilmiş olan pratikler içinde tuz kullanılarak yapılan uygulamalara yer verilecektir.
1) İlk örneğimiz, Balıkesir'in Sındırgı İlçesinin Yaylacık Köyünden derlenmiştir. Köyün tarihiyle ilgili yazılı bir kaynak yoktur. Köyün yaşlılarından alınan bilgiye göre, Yaylacık Köyü yaklaşık 200 yıl önce Kafkasya'dan göç eden Karakeçili Yörük'ü olan Hacı Halil ve kardeşi Kilci Mehmet tarafından kurulmuştur. Verileri 1996-1997 yılları arasında derlenen Yaylacık Köyü , 123 Erkek, 142 Kadın olmak üzere toplam 265 kişiden oluşan Müslüman Köyüdür. Köy oldukça engebeli bir araziye sahiptir. Yaylacık Köyü Sındırgı ovasının bittiği yerde kurulmuştur. Tüm köy genel olarak düşünüldüğünde oldukça geniş bir alana yayılmış dağlık bir köy görüntüsünü verir. İlçeye uzaklığı 2 km.dir. Köylü geçimini ağırlıklı olarak topraktan, ardından hayvancılık, inşaat işçiliği ve ormancılıktan sağlar.
Yaylacık Köyü'nde nazara karşı pek çok pratik yapılır, örneğin; nazardan koruyacak sure ve ayetler okunur, hocaya ya da ayet bilen birine nazar değen kişi okutup, üfletir, bakışı, nazar değmesinden korkulan kişinin üzerinden başka yere çekmek için nazarlık takılır, nazar değdiğine inanılan kişi ya da hayvanın içme suyuna bir miktar idrar katılır, tuz kavrulur.
Tuz Kavurma:
Önce tavaya bir avuç tuz konulur, tuz genellikle kaya tuzudur, ancak sofra tuzu da kullanılır (FTG:1). Tava, içindeki tuzla birlikte ateşe konulur. Ateşe konulun tuz patlamaya başlar (FTG:2). Bu arada nazar değen kişinin başına bir tülbent örtülür (FTG:3). Daha sonra nazar değen kişinin başının üzerine içi su dolu bir çanak tutulur (FTG:4). Patlatılan tuz bu suyun içine dökülür (FTG:5). Bu işlemlerden sonra nazar değen kişiye bu sudan bir yudum içirilir (FTG:6), ya da biraz yalatılır. El ve ayak tırnaklarına ve alnına bu sudan sürülür (FTG:7). Daha sonra, avlunun bir kenarına, ayak basmayacak bir yere tuzlu su dökülür (Dizdar 1997:55).
2) Verileri 1998-1999 yılları arasında derlenen Denizli Çal Mahmutgazi Köyü�nün kuruluşuyla ilgili çeşitli rivayetler olmakla birlikte, Prof.Dr. Ömer Lütfi Barkan bu köyün Osmanlı Devleti'nin ilk zamanlarında eski bir vakıf olarak varolduğu yazmaktadır (Karabaş 1999:45). Mahmutgazi Köyü , 200 'ü erkek, 201�i kadın olmak üzere toplam 401 kişiden oluşmaktadır. 130 haneli bir Müslüman Köyüdür. Mahmutgazi Köyü'nün ilçeye uzaklığı 9 km.dir. Köy halkı geçimini öncelikle topraktan tahıl ve sanayi bitkisi olan üzüm yetiştiriciliğinden ve hayvancılıktan sağlar.
Mahmutgazi Köyü�ünde de nazara karşı geliştirilmiş pek çok pratik vardır. Örneğin tuz kavrulur, dua okunur, kurşun dökülür.
Tuz Kavurma:
İri tuz, bakır bir kapta kavrulur. Ateşte kaynamakta olan suya dökülür. İçine ayrıca 7 buğday tanesi, birkaç tane metal para, soğan kabuğu ve iğne atılır. Bunlar bir süre birlikte kaynatıldıktan sonra, su soğuyunca nazar değen kişinin; 3 kere başına, 3 kere karın kursağına, 3 kere bacaklarına dökülür. Bu işlemler 9-10 kez tekrarlanır. Bu işlemden önce nazar değen kişi, damağını kaldırır. Suyun kalanı nazar değen kişinin koltuk altına, ayaklarının altına ve kucağına dökülür. Böylece nazar değen kişinin nazarı üstünden atılmış olur ( Karabaş 1999: 122-123).
3) Verileri 1998-1999 yılları arasında derlenen, Kütahya�nın Aslanapa İlçesinin Pınarbaşı Köyü�nün de tarihçesi tam olarak bilinmemekle birlikte, Tekeliler, Kocaağızlar ve Kabaşlar isimli üç aile tarafından kurulduğu söylenmektedir. Pınarbaşı bir ova köyüdür ve ilçeye uzaklığı 3 km'dir . Köyün nüfusu 198'i erkek, 192'i kadın olmak üzere 390 kişiden oluşur. Pınarbaşı Köyü'nde yaşayanların dini İslam, mezhepleri ise Sunni-Hanefi'dir. Köy halkının ana geçim kaynağı topraktır. Ayrıca yan gelir olarak büyükbaş ve küçükbaş hayvan beslenir.
Pınarbaşı Köyünde nazarın göz değmesi sonucu olmadığı, bir kişinin dil ile ifadesi sonucunda nazar değeceği inancı hakimdir. Örneğin bir kişi beğendiği bir şeyi dil ile ifade ederse, nazar değmektedir. İşte bu inanış, onları birtakım şeyler yapmaya itmiştir. Bunlardan birisi ve en çok başvurulanı, üzerlik tütütmedir. Bunun yanında tuz patlatma ve nazar duası okuma gibi işlemlerde nazara karşı yapılmaktadır. Üzerlik tütütme işlemi sırasında tuzda kullanılır. ( Yetkin 1999: 121)
Üzerlik Tütütme:
Üzerlik nohuta benzer taneleri olan bir bitkidir. Bu bitkinin yakılarak dumanının ev içine dağılmasına da tütütme denilir. Bu işlem şöyle gerçekleşir; bir piknik tüpü evin ortasına getirilir. Bir küreğin içini üzerlik otu ve bir tutam tuz konur (FTG:8-9). Kürek tüpün üstüne konarak, otun dumanının, ev içine yayılına kadar yanması sağlanır (FTG: 10). Bu arada dua okunur. İyice yanan otlar, dışarı çıkarılarak kürek üstte, otlar altta kalacak şekilde ters çevrilir (FTG: 11-12). Böyle yapılmasının nedeni, nazarı değen kişinin ağzının kapanmasını sağlamaktır. Bu işlem, evin herhangi bir yerinde de yapılabilir. Önemli olan, üzerliğin yanması sonucu çıkan dumanın evin her tarafına yayılmasını sağlamaktır. Ayrıca otun yakıldığı kabın da, işlem bitince mutlaka ters çevrilmesi gerekir. Böylece nazar değmesi engellenir. ( Yetkin 1999: 140).
4) Verileri 1998- 1999 yılları arasında derlenen, Uşak�ın Karahalli İlçesinin Duraklı Köyü'nün tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, Doğu Anadolu bölgesinden kan davası olayından kaçan Deli Hıdır, Kara Bekir, Hacım Sultan, Kara Dede isimli kardeşlerden, Kara Dede�nin Duraklı�ya gelip yerleşmesiyle oluşmuştur. Duraklı�nın İlçeye uzaklığı 8 km�dir. Köy 133 erkek ve 140 kadın olmak üzere toplam 273 kişiden oluşur ve Duraklı�da yaşayanların dini İslam, mezhepleri ise Hanefi�dir. Köy halkının ana geçim kaynağı tarım ve dokumacılıktır. Ayrıca az miktarda hayvancılıkta yapılmaktadır.
Durak�lı Köyü�nde nazara karşı, kurşun dökme ve tuz öveteleme pratiği uygulanır.
Tuz Öveteleme:
Gerekli malzeme sadece tuzdur (FTG: 13). Nazar değdiğine inanılan kişi tuz öveteleme işini yapacak kişinin karşısına oturur. Tuz övetelecek kişi avucuna bir miktar tuz alır ( FTG: 14). Avuca alınan tuz, nazar değen kişinin başının üzerinde dairesel hareketlerle dolaştırılır. Bu işlem yapılırken 3 kez İhlas, 1 kez de Fatiha suresi , tuz öveteleme işini yapan kişi tarafından okunur (FTG: 15-16). Bu işlemler bittikten sonra üzerine okunulan tuz, üzerine basılmayacak bir yere atılır (FTG: 17).
5) Son örneğimiz, verileri 1999-2000 yıllarında toplanan, Isparta�nın Sütçüler İlçesinin Darıbükü Köyü'ndedir. Darıbükü Köyü'nde Tuz Gömdürme pratiği uygulanır. Darıbükü köyünün tarihi ile ilgili yazılı bir belge bulunamamıştır. Nesilden nesile söylenen varsayımlar ve hikayelere dayanarak, köyün 200 yıllık bir geçmişi olduğu tahmin edilir. Antalya- Manavgat bölgesinden bir grup Yörük, hayvancılık yapmak amacıyla bu bölgeye gelmişlerdir. Köyün denizden yüksekliği 900m. olup, Akdeniz�in meşhur Toros Dağlarının eteklerinde kurulmuştur ve Darıbükü ormaniçi köy konumundadır. Köyün ilçeye olan uzaklığı 58�km.dir. Müslüman Köy halkının ana geçim kaynağı mevsimlik işçiliktir, diğer bir iş kolu da halı, kilim, yolluk, seccade, torba ve halı dokumacılığıdır.
Tuz Gömdürme:
Darıbükü köyünde bu işi sadece bir kadın yapmaktadır. Rahatsızlığı olan kişi, tuz gömdürmek için bu kadını evini çağırır. Tuz gömecek olan kadın, hastayı karşısına alır ve diri tuz tanelerini eline alıp �Fatihi� suresini okur. Okunan tuz kor halindeki ateşe gömülür. Gömülen tuz patlamaya başlar. Tuzun patlamasıyla kişiye değen nazar dağılmış olur. Tuz gömdüren kişi erkekse takkesini, kadınsa yazmasını üzerindeki nazar dağılsın diye ateşe silkeler. Tuz patladıktan sonra ateşten biraz kül alınarak suya konur ve nazar değen kişi bu sudan üç yudum içer ve abdest alır. Geriye kalan su evin dört köşesine serpilir. (Kara 2000: 91).
SONUÇ:
İnsan gruplarının doğa olaylarının nedenini bilmeme nedeniyle yaptıkları yorumlar ve uygulamalar, hayret verici şekilde bol ve çeşitlidir. Bu bildiri de yaşamın her alanına girmiş ve bütün eylemlere, davranışlara yön verici nitelik kazanmış inanç sistemi içinde yer alan , nazar inancı sonrasında yapılan uygulamaların çeşitliliği de, yukarıda söylenen cümleyi doğrular niteliktedir. Balıkesir, Denizli, Kütahya, Uşak ve Isparta illerinin köylerinde nazar değmesinden sonra, temelde aynı amaca yönelik olarak tuz kullanılarak yapılan sağaltma işlemindeki fevkalede çeşitlilik, insanın diğer canlılardan farkını ve farkı yaratanın da kültür olduğunu bir kez daha çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır.
KAYNAKÇA
Altınışık, N.�Bergama�da Nazarla İlgili Uygulamalar�, Türk Folklor Araştırmaları, Yıl 28 Cilt 17,No:334, S. 7983- 7984.İstanbul.
Altıntaş, S. Sosyo-Kültürel Yapısıyla Duraklı Köyü,İ.Ü.Edebiyat Fakültesi 1999 Antropoloji Bölümü Basılmamış Lisans Çalışması.
Anadol, C.Tarihten Günümüze Kadar Dünyada ve İslamiyet�te Halk İnanışları,İstanbul,Devlet Yayınları.
Dizdar, Y. Yaylacık Köyünün Sosyo-Kültürel Yapısı, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi 1997 Antropoloji Bölümü Basılmamış Lisans Çalışması.
Eyüboğlu,İ.Z .Anadolu İnançları, Anadolu Mitolojisi İnanç-Söylence Bağlantısı, 1987 İstanbul, Geçit Kitabevi.
Kara,N. Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yaşamı İle Darıbükü Köyü, İ.Ü.Edebiyat 2000 Fakültesi Antropoloji Bölümü Basılmamış Lisans Çalışması.
Karabaş,Z. Denizli İli Çal İlçesi Mahmutgazi Köyü Sosyo-Kültürel Ekonomik Araştırması, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Basılmamış Lisans Çalışması.
Koşay, H.Z. �Etnoğrafya Müzesindeki Nazarlık, Muska ve Hamailler�, Türk Etnoğrafya Dergisi, Sayı:1, Ankara, Maarif Basımevi.
Segall M.H., Human Behavior in Global Perspective, New York, Pergamon Press. Dasen,P.R. Ve Diğerleri 1990
Tezcan, M. Kültürel Antropoloji, Ankara, A.Ü., Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.
Yetkin, D. Pınarbaşı Köyü, Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapı İncelemesi, İ.Ü.Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü Basılmamış Lisans Çalışması.
Westermarck, E. Nazar Değmesi İnancı, Ankara, Yeni Matbaa. 1961
23.9.2006
Asagida, Eski Ahit'ten "tuz"la ilgili bazi bolumler yer aliyor.Tuz,eski toplumda,koruyucu,tuzlandirici vb. ozellikleri bakimindan da kullanilmis olmaliydi.Bu nokta bizi su anda fazla ilgilendirmiyor.Tuzun dinsel bir kavram ve uygulama araci olmasinin nedenleri ilgilendiriyor.
Bu bakimdan,daha once yayinladigimiz,Tuz motifli butun uygulama,inanç,gorenek kalintilarini,Eski Ahit'in ifadeleri isiginda degerlendirmekte yarar var.
Bunu yaptigimiz ilk anda,once,çok genel olan bu konuyu; "Tuz, bütün Türk topluluklarında kutsal sayılan bir madde olarak dikkat çeker" gibi, etnik bir sinir içinde ele almaktan kurtulmus oluruz.
Bunun disinda,Eski Ahit'te Tuz,asil olarak insan kurban uygulamasi ile anlam kazanan bir araç olarak yer almaktadir.Eski toplumun,bitki/hayvan toteme geçisiyle birlikte,tuz,hayvan/bitki sunumu içinde devam eder.Eger ortada boyle bir geçis olmasa,butun "tahil sunularin tuzlanmasi" her hangi bir anlam olusturmazdi.
Tuz,insan kurbani,onceden yamyamligi ile bagintili bir madde olarak tarihte yer almis oldugu için,bu alandaki butun 'sifa' getirici,nazar'i kirici ozelliklerine duyulan 'inanç'i da boylece açiklayabiliriz.
Mesela "vereme yakalanmış kişinin yastığının altında beze sarılı tuz bulundurulur. Hastayı ziyarete gelenler bu tuzdan bir miktar alarak ağızlarına koyunca" biçimindeki 'sifa verici uygulamalar' anlatilinca, anlamaliyiz ki,burada eski bir 'hasta-olu yamyamligi' doneminden kalma bir sembolizm karsisindayiz...Musa yasalarinda,hastalarla ilgili de olan 'kirli'lik kurali,oyle gorunuyor ki,ilgili 'kirli' kisiyi toplumun yamyamlik hedefinden kurtarma amaçliydi. 'Kirli' sayilan kisiye,hiç bir sekilde dokunmama kurali getiriliyordu.Eski Ahit dikkatlice incelenirse, 'kirli'lik,hiç de sadece hastalikla ilgili bir saptama degildi. Toplumu salgin hastaliklardan koruma gibi yorumlar,hep sonraki 'modern'lerin basvurdugu yaratilmis gerekçelerdir.Igfal edilmis bir kadin/kiza bile 'kirli'lik yaftasinin asildigini dusunursek,bu yafta'nin,kirli sayilan ilgili kisinin canini kurtarma amaci daha belirgin hale gelir.
Tuz'un eski toplumda,insan kurban sunumlarindaki kullaniminin tek bir biçimi olmadigi da anlasiliyor.
Eski Ahit'te 'tuz çukurları' kavrami,bu kullanimin bir biçimine isaret ediyor. Oluyu 'tuzlayarak muhafaza',onun bir biçimi olan mumyacilik,tarihsel olarak,erken donem yamyamliginin,sadece vucudun iç organlariyla sinirlanmasi asamasina da isaret eder.Mumyacilik ile tibbin ayni cografi ve inanç alanlarinda gelismis olmasi tesaduf degildir.Nizami Mulk'de,derisi yuzulmus adamin,derisinin tuzlanip içinin samanla doldurulmasi turu cezalar,bu eski uygulamalarin devami olmaliydi.Avesta çok buyuk bir agirlikla,olulerin ne yapilacagi,topraga mi gomulecegi,aciga mi birakilacagi,kapali bir alanda mi kurutulacagi gibi noktalarla ilgilenir.Yakmak veya gommek orada buyuk gunahti.Buna karsilik baska toplumlarda yakmamak veya gommemek buyuk gunahti.
Tuz,su'lu sunularda oldugu gibi 'yakma/kizartma' sunularda da kullanilmaktadir.
Dogumumdan sonra,buyukannem ve annem,beni tuzlamislar,bagladiklari bezin içine tuz yaymislar..Daha sonra onlara bu davranislarinin nedenini sordugumda,anneannem,bunun,benim 'vucudumun kokmamasi için' oldugunu açiklamisti.
Anneannemin bu ' vucudun kokmama' gerekçesine inanamayiz elbette.Muhtemelen ona bu gerekçeyi annesi ogretmisti;ona da onun annesi...Insanoglu,duruma gore gerekçe uydurmakta hiç zorlanmamistir zaten.Ayni eski gorenegi uygulayan,yanyana iki koy sakinlerinin gerekçeleri bile, bir dizi halde birbirini tutmaz!
Musa yasalarinda 'güzel kokulu bir buhur'un bile 'tuzlanmış, saf ve kutsal' olmasi istenmektedir.Tanriyi "mutlu edecek guzel koku" motifi butun eski dini yazinda yer almaktadir.Oyle ki,tanrilar bu kokuyu alarak sunak alanina ususurler!Cok ilginç bir biçimde,gunumuzun Zerdust din adamlari,ayinlerde,buhurdanligin etrafinda toplandiklarinda,tam olarak burun ve agizlarinin uzerine,beyaz bir mendil,bez asmaktadirlar.Bu koku konusuyla ilgili olmaliydi.
Dolayisiyla,eski toplumda Tuz,bir çocugun vucudunun 'kokma'siyla degil,bu çocugun ateste kurban edildigi siradaki kokusuyla ilgili olmaliydi.Yakmalik sunudan kaynaklanan koku motifi giderek "vucudun kokmamasi" gibi bir gerekçeye doneusmus olmali...Geçmis donemde kurban edilmis çocuk,tuz motifli degisik geçis ayinleriyle,durmadan sembolik olarak oldurulur ve diriltilir.Boylece,Sumer tabletlerinin «olum bakisi »,nazar,bosa çikarilir,çocuk sifa kazanir,hastalanmaz vb.
Sodom sehrinin sodyum klorür ile bir ilgisi var mi? Buna su anda yanit veremiyorum.
Eski toplumda,kurban sunularla boylesine ilgili olan,kavramsal kullanimi ilk kutsal varliklardan birisi olarak ortaya çikan 'tuz' için
«Türklerin tarihine edebiyatına ve folkloruna giren tuz ekmek hakkı dostluk, vefa, arkadaşlık, sadakat, insanlık, samimiyet, mertlik, dürüstlük gibi kavramları içine alan zengin bir klişedir.» (Elçin 1977: 74)
biçimindeki degerlendirmelerin,çozumleyici en kuçuk bir deger tasiyamayacagi açiktir.
Sozkonusu olan soru sudur:Hangi nedenle; vefa,sadakat, arkadaslik kavrasiyisi «ekmek-tuz hakki» biçiminde ozel,dini bir kavram haline gelmis,butun hiristiyanligin,museviligin,onlarla yakin bagi olan bektasiligin bagrinda en kutsal maddelerden birisi olarak kullanilmistir?
Bu tur temel sorulari ortaya koyup yanitlamak yerine,koylulerden derlenmis gerekçeleri siralamaya bilimsellik denildigi surece,bu alandaki bilim yerlerde surunmeye devam edecektir...
****
Eski Ahit
BÖLÜM 19
İçerdeki iki adam ("İki melek") Lut`a, "Senin burada başka kimin var?" diye sordular, "Oğullarını, kızlarını, damatlarını, kentte sana ait kim varsa hepsini dışarı çıkar.
Çünkü burayı yok edeceğiz. Tanrı bu halk hakkında birçok kötü suçlama duydu, kenti yok etmek için bizi gönderdi."
Tan ağarırken melekler Lut`a, "Karınla iki kızını al, hemen buradan uzaklaş" diye üstelediler, "Yoksa kent cezasını bulurken sen de canından olursun."
Tanrı, Sodom ve Gomora`nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
Ancak Lut`un peşisıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB`bin huzurunda durduğu yere gitti.
Sodom ve Gomora`ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrahim`i anımsamış ve Lut`un yaşadığı kentleri yok ederken Lut`u bu felaketin dışına çıkarmıştı."
**
"Ama Lut`un Sodom`dan ayrıldığı gün gökten ateşle kükürt yağdı ve hepsini yok etti."(Luka 17:29)
"Sodom ve Gomora kentlerini yakıp yıkarak yargıladı. Böylece tanrısızların başına geleceklere bir örnek verdi."(2. Petrus 2:6)
"Sodom, Gomora ve çevrelerindeki kentler de benzer biçimde kendilerini fuhuş ve sapıklığa teslim ettiler. Sonsuza dek ateşte yanma cezasını çeken bu kentler ders alınacak birer örnektir." (Yahuda 1:7)
"İsrail`in Tanrısı Her Şeye Egemen RAB şöyle diyor: "Moavlılar`ın halkımı nasıl aşağıladığını, Ammon halkının onlara nasıl hakaret ettiğini, Onları nasıl alaya aldığını Topraklarını nasıl tehdit ettiğini duydum. Varlığım hakkı için, Moav kesinlikle Sodom gibi, Ammon da Gomora gibi olacak. Otlarla, tuz çukurlarıyla dolacak,sonsuza dek virane kalacak. Mallarını halkımdan geride kalanlar yağmalayacak. Topraklarını ulusumdan sağ kalanlar miras alacak."." (Sefanya 2:8-9)
"Bütün ülke yanacak, tuz ve kükürtle örtülecek; tohum ekilmeyecek, filiz sürmeyecek, ot bitmeyecek. Ülke RAB`bin kızgın öfkesiyle yerle bir ettiği Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim gibi yıkıma uğrayacak."(Yasa'nın Tekrarı 29:23)
Buhur
"Sonra RAB Musa`ya şöyle dedi: "Güzel kokulu baharat -kara günnük, onika, kasnı ve saf günnük- al. Hepsi aynı ölçüde olsun.
Bir ıtriyatçı ustalığıyla bunlardan güzel kokulu bir buhur yap. Tuzlanmış, saf ve kutsal olacak.
Birazını çok ince döv, Buluşma Çadırı`nda seninle buluşacağım yere, Levha Sandığı`nın önüne koy. Sizin için çok kutsal olacaktır.
Aynı reçeteyle kendinize buhur yapmayacaksınız. Onu RAB için kutsal sayacaksınız.
Kim koklamak için aynısını yaparsa halkının arasından atılacaktır."
Bunları ilk ürünlerinizin sunusu olarak Tanrı'ya sunabilirsiniz.
Ancak RAB`bi hoşnut eden koku olarak sunak üzerinde sunulmamaları gerekir.
Bütün tahıl sunularını tuzlayacaksınız. Tanrı`nın sizinle yaptığı antlaşmayı simgeleyen tuzu tahıl sunularından hiç eksik etmeyeceksiniz. Bütün sunulara tuz katacaksınız.
Elişa Suları Paklıyor
"Erihalılar Elişa`ya, 'Efendimiz, gördüğün gibi bu kentin yeri iyi ama suyu kötü, toprağı da verimsiz' dediler.
Elişa, 'Yeni bir kabın içine tuz koyup bana getirin' dedi. Kap getirilince,
Elişa suyun kaynağına çıktı, tuzu suya atıp şöyle dedi: 'RAB diyor ki, `Bu suyu paklıyorum, artık onda ölüm ve verimsizlik olmayacak.'
Elişa`nın söylediği gibi, su bugüne dek temiz kaldı.
****
"Bism-i Şah Allah
Allah ,Hüü
Dilim tercüman,
erenlerden ferman
tuz, su, ekmek gördüm
Gerçekler demine,
Pir gayretine,
Ya Ali hü,
Allah
Eyvallah"
19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK .Dr. A. Yılmaz Soyyer.
AKADEMİ KİTABEVİ, İZMİR � 2005)
***
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/kalafat_halac.pdf
Halaç Türklerinde Halk İnançları
Yaşar Kalafat
Halaçlı Türklerin ve yakın çevresi halklarında 'ekmek bayrağı' geleneği vardır.
Evliliklerde oğlan evi gelin gelmeden evvel ekmek yapar ve bayrak dolandırır bunun anlamı ekmeğimize buyurun demektir. Biz daha evvel halka inançlarımızda ekmek ve bayrak konularını çalışmıştık. Ancak ekmek bayrağına ilk defa bu çalışmada şahit olduk.
Oğlan evi tarafından evin bacasına bir bayrak dikilir. Gönderin tepesine bazen iki elma bazen bir elma ve bazen de bir elma ve bir soğan takılır. İfade edildiğine göre elma gelinin ağız tatlılılığını ve soğanda damadın sert kişiliğini temsil etmektedir. Bizim yaptığımız çalışmalarda Türk kültürlü halklar arasında elma zürriyeti, hâkimiyeti nesillerin devamını temsil etmektedir. Soğan kabukları ise yakılması cin çarpacağı inancı ile sakıncalı görülür.
Halaç Türkleri ve yakın çevresinde bayrak direğinin altında düğün esnasında elma,ayna, şeker ve tuz konur. Bunları alacak olacak çocukların sevinmesi sağlanmış olunur.
Ayna ve tuz da Türk kültürlü halklar arasında bir koddur. Halaçlarda gelinin annesi kızı evden çıkarken ona tuz ve çörek otu verir. Bunları bereketi temsil ettiklerine inanılır. Nazar için tütsü yapılırken bu çevrede tütsünün üzerine tuz dökülür.
****
http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/278.pdf
TÜRKMEN IRIMLARI (HALK İNANÇLARI)
*
Yrd. Doç.Dr.Durmuş TATLILIOĞLU
**
GİRİŞ
Türkmenlerde ırımlara (halk inançlarına) inanmak, halkın hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
Türkmen halkının her davranışında ırımların tesiri vardır. Irım sözcüğü Türkmence "ıdım", "edim", "gılım", halkın depdesturlarını (kültürünü) ve inançlarını ifade etmektedir.
....
Türkmenler, ırımların (inançların) çoğunu dinden aldıklarını belirtmişlerdir. Bu nedenle hayatlarına ve davranışlarına tamamen ırımlar hakimdir. Örneğin, dine göre telpeksiz (takkesiz) namaz kılınır, fakat ırımlara göre kılınmadığı için, onlar da telpeksiz namaz kılmamaktadırlar. Bu nedenle Türkmenler yapacakları her işi ırımlara göre ayarlamaktadırlar.
D- Irımların Görüldüğü Alanlar
1- Toy (Düğün) Irımları
Türkmenler düğün günlerini ırımlara göre belirler. Irımların Türkmenlerin toplumsal yaşantısında, aile hayatında, evlenme ve düğün törenlerinin çok büyük bir yeri vardır. Düğünün başlamasından sonuna kadar ilginç ırımlar yer almaktadır. Bu ırımlarda Türkmen boyları (tire-tayfaları) arasında değişiklikler
vardır.
Türkmenler kız ve erkek çocuklarını evlendirirken, kız istemeye giden kişiler "sahetli" (uğurlu) günlerde giderler. Kız istemeye gidenler başlarına beyaz yağlık (örtü) takarlar. Bu dünürcülere Türkmenler 'savcı' demektedirler. Savcılar göz kapaklarına beyaz pamuk yapıştırırlar, bunlara �gözleri pamuklu�
denilmektedir. Savcılar kız evine tuz götürür ve onların çöreğine (ekmeğine) tuz batırarak yerler. Savcılar kız istemeye giderken şeker ve ekmek götürürler, ekmek rızkın bolluğuna, şeker ise tatlı ilişkiler kurmayı arzu ettiklerine işarettir. Teke boyunda kızın ailesi kızı vermek istemiyorsa, savcıların ayak izleri süpürgeyle temizlenmektedir. Salır boyunda kız istemeye giden savcılar, sofrayı açarak yarım çöreği değil de kırılmamış olandan alır, tuzunu tadar. Bunun anlamı, misafir olarak gelen sizinle akraba olmak istiyor demektir. Misafirin getirdiği şekeri, evin hanımı sofraya koyarsa kızı vermeye razı, koymazsa razı olmadığı anlaşılmaktadır. Ersari boyunda, erkeğin annesi kızın başına kırmızı eşarp takarsa bu kızın nişanlı olduğu anlaşılır. İlk defa kız istemeye gidildiğinde ev sahibinin dantelli yastıklarını misafir çevirirse, işin biteceği anlaşılmaktadır. Ersariler kız istemeye gittiklerinde kapı önünü baba başındaki telpeği ile anne de eşarbıyla süpürür. Kız tarafı razı ise misafirleri ve hediyeleri içeri alır. Eve ikinci sefer giderken pişmiş et götürülür, bu işin bittiğinin işaretidir.
http://www.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/278.pdf
***