22.11.2006

Yas dönemi yasakları...


                                                       “Tanrıların en ulusu Zeus hakkı için,
                                                        doğru değil suyun alnıma değmesi,
                                               ateşe vermeden Patroklos’u, doğru değil,
                                  üstüne bir mezar dikmeden, kesmeden saçlarımı. ”

Truva’ya saldıranlar Menelaos’un güzel karısı Hellen’i kaçıran Truvalı Paris’ten öç almak için Agamem’nun ve Menelaos’un çağrısı üzerine savaşmaya gelmişlerdi. İlyada’da, Truva surları önünde on yıl süren bu ‘namus savaşı’, bütün bir eski toplum kuralları, yaşantı biçimleri ve bireyler arası toplumsal ilişkiler ve-veya kalıntılarıyla birlikte aktarılır.

Savaşın olduğu yerde, kaçınılmaz olarak ölüm ve dolayısıyla cenaze törenleri vardır ve tarihsel Truva destanında, bunlar uzun bölümler oluşturur: taraflar savaşa ara vererek karşılıklı ölülerini toparlıyor; ölenlerin ruhları Hades’e gidebilsin diye ölü bedenler yakılıyor ve sonra ‘tümsekten bir mezar dikiyorlar’dı.

Hektor ile Patraklos’un cenaze törenleri konumuz bakımdan öğretici özelliktedir. Hektor, Peleusoğlu Aşil’in kardeşliği Patroklos’u; Aşil de daha sonra Hektor’u öldürmüştü. İlyada, bir Patraklos, Mirmidonlar ve Akhalar yanına geçerek, ölüm törenlerini aktarır; bir de Hektor, Paris ve Truvalılar cephesine geçerek…

İlyada'da yas döneminde, uyuma, yıkanma, yeme-içme ve cinsel ilişki yasak örneklerini buluruz. Yanakların tırmalanması; göğüs dövülmesi; yaşmak fırlatılması; ’karalara bürünmenin’ parçası olarak küller ve kömürlerle kendini kirletme törelerini görürüz; cenaze sahipliğini, cenazenin ‘başını tutma’yı; bir sahiplenme türü olarak, elleri ‘cenazenin göğsüne dayama’yı; ölü ruhuna insan ve hayvan kurban edilme olayını saptarız… ve giderek bu toplumsal sembollerin, hangi toplumsal gerekçelerden dolayı üretildiğini; bireylerin yaşamlarındaki gerçek anlamlarına yönelme ihtiyacı hissederiz.

Cenaze etrafında “üç tur” atmak, ”üç ayaklı kazan”; “dokuz gün ağıt”, ”on iki Truvalı çocuk kurbanı”ndaki rakamlar, daha o zamanlardan ruhsal dünya parçası halini almış olan, daha eski toplumsal düzenleniş değerleridir; 3 kuşaklı doğal toplum birimlerin 9 ve 12’li bileşim örneklerinin varlığına, hem gerçek ve hem de ruhani dünya kaynaklarında rastlıyoruz. Dokuz Oğuzlar, Dokuz Hitit boyu, On iki İsrail kabilesi, İsa’nın On iki havarisi, Hazreti Ali ve On iki imamı, eski toplumun bu değerlerini anlatmaktadır.

Adına ‘kahramanlık çağı’ denilen dönemin Homeros insanları da ölümden çekinir ama orada, bireyin ‘ölü bedeninin kurda- kuşa yem edilme’ olasılığı, ölümden daha baskın bir korkuya yol açar; bu tıpkı ‘cenazesi yıkanılmayacak; namazı kılınmayacak Müslüman’ korkusu gibidir. Truvalılar Hektor’un ölümüne üzülmüşlerdi ama onları daha çok üzen, Hektor’un ‘cansız bedeninin kurda-kuşa yem olması’ olasılığıydı.

Patraklos’un ‘ölü bedeni için’ süren kavga, Truva’daki savaşın daha kızgın geçtiği bir andır adeta. Ölü bedeni Truva köpeklerine şenlik olmasın diye Akhalar bir yandan; kafasını narin bedeninden ayırıp bir kazığa çakmayı ve bedenini Truva köpeklerine yedirerek, onu ‘kirletilmiş’ olarak Hades’e göndermeyi uman Hektor ve adamları da öte yandan, Patroklos’un ölüsünü kapmaya çalışıyorlardı. Böylece yeni kanlar akıyor, birçok savaşçı sırf bu nedenle ölüyordu.

Bir yağma sonrası onur payı olan Biriseis kızını, Agememnun’un geri almasına içerleyen Aşil, savaşmaktan vazgeçmiş; barakasına çekilmişti. Can kardeşi Patraklos, Hektor tarafından bu sırada öldürüldü. Ulu Nestor’un oğlu, sıcak yaşlar döke döke, Aşil’in yanına gelip, ölüm haberini verdi :

“Patroklos öldü, çıplak ölüsü için başladı kavga,
Tolgası ışıldayan Hektor da aldı senin silahlarını. ”
Aşil’il ilk tepkisi, ocaktan aldığı külleri, eline yüzüne bulamak olur:
“İki eliyle aldı ocağın küllerini,
Döktü başının üstüne, kirletti güzelim yüzünü.
Mis kokulu gömleği bulandı kapkara küle.
Sonra uzandı boylu boyunca tozun toprağın içine,
Elleriyle çekip kopardı, kirletti saçlarını
Akhileus’la Patroklos’un savaşta aldığı kadınlar,
Bağrıştılar Akhileus’un arkasından acı acı
Attılar kendilerini kapılardan dışarıya
Başladılar göğüslerini dövmeye elleriyle. ”
Patroklos’un ölüsünü alıp, deniz kenarındaki barakalarına taşıyan Akhalar bütün gece inleyip ağladılar. Aşil de başladı ağlamaya; adam öldüren ellerini Patroklos’un göğsünün üstüne koydu, inledi boğuk boğuk, yeleli bir aslan gibi :
«Madem senden sonra gireceğim toprağa,
Gömmem seni, canına kıyan adamı tepelemeden,
Silahlarını, kafasını getirmeden buraya, gömmem seni.
Odun yığını önünde keseceğim boğazını,
On iki tane parlak Truva’lı çocuğun
Böyle kalacaksın kıvrık gemilerin yanında o güne dek,
Çevrende geniş göğüslü Truvalı, Dardanoslu kadınlar
Gözyaşı döke döke gece gündüz ağıt yakacak. »

Büyük bir üçayaklı kazana su koyup, ateşin altını yaktılar. Tunç kazanın içindeki su kaynayınca, ölüyü yıkadılar; parlak bir yağ sürdüler gövdesine, yaraları dokuz yıllık bir merhemle doldurdular. Sonra ölüyü bir yatağa yatırdılar, yumuşak bir çarşafla boydan boya örttüler, bir de beyaz örtü attılar üzerine. Mirmidonlar, ayağı tez Aşil’in çevresinde bütün gece bağıra çağıra ağladılar.
Agememnun, Aşil ile yeniden barış antlaşması yapar; yaban domuzundan “bir tutam kıl keser”ek Zeus’a yakarır. Zeus adına yaban domuzunun boğazı kesilip, köpüklü denizin sonsuz uçurumuna. Aşil ile barışma koşulu olarak Agamemnun’un geri verdiği Briseis kız, Aşil’in barakasına geri dönünce Patroklos’un ölü bedeninin üzerine kapanır, göğsünü, incecik tenini, güzelim yüzünü paralamaya başlar,
Agamemnun ile antlaşmadan sonra Aşil, artık savaşmaya can atmaktadır. Odisseus ise ona «aç acına» savaşmanın iyi olmadığını, yemek yemesi gerektiğini söylemektedir. Fakat Aşil:

“Gün batarken yerdik yemeğimizi,
Daha önce boğazımdan ne içki geçer, ne yemek,
Öldü can yoldaşım benim,
Yüzükoyun yatıyor barakamda...” diyerek gündüz yeme önerisini reddeder.

Odysseus ise:

“Akhalar aç acına tutamaz bir ölünün yasını
Ağladıktan sonra bütün bir gün
Ölenleri katı bir yürekle gömmeli” 
diyerek farklı bir töre anlayışını savunur.
Akhalı ulular da yalvarıyorlardı Aşil’e yemek yemesi için. O ise ısrarla geri çeviriyordu bu istekleri:
“Seviyorsanız beni, yalvarırım, inanın bana,
Kalkmayın yiyecek içecekle karnımı doyurmaya,
Yüreğim dayanmaz bir acıyla dolu,
Dayanırım gün batıncaya dek. ”
Aşil’in bütün gündüz, aç susuz oturmasına tanrıların babası Zeus da razı değildir.

Atene’yi çağırıp der ki :

“Kızım benim, bıraktın büsbütün adamını,
Hiç mi aldırmaz yüreğin Akhilleus’a ?
Ötekiler gittiler yemek yemeye
Oysa ki o, aç-susuz oturur.
Haydi git tanrı şarabıyla, tanrı balı dök içine
Git dök, açlık sarmasın gövdesini. ”
Bir ara Akhilleus’u alıp, Agamemnon’un barakasına götürürler. Aşil, oraya ulaştığında; ”konsun ateşe koca bir üçayak, yıkasın Peleusoğlu üstüne bulaşan kanları” derler. Ama Akhilleus yıkanmayı da kesin olarak reddeder:
“Tanrıların en ulusu Zeus hakkı için,
doğru değil suyun alnıma değmesi,
ateşe vermeden Patroklos’u, doğru değil,
üstüne bir mezar dikmeden, kesmeden saçlarımı. ”
Aşil’in ulu anası Thetis de yas döneminde şöyle demişti:
“Yavrum benim, ne zamana dek yiyeceksin içini; yemeyi içmeyi unutup, ağlaya sızlaya? Bir kadınla sarmaş dolaş olmak iyi şey, neden bundan yoksun ediyorsun kendini ?”

Sonradan tanrılar değiştirmeye çalışmış olsalar bile, tarihte yas döneminde, gündüz yeme-içme, gece uyuma, yıkanma ve cinsel ilişki yasakları bulunuyordu. Farklı kökenlerden gelen Akhalılar arasında bu konuda değişik törelerin bulunması doğaldır. İlyada da Aşil, yeme, uyuma, yıkanma ve cinsel ilişki yasağına tam bir bağlılık gösterirken, öteki Akhalar daha farklı bir tutum takınmakta; hatta Tanrıların babası Zeus bile artık, eskilerde kalmasını uygun bulduğu yas yasaklarının kalkmasına taraf olmaktadır.

Safa KAÇMAZ-Paris
17.10.2003