23.11.2006

GUDEA MÜHÜRÜ VE KUTSAL EVLİLİK TÖRENİ

Safa Kaçmaz 09.12.04


Gu-de-a silindir mühründe(1) yer alan ilahi, çözümlendiğinden  bu yana, eski toplumda  bir kutsal evlilik töreninin anlatımı bakımından Sümer yazıtları arasında  önemli bir yer tutmuştur.

Bu ilahide anlatılan ayin biçimi, kiliselerin günümüzdeki ayin biçimlerini çağrıştırmaktadır. İlahide kullanılan gelişkin dil, edebi seviyede ulaşılan asmaya da işaret ediyor. İçerik bakımdan ise, bu ilahi, Sümerlerin giderek  toplumdaki “bolluk ve bereket”in  kaynağı olarak onunla eşitledikleri  “kutsal evlilik” ittifakının  daha önceki dönemlere  dayanan  özelliklerinin anlaşılmasına hizmet etmektedir.

Silindir mühür ilahisindeki  kutsal evlilik töreninin bir yanında, Gudea'nın hüküm sürdüğü Lagaş yerleşiminin ulu tanrısı Nin-girsu,öte yanında ise , eşi ve kız kardeşi olması gereken  Vava, Ba-ba veya Wawa okunuşlu tanrıça bulunuyordu.Elliler  evi anlamına gelen E-ninnu  tapınağında, tanrı Ningursu’nun temsilcisi olarak kabul edilen  Ur-Nammu ile (ayni zamanda Gudea, Kuda?,Huda? dır dır) Tanrıça Baba’nın baş rahibesi arasında ‘kutsal çiftleşme’   töreni gerçekleştirildiğini de  biliyoruz.(2)

Uzmanlarımızın “pa-te-si, en-si, işaggu” veya “isag”  olarak da okudukları Lagaş yöneticisi Gudea döneminde,  MÖ.2400’lü yıllarda, yönetim erki, daha  çok tapınak elinde toplanmış gibi görünmektedir. Sümer-Babil tarihinde, olgu olarak, dini yönetim erkinin ağırlık kazandığı dönemler, toplum birimler arası çatışmaların azaldığı, refahın daha çok arttığı barış dönemleri olmuş gibi görünüyor. Bulunan  büstlerinden birinin üzerinde yer alan bir tapınak planı, Gudea tarafından, böyle bir barış ortamında  inşa ettirilen  ve kutsal evlilik törenlerinin de burada  gerçekleşmiş olduğu Ningirsu tapınağını anlatıyor olmalıydı. Bu tur tapınaklar, ittifak halindeki toplulukların ittifaklarının teyidi ve daha kalıcı olması için caba sarf ettikleri anlamına geliyor. (3)

İlahiye göre, Lagaş’taki kutsal evlilik töreni, sabah güneş ışıklarının parlamasıyla başlıyor; 'sahip' kıral, tanrı Ningirsu, kendi  Tapınağına geliyordu. Kutsal evliliğin gerçekleştiği bu tören, herhalde belirgin, saptanmış  tarihlerde yapılıyordu. Modern dünyaya, ilk ve son yaz senlikleri biçimiyle aktarılan törenler, kutsal evlilik törenlerinin bir uzantısı  gibi görünüyor. Karnavallar, totem kültünün, cinsel ilişki ve yiyecek paylaşım özelliklerinin bir karışımını daha doğrusu  eski toplumda olduğu gibi bütün bunların yan yana gelmesinden oluşan kutsal evlilik ittifak toplamını verirler.

Bolluk ve bereket ile  ‘kutsal çiftleşme’ arasında  nasıl bir ilişki olabileceği çok fazla ele alınmamıştır. Bu ilişki iki veya daha fazla toplum birimin evlilik akrabalığı kurma yoluyla sağladıkları barış ortamının doğrudan ve doğal bir sonucu idi.

Bay Raymond Jestin (Archiv Orientalni),Gudea mühür  ilahisi üzerine yaptığı çalışmada, kutsal evlilik töreninin kimi yanlarını açıklamıştır. Bu ilahinin bir bolumu şöyleydi:

ur-sag Nin-gir-su  e-a  mi-ni-tur-tur
Kahraman,(Tanrı)Ningirsu E-a tapınağa girecek
e-a  lugal-bi  im-ma-gin
giriyor tapınağına  onun Kıralı
gu-ri-in  am-se  igi-il-il-dam
Gözler  yabani boğalara doğru çevriliyor
Ur-sag   e-a-na  tur-tur-da-ni
Kahraman  girdiğinde kapısından Tapınağına
ud …se ka-ga-gar-am
Gittikçe artan bir 'gök gürültüsü'ne doğru….
d.Nin -gir -su  e –na  mu -gin -gin
Tanrı Ningirsu  Tapınağına girince
es -a [b]-zu ezen  gal-la – am
Abzu mekânı   bayrama başladı
lugal [….]-ta  nam-ta-gin
Kıral … geldiğinde
d.Utu ki-Lagaş.ki-e  e-am
Lagaş'ın  üstüne Güneş doğduğunda
d.Ba-ba   a-gig-ni-se  gin-a-ni
(Tanrıça) Baba  ona hazırlanmış yerine gitti
Mi   zid e-a  ni-se  su  ga-ga-dam
Evine sahip çıkan sadık bir kadın gibi
a -nad-da-ka-na   tur-ra-n i
Yatacağı yere gidip  yerleşti
İdigna  a-u-ba  ga-gar-a rn
Yükselmiş sularıyla akan Dicle nasıl
da-da .. -na-ka  ku-a-n i
Doldurursa tüm yatağını
nin  dudu-an-kul -gagis
-S A R  nisig –ga  dug  il -la –am
Gök'ün  kutsal kadını,güzel bir bahçenin  bir testi  şırası gibi
Utu e-am nam- [t] ar-ra-am
Ba- [b] a  da -gig-na  tur-ra-am
Kader belirleyen
Doğmakta olan  güneş gibi
Tanrıça Baba ayrılmış köşesine gitti
ki Lagas.ki  ge-gal-la-am.
Lagaş bolluğa,berekete boğuldu

Kutsal evlilik  töreninin, burada, rahipler tarafından  taşınan tanrı ile tanrıça heykel idolleriyle (put,mini put)  gerçekleştiği ve  her hareketin dikkatli  ayrıntılarla bezeli yanı, bu tören anlatımında  belirgin  bir şekilde görünmektedir. Zamanın ‘gece’ veya ‘sabahın ilk ışıklarına’ bağlı ele alınması, eski toplumun bayramları için önemli bir ayıraç olduğu görülüyor. Tanrı, Musa döneminde yeniden düzenlenen ve  ilk oğul kurbanına son vermeyi amaçlayan  sunu bayramının mutlaka ‘gece’  yapılması gerektiğini uzun uzadıya açıklamıştı.”Gecenin hayrı, sabahın şerri” türünden  ikilemlerin kaynakları, demek ki,’akla uygun açıklamalar’da değil, eski toplumun bu tur zıtlıklarla
ayrıştırılmış düzeninde aranmalıdır.

Bay R. Jestin, bu törende, tanrı Ningirsu'nun tapınağa girişinin gerçekleşmesinin, farklı zaman çekimleri kullanılarak anlatıldığını, doğru olarak tespit etmekteydi. Ningirsu, belki de, tapınağa üç kez getirilip geri çıkarılmakta veya  üç ayrı Ningirsu heykeli belirli aralıklarla Tapınağa giriyordu. Bu tekrarların, eski toplumda her zaman karşılaştığımız, doğal toplum birimin doğal üç kuşağını ifade eden  üç rakamı temelinde olması,’baba-oğul-kutsal ruh’  turu ‘üçleme’lerin kaynaklarının derinliğini gösteriyor.

Tapınağın açık kapısından giren-getirilen Ningirsu (heykeli, idolü, putu) ilerlerken, bütün gözler, giriş kapısına göre  tam karşıda, ortalarda bulunduğu anlaşılan ‘yabani boğalara’  doğru dönmekteydi. Ayın hilal şeklinin göründüğü ilk gün kişinin önce hilale ve  sonra  en çok sevdiği kimseye bakması gerektiği  biçimindeki inancın yaşıyor olduğu hesaba katılırsa, burada da, tapınakta bulunanların, önce  Ningirsu’ya, sonra da donup Tapınak salonuna sıralanmış 'yabani boğalara' göz çeviriyor oldukları yorumu yanlış olmayacaktır. 'Kutsal yabani boğa' kavramı, tanrıları kast eden bir betimlemeydi. Tapınaktaki 'yabani boğa’ların, şimdiki tapınak (veya cami) mimari düzeninde olduğu gibi, giriş kapısının tam karşısına sıralanmış tanrı idolleri olmuş olmalı.

İdollerin   tapınağa üç kez  girişi aktarıldıktan sonra artık bu işlem  son bulmakta;'kahraman tapınağına girdi'  denilmektedir.

Yukarıdaki metindeki 5.satır Bay Jestin tarafından 'en belirsiz'  noktalardan biri olarak nitelendiriliyor. Burada kullanılan 'fırtına' (' la tempéte') kelimesi, doğa fırtınası değil, bir gürültü, uğultu, aniden başlayan müzikli bağırışıma, ay tutulması esnasında  yüzlerce kişinin aynı anda tenekelere vurmasından çıkan ses toplamı türünden bir 'kıyamet koparma' ,katılımcı topluluk eylemi olmalıdır. Kavram, bu anlamdaki  'bir kıyamet, bir fırtına, bir gök gürültüsü'nü anlatmak için kullanılmışa benziyor.

Böylece sabahın ilk ışıklarıyla birlikte tören için  tapınağa giriş artık gerçekleşmiş; tanrı  ile  tanrıça, evlilik töreni için hazırlanmış kutsal bölüme yerleştirilmiş ve Abzu'nun ikametgâhında 'bayram' başlamıştı!

nad-bi  ki -nad-a  gub -ba -b i
Onun yatağı yatılacak köşeye yerleştirildi
tur  ki -nad –ba dug -gar -ra-am
Yatacakları  'ahır'daki yatak  yumuşacıkdı
bar  kug u  za –gin  ba-ra -ga -ba
parlak otların serildiği kutsal yerde
ama  Ba -ba en  Nin -gir –su-da
Va-va(Baba)  Anne(ana)  ile sahip Ningirsu
ki -nad mu -da -ab -dug -gi
Yumuşak yataklarında birleştiler

Burada 'yataklarında birleştiler' sözleri, 'yataklarında tatlıca seviştiler' biçiminde yazılıdır ve cinsel bir tümleşmenin gerçeklestiğinden kuşku yoktur.

'Ahır' sözcüğü,başka Sümer tabletlerinde de 'ev' karşılığı olarak kullanılmaktadır. Tanrıların ‘kutsal inek, kutsal boğa’ olarak nitelendiği hesaba katılırsa, bu kelime, önceki dönemlerin soyut anlamlı sözcüklerinden  biri olmalı.

İlahide, hilal halindeki ay ile boynuz arasında da bir geçişme sağlanarak,'göğün güçlü boğası', kutsal inek tanrıça 'tanrı Nanna'nın ineği','ahırlarında yatmaya çekiliyorlardı' gibi ifadeler kullanılmaktadır. Sümer-Babil geleneğinde Tanrı adı ile Tanrıça ‘ad’larının birbirine yakın olması, Enlil-Ninlil, Enki-Ninki, Utu-Nintu gibi, tanrı-tanrıça ayrışma ve geçişmesini anlamaya da hizmet ediyor.(4)

İlahide önemli   bir    nokta da, 'parlak otlar' sözleriydi. Bay Jestin, bunu 'l'herbe brillante'  olarak tanımlar ve ‘parlak ot’ karşılığı olarak  tercüme eder.’Boğa, ahır, inek’ gibi kavramların kullanıldığı bir yazıda,'otlar' yorumu pek anlamsız değilse de, bu sözcüğün tercümesinin, sürmekte olan bir yanılgıyı düzeltmek  için fırsat  olarak kullanılması daha doğru olurdu. Fakat Bay Jestin de,”l'herbe brillante” olarak karşılanan kelimenin  anlam çözümünün bir başka şekilde de olabileceğini pek duşunmuş görünmüyor.

Günümüzde, birçok dilde, yeşil’in renk ve madde halleri tam ayrışmış olarak kullanılmıyor. Yansızca Türkçede değil, Fıransız  konuşma  dilinde de 'yeşil','yeşillik' kavramı  ağaç ve otları anlattığı kadar maddenin renk halini betimlemek için de kullanılmaktadır. İslamın kutsal rengi olan yeşil renk, Sümer tanrılarının 'yaratılış'  düzeninde ve Eski Ahit'in Yaratılış anlatımında, bir renk  ayırım unsuru olarak kullanılmışa benzemektedir. Sümer erken anlatımları, 'yaratmak'tan değil, ad vermekten, ad koymaktan, ,ad vererek birbirinden ayırmaktan, kısaca  düzenlemekten bahsediyordu. Beyaz, siyah, kırmızı, mavi veya yeşil renkler, toplum birimlerin birbirinden ayrıştırılmasında kullanmış gibidir. Bu renklerin, günümüzde süren kutsiyetinin birden fazla nedeni olmalı.

O halde, ilahideki, “bar  kug u  za –gin  ba-ra -ga -ba /parlak otların serildiği kutsal yerde” biçiminde anlaşılan  sözlerin,“yeşil örtüler serili kutsal yerde”, şeklinde anlaşılması daha uygun olabilir ve böylece  günümüze  İslamiyet üzerinden  ulasan kutsal yeşil renkle ilgili  bağlantısını  kuruma olasılığı doğar. ‘Yeşil’in kutsiyetini,‘akla yakın’ nedenlerle  çöl olgusu ile açıklamak, aynı çöl’de kara Kâbe’nin, kara giysilerin neden kutsal olduğuna pek yanıt bulamaz. Lagaş yerleşimi, sonraki İslamiyet’e birçok yönden miras devretmiş gibi görünmektedir. Musevilik ve  Hıristiyanlık  gibi, İslam da, Muhammed’in kutsal sözlerinden ibaret değildir ve Sümer-Akkad geleneğinin bir kolunun yeniden diriltilmesine benziyor.
Bay Jestin, daha sonra, Kutsal evlilik töreninin, yiyeceklerle ilgili  ayrıntılarını vermektedir:

“Saf (temiz, kutsal, helal) yiyeceklerden bolca
Kutsal Tapınakta dağıttı  bir 'hizmetçi'
Kutsadı Rahip 'ne-sag' ı ve orada yaktı
Büyük sunakta kutsal  kupa (vazo? sürahi?)…
Yerine yerleştirildi
….su
…kenarına…yerleştirildi
Dicle ve Fırat'ın (İdigna d.Buranun) taşıdığı bereket gibi.”


(*1)Dilbilgisi kurallarının titiz ve gelişkin uygulanışı bakımından  Gudea Silindir mühür yazısı Sümer dil ve kültürünün önemli örneklerinden birisi olarak kabul edilmektedir.

Silindir mühür bir çeşit baskı makinesiydi.Silindir biçimli tas veya kil üzerine hazırlanmış kalıp mühür, ham  kilin üzerinde yuvarlanarak net bir baskı elde ediliyordu.Bir ana kayıt silindir mühür  ile yüzlerce  kil tableti mühürlemek veya örnek çıkarmak mümkün oluyordu.

(*2) Uzmanlarımızın çözümleme ve okumalarına göre, Babillilerin İştar dedikleri İnanna, Eridu' da  Dam-gal-nunna, Lagaş’ta Baba -Wawa  veya Geşt-İnanna olarak da okunmaktaydı. Okuyucu, her zaman için, farklı toplum birimlerin, şimdi olduğu gibi  geçmişte de, yazımı veya çizimi  aynı  olan şekilleri farklı bir sesle  vermiş olabileceğini; sağdan sola ve tersi yazım biçimlerini de hesaba katmalıdır. Bunlar, sonraki  isim çeşitlenmesinin kaynaklarından birisidir.

Ninhursag,Mah,Ninlil,Ninmah,Inanna,Istar,Nintu,Nintur,Arrurru,Anat,Shapes( bu, ‘aşna fişna’ deyimine yakin bir okumaya sahip olabilir)

Aşherat, Astarte, Asharot, Demeter, Cybele, Kybele, Semele, Kore, Attis, Baba, Wawa, Lilith, Militta, Leto, Atena, Artemis, Venus, Afrodit,  Herat, Hepat, Adonis gibi, farklı okumalara sahip  olan ‘aşk ve savaş’ tanrıçalarının aralarındaki farklardan çok, şimdilik, birleştirici noktaları üzerinde durmak daha önemli görünüyor.

(3) Bir yöneticinin tanrılaşması döneminin henüz kapanmadığı cağlarda, bir tanrı olarak da değerlendirilmiş olması gereken Gudea, Anşan şehrinin cezalandırması  seferi dışında askeri savaşlarla uğraşmamış, barışçıl bir 'ticaret' örgütlemişti.
Tanrı Ningirsu, Gudea'ya( Ur-nam-mu ) rüyasında   bir tapınak yaptırmasını emretmiş ve öteki tanrıların, dolayısıyla Makan, Meluhha, Elam ve Süz’lülerin de  yardım etmesi, yani ittifak kurmuş çevre  toplulukların da   ortak çabası ile bu tapınak, bir ittifak sembolü olarak inşa edilmişti.

Ningirsu tarafından bir rüya yoluyla Gudea’ya iletilen rüya’yı, Tanrıça Nanşe yorumlayarak, Gudea’ya şöyle demişti:

“Es-e-ninnu-na-du-ba za-ra ma-ra-an-dug”
“O (Ningirsu) seninle,
Eninnu (tapınağının)  inşasıyla ilgili konuşuyordu”(Corrections au cylindire A de Gudea.M.Lambertt et R.Tournay,Archiv  Orientalni Novembre 1950,p.305)
Rüyasında tanrı tarafından dikte ettirilen bir tapınak sema motifinin, Nuh tufan anlatımında ‘gemi’  olarak yorumlanan ‘eni boyuna eşit’,’uç katli’ bir tapınak semasına uygun olduğu üzerinde daha önce  durmuştuk.

Tanrıların kutsal kişilere emirlerini rüya yoluyla göndermesi eski toplumda çok bilinen bir motiftir. Eski Ahit’in peygamberleri, Tanrı ile genellikle böyle iletişim kuruyorlardı. Tufan olacağı ve buna hazırlık olarak bir 'gemi' yapması gerektiği de E-a Enki tarafından Sümer Nuh'u Siuzuddu'ya yine  böyle vahyedilmişti. Babil Tufan anlatımının Nuh için aktardığı bu olay, belki de tarihte çok bilinen bu Ningirsu tapınağının inşa sureci ile ilgili veya benzer bir motifin kullanılmasından ibarettir.
Gudea'nın  Girsu'da yapımını sağladığı   görkemli Ningirsu tapınağı için söylenen ilahi şöyleydi:
“Ningursu tapınağını Gudea
Gök'de  güneş gibi parlattı.
Hayranca  bakılan mermer dağı gibi
Yücelti onu Lapis Lazuli dağı gibi
Yapmak için Ningursu tapınağını
Geldi Elam’dan elam'lı ,
Süz’den süz'lüler geldi.  
Dağdan tomruk taşıdı
Makan'lı , Meluhha'lı
Yapmak için Ningursu tapınağını
Gudea onların hepsini
Şehri Girsu’da  toparladı.”               

Batılı uzmanlarımızın önemli bir bölümünün Meluhha’yı Etiyopya’da arama eğiliminde olduğundan bahsetmiştik. Bay Kramer, Etiyopya sandığı  Meluhha’nın Ningirsu tapınak yapım ortaklığına katılımını anlatan bu ilahiye, konuyu tartıştığı bölümlerde, yer vermemiştir. Bu tur tapınakların ortak bir caba ile kurulması, o donemde, hem coğrafi bir yakinlik gerektiriyordu ve hem de, doğrudan doğruya katılımcılar arasındaki bir ittifak simgesi idi. Eski Ahit, Tanrının, Babil kulesinin yapımı sırasında, eğer aralarında anlaşırlarsa, çok daha yükseklere ulaşabileceklerinden çekinerek, insanların dillerini ayrıştırdığını vb. yazar. Bu, belki tersinden bir gerçeğin ifadesi, Tanrı Kapısı  Babil’in, dilleri farklı olan  toplulukların katkısı ile  inşa edilmiş olduğunun bir anlatımıdır.

Lagaş’ta inşa edilen bu tapınağın ‘lapis lazuli’ gibi, yani mavi renkli olduğu düşünülebilir. Burada, tapınak ile dağ arasında da bir geçişme olduğunu görüyoruz. Bay Kramer’de ‘kozmik dağ’ diye tanımlanan, Sümer ataları bakımından son derece gerçek bir tapınak tanımından başka bir şey değildir aslında. Nuh’un gemisini, kozmik değil de, gerçek Cudi, Nitsir, Ağrı vb. dağlarında aramaktan bıkmayan uzmanlarımız, Tufan’ın Tapınak ‘dağ’ında  gerçekleştiğini fark etmemişlerdir. Üstelik Tufan’ın önce ‘bütün kült merkezlerini kapsayarak’ başladığı cümlesi, Sümer-Babil aktarımlarında yer almış olmasına karşın... Tufan denilen ve fakat ‘seller, sular, boğulmalar’  biçimli olmayan Tufan, Şurruppak basta olmak üzere  tapınak ‘dağ’larında, Enki’nin tapınağında gerçekleştirilen, içerisinde insan kurbanı, yamyamlık da bulunan toplu bir törendi. Tanrılar bu Tufan olurken ‘kopekler gibi çiftleşiyorlardı’.’Kopek’ deyiminin Eski Ahit’te kutsal erkek fahişeler için kullanılmış olması eğer bir kaynağa dayanıyor ise, Tufan, eski toplum ritüellerinin çoğunda olan karşılıklı cinsel ilişki ile tamamlanan  geniş kapsamlı bir törendi. Bu Tufan ile Nuh soyu kurtulmamış, tersine onlar   kurban olarak ‘ölümsüzleşmiş’, Nuh soyu Abraham ataları yani Musevi toplumunun ataları, sürgün bir kavim kılınmıştı. Yahudiliğin dilinden hiç düşmeyen ‘vaad edilmiş topraklar’,iste bu sürgün ile ilişkilidir. Bir daha Tufan yapmama kararı alan  tanrılar, Nuh soyunun geride kalanlarını, batıya, nehirlerin doğduğu alana sürmüşler, bu toprakları onlara vermişlerdi.‘Günesin doğduğu yer’ diye çevrilen bu toprakları, Bay Kramer en doğuda ararken de yanılmışa benzer. Çünkü Doğu yönü demek yerine ’güneş’in doğduğu yer anlamlı ifade kullanan Tufan  metinlerinin kastettiği bölge, ateş, Güneş kültünün bulunduğu bölgeler olabilirdi ve bunlar hem Ağrı’da ‘Utu’ olarak, hem de Cudi bölgesinde Nemrut kültü olarak bulunuyordu.

(*4) Gelişmesi içinde sayısız değişik isimle karşımıza  çıkacak olan kutsal Tanrıçanın, hem ask ve hem de savaş tanrıçası olarak değerlendirilmesi, onun bir toplum birimin tanrısı olmasından  ve onun farklı toplum birimleri tarafından, erkek ve dişi özelliğiyle aktarılıyor olmasından ötürü olmuş olmalı.

Tarihte  tanrılar  bazen, anlatıcı toplum birimlerimizin farklılaşmasına bağlı olarak,  cinsiyet değiştirmiş olarak da karşımıza çıkar. Kazıt bulgularda, başka yerlerde kadın güzelliğinin  sembolü olarak aktarılan İnanca’nın sakallı erkek motiflerinin de bulunmuş olması bunun kanıtıdır.

Karşılıklı iki toplum birimi bakımından, aktarılan  aynı  tarihin  anlatıcıları çok önem taşır. Elimizdeki  tablet yazıtında, ilahide, tarihi bize aktaran toplum birim için kadın olan İnanna’nın, öteki

Toplum birimi bakımından bir  erkek tanrı olması bu nedenle çelişmez. Ve fakat giderek  egemen olan bir toplum birim, bütün sistemi kendi yapısına göre şekillendirmekte gecikmediği için, sakallı İnanna, süreç içinde, sadece güzeller güzeli kutsal fahişe haliyle anımsanır. İnanna’nın, ok, yay, mızraklarla savaş yürüten,’cezalandıran’ ilahilerine de sahibiz.