Safa Kaçmaz 09.12.04
Gu-de-a
silindir mühründe(1) yer alan ilahi, çözümlendiğinden bu yana, eski
toplumda bir kutsal evlilik töreninin anlatımı bakımından Sümer
yazıtları arasında önemli bir yer tutmuştur.
Bu
ilahide anlatılan ayin biçimi, kiliselerin günümüzdeki ayin biçimlerini
çağrıştırmaktadır. İlahide kullanılan gelişkin dil, edebi seviyede
ulaşılan asmaya da işaret ediyor. İçerik bakımdan ise, bu ilahi,
Sümerlerin giderek toplumdaki “bolluk ve bereket”in kaynağı olarak
onunla eşitledikleri “kutsal evlilik” ittifakının daha önceki
dönemlere dayanan özelliklerinin anlaşılmasına hizmet etmektedir.
Silindir
mühür ilahisindeki kutsal evlilik töreninin bir yanında, Gudea'nın
hüküm sürdüğü Lagaş yerleşiminin ulu tanrısı Nin-girsu,öte yanında ise ,
eşi ve kız kardeşi olması gereken Vava, Ba-ba veya Wawa okunuşlu
tanrıça bulunuyordu.Elliler evi anlamına gelen E-ninnu tapınağında,
tanrı Ningursu’nun temsilcisi olarak kabul edilen Ur-Nammu ile (ayni
zamanda Gudea, Kuda?,Huda? dır dır) Tanrıça Baba’nın baş rahibesi
arasında ‘kutsal çiftleşme’ töreni gerçekleştirildiğini de
biliyoruz.(2)
Uzmanlarımızın
“pa-te-si, en-si, işaggu” veya “isag” olarak da okudukları Lagaş
yöneticisi Gudea döneminde, MÖ.2400’lü yıllarda, yönetim erki, daha
çok tapınak elinde toplanmış gibi görünmektedir. Sümer-Babil tarihinde,
olgu olarak, dini yönetim erkinin ağırlık kazandığı dönemler, toplum
birimler arası çatışmaların azaldığı, refahın daha çok arttığı barış
dönemleri olmuş gibi görünüyor. Bulunan büstlerinden birinin üzerinde
yer alan bir tapınak planı, Gudea tarafından, böyle bir barış ortamında
inşa ettirilen ve kutsal evlilik törenlerinin de burada gerçekleşmiş
olduğu Ningirsu tapınağını anlatıyor olmalıydı. Bu tur tapınaklar,
ittifak halindeki toplulukların ittifaklarının teyidi ve daha kalıcı
olması için caba sarf ettikleri anlamına geliyor. (3)
İlahiye
göre, Lagaş’taki kutsal evlilik töreni, sabah güneş ışıklarının
parlamasıyla başlıyor; 'sahip' kıral, tanrı Ningirsu, kendi Tapınağına
geliyordu. Kutsal evliliğin gerçekleştiği bu tören, herhalde belirgin,
saptanmış tarihlerde yapılıyordu. Modern dünyaya, ilk ve son yaz
senlikleri biçimiyle aktarılan törenler, kutsal evlilik törenlerinin bir
uzantısı gibi görünüyor. Karnavallar, totem kültünün, cinsel ilişki ve
yiyecek paylaşım özelliklerinin bir karışımını daha doğrusu eski
toplumda olduğu gibi bütün bunların yan yana gelmesinden oluşan kutsal
evlilik ittifak toplamını verirler.
Bolluk
ve bereket ile ‘kutsal çiftleşme’ arasında nasıl bir ilişki
olabileceği çok fazla ele alınmamıştır. Bu ilişki iki veya daha fazla
toplum birimin evlilik akrabalığı kurma yoluyla sağladıkları barış
ortamının doğrudan ve doğal bir sonucu idi.
Bay
Raymond Jestin (Archiv Orientalni),Gudea mühür ilahisi üzerine yaptığı
çalışmada, kutsal evlilik töreninin kimi yanlarını açıklamıştır. Bu
ilahinin bir bolumu şöyleydi:
ur-sag Nin-gir-su e-a mi-ni-tur-tur
|
Kahraman,(Tanrı)Ningirsu E-a tapınağa girecek
|
e-a lugal-bi im-ma-gin
|
giriyor tapınağına onun Kıralı
|
gu-ri-in am-se igi-il-il-dam
|
Gözler yabani boğalara doğru çevriliyor
|
Ur-sag e-a-na tur-tur-da-ni
|
Kahraman girdiğinde kapısından Tapınağına
|
ud …se ka-ga-gar-am
|
Gittikçe artan bir 'gök gürültüsü'ne doğru….
|
d.Nin -gir -su e –na mu -gin -gin
|
Tanrı Ningirsu Tapınağına girince
|
es -a [b]-zu ezen gal-la – am
|
Abzu mekânı bayrama başladı
|
lugal [….]-ta nam-ta-gin
|
Kıral … geldiğinde
|
d.Utu ki-Lagaş.ki-e e-am
|
Lagaş'ın üstüne Güneş doğduğunda
|
d.Ba-ba a-gig-ni-se gin-a-ni
|
(Tanrıça) Baba ona hazırlanmış yerine gitti
|
Mi zid e-a ni-se su ga-ga-dam
|
Evine sahip çıkan sadık bir kadın gibi
|
a -nad-da-ka-na tur-ra-n i
|
Yatacağı yere gidip yerleşti
|
İdigna a-u-ba ga-gar-a rn
|
Yükselmiş sularıyla akan Dicle nasıl
|
da-da .. -na-ka ku-a-n i
|
Doldurursa tüm yatağını
|
nin dudu-an-kul -gagis
-S A R nisig –ga dug il -la –am
|
Gök'ün kutsal kadını,güzel bir bahçenin bir testi şırası gibi
|
Utu e-am nam- [t] ar-ra-am
Ba- [b] a da -gig-na tur-ra-am
|
Kader belirleyen
Doğmakta olan güneş gibi
Tanrıça Baba ayrılmış köşesine gitti
|
ki Lagas.ki ge-gal-la-am.
|
Lagaş bolluğa,berekete boğuldu
|
Kutsal
evlilik töreninin, burada, rahipler tarafından taşınan tanrı ile
tanrıça heykel idolleriyle (put,mini put) gerçekleştiği ve her
hareketin dikkatli ayrıntılarla bezeli yanı, bu tören anlatımında
belirgin bir şekilde görünmektedir. Zamanın ‘gece’ veya ‘sabahın ilk ışıklarına’
bağlı ele alınması, eski toplumun bayramları için önemli bir ayıraç
olduğu görülüyor. Tanrı, Musa döneminde yeniden düzenlenen ve ilk oğul
kurbanına son vermeyi amaçlayan sunu bayramının mutlaka ‘gece’
yapılması gerektiğini uzun uzadıya açıklamıştı.”Gecenin hayrı, sabahın
şerri” türünden ikilemlerin kaynakları, demek ki,’akla uygun
açıklamalar’da değil, eski toplumun bu tur zıtlıklarla
ayrıştırılmış düzeninde aranmalıdır.
Bay
R. Jestin, bu törende, tanrı Ningirsu'nun tapınağa girişinin
gerçekleşmesinin, farklı zaman çekimleri kullanılarak anlatıldığını,
doğru olarak tespit etmekteydi. Ningirsu, belki de, tapınağa üç kez
getirilip geri çıkarılmakta veya üç ayrı Ningirsu heykeli belirli
aralıklarla Tapınağa giriyordu. Bu tekrarların, eski toplumda her zaman
karşılaştığımız, doğal toplum birimin doğal üç kuşağını ifade eden üç
rakamı temelinde olması,’baba-oğul-kutsal ruh’ turu ‘üçleme’lerin
kaynaklarının derinliğini gösteriyor.
Tapınağın
açık kapısından giren-getirilen Ningirsu (heykeli, idolü, putu)
ilerlerken, bütün gözler, giriş kapısına göre tam karşıda, ortalarda
bulunduğu anlaşılan ‘yabani boğalara’ doğru dönmekteydi. Ayın hilal
şeklinin göründüğü ilk gün kişinin önce hilale ve sonra en çok sevdiği
kimseye bakması gerektiği biçimindeki inancın yaşıyor olduğu hesaba
katılırsa, burada da, tapınakta bulunanların, önce Ningirsu’ya, sonra
da donup Tapınak salonuna sıralanmış 'yabani boğalara' göz çeviriyor
oldukları yorumu yanlış olmayacaktır. 'Kutsal yabani boğa' kavramı,
tanrıları kast eden bir betimlemeydi. Tapınaktaki 'yabani boğa’ların,
şimdiki tapınak (veya cami) mimari düzeninde olduğu gibi, giriş
kapısının tam karşısına sıralanmış tanrı idolleri olmuş olmalı.
İdollerin
tapınağa üç kez girişi aktarıldıktan sonra artık bu işlem son
bulmakta;'kahraman tapınağına girdi' denilmektedir.
Yukarıdaki
metindeki 5.satır Bay Jestin tarafından 'en belirsiz' noktalardan biri
olarak nitelendiriliyor. Burada kullanılan 'fırtına' (' la tempéte')
kelimesi, doğa fırtınası değil, bir gürültü, uğultu, aniden başlayan
müzikli bağırışıma, ay tutulması esnasında yüzlerce kişinin aynı anda
tenekelere vurmasından çıkan ses toplamı türünden bir 'kıyamet koparma'
,katılımcı topluluk eylemi olmalıdır. Kavram, bu anlamdaki 'bir
kıyamet, bir fırtına, bir gök gürültüsü'nü anlatmak için kullanılmışa
benziyor.
Böylece
sabahın ilk ışıklarıyla birlikte tören için tapınağa giriş artık
gerçekleşmiş; tanrı ile tanrıça, evlilik töreni için hazırlanmış
kutsal bölüme yerleştirilmiş ve Abzu'nun ikametgâhında 'bayram'
başlamıştı!
nad-bi ki -nad-a gub -ba -b i
|
Onun yatağı yatılacak köşeye yerleştirildi
|
tur ki -nad –ba dug -gar -ra-am
|
Yatacakları 'ahır'daki yatak yumuşacıkdı
|
bar kug u za –gin ba-ra -ga -ba
|
parlak otların serildiği kutsal yerde
|
ama Ba -ba en Nin -gir –su-da
|
Va-va(Baba) Anne(ana) ile sahip Ningirsu
|
ki -nad mu -da -ab -dug -gi
|
Yumuşak yataklarında birleştiler
|
Burada
'yataklarında birleştiler' sözleri, 'yataklarında tatlıca seviştiler'
biçiminde yazılıdır ve cinsel bir tümleşmenin gerçeklestiğinden kuşku
yoktur.
'Ahır'
sözcüğü,başka Sümer tabletlerinde de 'ev' karşılığı olarak
kullanılmaktadır. Tanrıların ‘kutsal inek, kutsal boğa’ olarak
nitelendiği hesaba katılırsa, bu kelime, önceki dönemlerin soyut anlamlı
sözcüklerinden biri olmalı.
İlahide,
hilal halindeki ay ile boynuz arasında da bir geçişme sağlanarak,'göğün
güçlü boğası', kutsal inek tanrıça 'tanrı Nanna'nın ineği','ahırlarında
yatmaya çekiliyorlardı' gibi ifadeler kullanılmaktadır. Sümer-Babil
geleneğinde Tanrı adı ile Tanrıça ‘ad’larının birbirine yakın olması,
Enlil-Ninlil, Enki-Ninki, Utu-Nintu gibi, tanrı-tanrıça ayrışma ve
geçişmesini anlamaya da hizmet ediyor.(4)
İlahide
önemli bir nokta da, 'parlak otlar' sözleriydi. Bay Jestin, bunu
'l'herbe brillante' olarak tanımlar ve ‘parlak ot’ karşılığı olarak
tercüme eder.’Boğa, ahır, inek’ gibi kavramların kullanıldığı bir
yazıda,'otlar' yorumu pek anlamsız değilse de, bu sözcüğün tercümesinin,
sürmekte olan bir yanılgıyı düzeltmek için fırsat olarak kullanılması
daha doğru olurdu. Fakat Bay Jestin de,”l'herbe brillante” olarak
karşılanan kelimenin anlam çözümünün bir başka şekilde de olabileceğini
pek duşunmuş görünmüyor.
Günümüzde,
birçok dilde, yeşil’in renk ve madde halleri tam ayrışmış olarak
kullanılmıyor. Yansızca Türkçede değil, Fıransız konuşma dilinde de
'yeşil','yeşillik' kavramı ağaç ve otları anlattığı kadar maddenin renk
halini betimlemek için de kullanılmaktadır. İslamın kutsal rengi olan
yeşil renk, Sümer tanrılarının 'yaratılış' düzeninde ve Eski Ahit'in
Yaratılış anlatımında, bir renk ayırım unsuru olarak kullanılmışa
benzemektedir. Sümer erken anlatımları, 'yaratmak'tan değil, ad
vermekten, ad koymaktan, ,ad vererek birbirinden ayırmaktan, kısaca
düzenlemekten bahsediyordu. Beyaz, siyah, kırmızı, mavi veya yeşil
renkler, toplum birimlerin birbirinden ayrıştırılmasında kullanmış
gibidir. Bu renklerin, günümüzde süren kutsiyetinin birden fazla nedeni
olmalı.
O
halde, ilahideki, “bar kug u za –gin ba-ra -ga -ba /parlak otların
serildiği kutsal yerde” biçiminde anlaşılan sözlerin,“yeşil örtüler
serili kutsal yerde”, şeklinde anlaşılması daha uygun olabilir ve
böylece günümüze İslamiyet üzerinden ulasan kutsal yeşil renkle
ilgili bağlantısını kuruma olasılığı doğar. ‘Yeşil’in
kutsiyetini,‘akla yakın’ nedenlerle çöl olgusu ile açıklamak, aynı
çöl’de kara Kâbe’nin, kara giysilerin neden kutsal olduğuna pek yanıt
bulamaz. Lagaş yerleşimi, sonraki İslamiyet’e birçok yönden miras
devretmiş gibi görünmektedir. Musevilik ve Hıristiyanlık gibi, İslam
da, Muhammed’in kutsal sözlerinden ibaret değildir ve Sümer-Akkad
geleneğinin bir kolunun yeniden diriltilmesine benziyor.
Bay Jestin, daha sonra, Kutsal evlilik töreninin, yiyeceklerle ilgili ayrıntılarını vermektedir:
“Saf (temiz, kutsal, helal) yiyeceklerden bolca
Kutsal Tapınakta dağıttı bir 'hizmetçi'
Kutsadı Rahip 'ne-sag' ı ve orada yaktı
Büyük sunakta kutsal kupa (vazo? sürahi?)…
Yerine yerleştirildi
….su
…kenarına…yerleştirildi
Dicle ve Fırat'ın (İdigna d.Buranun) taşıdığı bereket gibi.”
(*1)Dilbilgisi
kurallarının titiz ve gelişkin uygulanışı bakımından Gudea Silindir
mühür yazısı Sümer dil ve kültürünün önemli örneklerinden birisi olarak
kabul edilmektedir.
Silindir
mühür bir çeşit baskı makinesiydi.Silindir biçimli tas veya kil üzerine
hazırlanmış kalıp mühür, ham kilin üzerinde yuvarlanarak net bir baskı
elde ediliyordu.Bir ana kayıt silindir mühür ile yüzlerce kil tableti
mühürlemek veya örnek çıkarmak mümkün oluyordu.
(*2)
Uzmanlarımızın çözümleme ve okumalarına göre, Babillilerin İştar
dedikleri İnanna, Eridu' da Dam-gal-nunna, Lagaş’ta Baba -Wawa veya
Geşt-İnanna olarak da okunmaktaydı. Okuyucu, her zaman için, farklı
toplum birimlerin, şimdi olduğu gibi geçmişte de, yazımı veya çizimi
aynı olan şekilleri farklı bir sesle vermiş olabileceğini; sağdan sola
ve tersi yazım biçimlerini de hesaba katmalıdır. Bunlar, sonraki isim
çeşitlenmesinin kaynaklarından birisidir.
Ninhursag,Mah,Ninlil,Ninmah,Inanna,Istar,Nintu,Nintur,Arrurru,Anat,Shapes(
bu, ‘aşna fişna’ deyimine yakin bir okumaya sahip olabilir)
Aşherat,
Astarte, Asharot, Demeter, Cybele, Kybele, Semele, Kore, Attis, Baba,
Wawa, Lilith, Militta, Leto, Atena, Artemis, Venus, Afrodit, Herat,
Hepat, Adonis gibi, farklı okumalara sahip olan ‘aşk ve savaş’
tanrıçalarının aralarındaki farklardan çok, şimdilik, birleştirici
noktaları üzerinde durmak daha önemli görünüyor.
(3)
Bir yöneticinin tanrılaşması döneminin henüz kapanmadığı cağlarda, bir
tanrı olarak da değerlendirilmiş olması gereken Gudea, Anşan şehrinin
cezalandırması seferi dışında askeri savaşlarla uğraşmamış, barışçıl
bir 'ticaret' örgütlemişti.
Tanrı
Ningirsu, Gudea'ya( Ur-nam-mu ) rüyasında bir tapınak yaptırmasını
emretmiş ve öteki tanrıların, dolayısıyla Makan, Meluhha, Elam ve
Süz’lülerin de yardım etmesi, yani ittifak kurmuş çevre toplulukların
da ortak çabası ile bu tapınak, bir ittifak sembolü olarak inşa
edilmişti.
Ningirsu tarafından bir rüya yoluyla Gudea’ya iletilen rüya’yı, Tanrıça Nanşe yorumlayarak, Gudea’ya şöyle demişti:
“Es-e-ninnu-na-du-ba za-ra ma-ra-an-dug”
“O (Ningirsu) seninle,
Eninnu
(tapınağının) inşasıyla ilgili konuşuyordu”(Corrections au cylindire A
de Gudea.M.Lambertt et R.Tournay,Archiv Orientalni Novembre
1950,p.305)
Rüyasında
tanrı tarafından dikte ettirilen bir tapınak sema motifinin, Nuh tufan
anlatımında ‘gemi’ olarak yorumlanan ‘eni boyuna eşit’,’uç katli’ bir
tapınak semasına uygun olduğu üzerinde daha önce durmuştuk.
Tanrıların
kutsal kişilere emirlerini rüya yoluyla göndermesi eski toplumda çok
bilinen bir motiftir. Eski Ahit’in peygamberleri, Tanrı ile genellikle
böyle iletişim kuruyorlardı. Tufan olacağı ve buna hazırlık olarak bir
'gemi' yapması gerektiği de E-a Enki tarafından Sümer Nuh'u Siuzuddu'ya
yine böyle vahyedilmişti. Babil Tufan anlatımının Nuh için aktardığı bu
olay, belki de tarihte çok bilinen bu Ningirsu tapınağının inşa sureci
ile ilgili veya benzer bir motifin kullanılmasından ibarettir.
Gudea'nın Girsu'da yapımını sağladığı görkemli Ningirsu tapınağı için söylenen ilahi şöyleydi:
“Ningursu tapınağını Gudea
Gök'de güneş gibi parlattı.
Hayranca bakılan mermer dağı gibi
Yücelti onu Lapis Lazuli dağı gibi
Yapmak için Ningursu tapınağını
Geldi Elam’dan elam'lı ,
Süz’den süz'lüler geldi.
Dağdan tomruk taşıdı
Makan'lı , Meluhha'lı
Yapmak için Ningursu tapınağını
Gudea onların hepsini
Şehri Girsu’da toparladı.”
Batılı
uzmanlarımızın önemli bir bölümünün Meluhha’yı Etiyopya’da arama
eğiliminde olduğundan bahsetmiştik. Bay Kramer, Etiyopya sandığı
Meluhha’nın Ningirsu tapınak yapım ortaklığına katılımını anlatan bu
ilahiye, konuyu tartıştığı bölümlerde, yer vermemiştir. Bu tur
tapınakların ortak bir caba ile kurulması, o donemde, hem coğrafi bir
yakinlik gerektiriyordu ve hem de, doğrudan doğruya katılımcılar
arasındaki bir ittifak simgesi idi. Eski Ahit, Tanrının, Babil kulesinin
yapımı sırasında, eğer aralarında anlaşırlarsa, çok daha yükseklere
ulaşabileceklerinden çekinerek, insanların dillerini ayrıştırdığını vb.
yazar. Bu, belki tersinden bir gerçeğin ifadesi, Tanrı Kapısı Babil’in,
dilleri farklı olan toplulukların katkısı ile inşa edilmiş olduğunun
bir anlatımıdır.
Lagaş’ta
inşa edilen bu tapınağın ‘lapis lazuli’ gibi, yani mavi renkli olduğu
düşünülebilir. Burada, tapınak ile dağ arasında da bir geçişme olduğunu
görüyoruz. Bay Kramer’de ‘kozmik dağ’ diye tanımlanan, Sümer ataları
bakımından son derece gerçek bir tapınak tanımından başka bir şey
değildir aslında. Nuh’un gemisini, kozmik değil de, gerçek Cudi, Nitsir,
Ağrı vb. dağlarında aramaktan bıkmayan uzmanlarımız, Tufan’ın Tapınak
‘dağ’ında gerçekleştiğini fark etmemişlerdir. Üstelik Tufan’ın önce
‘bütün kült merkezlerini kapsayarak’ başladığı cümlesi, Sümer-Babil
aktarımlarında yer almış olmasına karşın... Tufan denilen ve fakat
‘seller, sular, boğulmalar’ biçimli olmayan Tufan, Şurruppak basta
olmak üzere tapınak ‘dağ’larında, Enki’nin tapınağında
gerçekleştirilen, içerisinde insan kurbanı, yamyamlık da bulunan toplu
bir törendi. Tanrılar bu Tufan olurken ‘kopekler gibi
çiftleşiyorlardı’.’Kopek’ deyiminin Eski Ahit’te kutsal erkek fahişeler
için kullanılmış olması eğer bir kaynağa dayanıyor ise, Tufan, eski
toplum ritüellerinin çoğunda olan karşılıklı cinsel ilişki ile
tamamlanan geniş kapsamlı bir törendi. Bu Tufan ile Nuh soyu
kurtulmamış, tersine onlar kurban olarak ‘ölümsüzleşmiş’, Nuh soyu
Abraham ataları yani Musevi toplumunun ataları, sürgün bir kavim
kılınmıştı. Yahudiliğin dilinden hiç düşmeyen ‘vaad edilmiş
topraklar’,iste bu sürgün ile ilişkilidir. Bir daha Tufan yapmama kararı
alan tanrılar, Nuh soyunun geride kalanlarını, batıya, nehirlerin
doğduğu alana sürmüşler, bu toprakları onlara vermişlerdi.‘Günesin
doğduğu yer’ diye çevrilen bu toprakları, Bay Kramer en doğuda ararken
de yanılmışa benzer. Çünkü Doğu yönü demek yerine ’güneş’in doğduğu yer
anlamlı ifade kullanan Tufan metinlerinin kastettiği bölge, ateş, Güneş
kültünün bulunduğu bölgeler olabilirdi ve bunlar hem Ağrı’da ‘Utu’
olarak, hem de Cudi bölgesinde Nemrut kültü olarak bulunuyordu.
(*4)
Gelişmesi içinde sayısız değişik isimle karşımıza çıkacak olan kutsal
Tanrıçanın, hem ask ve hem de savaş tanrıçası olarak değerlendirilmesi,
onun bir toplum birimin tanrısı olmasından ve onun farklı toplum
birimleri tarafından, erkek ve dişi özelliğiyle aktarılıyor olmasından
ötürü olmuş olmalı.
Tarihte
tanrılar bazen, anlatıcı toplum birimlerimizin farklılaşmasına bağlı
olarak, cinsiyet değiştirmiş olarak da karşımıza çıkar. Kazıt
bulgularda, başka yerlerde kadın güzelliğinin sembolü olarak aktarılan
İnanca’nın sakallı erkek motiflerinin de bulunmuş olması bunun
kanıtıdır.
Karşılıklı
iki toplum birimi bakımından, aktarılan aynı tarihin anlatıcıları
çok önem taşır. Elimizdeki tablet yazıtında, ilahide, tarihi bize
aktaran toplum birim için kadın olan İnanna’nın, öteki
Toplum
birimi bakımından bir erkek tanrı olması bu nedenle çelişmez. Ve fakat
giderek egemen olan bir toplum birim, bütün sistemi kendi yapısına
göre şekillendirmekte gecikmediği için, sakallı İnanna, süreç içinde,
sadece güzeller güzeli kutsal fahişe haliyle anımsanır. İnanna’nın, ok,
yay, mızraklarla savaş yürüten,’cezalandıran’ ilahilerine de sahibiz.