22.11.2006

Eski Toplumda Kız ve Erkek Çocukların Miras Paylaşım Düzeni


Eski Toplumda Kız ve Erkek Çocukların Miras 
Paylaşım Düzeni (1) 

Safa KaçmazParis, 11.01.2004

Eski toplumda, Küçük ve Büyük Oğul ayrımının anlamı ve nedenlerine daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Bu konuyu şimdi de, Sümer ve Babil döneminin miras paylaşım kayıtları ile bağlantılı olarak incelemeye çalışalım.
Kutsal kitaba göre, Büyük Oğul (fils ainé) Habil, Küçük erkek Kardeşi (frére cadét) Kabil'i, ‘Ağabeylik Hakkı’ nedeniyle öldürmüştü. Bu olaydan sonra, Tanrı Yehova, sonraki ‘ilk gelen’in, onu öldürmemesi için Kabil’in üzerine bir işaret koymuştu.
Dikkatlice incelenirse görülecektir ki, 'ilk doğan' (premiére né), 'Büyük Oğul’dan mistik üstünlüklerle bahseden Kutsal Kitap, İsak dönemine gelince, Büyük ve Küçük Oğul haklarının yer değiştirdiği bir dönüşüm gerçekleştirmektedir: İsak’ın ilk oğlu Esat ‘Büyüklük Hakkı’nı (droit d'ainésse), Küçük (erkek) Kardeş’i Yakub’a devreder; tarihsel gelişmeler bunu gerektirir. Buradaki, yetki deviri yalnızca basit bir seremoni sorunu değildir. Oğulların anaları Rebekka da işe karışmıştır; önce, “gözleri iyi görmeyen” İshak’ı aldatmak için Büyük Oğul’un elbisesi Küçük Oğul’a giydirilir; sonra da bir çok kutsal motifin kullanılmasının ardından, İsak bu yeni düzenlemeyi onaylar. Artık bütün öteki kardeşler, Yakub'a tabi olacaklardır ve ona hizmetle yükümlüdürler. Nuh’un ölmeden evvel, Küçük Oğul’unu lanetleyen ve onu, Büyük’üne köle kılan düzenlemesi böylece son bulur ve Küçük Oğul, Büyük’lük hak, yetki ve üstünlüğünü Büyük Oğul’un elinden alıp, kendine geçirir. Bu, o sıradaki İshak toplum biriminin bütün ilişkilerinin alt üst olması anlamına gelmektedir. Demek ki, Küçük ya da Büyük Oğul tarafından kullanmış olsun, ’Büyüklük Hakkı’nın toplumsal yaşamda üstünlük sağlayan bir özelliği bulunmaktaydı.
İsak’ın oğulları arasında, diğer kardeşler arasında sosyal üstünlük sağlayan ‘Büyük Evlatlık Hakkı’nın artık ‘Küçük Oğul’a geçmesi, herşeyden önce, o toplum birimin eski evlilik düzeninin derhal değişmesine yol açmaktadır. Bu olgu, ‘Büyük-Küçük Oğul’ ayrımının eski toplumun doğrudan evlilik, akrabalık ve miras ilişkilerini belirleyen bir kategori olduğunu ortaya koyuyor. Görüyoruz ki, yeni düzenlemeyle , Rebekka, ‘Büyüklük Hakkı’nı kazanmış Küçük Oğul’u, derhal Haran'daki dayının , kendi erkek kardeşi Laban'ın yanına yerleştirmektedir; çünkü Küçük Oğul’a artık, Kenan ülkesinin kızları yasaklanmış, ona dayı kızlarıyla evlenmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Buna karşılık, ‘Büyüklük Hakkı’nı artık kaybetmiş olan Büyük Oğul Esat , Kenan’da amcasının kızları ile evlenmelidir. Böylece, Büyük ve Küçük Oğul, yetki devriyle birlikte, yeni akrabalık sistemine uyan evlilik ilişkileri kurmaktadırlar.
1990’lı yılların başlarında, gerek Kutsal Kitap’ları ve gerekse, Afrika, Avusturalya ve Amerika yerlilerine ilişkin bulguları inceleme çalışmalarım sırasında, eski toplumda, Büyük ve Küçük erkek çocuk ayrımının, toplum birimlerin tarihteki erkek çocuk paylaşımını yansıttığı ve evlilik ilişkilerinin düzenlemesinde de bir ayraç olarak kullanılmış olduğu sonuçlarına varmaya başlamıştım; eski toplumun oğullar arasında yaptığı bu kategorik ayrımın, eski yazılı yasaların miras hukukundaki yansımalarını da okumuştum; ama, bu yasaların uygulama kanıtlarını da bularak vargılarımdan emin olabilmem için daha vakit vardı. Bana bu olanağı Bay Josef Klima ve Bay Lubor Matuş isimli bilim adamlarının, eski miras paylaşım tabletlerini tanıtım ve inceleme çalışmaları sağlamıştır.
J. Klima ve L. Matuş’un, Sümer'lerden başlayarak, miras paylaşım tabletleri üzerine yaptıkları somut incelemeler, eski toplumda, kız ve erkek çocukların ana-dayı toplumbiriminden baba-amca toplum birimlerine geçiş sürecinin bütün mantıksal sıralama ve biçimlerinin miras düzenine yansıyan örneklerini aktarırlar. Bundan daha önemlisi, ana ve babayanlı toplum birimler arasında, çocuk paylaşımının sadece kızlar ve oğullar sınıflaması biçiminde değil; Büyük ve Küçük erkek çocuklar biçiminde de yaşanılmış olduğuna işaret eden miras paylaşım kayıtlarını yansıtırlar.
Bizim yazılı kaynaklara ulaştığımız dönem bakımından, eski Sümer ve Babil toplumlarında, ilk erkek oğulun miras üstünlüğü, pay edilmiş miras hisselerinden öteki oğullara göre, iki misli fazla pay alması şeklinde ortaya çıkmaktaydı. Tablet kayıtlarına göre, Büyük Oğul, süreç içinde, öteki (erkek) kardeşlerle 'tartışarak' sonuca ulaşmaya başlamış ve en sonunda da, bu farklılık, erkek kardeşlerin mirastan ‘eşit pay' almalarıyla sonuçlanmıştır. (Burada ‘kardeş’ sözcüğü henüz kız kardeşleri kapsamaz). Bütün bu süreçte, eski hak üstünlüğü sahibi olan Büyük Oğul, öteki kardeşleriyle hak eşitliğine doğru, birden bire değil, adım adım geriler. Erkek kardeşlerin eşit pay alma noktasına gelindiğinde bile, Büyük Oğul, payların içinde doğrudan tercih hakkına sahip olurken; öteki erkek kardeşler hisseler için aralarında kurra çekmektedirler. Eski yasa maddeleri, değişik yönleriyle Büyük Oğul’un, miras hak üstünlüğünün bu evrimini de yansıtmaktadırlar. 
Bu dönemde, 'yasal eş' dışındaki kadınlardan olan oğulların miras ile ilişkileri de gündeme girmeye başlamıştır artık. Eski toplum bu yeni soruna da , 'yasal eş'in veya babanın onları ‘evlatlığa kabullenme’leri biçiminde çözümler üretmeye çalışır. Baba’nın sağlığında miras üleştirilmesi ve vasiyet kurumu, tarihsel olarak, bu yeni sorunlara bir çözüm unsuru olarak ortaya çıkmış olmalıdır: Yeni sorunlar, 'varis' tayini, ’tercih edilen evlat'ın saptanması ve 'vasiyet' kurumu gibi, babaya kişisel tercih olanakları sağlayan araçlar üzerinden aşılmaya çalışılır.
Eski toplum bakımından, kadınların miras hakkının bulunmaması, doğrudan cinsiyet gerekçesine dayanmaz. Sümer, Babil topluluklarında, Kutsal tapınak fahişe veya görevlileri, evlenmedikleri sürece, çeşitli düzeylerde miras hakkına sahip olduklarına göre, eski toplum doğrudan ‘kadının asağılanması’ vb. türü bir cinsiyet gerekçesiyle hareket etmez. Kadının bir başka toplum birimine gelin gitmesini gerektiren evlilik ve akrabalık düzeni, onun, baba toplum birimindeki gayri-menkul üzerinde bir miras hakkına sahip olabilmesini engellemektedir.
En eski şekil-yazı biçimli Sümer tabletlerinde kız çocukların miras hakkı konusunda en küçük bir ima’nın bile bulunmayışı, araştırıcıları genellikle şaşkınlığa düşürmektedir. Çünkü, ’anayanlı’ denilen ve kadının üstün olması gereken eski çağlara uzak olmayan bu dönemin kayıtları, hiç de bu duruma uygun görünmemektedir. Kadının bu dönemde miras hakkının bulunmaması durumunun, kiraliçe olarak yönetici mevki bakımından geç Mısır ve geç Hitit dönemindeki üstün konumuyla da hiçbir sekilde uyum sağlamadığını düşünen araştırıcılar bu soruna yanıt bulmakta zorlanmaktadırlar. Miras konusunu, bireyin toplum birimleriyle olan aidiyet ilişkilerine ve bunun evrimine göre ele alamamak, eski toplumda genel olarak miras ve özel olarak kız çocukların miras hakları üzerine incelemeler yapan Josef Klima ve Lubor Matuş'un da şaşkınlığa düşmelerinin temel nedenini oluşturuyor. Bay Klima'yı da şaşırtan noktalardan birisi , kutsal fahişe olmayan, (Bay Klima’nın deyimiyle) 'normal kızların' miras haklarına ilişkin hiçbir şey söylemeyen bu dönem kanun ve miras tabletlerinin , ’rahibe’, ’baş rahibe’, ’hayat kadını’, ’kutsal fahişe’ olan kadınların miras haklarını tanıması ve bunu ayrıntılı olarak yasal güvenceye bağlamış olmasıdır.
Kız çocuklarının, ’çocuk sayısı’ içinde sayılmaması geleneği (Kürtler arasında, Türkiye’de bu olgu, alan çalışmalarında da saptanmıştı) kız çocukların erkeğin değil de, ana, kadın toplum birimine ait sayılması geleneğinin devamıdır. Kız çocukları, baba toplum biriminin aidi değil, ana toplum biriminin, dayıların kızı sayılıyordu. Bu bakımdan, kız çocuğunun mirasla ilişkisi, bir başka yönden, kendi toplum biriminde kendi çocuklarının babası olmak yönünde ilerleyen her iki tarafın dayı-erkekleri (aynı zamanda babaları), kızkardeşlerin koca yanına doğru itilmeleriyle de desteklenen süreçle doğrudan ilgilidir. Kız çocukların ana-dayı toplum birim aidi sayılmaları, tıpkı daha önceleri , bazı toplumlarda Küçük Oğul’un, bazılarında ise Büyük Oğul’un dayı-ana biriminden sayılmalarında olduğu gibi , toplumbirimlerin işleyiş gereklerine bağlıydı. Kız veya erkek bireyin , dayı-ana toplumbirimin aidi olmaktan çıkmaya başladığı noktada, Mezopotamya’da, yeni tür evlilik ilişkileri kurulabilmesine olanak sağlayan bir çözüm olarak, devreye kutsal fahişelik kurumunun girmiş olduğunu görüyoruz. Kız evlatların bir bölümü, sadece yabancı erkeklere sunulan kutsal tapınak fahişeleri yapılarak, öteki kız evlatlar evlilik tercihlerinde daha özgür hale getirilmişlerdi. Farklı yöresel (‘şehir devletleri’) hukuk sistemlerinin, merkezi kiraliyet altında ortak bir yasa içinde birleştirilmeye çalışıldığı "Gal lu-gal ham-mu-ra-ba", kanunlarında miras hakları bulunan ve bu hakları ayrıntılı olarak yazılan işte bu kutsal fahişe ve tapınak görevlileriydi. Konuya, ‘eski mezopotamyada en büyük mutluluk erkek çocuk sahibi olmak, en büyük üzüntü de kız çocuk doğurmaktır’ gibi sözlere dayanarak bakmak bir çesit adetdir. Soruna, toplumun işleyiş ilişkilerinden koparılmış bir cinsiyet ayırımı gerekçesi var sayılarak bakıldığı için, 'normal kızlar'ına en fazla ‘çeyiz' verip gönderen Mezopotamya’lının, tapınakta 'kutsal fahişe' olan kızına, (ve eğer olmuşsa, onun erkek çocuğuna) neden miras hakkı tanıdığı bir muamma haline dönüşür: 'Normal kızlarına’ miras vermeyen Mezopotamya’lı baba, bu hakkı neden sadece fahişe olan kızına tanımaktadır?!Bu sorulara bir türlü doğru yanıt verilemez.

Eski Sümer dönemi tabletlerinde Du-mu-uş olarak okunan kelime, Dumu (çocuk, döl ) + Uş (takip eden, izleyen) anlamındadır. Bu kelime başlangıçta, yalnızca, 'ilk gelen’ (“premiére né”) Büyük Oğul için kullanılmaktaydı. Ölen babanın cenazesinin başında kandil yakma ve toplumun ölüm-cenaze kültü gereği yapılan törenlerdeki yetkilisi de Dumu-uş olarak adlandırılan bu şahıstır. Anlaşılıyor ki, bu aynı zamanda ‘mirasçı’ olan bireyin de tanımıydı ve bu mirasçı Büyük Oğul’dan başkası değildi.

Tarihsel sürecin gelişimiyle ve hem de, belki de, kelimelerinde eril-dişi ayrımı bulunmayan Sümer diline karşı Akad’ça'nın etkisiyle, Sümer Dumu-uş kelimesi, Aplu(=Mar-u) yani oğullar ile Dumu-mi (= Mar-tu) yani kız ayrımına doğru evrim göstermeye başlamış olmalıdır. (Bu kelimeler ve anlamları Mahdum ve Nedime’yi anıştırırlar). Örneğin Gudea döneminde Dumu kelimesi , bir yandan, kız ve erkek çocukların tümünü ifade etmek için kullanılmaya başlanmıştı; fakat yine de, aynı metinlerde (Dumu-mi) kelimesi de bulunmaktaydı. (Josef Klima . Archiv Orientalni. 1950 No: 3, P: 154)
Başlangıçta, yalnızca mirasçı ile sınırlı olan bu kelimenin kapsamının 'çocuklar' biçiminde genişlemesi, çocukların miras hakkı yani baba toplum birimiyle olan ilişkilerindeki değişmelerin de bir sonucuydu: Çünkü, Gudea (Kuda, Huda), "hiçbir mirasçının olmaması" yani oğul bulunmaması durumunda, ilk kez, bir kız evladı, "ibila" yapmaktadır. İbila, babanın cenazesi başında kandil (çıra) ve tapınakta da yağ yakma kutsal ödevini üstlenecek kişi için kullanılan tanımdı ve herhalde (aplu) kelimesinin bir okunuş çeşitidir.

Oğulun olmaması durumunda ve ana babanın erkek ve kız kardeşlerinin artık kendi çocuklarının ana-babası olmaya başladığı bir noktada, geçiş döneminde, kız çocuğu, bu sürece, mirasın doğrudan sahibi olarak değil, fakat doğuracağı oğul namına geçiçi tasarrufçu rolüyle dahil olmaya başlar. Torun-adaş dede toplum türünün daha ileri bir noktası olarak, Rigveda’da da görürüz bunu. Baba, kızını vereceği damada şartını dayatır: “Erkek kardeşi olmayan bu kızı, onun doğuracağı oğulun benim oğlum olması şartıyla sana veriyorum...”
11.01.2004

                                                  Josef Klima...
                                            Saygıyla anıyoruz...
                                                                    
                                                                       ---
Eski Toplumda Kız ve Erkek Çocukların Miras 
Paylaşım Düzeni (2) 
Safa Kaçmaz
Paris, 26.01.2004

Bay Lubor Matuş, Larsa’da, günümüzden 37-38 asır kadar önce yazılmış olan miras paylaşım tabletlerini toplu olarak incelemişti. (Archiv Orientalni. 1949. Vol. XVII. Page: 143, etc. ) Baba mirasının Küçük ve Büyük Oğul arasında dağılım sistemi ve oranlarına ilişkin bilgi sunan bu tabletlerin içerikleri şöyledir:
* Tablet TCL X. 141:
Büyük oğul , mirastan 353 Sar(= birim ölçüsü) alırken, küçük oğul l76 Sar almaktadır. Büyük oğul, 1 Sar’lık hisse fazlalığı için, küçük oğula 1 ölçü gümüş ödemektedir. 
* Tablet TCL XI. 174:
Büyük oğul topraktan 600 Şe (=birim)’lik hisse, öteki erkek kardeşler ise 300’er Şe’lik hisse almaktadırlar.
* Tablet YBT VIII. 88:
Dört hisseye bölünmüş toplam mirasın 2 hissesini bir oğul almakta; 1’er hisse de iki oğula verilmektedir.
* Tablet TCL X. 55:
(Tabletin ilk bölümleri okunamıyor. ) Esirlerin paylaşımında bir oğul 11, öteki ise 5 esir almaktadır.
* TCL X. 31; YBT V. 148; YBT VIII. 83; 98 ve 167 No’lu tabletlerde, mirasçılar paylaşımda eşit pay almaktadırlar.
Bay Matuş, geriye kalan üç tablette, miras paylaşımının hangi kurallar içinde gerçekleştiğinin belli olmadığını açıklıyor.
İncelenen ilk dört tablette, Büyük Oğul, kural olarak, mirastan iki hisse almaktadır. Tablet TCL X. 141’de, mirastan 353 Sar hisse alan Büyük Oğul’un, Küçük Oğul’a sadece 1 Sar’lık hisse fazlalığı [(176x2=352)+1=353] için 1 ölçü gümüş ödemesi, onun miras hakkının, Küçük Oğul hakkının, iki katı olarak hesap edildiğine şüphe bırakmıyor.
Bay Matuş, incelediği tabletlerde sadece bir tek kadın mirasçı adına rastladığını; bu mirasçı kadının niteliğini ise belirleyemediğini söylemektedir.
Süz yerleşimine ilişkin olan ve ilk Babil hanedanlığı dönemine denk düşen tabletler ise, bize, Mezopotamya’da erkek çocuklar arasındaki miras paylaşımında bir başka evreyi tanıtmaktadır. (Mémoires de la Mission Archélogique de Pérse. Tome XXIV. Actes Juridiques Susiens. Librairie Ernest Léroux. 1933. ) Bu tabletleri tercüme edelim:
* Tablet No: 328
Kubi Danu'nun (mirasçı) oğulları, İbdi Gişdar, Ludlul Şin, Nuratum, İkubi, malları paylaştılar.
Kubi Danu'nun oğullarının birbirine alacak-vereceği kalmadı.
Onlar tartışıp paylaştılar.
Kim ki bu (anlaşmadan) geri döner, 10 Min(= öl­çü) altın ödeyecek, eli ve dili kesilecektir.
Şirukduh ve Amme Haştuk'un adları (anıldı)(namına söz verildi).
Şuşinak , Şamaş, Tabarzi, Tabiya, İkunam, Zinin, Adad, Sin ri-ne-ni, Sil Adad, Nur Bau, Suşinak Mubalit, İnzuzu, Nuriri, İbdi Gişdar, Laim önünde ve 15 şahidin huzurunda Lugal Bi İn Pad-da’nın adını andılar.
* Tablet No:329
Sin Nazir, kendisinin miras hakkı konusunda Puzur Mazat' a karşı çıktı ('ayağa kalktı').
Mera, bahçe, koyun (sürü) ve evden -2. 5 Min gümüş eder- (miras) payını seçti ve aldı.
(Miras) payları dağılmış, sonuçlanmıştır.
Sin Nazir ve oğulları, Puzur Mazat'ın oğullarına karşı (artık) istek öne sürmeyecek.
Kim ki bu davaya geri döner, 1 ölçü gümüş ödeyecek, eli ve dili kesilecektir. (...)
Kuk Nahudi ve Kuk Nasir'in adları anıldı.
* Tablet No:330
İbi Nin Subur, Tan Uli'nin alacakları ve kendisinin (miras) hakkı konusunda Puzur Mazat'ın oğullarına karşı çıktı.
Puzur Mazat'tan kalanlar: Yüz küçükbaş hayvan, 1 gur'luk mera, 211 qa'lık buğday tarlası, ... içinde Uru-dag bölgesinde 211 qa'lık buğday tarlası, ... bir ev, bir (saray?), bir adet şahsa ait özel ev, bir (kemeraltı?) (küçük kapı?), 5 gur'luk arpa, (İbi Nun Subur'un) babası Tan Uli'den kalan (miras). 
Puzur Mazat' ın oğulları, İbi Nin Subur 'un kalbini rahatlattılar.
(Miras) paylaşıldı ve ayarlandı.
İbi Nin Subur (veya) onun mirasçı (olacak) oğulları Puzur Mazat'ın oğullarına karşı bu miras konusunda ne olay yaratacak, ne de dava açacaklar. Bu konuyu ne Kıral'a ne de hakime götürecekler. (Bu sözden) vazgeçen, 1 ölçü gümüş ödeyecek, elleri ve dili kesilecek, (ve) ona (şimdi) verilenlerin hepsini kaybedecek (elinden geri alınacaktır).
Kuk Nahudi ve Kuk Nasir'in adları anıldı.
Bu tabletlerde miras paylaşımda, belirleyici yan, tarafların tartışarak, (hiç kuşkusuz, önceki gelenekler temelinde) birbirleriyle anlaşmalarıdır. Tablet No:329 da yer alan “Sin Nazir ... (miras) payını seçti ve aldı” ifadesi ise, eski yasalarda, Büyük Oğul üstünlüğünü yansıtan kalıpsal ifadenin tekrarı gibidir. Eski yasa hükümleri şöyleydi:
" 170- (....) ilk oğlu, hisseler içinden (istediğini) seçecek ve alacaktır." (Ana İttişu)
- "Büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
(Küçük erkek) Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğul paylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için, kardeşleri ile birlikte kura çekecektir. 
(Eski Assur Yasaları)
(Kadriye YALVAÇ-Mebrure TOSUN. Sümer, Babil, Assur Kanunları. TDK. Ankara)
Böylece, değişik tarihlerde, farklı toplum birimlerindeki (‘şehirlerdeki’) miras paylaşım düzeninin, tarihsel eğilim olarak bir mantıksal dizge temelinde gerçekleştiği görülmektedir: En eski Sümer tabletlerinde, yönetici tanrı veya kırallar, kendilerini sürekli olarak ‘ilk’, ‘Büyük Oğul’ şeklinde tanıtmaktaydılar. Bu eski vurgu, Sümer–Babil toplumlarında, Büyük Oğul’un başlangıçta babanın tek mirasçısı olduğu bir döneme atıf olmalıdır. Bizim, Mezopotamya’da miras paylaşım yasa ve bunun (kanıt) tabletlerine sahip olduğumuz aşama, öteki oğulların her birinin 1 hisse almasına karşılık, Büyük Oğul’un 2 hisse payı aldığı dönemdir. Miras dağılım sürecinin önce erkek çocukların mirası aralarında ‘tartışarak’ sonuçlandırmaları ve sonunda da, tüm erkek kardeşlerin mirastan eşit pay almaları biçiminde ilerlediği anlaşılmaktadır. Sümer-Babil toplumları bakımından, genel çizgileri sıralanan ve binlerce yıla yayılmış olması gereken bu sürecin, en ağır çözülen ve dolayısıyla daha uzun süren bölümü, Büyük Oğul’un tek mirasçı olduğu eski aşama olmuş olmalıdır. (*1)
Eski toplumda, birçok kurum zıt’dıyla bütünleşerek yapısal işleyişe kavuşabilir; Sümer ve Babil’de, Büyük Oğul ayrıcalığının, Küçük Oğul ayrıcalığı ile tamamlanmış olması gerekliydi. Fakat, eski tarih, genellikle, o sıradaki üstün kültür tarafından ve doğal olarak da tek yanlı anlatılmış olduğu için, Küçük Oğul ayrıcalığını orada aynı açıklıkta bulamıyoruz. Bu konuda, şimdilik , ‘Küçük Kardeş’ üstünlüğüne geçilen döneme ait olarak Eski Ahit’te verilen bilgilerle yetinmek zorundayız.
Afrika ve Asya'daki bazı eski toplum birimlerinde ise, bu kez Küçük Oğul’un, Büyük Oğul’a üstün sayıldığı örnekler karşımıza çıkmaktadır. Kurucusu Osman’ın da ‘en Küçük Oğul’ olduğu Osmanlı İmparatorluğu başlangıç döneminde, padişahlık tahtına küçük şehzadelerin oturtulması olgusu tarihçilerimizin dikkatini çekmişti. Fakat, 'töre' olarak ele alınan bu uygulamanın toplumsal gerekçesi ve anlamı üzerinde yeterince durulmamıştı. (*2)
Eski Çin belgeleri ve gezgin notları, Orta Asya Türk topluluklarında, erkek kardeşlerin, ölen erkek kardeşin dul karılarıyla evlendiklerini anlatmaktaydılar ama, bu bilgiler, bir miras hakkı olarak dul yenge’yi alan erkek kardeşlerin, Küçük veya Büyük erkek kardeş mi olduklarını tam açıklamazlar. Buna karşılık, Bay Jean Paul ROUX, eski Türk ve Moğol boyları arasında, genel olarak, Küçük Oğul’un mirasçı olduğunu belirtmektedir: "Uzun zamandan beri biliyoruz ki, ocak’ın, evin koruyucusu olarak küçük oğul, babaevinde kalır ve sonuçta, ölen (babanın) mirasçısı olur. En azından Moğol döneminden beri, bu oğula, Otşigin, ateşin, ocak’ın şehzadesi veya Ejen adı verilmektedir. " (J. P. ROUX. L'homme. Tome lX. , Page. 59)
Bay Roux, aralarında alan çalışması yaptığı (ve eski Türk geleneklerini önemli ölçüde koruyup yaşattıkları hakkında fazla kuşku bulunmayan) Toros dağlarındaki Tahtacı topluluklarda da tek mirasçının Küçük Oğul olduğunu saptamaktaydı. (*3)
921 yıllarında Volga boylarında dolaşan İbn-i Fadlan, herhalde hatalı bir genelleme ile, (tüm?) Oğuz'larda, ölen babanın en Büyük Oğlu’nun, miras olarak dul analarını (buna, öz ananın dahil olup olmadığı açık değildir) aldığını belirtmekteydi. Dolayısıyla, bu duruma göre, Büyük Oğul, anaların çocuklarına yani kendi kardeş ve kardeşliklerine de ‘baba’ sayılmış olmalıydı. Ağabeyi yarı-baba sayma göreneği, herhalde, bu tür eski yapılanmaların kalıntısı olmalıdır.
Bu tanık aktarımları tartışılabilir yanlar taşısa da, eski Türk topluluklarında da Büyük ve Küçük Oğul ayrımı bulunuyor ve toplumsal yaşam bu ayrımlar temelinde de şekilleniyordu.


Açıklayıcı Notlar
(*1) Güney Babil'deki Larsa yerleşimi Hammurabi 'nin 30. yönetim yılında Babil kıraliyetinin hükmü altına alınmıştı. Bu dönemde Hammurabi, bütün toprakları bir çeşit 'devlet malı’ haline getirmişti. (Hammurabi toprak sisteminin benzerini, 30 asır kadar sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda görmek ilgiçtir). Kazılar sırasında, ‘kamulaşmış’ bu toprakların ‘satışı’yla da ilgili tabletler bulunması konuyu karıştırmıştır: Bay Matuş, satış belgelerinin, toprağın ‘mülkiyet hakkı’na mı yoksa sadece ‘kullanım hakkı’na mı ilişkin olduğunu saptamanın zor olduğunu söylüyor.
Vurgulayalım ki, Küçük-Büyük Oğul ayrımına dayanan miras sistemi, asıl nedenini, toprak mülkiyet biçiminde değil, toplum birimi şekillendiren üleşim ilişkilerinde bulur.
Öte yandan, Hammurabi Yasaları kendinden önceki Urukagina, Urnammu, Ana İttuşi, Lipit İştar ve Eşnunna Yasalarının bir çok yönden, devamıdır. Başlangıçta birbirinden farklı yöresel yasa ve uygulama göreneklerinin giderek birbirine yaklaştığı bir dönemde, merkezi Babil kıraliyetinin bir tür sentez anayasası olarak ortaya çıkmıştır. Fakat, yasalar, günümüzde bile eski töre uygulamalarını tam olarak engelleyemiyor. Hammurabi yasaları da, farklı yerleşimlerin değişik miras gelenekleri uygulamalarını derhal engelleyemezdi.
(*2) Türk Tarih Tetkiki Cemiyeti tarafından yazılan Tarih kitabında bu konu şöyle aktarılır: “Alaeddin l. Keykubad’ın oğlu Keyhusrev ll, 1243 senesinde Anadolu'yu istila eden İlhanlıların himayesini kabule mecbur oldu. Bundan sonra Anadolu Selçuk Devleti belini doğrultamadı. İşte, Anadolu Selçuklarının bu düşkün ve karışık devrinde Ertuğrul Bey öldü ve yerine aşiret reisliğine 23 yaşındaki en küçük oğlu Osman Bey geçti (1281). ” (TTT Cemiyeti tarafından yazılan Tarih lll. 1933 Yılı. İstanbul Devlet Matbaası. Sayfa 2)
(*3) Bay Roux, aynı çalışmada, Abakan Tatar topluluğuyla ilgili olarak da, şöyle diyor: "Kadın öldüğünde, kocası, ölen kadının sadece en küçük kız kardeşiyle evlenebilir, büyük olanla değil; eğer erkek ölürse, kadın, (ölenin) büyük erkek ağabeyiyle evlenebilir, küçük olanla değil. " (S. 70)
Bu kuralların toplumsal anlamları üzerine şimdi duracak değiliz; ama, görülüyor ki, burada, kız ve erkek çocuklar arasında ‘büyük’ ve ’küçük’ ayırımı bulunmakta ve bu ayırım evlilik ile miras kurallarının konusu edilmektedir.
26.01.2004
                                       
                                     Archiv Orientalni'nin bir nüshası...


    J. Klima ve L. Matuş'un inceledikleri 
miras paylaşım tabletleri...
                                                                                  --
Eski Toplumda Kız ve Erkek Çocukların Miras 
Paylaşım Düzeni (3) 

Safa Kaçmaz
Paris, 04.02.2004

19. ve 20. yüzyıl kazıtları Sümer, Babil, Hitit ve Asur kayıtlarını tam olarak ortaya çıkarmış ve bunların önemli bir kısmı da çözümlenmişti. Jüstinyen'in 6. asırdaki yasa kitaplarının, Mezopotamya'daki birçok konuyu 'doğu barbarlığı'yla açıklama adetinin, bu durumda, en azından iki temel noktada, gözden geçirilmesi gerekli hale gelmişti: Eski dünyanın üstün uygarlık alanı Mezopotamya, nasıl olmuş da, modern dünyanın geri 'Doğu'sunun bir parçası haline dönüşmüştü? Günümüzde daha çok, 'İslam ülkelerinin geri kalması' olarak ifade edilen bu sorun farklı yönleriyle ele alınmıştı. Fakat, Çin, Hint, Sümer-Babil ve Mısır eski toplum uygarlık köklerinin derinliğinin, onların 'geri' kalışında, engelleyici bir temel gerekçe olma paradoksu üzerinde yeterince durulmamıştır.
Öte yandan Sümer-Babil'e ilişkin somut bulgular da gerektiği ölçüde ele alınıp incelenmemişti; bu bulgular, günümüzde bile yeterince değerlendirilmiş değildir. Bay Klima, 1950 yılında, Babil toplumunda kız çocuklarının miras hakları üzerine yaptığı çalışmada, kendisinden önce bu konuda yazılmış tek bir inceleme bile bulamamış olduğunu yazıyordu. Sonraki yıllar bakımından ise, aynı konunun etraflıca ele alındığı bir incelemeyi, en azından ben bilmiyorum. 
Günümüzün küreselleşme olgusunun 'tarihsel boyut'unu incelerken, Bay Hardt ve Negri de İmparatorluk'ta, en fazla eski Roma'ya kadar giderler; oysa, birey ile toplum birimler arası ilişkilerin sağlam analiz hedefi, bizi ister istemez, sadece tarihsel boyut bakımından değil, incelenip denetlenebilir kaynaklara sahip olmaları yönünden de Sümer-Babil uygarlık alanına doğru çekmektedir. Eski uygarlık temeli üzerine çalışmalarımızın gerekçesi, öznel bir seçime dayanmaz. 
Şu anki verilere göre, dünya tarihinin, bize ulaşmış ilk yazılı yasa metni olma özelliğini hala koruyan Urukagina tabletinde, o tarihteki kadının toplu halde ve erkeklerden ayrı yaşadıkları bir sosyal durumu ifade eden bir tarzda şöyle yazılmıştı: 

"(Kıral Urukagina)
kadın evi'nde
kadın tarlası'nda
tanrı(ça) Baba (Vava)'yı
tanrı(ça) yaptı. "
Urukagina'dan bu yana; kocasının evine gelin giden veya damadı kendisinin (baba) evine getiren kız'ın; kutsal tapınak görevlisi ve ana olarak kadın'ın sosyal konumu, mirasla ilişkileri çeşitli yönleriyle Sümer ve Babil'in eski yasalarında yer almaktadır. Mezopotamya toplumunda, bekaret koruma ve 'kız'lık, zina yasağı, tek eşlilik kuralı, 'yasal eş' (épouse légitime) ve cariyelik, genel köleliğin parçası olarak esirelik gibi kurumlar, gerçek toplumsal yönleri bakımından inceleme hakeden konulardır.
Kadının genel olarak miras hakkının bulunmadığı bir dönemde, Lipit İştar yasasında geçen "kız-erkek varisler-ibila dumu-sal" ifadesi, bize, eski toplumun konuya nasıl yaklaştığını göstermeye başlamaktadır:
Nippur'un kız-erkek varislerinin
İbila dumu-sal nibru-ki
Ur'un kız-erkek varislerinin
İbila dumu-sal uri-ki-ma
İşin'in kız-erkek varislerinin
İbila dumu-sal i-si-in-ki-na
Sümer (ve) Akkad'ın kız-erkek varislerinin(...)
İbila dumu-sal ki-en-gi ki-uri (...)
Bu ifadeler, hiç kuşkusuz, Sümer ve Akkad'ın bütün erkek ve kızlarını değil yalnızca 'ibila' (mirasçı) olanları (bu kelimenin 'aplu' okunuşu da vardır ve belki de yöredeki 'bala' kelimesi ile de ilişkilidir) kapsamaktadır ve bir çeşit 'yurttaşlık' tanımlaması olmalıdır. Anna İttuşi yasasındaki bir madde bizi böyle bir yargıya doğru yönlendiriyor; çünkü yasalarda baba'nın oğulu evlatlıktan reddetme hakkına ilişkin şöyle deniliyordu:
"34- Eğer bir baba, oğluna, sen benim oğlum değilsin derse, oğul evi ve duvarı kaybedecektir." 
Eski yasaların Türkçe çevirisini yapan Sümerologlar Bayan Mebrure Tosun ve Bayan Kadriye Yalvaç, bu kanun hükmünü, babanın oğulu reddetmesi halinde oğulun 'evi ve evin çevresini' kaybedeceği biçiminde yorumlamaktaydılar. Fakat metindeki 'duvar' kelimesini ev çevresindeki duvar olarak değerlendirmek hatalıydı. Çünkü aynı yasalar ana'ya (kadına) da oğul'u evlatlıktan reddetme hakkı veriyordu.
"40- Eğer bir ana, oğluna, sen benim oğlum değilsin derse, (oğlu) evi ve eşyayı kaybedecektir."
Anna İttuşi yasası, baba'ya, ana'dan farklı ve fazla olarak , oğul'a, 'ev duvar'ı olmayan 'duvar'ı da kaybettirme hakkı vermekteydi: Buradaki 'duvar' kelimesi , ev'in değil, yerleşim biriminin surlarını, 'şehir duvarlarını', 'şehri' anlatıyor olmalıdır. Böylece Yasa'nın, baba'ya, oğul'u 'şehir yurttaşlığı'ndan çıkarabilme hakkı verdiği sonucuna varıyoruz. Eski toplumun o dönemdeki değer yargılarını yansıttığı şüphesiz olanTell Harmal'da bulunmuş Eşnunna kanun tabletinde, tam da bu nedenle:
"§- Miras(tan) (henüz hissesini) almamış bir adamın oğluna veya bir köleye güvenilmeyecektir"
diye yazan bir madde konulmuştu. Bay Albrecht Goetze, bu cümleyi doğru bir şekilde, 'bunlarla herhangi bir hukuki anlaşma yapılamaz' biçiminde yorumlamaktaydı. Çünkü, (babanın sağlığında) daha miras almamış veya miras alacağı kesinleşmemiş (babası tarafından tableti yazılmamış) bir oğul, birey olarak o toplum birimi bakımından ' yurttaş' konumuna henüz hak kazanmamış sayılmaktaydı; bu yüzden de, hukuki yetkileri bakımından bir köle ile aynı düzeyde, yetkisizdi. Burada, baba'nın reddetmesi halinde oğul, sadece 'evi kaybetme'kle kalmaz, aynı zamanda şehirden sürülerek 'yurttaşlıktan' da edilirdi. Eğer oğul baBayı reddetmiş ise, yalnızca köle haline dönüştürmekle yetiniliyor, baba onu gümüş karşılığında 'veriyor'du. 
Eski toplum, burada, kadına, kız evlat olarak (eğer kutsal görevli değilse) baba mirasından pay alma hakkı tanımamakta, fakat öte yandan bir ana olarak ona erkek evladını oğulluktan atma ve mirastan mahrum kılma hakkı vermekteydi. Hiçbir eski yasa metninde kız çocukların "evlatlıktan atılma" maddesi bulunmadığını da ekleyelim. Günümüz bakımından bu çelişkili görüntülerin ardında, doğrudan 'cinsiyet ayrımı' değil, birey-toplum birim aidiyet ilişkilerinin tutarlı bir şekillenişi bulunmaktadır. 
Bay Klima, eski toplumda kız çocuklarının miras hakları konusundaki incelemesini, Jüstinyenci 'cins ayrımı' ön yargısını tam olarak kıramadığı için başarıyla ilerletemez. Tüm yazısının nerede ise üçte biri kadar uzun tuttuğu 'sonuç' bölümünde de, "normal kız" ile "tapınaklarda görevli kız" arasında ne farklılık bulunduğu sorusu etrafında dolaşıp durur. Aslına bakılırsa, Bay Klima'nın çalışmasının üstün yanını da, zaten, eski toplumun kadınların miras hakkına, doğrudan cinsiyet ayrımıyla yaklaşmadığı olgusunun kapısını aralayan bu soruyu ortaya atmış olması ve ilgili tabletleri derlemesi oluşturmaktaydı; en azından ben, Bay Klima'nın yinelenen sorusundan daha çok bu yönde yararlanmıştım. 
Gerçekten de Sümer-Babil toplumlarında; bütün kadınların değil de, sadece kutsal kadınların hem baba malına ve hem de, bazı koşullarda, koca malına ilişkin miras hakları bulunuyordu. Tapınaklara adanmış kadınların sahip oldukları miras hakkının, Anna İttuşi yasalarından başlayarak daha ayrıntılı bir şekilde ele alınmaya başladığını görüyoruz. Anna İttuşi'de kutsal kadınlara tanınan bu hak şöyle ifade ediliyordu:
§ 22- Tukum bi
§ 22-Eğer
ad.da.til.la
baba hayatta ise,
dumu.mi a.ni.ir
onun kızı,
nin.dingir lukur
Kutsal tanrı rahibesi,
Unu.gi he.a
rahibe (veya) fahişe (ise)
ibila. gin.nam
Mirasçı olarak
e.ni tuş.e.de
(baba) evinde oturacaktır
Sadece kutsal fahişe ve tapınak görevlisi olan kadınlara ait olan bu 'mirasçı olma hakkı' (ibila. gin.nam), sonraki Hammurabi yasasında da yinelenmekteydi. Çözümlenmiş 282 maddelik Hammurabi kanun metninin önemli bir bölümü, kutsal fahişelerin baba malı üzerindeki miras haklarının tanımlanmasına ayrılmıştı. Entum, Naditum, Sal Zikrum, Sugitum, Kadiştum gibi sıfatlar taşıyan, farklı tanrıların manastır ve tapınaklarına adanmış olan, bir bölümünün evlenme hakkı da bulunan kutsal kadınların miras haklarına ilişkin bazı maddeler şöyleydi:
§ 178 - Entum, Naditum (veya) Sal. Zikrum olsun, babası onaçeyiz verirken ve vesikasını yazarken, eğer ona yazdığı vesikada (onun) terekesini kime isterse vereceğini yazmadıysa, gönlünün bütün istediğini (tablette) ona belirtmediyse, baba kaderine gittiğinde (miras olarak kalan) tarlasını, bahçesini (erkek) kardeşler alacaklardır. Ona (mirastan alacağı) hisse değeri kadar arpa, yağ ve yün tayınını verecekler ve onun gönlünü hoş edeceklerdir. Fakat (erkek) kardeşleri, ona, hisse değeri(payı) kadar arpa, yağ ve yün tayınını vermeyip, onu memnun etmezlerse, (payına düşen) tarlasını, bahçesini istediği (kimseye) işletmek, üzere verecek ve kiracısı ona bakacaktır. Tarla, bahçe ve babasının ona verdiği her şeyin intifa hakkını yaşadığı sürece alacak, para karşılığı vermeyecek(satmayacak), başkalarına birşey karşılığı( olarak) ödemeyecektir, (çünkü) onun mirası (erkek) kardeşlerine aittir.
§ 179 - Eğer, Entum, Naditum veya bir Sal. Zikrum'un babası kendisine çeyiz verirken veya belgesini yazarken, ona yazdığı belgede terekesini kime isterse verebileceğini yazdıysa, gönlünün bütün istediğini ona belirttiyse, babası kaderine gittiğinde, o, terekesini istediğine verecek; (erkek)kardeşleri hiç bir iddiada bulunmayacaklardır .
§ 180 - Eğer bir baba, manastır Naditum'u (veya)Sal Zikrum olan kızına (evlenirken) çeyiz vermemiş ise, sonra baba kaderine gittiğinde, baba evinin malından bir varis gibi hisse alacak, (fakat bu hisseden) yalnızca yaşadığı sürece faydalanabilecek, kendinden sonra (miras) (erkek) kardeşlerinindir. 
§ 181 - Eğer bir baba, Naditum, Kadiştum veya Kulmaşitum (olan kızını) tanrıya adarken ona çeyiz vermezse, sonra baba kaderine gittiğinde baba evinin malından varislik hissesinin 1/3 nü alacak, yaşadığı sürece faydalanabilecek, kendinden sonra terekesi (erkek) kardeşlerinindir .
§ 182 - Eğer bir baba, Babil Marduk'unun Naditu'su olan kızına çeyiz vermezse, mühürlü bir belge ona yazmazsa, baba kaderine gittiğinde baba evi malından (erkek) kardeşleri ile birlikte 1/3 hisse bölüşecektir . Tımar sorumluluğunu yüklenmiyecektir. Marduk Naditu'su terekesini istediğine verecektir.
§ 183 - Eğer bir baba, Sugitum olan kızını kocaya verirken çeyizler ve mühürlü belge yazarsa, baba kaderine gittiği zaman baba evi malından hisse almayacaktır.
Kutsal kadın, burada, hayatta bulunduğu sürece, payına düşen miras hissesinin sadece bir tasarrufçusu durumundaydı ve ölümünden sonra bu miras onun erkek kardeşlerine yeniden geri dönmekteydi. Fakat bu böyle de olsa, öteki 'normal kadın'ların tersine, sadece onlar, baba (ve bazı koşullarda koca) mirasından yararlanma haklarına sahiptiler.
Hammurabi yasaları, kutsal fahişelerin koca mirasından yararlanabilme şartlarını da şöyle açıklıyordu:
§ 137 - Eğer bir adam, ona çocuk doğuran bir Sugitum'u veya ona çocuk temin eden bir Naditum'u boşamaya karar verirse, o kadına çeyizi geri verilecek ve tarlanın, bahçenin, mal ve mülkün yarısı ona verilecek; (0 da) evlatlarını büyütecektir. Çocuklarını büyüttükten sonra, çocuklarına verilen maldan varismiş gibi, bir hisse kendisine verilip, gönlünün istediği bir kocaya varacaktır.
Bu hüküm, yasada birçok kez tekrarlanan 'çocuk doğurmak' ve 'çocuk temin etmek' kavramını içermesiyle de önemlidir. Kutsal fahişelerin bir bölümü evlilik hakkına sahipti; fakat evlenebilen bu kutsal fahişelerin doğurdukları çocuklar, öyle anlaşılıyor ki, mesela Naditum kategorisinde olanlarda, kocaya verilmiyordu; çocuk, tapınağa veya doğrudan fahişenin baba evine ait oluyordu. Bakımı ve eğitimi tapınak tarafından sağlanmış olan İsa da bu tür çocuklardan biri olmalıdır. Doğurduğu çocuğu kocasına vermeyecek olan kutsal fahişe, bu durumda, kendi parasıyla, kocasına bir cariye veya esire sunarak ona 'çocuk temin ediyor'du. 'Temin edilen' bu çocuk, doğuran kendisi olmasa da, onu 'temin eden' kutsal fahişenin de 'evladı'ydı. Kutsal kitabın Sara'sı da, esire Agar'ı sunarak, kocası Abraham'a bir evlat 'temin etmiş'ti. Oğul'un ana veya baba'yı, ana veya baba'nın oğul'u reddetme olayları ve dolayısıyla, ilgili eski yasa hükümleri tarihin bu dönemindeki sorunları çözmek üzere, öne çıkmaya başlamış olmalıdır.
Böylece kadın, kutsal fahişeler üzerinden de olsa , kocaya evlat doğurma veya temin etmenin karşılığında, koca mirasından pay almaya doğru ilerlemeye başlamaktadır. Öte yandan, önceleri, babanın kızına verdiği çeyiz, kızın ölümüyle, baba evine (dolayısıyla erkek kardeşlere) geri dönüyordu; çocukların 'ana-baba ailesi'nin parçası olma yönünde ilerlemesiyle, kocaya verilmeyen bu çeyiz, artık baba evine de geri dönmemeye başlamaktadır:
§ 162 - Eğer bir adam bir kadınla evlenirse, (kadın) ona (kocaya) çocuk doğurursa ve o kadın kaderine giderse, (kadının) baba(sı), çeyiz üzerinde hak iddia etmeyecek; çeyiz çocuklarındır.
Kutsal fahişelere koca'dan kalan miras; çocuk olması halinde çeyizin baba evine geri dönmemesi gibi olgular, eski toplumun kıskaçlarının artık kapanamayacak kadar gevşemiş olduğu bir noktada bulunduğumuzu gösteriyor. 
Bay L. Matuş'un, incelediği miras paylaşım tabletlerinden birisi , konumuzla ilgili olarak, Maştum isimli bir kadının mallarının paylaşımına aitti. Bu tableti tercüme edelim:
* Tablet No: 332
"Maştum'dan kalacak mallar konusunda... Puzur Mazat, Abi Tabum, İgagum...... mera... (ve öteki mallar) ... Abi Tabum ve İgagum' un payıdır. 240 qa' lik Etil liti Nabim'deki mera Puzur Mazat' ın payıdır. Puzur Mazat, (Maştum'u yaşamı boyunca) yedirecek, giydirecek ve Kuburtam (Kabir, Mezar)'ını ayarlayacak. Maştum'un Puzur Mazat üzerinde başka bir hakkı kalmadı. (Maştum'un) yaşam güvenceleri sağlandı. A-ta-na-ah i-li, Zi-ya-a, Nu-ur K(u-bi), A-şe, Na... önünde... (söz verildi) Bundan vazgeçen 10 ölçü gümüş ödeyecek, elleri ve dili kesilecektir. Lugal Pad-da'nın adı anıldı. "
Bay Matuş, bu tableti, Maştum isimli kadın hayattayken onun paylaşılan mallarına ait bir tablet olarak değerlendirmekle yetiniyor; kimlerin, hangi gerekçe ile Maştum isimli kadının malını paylaşmakta oldukları, Bay Matuş tarafından, açıklanmıyor. 
Yukarıda aktarılan 178 no'lu Hammurabi yasa maddesi, bu tableti biraz daha somut olarak değerlendirmemizi mümkün kılmaktadır: Maştum, bir kutsal fahişe veya tapınak görevlisi ve başka miras paylaşım tabletlerinde de adına rastladığımız Puzur Mazat, Abi Tabum, İgagum, erkek kardeşler (ve-ya oğullar) olmalıydı. Öyle anlaşılıyor ki, İbila olan erkekler (kardeş ve-ya oğul), Maştum öldüğünde, yasalar gereği, kendilerine dönecek olan malları, Maştum'un sağlığında paylaşmaktaydılar. Buna karşılık da, yaşadığı süre boyunca Maştum'un bakımını ve ölünce de gömüleceği mezarın hazırlanmasını üstlenmekteydiler.
04.02.2004




                       Miras paylaşım tabletlerinde adı geçen oğulların 
                                                       soy ağacı...



                                                              http://toplumvetarih.blogcu.com/.../2835973...

                                                         Büyük Oğul Ve Küçük Oğul Ayırımının Temelleri... 

`



"Eski Toplum"da "İlk Oğulluk Hakkı"


ANNA İTTİŞU YASALARI
Babanın evladını desteklemesini

Evladın babasını desteklemesini

Babanın çocuklarıyla birlikte olmasını

Çocuğun babasıyla olmasını

(gerçekten) temin edenim.

**
LİPİT- İŞTAR YASALARI:
§ 32 - Eğer baba hayatta iken, büyük kardeşe (büyük oğul için) damatlık hediyesini (bir kenara) koyduysa (ve) hayatta olan babanın önünde (zamanında) büyük kardeş karı alırsa ( evlenirse ) babanın (ölümünden) sonra varis.... (17 satır eksik)
***
HAMMURABİ KANUNLARI
§ 170 - Eğer bir adamın eşi ona çocuklar doğurursa ve kadın kölesi (de) ona çocuklar doğurursa, baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara ''benim çocuklarım'' deyip onları eşinin çocukları ile birlikte sayarsa, sonra baba kaderine gittiğinde (öldüğünde) baba evinin malı içinden, eşin ve kadın kölenin çocukları eşit olarak mal bölüşeceklerdir (fakat) eşin ilk oğlu, hisse içinden seçecek ve alacaktır.

***
ORTA ASSUR YASALARI :
§ 1) -(Eğer kardeşler, babalarının evini bölüşürlerse) büyük oğul mülkten (bahçelerden kuyulardan ] iki hisseyi (kendi hissesi gibi ] seçecek ve alacaktır.

(Diğer ) Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.

İşlenmiş ( ?) her bir tarlanın ve emeklerinin ürününü küçük oğul seçip, bölecek, büyük oğlan (içinden) bir hisse seçip alacaktır; fakat ikinci hisse için (büyük oğul) kardeşleri ile birlikte kur'a çekecektir.

Eski Ahit- (Yasa'nın Tekrarı):
"Eğer bir adamın iki karısı varsa, birini seviyor, öbüründen hoşlanmıyorsa; iki kadın da kendisine oğullar doğurmuşsa;

ilk oğul hoşlanmadığı kadının oğluysa; adam malını miras olarak oğullarına bölüştürdüğü gün sevdiği kadının oğlunu kayırıp ona ilk oğulluk hakkını veremez.

Hoşlanmadığı kadının oğlunu ilk doğan oğul olarak tanıyacak ve ona bütün malından iki pay verecektir. Çünkü bu oğul babasının gücünün ilk ürünüdür. İlk oğulluk hakkı onun olacak."