22.11.2006

"Karı-koca kardeşliği..."


20.09.2004

Günümüze Adem ve Havva (Adam ve Eva, Eve) okunuşlarıyla ulaşmış olan Sümer tanrıçası İnanna (veya İştar) ile Dumuzi, birbirlerinin aşıkları, karı ve kocalarıydı. Sümer-Babil kil tabletlerine yazılmış 'kutsal evlilik törenleri' ve diğer ilahi parçaları, onların birbirlerini 'karı ve koca' olarak nitelendiğine şüphe bırakmıyor.

Uruk’ta, Badtabira'da, İşin'de, Lagas'ta ve bazen Nippur’da Yeni Yıl kutlamalarında İnanna, 'kocası' veya 'aşığı' olarak tanımlanan Dumuzi ile evlenmekte, daha doğrusu, kutsal bir törenle, onunla çiftleşmekteydi. Üreme, bereket veya bolluk kültü olarak tanınan kutsal çiftleşme törenleri, eski toplumda tam olarak, 'kutsal kardeşleşme', 'kutsal ittifak', 'kutsal akrabalık' kurma törenleri olarak ortaya çıkmıştır. Bu tür törenlerin, bulanık izlerini, bahar ve sonyaz şenlik veya karnavallarında görüyoruz. Bizim kil tabletlerini okuduğumuz dönem bakımından Sümer-Babil toplumlarında bu kutsal evlilik törenleri, 'bolluk, bereket ve ureme' törenleri olarak ve toplum birimlerin temsilcisi tanrıların kutsal çiftleşmesinin temsili bir ritueli olarak yaşanıyordu. Öte yandan, daha sonraki dönem bakımından, bu kutsal-tanrısal çiftleşmenin, artık tanrılar arasında değil de, tanrıların temsilcileri olarak kabul edilen kıral ile kutsal baş rahibe tarafından fiilen gerçekleştirildiği tören anlatımlarına da sahibiz.

Tablet ilahilerinde, akrabalık terimleri bakımından dikkat çeken önemli bir diğer nokta, Dumuzi ile İnanna'nın, birbirlerini 'karı-koca' veya 'aşık' olarak tanıtmalarının yanısıra, aynı zamanda, birbirlerini 'erkek kardeş', 'kız kardeş' olarak da tanımlayan akrabalık kavramlarını kullanıyor olmalarıdır. Örneğin bir ilahide İnanna (Havva) şöyle diyordu:

''Erkek kardeşim (Dumuzi) beni evine götürdü,
Beni mis kokulu bal yatağa yatırdı,
Benim değerli tatlım, yüreğimin yanına uzanarak,
Birbiri ardınca 'dil yaparak' (dil dökerek) ,
Benim güzel yüzlü erkek kardeşim,
Elli defa yaptı bunu...''

Burada İnanna, kendisi ile '50 kez sevişen' kocasını', aynı zamanda, 'erkek kardeşim' akrabalık terimini kullanarak da tanımlamaktaydı. (1) Bu durumda, Sümer-Babil tanrılarının akrabalık kavramlarına göre, karı-koca olanlar, aynı zamanda, birbirlerinin 'erkek ve kız kardeşleri'ydi de. Bay E. Akurgal'in veya bay E. Memiş'in bir Hitit kıraliçesi bağıntısında, 'karmaşık bir mesele' olarak niteledikleri bu durum, tarihte karşılaştığımız en eski yazılı olgulardan birisidir.

Bay Akurgal veya bay Memis, (kimi Avrupalı uzmanlar doğrultusunda), Hitit kıraliçelerinin kocalarından aynı zamanda 'erkek kardeşim' diye de bahsetmeleri tarihin tikel bir olayı gibi ele almışlardır. Bu nedenle de, burada geçen 'karı-koca kardeşlik' kavramının, 'üvey kardeşlik' olduğunu ispatlamakla sorunu çözeceklerini düşünmüşlerdi.

Ne var ki, eski toplumda birbirlerini 'karı-koca' ve 'erkek ve kız kardeş' olarak tanıtan, çok fazla sayıda örneğe sahibiz: İnek gözlü tanrıça Here, tanrılar tanrısı baba Zeus'un 'kız kardeşi' ve 'karısı'ydı. Harran'dan yola çıktığında Ab-ram iken, sonradan Ab-ra-ham olan Kutsal Kitabın İbrahim peygamberi, Sara'nın sadece 'kocası' değil, aynı zamanda 'erkek kardeşi'ydi de. (2)

Abraham döneminde, onun içinde yer aldığı topluluk geleneğinde, 'kız kardeş' kavramının 'karım' kavramıyla eşdeğer olarak kullanılmış olduğunu gösteren kalıntılar Eski Ahit'te yer almaya devam etmiştir. Eski Ahit'in İlahiler İlahisi olarak seçilen 6 şarkı-ilahisinde, bu akrabalık kavramlarının geçişme halini, 'kız kardeşim-karım-nişanlım', 'erkek kardeşim-kocam-nişanlım' sözcüklerinin aynı şahsı kastederek birlikte kullanılmasıyla da anlayabiliyoruz. Anlamdaş olarak kullanılan bu akrabalık kavramlarını sonradan, düzelterek yorumlamaya çalışan tapınak yönetimlerinin çabalarına karşın, benzer ifade veya anlam kalıntılarına, Kutsal Kitap içinde değişik bölümlerde de rastlıyor olmamız, 'karım-kız kardeşim', 'kocam-erkek kardeşim' biçimindeki kullanımların basit bir 'sözcük hatası'na dayanmadığını göstermeye yeter.

Bugünkü akrabalık dizgesi kavramlarına göre, kolaycı bir tarzda, 'kardeşler arası evlilik'le suçlanmaya calışılan bu tür kavramlara dayalı evlilik türünün, bizim şimdi kullandığımız akrabalık kavramlarını kullandıkları halde, bu kavramlardan başka tür akrabalık ilişkilerini anlayan eski toplumda hayli yaygın oldugu anlaşılıyor. Bu durumda kavram içeriklerine yönelmek gerekli olmasına karşın, yalnızca 'kavram' üzerinden hareket ederek, 'kardeşlerarası evlilik' ilişkilerini, 'yakın akraba evliliği ’-inceste- olarak mahkum etmek için sıraya girmeyi tercih etmek pek yararlı değildir. 'Ahlaki değer'ler savunusu biçimini alan bu tür çabaların sadece düzey daralmasıyla sonuçlanması kaçınılmazdır.

'Kardeş karı-kocalık' kavramlarının kullanılmış olmasından, şimdi anlaşılan anlamıyla, 'yakın akraba evliliği' sonucu çıkarmanın kolay olmasının en temel nedeni, akrabalık kavramlarının, bütün tarihlerde günümüzdeki içerikle kullanılmış olduğu varsayımına dayanıyor. Aynı ses değeri ve sözcük olarak günümüze ulaşmış olan bu tür akrabalık kavramlarının , eski toplum tarafından değişik bir içerikle kullanılmış olabileceğini hesaba katmak daha mantıklıdır.

Herşeyden önce eski toplumda, başlangıçta, 'kardeşleşme' ve 'evlilik' kurumları, 'bireyler' arasındaki bir edim değil, iki toplum birim arasında toplumsal olarak gerçekleşen ve birarada ele alınan bir edimdi. Parmaklara takılan yüzüğe verilen Türkçe 'alyans' kelimesi Fıransızca 'ittifak kurmak' , 'ittifak kuranlar' kelime kökünden gelmektedir. Burada, iki toplumbirimin erkek ve kadınlarının bütünü veya kuşaklara ayrılmış olarak bütünü arasında kurulması kararlaştırılan bir evlilik ilişkisi, iki toplum birimin kendi aralarında 'kardeşleşmesi'nin hem bir ürünü, hem de gerekçesidir. Toplumbirimler arasında sınıflayıcı kategoriler kullanılarak gerçekleştirilen evlilik ilişkileri (hakkı ve yükümlülüğü) kurmak ve bunları düzenli olarak sürdürebilmek için, bir anlaşma yapmak, ittifak kurmak, birbirleriyle akrabalık kurabilmek bakımından kardeşleşme, zorunluydu. Bunun kalıntılarını, ortacağ kıraliyet evliliklerinde izleyebiliyoruz. Öteki kıralla kardeşleşmek, ittifak kurmak isteyen bir kıral, en azından, kızlarından birisini ya doğrudan öteki kırala veya onun oğluna, evlenmek üzere, vermeliydi. Fakat bu kardeşleşme olgusu ve 'kardeşlik' kavramı, bugün kullanılan ve ortak ana veya babadan olma bireyleri anlatan bir 'kardeşlik' terimi ile aynı içeriğe sahip değildir.

Türklerin 'kardeş sehir', 'kardeş kasaba' olarak tanımladıkları iki yerleşimbirimi arasındaki 'kardeşlik' ilanını, Fıransızlar 'ikizleşme', (jumelage) ile tanımlaktadırlar. Oyle anlaşılıyor ki, 'ikizleşme' kavramı da, şimdi anlaşılan anlamda bir 'ikizlik' değildi. İkizler veya ikizlik motifininin, Sümer yaratılış anlatımından itibaren kullanılmış olduğunu, en azından yazılı kaynaklar bakımından, biliyoruz. Günümüze Adem olarak ulaşmış olan Dumuzi okunuşlu sözcük, eski toplumun kategorik olarak, ilk oğullarının tümü için kullanılmış sınıflayıcı bir kavramdı. Sümer anlatımın göre, günümüzde tek bir şahıs ismi gibi yorumlanan Dumuzi, kendi toplum biriminde cok başına buyruk olunca, tanrılar toplanmış ve denge kurulsun diye, onun bir benzerini yaratmaya karar vermişlerdi. Bu yeni yaratılan (ad konulan, adı verilerek var edilen) Enkidu idi. Aslında iki toplum birimin aynı konumdaki oğullarının tümüne verilen bu Enkidu ve Dumuzi kategorileri birbirlerinin karşıtı ve eşdeğeri idi. Sümer 'ikizler' motifi, eski tarihte, bu noktadan itibaren kullanılmaya başlanmış olmalıdır. Sümer tarihinde, aslında, genel olarak, bir değil de, iki Dumuzi görüntüsünün bir olgu olarak bulunması, buradan kaynaklanır. Her Dumuzi orada, iki toplum birimin birer temsilcisidir ve başlangıçta rakibi olan, öteki toplum birimin Enkidusu ile 'kardeşleşir'. Bu anlamdaki bir ikizlik motifi, Adem ve Havva'nın oğulları olan Habil ve Kabil arasında 'düşman kardeşlik' biçimi ile sürmeye devam eder. Habil ve Kabil, bir ceşit Dumuzi ile onun karşı toplum birimindeki yansıması olan Enkidu'nun bir versiyonu olmalıdır. (3)

Eski toplumun iki biriminin 'ikizleşme' veya kardeşleşmesini daha sonraki dönemde 'çifte kıraliyet' biçimiyle de izleyecegiz. Eski toplum birimlerin giderek yeni ve bir tek topluluk halinde kaynaşması süreci içinde oluşan çifte kıraliyet tarzı, sonraki birleşik yönetimlere bir geçiş dönemi olmuştur. Bugünkü tek Mısır; eski tarihinde daima, bu nedenle, 'aşağı toprak - yukarı toprak', 'aşağı ve yukarı ülke' olarak çift özellliğiyle tanımlanıyordu. Bu, Sümer toplumunda ise 'kuzey' ve 'güney' olarak yaşanmıştır.

'Kardeşleşme'nin ve 'çift ülke'liğin sembolik anlatımı olan 'ikiz' figürüne, Sümer Dumuzi'sinden, Romus ve Romulus'lü Roma'ya kadar, bütün Mezopotamya ve Anadolu uygarlık topraklarında rastlıyoruz. Bu durumda, 'Çifte kıraliyet' adı verilen böyle bir dönemdeki Hitit kıraliçelerinin, çeşitli yazıtlarda kıral kocasından, "kardeşim ve kocam" diye bahsetmelerini, sadece, kavramın bugün kullanılan anlamıyla değerlendirmeye çabalamak kuşkusuz yanıltıcı sonuçlara yol açacaktır.

Çifte kıraliyet sistemi ve onunla bağıntılı olan akrabalık kavramları, farklı iki toplum birimi arasında bir yönetim tarzı olarak ortaya çıkar. Barışçıl bir ittifak oluşturan iki toplum birimi bu nedenle birbiriyle kardeşleşir ve bu durum, başlangıçta, kabaca, karşılıklı kız alıp-verme biçimli bir akrabalık düzeni olarak şekillenir. Daha sonraları bir toplum birimi namına Kıral ile öteki toplum biriminin temsilcisi olan bir Kıraliçe'nin evlenmesi, artık kardeşlik anlaşmasının taçlandığı nokta halini alır! Böylece, birbiriyle karı ve koca olan kıral ile kıraliçe, hiç olmazsa başlangıçta, sınıflayıcı akrabalık kavramı uyarınca, birbirlerinin, aynı zamanda, kardeşleridir de!

Eski toplumda, farkli iki toplum birimi, en azından denk kuşaklarıni birbirlerinin 'kardeşi' saymış olmalıdır. Böyle bir ilişki içinde giderek gücü doruğuna çıkacak olan kadın kıraliçe, bu kardeşlik ve dolayısıyla evlilik ittifakı içerisinde, kadın cinsinin temsilcisi olarak değil, kardeşleşen iki toplum biriminden birisinin temsilcisi olarak değer kazanmıştı. Kardeş kocası karşısında, genel ve soyut olarak 'kadın cinsinin bir temsilcisi' olarak değil, ittifak kurmuş karşı toplum birimin genel temsilcisi olarak, güçlenmisti... Çift toplum birimli bu ittifak, zamanla merkezi evrimini sağlarken, federal yanını törpüler ve tek merkezli bir yönetim doğrultusunda ilerlerse de, eski yapı hiç olmazsa kutsallık mertebesinde bir süre daha devam eder. Hanedanlık başlangıcında, merkezi yönetim aşamasına ulaştıktan sonra bile, eski Mısır, bu nedenle her zaman "çift toprak", "aşagı ve yukarı" Mısır olarak yazılmaya devam edilmiştir. Kıraliçeler orada da, tıpkı Hititlerde olduğu gibi, erken dönemde (anasoylu adı verilen dönemde) değil, sonraki çağlarda güç kazanmış görünmektedirler. Daha yakın dönemin, ak - kara hunlar veya akkoyun-karakoyun topluluklarındaki 'çift'li düzen de, ana hatlarıyla, böyle olmuş olmalıdır.

Çifte kırallığın bir başka türünü, iki ikiz erkeği ('kardeşi') ortada duran kıraliçenin birleştirdiği figürlerde ve o figürlerin yaşandığı dönemlerdeki topluluk ilişkilerinde buluyoruz. Bu durumda iki farklı biçim ortaya çıkmaktadır: Burada, 'kıral kardeş' kıraliçenin kocası değildir. 'Kıral koca' ise kıraliçenin kardeşi sayılmıyor olmalıdır. Kıraliçenin sağında ve solunda yer alanlar ayrı ayrı, Kıral kardeş ve Kıral koca olmalıydı. Böyle bir ilişki türünün, dayı yan ağırlıklı olarak, tarihte yaşanmış olması gereklidir. Burada da eğer kıraliçe, iki birimin kardeşlik antlaşması dolayısıyla Kıral kocasından, aynı zamanda, 'erkek kardeşim' diye de bahsetmişse, hiç olmazsa böyle bir tanımlamanın önünde yasal engel yoktur, tersine bu, hem yürürlükteki kardeşlik ittifakına dayanan akrabalık ilişki kavramlarının sonucudur ve hem de vurgulanması, iki toplum birim arasındaki ittifakın sürmesi bakımından yararlı da görünmüş olmalıdır. Geç Hitit devri kıraliçeleri, yalnızca 'biri' değil, işte böyle bir ittifaktan güç alarak, temsil ettiği toplum birimin tamamı adına, kocası ve kocasının temsil ettiği toplum birim karşısında ağırlık ve taraf oluşturabilmiş olmalıydı. Daha sonra Anadolu ve Mezopotamya'da yaygın olan 'asıl karı' veya 'yasal eş', épouse principale, épouse légitime', olarak erkeğin öteki tüm karıları üzerinde de egemenlik sürdürecek ve yasal hakları bakımından kocası karşısında, öteki kadınlara göre güç sahibi olarak kalacak olan kadın, işte bu kadındır ve bu gücünü de önceki tarihsel geçmişten devralmıştır.

Safa Kaçmaz
Paris, 20.09.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo.com


Açıklayıcı Notlar:

(1) Burada, Dumuzi'nin İnanna ile '50 kez' sevişmesi ile Türk geleneğindeki '40 gün 40 gece düğün' geleneği arasında bir bağlantı bulunuyor olduğuna dikkat çekmekle yetinelim.

(2) Sara ile birlikte gittikleri bir yörede, Abraham, yönetici olan Abimelek'e 'karısı'nı 'kızkardeşim' diye tanıtınca, Abimelek de Sara'yı kendine eş (karı) olarak almakta tereddüt etmemişti. Büyük bir olasılıkla Abraham, Sara'yı 'kızkardeşim' diye tanıtırken, bu kavramla onun kendi 'karısı' olduğunu anlatmak istiyor olmalıydı. Buna karşılık benzer akrabalık kavramlarını kullandıkları halde, bu kavramları farkli bir içerikle algıladığı anlaşılan Abimelek'in bulunduğu topluluk, 'kızkardeş'in 'karı' olamayacağını düşünmüş; misafirin 'kızkardeşinin' kendisine 'karı' olması gerektiğinden yola çıkmış olmalıydı. Sonuçta, bu tatsız durum, ancak, Tanrının araya girerek Abimelek'i rüyasında ziyaret etmesi ve ona, 'evli bir kadına el koymasının yanlışlığını' açıklamasıyla, biraz zorlukla düzeltebilmişti.

(3) Bu tür bir eski kardeşleşme geleneğinin bulanık sürdürücülerinden olduğu anlaşılan Aşil'in, üzerine titrediği Patraklos ile olan ilişkisi de böyle bir 'ikizleşme-kardeşleşme' olmalıdır. Burada, 'ikizini' koruma kollama, 'insani bir sevgi'nin ötesinde, toplumsal bir ödev olarak kavranmaktadır. İlyada araştırıcıları, Aşil Patraklos üzerindeki düşkünlüğünün kaynaklarını, belki Aşil döneminde anlamını yitirmiş olsa bile, bu eski 'kardeşleşme' geleneğinde aramak zorundaydılar.