Gıravat'ın
bir tarihçesi var mı? Sosyal anlamı bakımından doğru bir şekilde ortaya konmuş
yazılı bir gıravat tarihçesi olduğunu sanmam…
Türklerin "medeniyet
yuları" dedikleri gıravat, 20.yüzyıl Avrupalısının boynuna nereden
akıl edilip de takılmıştır dersiniz?
10 yıl
kadar önce, sosyolog kimi Avrupalı öğretim üyelerine, "Uygarlığın
tarihini yazmak istiyorsanız, önce gıravatın tarihçesini yazmalısınız"
dediğimde, onlar bunu, benim ender şakalarımdan birisi olarak yorumlamışlardı.
Durum hiç
de öyle değildir.
Sayısız
bulgu aktarıcı uzman, Afrika yerli topluluklarında yarı-çıplak yaşayan
kadınların hangi kabileye ait olduğunu belirleme göstergelerinin zenci kadının
saç biçimi; saç, boyun, kol ve ayaklarındaki takılar olduğunu saptamışlardı.
En eski
Sümer şarkılarında ifade edilen ve uzmanlarımızın 'tuğla', diye tercüme
ettikleri 'tablet' yani 'kader', kişinin hangi toplum birimine ait
olduğunu, dolayısıyla onun hak ve ödevlerini belirleyen ve bu yüzden ölene
değin sürekli taşımak zorunda olduğu hızma, küpe ve alındaki dövme idi.. Boyuna
asılan gerdanlık, koldaki bilezik, alınlık, başa takılan şapka ve madeni
takılar, kulak küpeleri, burun hızmaları sonradan bozulmuş halleriyle süslenme
araçları haline gelmeden önce, hiç kuşkusuz ki, bireyin ait olduğu toplumsal
birimi; kadın ve erkeğin toplumsal konumunu da belirleyen saptama
sembolleriydi.
Zaten 'süslenme' bugünkü bozulmuş şeklini
almadan, eski toplumdaki hali bakımından, kişinin bağlı olduğu birimi ve kendi
öz konumunu belirleyen araç ve boyaları takıp-takıştırma zorunlu eyleminden
başka bir şey değildir.
Avrupalı
uzmanlarımız yarı-çıplak yerli topluluk kadınlarının ve erkeklerinin renkli
boya ve basit takılardan, kemik, ağaç veya metal takılardan oluşan 'süs'
düşkünlüğünü karşısında hep şaşırmışlardır!
İsa'dan
dört asır önce yaşamış olan Aristo, ideal devlet arayışı içerisinde, eski
devlet biçimlenişlerine ilişkin olanların yanı sıra, bugün de çok yararlı olan
sayısız tarihsel bilgiyi aktarır.
''Bazı
yerlerde, askeri cesareti teşvik etmek için yapılmış yasalar vardır; örneğin,
Kartaca'da erkekler katıldıkları seferin sayısını gösteren kol bağları
(pazubentler) takarlar. Eskiden Makedonya'da da bir adamın ilk düşmanı
öldürünceye kadar boynunda bir yular taşımasını gerektiren bir kural vardı;
belirli bir İskit şöleninde de elden ele dolaştırılan tastan yalnızca düşman
öldürmüş olanların içmesine izin veriliyordu.
Çok
savaşkan bir ırk olan İberyalılarda da, savaşçılarının mezarlarına öldürdükleri
düşman sayısı kadar demir çubuk sokarlar. Başka halklar arasında da böyle
birçok yasalar ve görenekler vardır.'' (Aristotales, Politika, Kitap VII.S.199)
Demek ki
gıravat; veya daha doğru anlatımla, gelişmesi içinde gıravat halini alacak olan
çaput, eski toplumda, hiç olmazsa iki temel sosyolojik veriyi kendisinde
birleştirmiş bir araç olarak karşımıza çıkar. Düşman öldürmekle yurttaşlık
hakkı kazanarak ve böylece, toplum birim üyeliğine geçişini sağlamak durumunda
olan erkekleri, yurttaş erkeklerden ayırmanın aracı ve büyük olasılıkla, farklı
renkleriyle, renkler temelinde ayrıştırılmış toplum birimleri ve toplum birim
içindeki hiyerarşiyi tanımlama aracı.
Aristo'nun
anlatımında vurgulanan yan, düşman öldürmemiş olma yanıdır; eli henüz insan
kanına bulaşmamış erkekler, bu anlamda savaşa katılmamış olan, savaşmamış
erkekler yular takmaktadırlar.
Tarihteki
sosyal objeler, süreç içinde daima anlam tazeler ve farklı özellik kazanırlar.
Erkek
haline gelebilmek için bir başka topluluktan insan öldürmek eski toplumun
vazgeçilmez şartlarından biriydi. Savaşın egemen eğilim olduğu tarihlerde hakir
görülen ve aşağılama, küçümseme sembolü olan yuların, topluluklar arasında, hiç
olmazsa eski Helen şehirleri arasında barışın egemen olmaya başlamasıyla,
tersine, öne çıkarılıp olumlanmış olması bir paradoks değildir.
Böylece, bir çeşit kölelik damgası olan yular,
barış eğiliminin kökleşmeye başlamasıyla yeni kültürel anlayışlardan oluşan
uygarlığın sembolü olmakta gecikmez.
Fakat hangi
tarihsel kaynaklardan süzülüp gelmiş olursa olsun, rengarenk desenleri ve
renkleriyle gıravatın artık bir uygarlık göstergesi olmadığı kesindir.
Türkiye'de
bir kesimin İslami hüviyetini gizleme araçlarından biri haline gelmiş
gıravatın, öte yandan, barbarlık eylemlerinin düzenleyicisi, barışın düşmanı,
ABD yöneticilerinin insani vicdanı da örten yakalarının süsü olmaktan öte
değeri kalmamıştır.
Modern ve
pahalı gıravatlar, barışçılığın ve uygarlığın değil, adeta modern barbarlığın
sembollerinden birisi olmuştur artık!
Safa Kaçmaz
27.04.2003, Moskova