22.11.2006

Gıravat ve uygar barbarlık!

Gıravat'ın bir tarihçesi var mı? Sosyal anlamı bakımından doğru bir şekilde ortaya konmuş yazılı bir gıravat tarihçesi olduğunu sanmam…

Türklerin "medeniyet yuları" dedikleri gıravat, 20.yüzyıl Avrupalısının boynuna nereden akıl edilip de takılmıştır dersiniz?

10 yıl kadar önce, sosyolog kimi Avrupalı öğretim üyelerine, "Uygarlığın tarihini yazmak istiyorsanız, önce gıravatın tarihçesini yazmalısınız"  dediğimde, onlar bunu, benim ender şakalarımdan birisi olarak yorumlamışlardı.

Durum hiç de öyle değildir.

Sayısız bulgu aktarıcı uzman, Afrika yerli topluluklarında yarı-çıplak yaşayan kadınların hangi kabileye ait olduğunu belirleme göstergelerinin zenci kadının saç biçimi; saç, boyun, kol ve ayaklarındaki takılar olduğunu saptamışlardı.

En eski Sümer şarkılarında ifade edilen ve uzmanlarımızın 'tuğla', diye tercüme ettikleri 'tablet' yani 'kader', kişinin hangi toplum birimine ait olduğunu, dolayısıyla onun hak ve ödevlerini belirleyen ve bu yüzden ölene değin sürekli taşımak zorunda olduğu hızma, küpe ve alındaki dövme idi.. Boyuna asılan gerdanlık, koldaki bilezik, alınlık, başa takılan şapka ve madeni takılar, kulak küpeleri, burun hızmaları sonradan bozulmuş halleriyle süslenme araçları haline gelmeden önce, hiç kuşkusuz ki, bireyin ait olduğu toplumsal birimi; kadın ve erkeğin toplumsal konumunu da belirleyen saptama sembolleriydi.

 Zaten 'süslenme' bugünkü bozulmuş şeklini almadan, eski toplumdaki hali bakımından, kişinin bağlı olduğu birimi ve kendi öz konumunu belirleyen araç ve boyaları takıp-takıştırma zorunlu eyleminden başka bir şey değildir.

Avrupalı uzmanlarımız yarı-çıplak yerli topluluk kadınlarının ve erkeklerinin renkli boya ve basit takılardan, kemik, ağaç veya metal takılardan oluşan 'süs' düşkünlüğünü karşısında hep şaşırmışlardır!

İsa'dan dört asır önce yaşamış olan Aristo, ideal devlet arayışı içerisinde, eski devlet biçimlenişlerine ilişkin olanların yanı sıra, bugün de çok yararlı olan sayısız tarihsel bilgiyi aktarır.

''Bazı yerlerde, askeri cesareti teşvik etmek için yapılmış yasalar vardır; örneğin, Kartaca'da erkekler katıldıkları seferin sayısını gösteren kol bağları (pazubentler) takarlar. Eskiden Makedonya'da da bir adamın ilk düşmanı öldürünceye kadar boynunda bir yular taşımasını gerektiren bir kural vardı; belirli bir İskit şöleninde de elden ele dolaştırılan tastan yalnızca düşman öldürmüş olanların içmesine izin veriliyordu.

Çok savaşkan bir ırk olan İberyalılarda da, savaşçılarının mezarlarına öldürdükleri düşman sayısı kadar demir çubuk sokarlar. Başka halklar arasında da böyle birçok yasalar ve görenekler vardır.'' (Aristotales, Politika, Kitap VII.S.199)

Demek ki gıravat; veya daha doğru anlatımla, gelişmesi içinde gıravat halini alacak olan çaput, eski toplumda, hiç olmazsa iki temel sosyolojik veriyi kendisinde birleştirmiş bir araç olarak karşımıza çıkar. Düşman öldürmekle yurttaşlık hakkı kazanarak ve böylece, toplum birim üyeliğine geçişini sağlamak durumunda olan erkekleri, yurttaş erkeklerden ayırmanın aracı ve büyük olasılıkla, farklı renkleriyle, renkler temelinde ayrıştırılmış toplum birimleri ve toplum birim içindeki hiyerarşiyi tanımlama aracı.

Aristo'nun anlatımında vurgulanan yan, düşman öldürmemiş olma yanıdır; eli henüz insan kanına bulaşmamış erkekler, bu anlamda savaşa katılmamış olan, savaşmamış erkekler yular takmaktadırlar.

Tarihteki sosyal objeler, süreç içinde daima anlam tazeler ve farklı özellik kazanırlar.

Erkek haline gelebilmek için bir başka topluluktan insan öldürmek eski toplumun vazgeçilmez şartlarından biriydi. Savaşın egemen eğilim olduğu tarihlerde hakir görülen ve aşağılama, küçümseme sembolü olan yuların, topluluklar arasında, hiç olmazsa eski Helen şehirleri arasında barışın egemen olmaya başlamasıyla, tersine, öne çıkarılıp olumlanmış olması bir paradoks değildir.

 Böylece, bir çeşit kölelik damgası olan yular, barış eğiliminin kökleşmeye başlamasıyla yeni kültürel anlayışlardan oluşan uygarlığın sembolü olmakta gecikmez.

Fakat hangi tarihsel kaynaklardan süzülüp gelmiş olursa olsun, rengarenk desenleri ve renkleriyle gıravatın artık bir uygarlık göstergesi olmadığı kesindir.

Türkiye'de bir kesimin İslami hüviyetini gizleme araçlarından biri haline gelmiş gıravatın, öte yandan, barbarlık eylemlerinin düzenleyicisi, barışın düşmanı, ABD yöneticilerinin insani vicdanı da örten yakalarının süsü olmaktan öte değeri kalmamıştır.

Modern ve pahalı gıravatlar, barışçılığın ve uygarlığın değil, adeta modern barbarlığın sembollerinden birisi olmuştur artık!

Safa Kaçmaz

27.04.2003, Moskova