24.11.2006

İnsanbilim ve Marks


Nisan 2003



Marksizm ,'bütün tarih sınıf mücadelesi tarihidir' şeklinde genel ve kesin bir tezle ortaya çıkmıştı.1848 Bildirisi'nin bu tezi ilan etmesinin üzerinden bir yıl geçmeden, aynı cümleye ('ilkel komünal toplum hariç') düzenlemesi yapmıştır.


Bilinen anlamıyla Atina ve Roma köleciliği dünün bir ürünü sayılır. Sümer Tablet çözümlemelerinde,Hammurabi ve öncesi eski yasalarda, 4000 yıl öncenin kölesi ,özgür yakın geçmişin henüz canlı duran anıları bakımından,hiç olmazsa yeni yıl bahar bayramlarında,sokakta, sahibi ile yan yana yürüme ve genel olarak da sahibine karşı, "sen benim sahibim değilsin" diye yasal dava açabilme hakkına sahipti. Dolayısı ile marksizmin kendi değerlendirmesi bakımından 'sınıf mücadelesine dayalı insanlık tarihi'nin geçmişi,rakamlarla ifade etmek gerekirse, üç-dört bin yılın ötesine gitmez.


Manifesto'nun 'sınıf mücadelesi yasası'nın geçerliğini '(ilkel komünal toplum hariç)bütün tarih' olarak sınırlaması,öte yandan,onun,sosyolojik olarak,bütün bir insan toplum geçmişine ilişkin birleşik yasa değerlendirmesine sahip olmadığı anlamına gelmektedir:Buna göre,insan toplumu, sınıflara ayrışmadığı ve ayrıştığı koşullarda farklı toplumsal yasalarca yönetilir; bu iki toplumsal yapıda 'tarihin motoru' farklıdır.


35.000 yıl önce Lasceaux ve güney Avrupa mağaralarını desenleyen insan atası,kadınlara 'etek giydirecek' ölçüde bir ' sosyal gelişme' göstermişti.Orada dinsel özellik taşıyan renkli resimler ve kesik parmaklı el desenleri, Avrupanın çokbilmiş uzmanlarınca, 'güzel sanatların ilk meyveleri' olarak ilan edilivermiştir.Böylece mağarada yarı-yamyam yaşayan insan atasının, 'güzel sanat kültürüyle' övünme olanağına da kavuşmuş bulunuruz.Kültürüyle övündüğümüz eski insanın, bu denli uzun bir süre boyunca, toplumsal varlığını yöneten ve düzenleyen sosyal yasaları yok mudur?


35. 000 yıl önce izini aniden yitirdiğimiz avcı-toplayıcı Lasceaux insanın,daha sonra,MÖ. 7500 yıllarında, Mısır,Anadolu ve Mezopotamya'da yeniden karşılaştığımız torunları da henüz tarımsal üretime geçememiş ; en fazla, yarı yerleşik avcı-toplayıcı özelliklerini sürdürüyorlardı. Bununla birlikte, toplumsal ilişki düzeyi bakımından ,onbin yıl önceki bu insanlarla neredeyse koşut yaşayan geçen çağın Amazon,Afrika ve Avustralya yerlilerinin dinsel ve dolayısıyla sosyal yasalarının var olduğuna bütün uzmanlar tanıklık etmektedirler. Öyle ise,cinsel ilişki neticesinde gerçekleşen insan 'üretimi' dışında bir 'üretim' tanımayan ; doğal meyve , kök toplayıcılığı ve yamyamlık dahil avcılıkla yaşam sürdüren bu toplulukları bir arada tutan , yöneten ve toplumsal varlıklarını ileriye taşıyan yasalar var olmak zorundaydı.Üstelik bu yasalar, üretim tarzlarının değişmesiyle değişmeyen yasalar olarak,üretimin pek gelişkin olduğu şu andaki ABD ile üretimin hiç denecek derecede olduğu şu andaki Yeni Gine'nin yerli bir kabile köyünde de aynı temel özellikte işlerlikte olmalıydı.

'Sınıf' sözcüğü, Classe,Avrupa dillerine Hint’çe Kast sözcüğünden geçmedir ve eski Hint topluluklarının birbirleriyle ve iç ilişkilerini düzenlemek için kullandıkları belirlenimin adlandırılmasıdır.Dolayısı ile 'sınıflı' olmayan bir topluluk düzeninden alınmış bu tanım, o eski topluluğa yeniden uygulanmaya kalkışıldığında işe yaramaz olmaktadır.Çünkü 5000 yıl önceki Hint topluluklarında şimdi anlaşılan anlamda bir 'sınıf' ayırımı yoktu.


Birey olarak insan, ,her dönemde, farklı özelliklere sahip bir toplum birim içerisinde yer almıştır; almaya da devam etmektedir. 'Sınıf' tanımını eski insan toplumları için kullanamayan Marksist sosyoloji,böylece,öteki bütün öteki okullar gibi, topluluğun tarihsel gelişimini 'endogami', 'egzogami','ana yanlı','baba yanlı' gibi,çoğu yanlış tanımlanan ayırımlar temelinde ele alarak anlatmak zorunda kalmıştır.


Avrupa bilim dünyası,eski insanı değerlendirmeye başladığı anda,köleci ruhundan bir türlü arınamaz ve eski toplum karşısında daima köle 'ilkelliğini' görür. Oysa,tarihteki eski insanı, doğan, ölen, öldüren,kültür kuran,yaşayan insan atası olarak değil de, başka tür yaratıkmış gibi değerlendirmek yalnızca kendi kavrayış yeteneğimizi köleleştirmek sonucunu doğurabilirdi.


Marksist olan Hardt ve Negri, Marx'ın Hindistan toplumunu ve tarihi hakkında değerlendirmelerine tavır almak zorunda kalırlar:

"….Marx, Hindistan'ın geçmişini boş ve durağan bir şey olarak görebiliyordu:'Hindistan toplumunun hiçbir tarihi,en azından bilinen bir tarihi yoktur.Hindistan tarihi diyebileceğimiz şey direnmeyen ve değişmeyen bir toplumun edilgenliği üzerine imparatorluklar kuran işgalciler silsilesinin tarihinden başka bir şey değildir'.


(…) sorun Marx'ın bilgi yoksunluğu değildir.Asıl mesele Marx'ın Avrupa dışındaki tarihi ancak Avrupanın halihazırda geçmiş olduğu yolda hiçbir sapma göstermeden ilerlemek olarak kavrayabilmesidir:'İngiltere, Hindistan'da biri yıkıcı öteki de yeniden yapıcı olan ikili misyonu yerine getirmek zorundadır,yani eski Asyatik Toplumu yok etmek ve Asya'da Batılı toplumun maddi temellerini atmak.' Hindistan ancak bir Batılı topluma dönüştürülerek ilerleyebilirdi.Bütün dünya ancak Avrupanın izini takip ederse ileriye gidebilirdi.Marx'ın Avrupa-merkezciliği son tahlilide Las Casas'ınkinden pek farklı değildir."(İmparator. bl.140)


Burada sorun Marks'ın özel olarak Hint tarihi hakkındaki bilgi eksikliği olmadığı gibi , Avrupa-merkezciliği ile de sınırlı değildir.


Marks'ın, en önemli eseri sayılan,daha çok kapitalist üretim tarzının incelenmesiyle tanımlanan Ekonomi Politik çalışması gerçekte 'tamamlanmamış' bir çalışmadır: 'İlkel komünal toplumun' bir ekonomi politiği var mıdır?Marks’ın çalışmasında bu sorunun belirgin yanıtı bulunmaz.Bu eksiklik, Marks'ın bizzat kendisinin, daha sonraları,V.Zasulic ve G.Plehanov'a mektuplarla arkadaşlık etmeye başladığında, Çarlık Rusya’sı üzerine inceleme yapma gereği duymasıyla da ortadadır. Fazla derin olmayan ön çalışmasıyla birlikte Marks,eski Rusya'daki toprak üzerindeki arkaik ortak mülkiyet biçimlerine ilişkin kalıntıları Bavyera'da da bulmaya başladığını açıkladığı zaman, zaten konunun Asya ile sınırlı kalamayacağını itiraf etmiş oluyordu.Bu bakımdan, toprağın kolektif kullanımına dayanan 'Asyatik üretim tarzı' üzerine kimi ardıllarının geliştirdikleri teori, 'sulamanın ortak yapılması' gibi ölçütler üzerinden daha başlangıcında, Afrika'ya da sıçramak zorunda kalmıştı.Böylece geliştirilmemiş de olsa bir 'Afrika tarzı üretim' sonucu ile de karşılaşmak zorunda kalırlar. Marksist ekonomi politik,eski insanın üretim ve paylaşım ilişkilerine yön veren yasalarını ortaya çıkarmadan önce,tarihin son kesitindeki kapitalist üretimi incelemekle işe başlayarak bilimsel metotdan ayrılmış olduğu gibi,ele aldığı toplumsal ilişkilerin öncelleriyle bağlarını kurabilme bakımından tarihsel bir kopukluğu ve bundan kaynaklanacak zayıflığı teorik yapısının içine taşımıştır.



Merkezinde ,bir anlamda 'para' nın incelenmesi bulunan Kapital,değer birimi olarak neden altın ve gümüşün kullanıldığı sorusuna-öncellerinin tartıştığı bir konudur üstelik-tarihten gelen tatmin edici bir yanıt verememiştir.Şimdi kesin olarak biliyoruz ki,Sümerler döneminde,günlük hayattaki kullanım değeri,ok,mızrak ucu,kazma,pulluk,sacayağı yapımında kullanılan demir ve bakır yanında sözü bile edilmeyen altın ve gümüş eski insanın hayatına doğrudan doğruya dinsel amaçlı kulanım olarak girmiştir.Sümer toplumunda MÖ.2350'li yıllarda Urukagina yasalarında değişim birimi asıl olarak hala arpadır. Ancak MÖ.2000'lerdeki Eski Yasa metinlerine doğru gümüşe geçiş sağlanmış gibi görünmektedir.


Bugün bütün ülkelerde,yurttaşlara yüklenmiş bir nakdi vergi uygulanır.Parasal vergiye dönüşmesinden önceki biçimi olarak ürün cinsinden ayni vergi, eski topluluklarının birbirleriyle olan ve içlerinde kurdukları ilişki düzenlerinin anlaşılmasını sağlayan en önemli noktalardan birisidir.Sümer-Akkad toplumlarinin gerçek topluluklarinin tarih anlatimlarinin bozulmus biçimini yansıtan kutsal kitabın Adem ve Havva’sının iki oğlunun yaptığı ikinci iş büyük oğulun küçük oğulu öldürmesiyse,ilki de,ürettikleri ürünün ilk ağızlarını getirip tanrı sunağına koymaları olmuştu. Sunağa konulan ilk ağız,'ilk urun',kuşkusuz,toplum birimlerin birbirlerine karşı yükümlü oldukları 'ödeme' nin sembolik anlatım biçimidir. Sunaklar iki toplum biriminin birbirine karşı eski,doğrudan ürün cinsinden odeme yükümlülüğünün taşınamaz hale geldiği aşamada,karşılıklı yükümlülük aktarım sembolik alanı olarak karşımıza çıkar.


Bu ve benzeri öteki konular eski toplumun üretim ve üleşim ilişki temellerinin kavranması bakımından önemli bilgiler taşırlar.Bir başka ifadeyle,eski toplum yapıları incelenip kavrandığı oranda, toplumsal genel yasalar ve bu yasaların onlar üzerinde şekillendiği üleşim ilişkileri hakkında temel bilgiler edinilebilmiş olur.


Engels'in Devletin,Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni adlı başlangıçta yapılması gerekli olan son dönem çalışması büyük ölçüde Amerikalı Morgan’ın kitap özetidir; o sınırları ancak yer yer aşar.Eski toplumun gelişme evreleri,Morgan gibi, çanak-çömlek yapımcılık tekniğindeki gelişme aşamalarıyla açıklanmaya çalışılır.İngiltere'de kapitalizmin gelişmesini inceleyen yazıların okyanus dalgaları, yerini, eski toplumun sosyal şekillenişini sağlayan temellerin anlatımındaki yaz deresi zayıflığına terk eder. Turuva keşfini ve dolayısıyla Homeros 'mitolojisinin' tarihsel gerçekçiliğini suskunlukla geçiştiren Engels,eski toplumun ekonomik ve sosyal yasaları bakımından kayda değer sonuçlara varamamıştır.O dönemde tarihsel bilgi eksikliğinin bulunuyor olması,eksikliğin bilincinde davranılmasını gerektirirdi.


Yaprak sayıcı Avrupa Kurumsal sosyolojisi ve tarihçesiz ABD'lilerin gördüğüne inanan 'gerçekci' Görgücül sosyolojisi, insanbilimi budayıp kuru bir ağaca dönüştürmüştür; Marksist sosyoloji ise toplum bilim alanında, başlangıçta toprağı havalandırma olumlu rolünü oynamış fakat yanlış teorik dogmaları yüzünden ilerisine gitme olanağını başaramamıştır.