24.11.2006

Urnammu Yasası


Safa Kaçmaz
 08.05.2005
 
Yazılı ve-ya sözlü yasalar, ilgili topluluğun  verili andaki ilişkilerinin gerçek bir yansıtıcısıdır. Hammurabi’den 300 yıl kadar önce, -2050  yıllarına ait olan  Ur-Nammu yasaları da, okunamaz durumdaki kısımlarına karşın, var olan hali bakımdan  Ur  topluluğunun yasam koşulları; toplumsal değerleri; ulaştığı uygarlık düzeyi... noktalarında  bilgi vericidir.




Bay Kramer, Urnammu yasasının ortaya çıktığı  Ur yerleşimini, "Tevrat’da Kaldealıların Ur’u olarak belirtilen şehir” (Kramer, TSB, s.44) diye  tanıtmaktadır. Ama bu yorum pek doğru görünmüyor. (*1)

3. Ur Hanedanlığının kurucusu olan “Ur- (Dingir) Nammu” döneminin bu yasa metni, -2000’li yıllardan itibaren, Sümer-Akat topluluklarının, eskiden olduğu gibi görenekleri yansıtan sözlü kurallarla yönetilemeyecek kadar gelişmeye başlamış olduğunun da bir göstergesidir. Şu anda, Urnammu yasasının önceli olarak, kısa bir dönem öncesine ait  Lagaş yöneticisi Urukagina’ya ait yasa metnini tanıyoruz. Yazılı kanunlarla yönetmeye başlama süreci, birkaç asır içinde  oldukça gelişecek, şimdiki bulgulara göre,  Hammurabi Yasaları, kendinden önceki  Urukagina, Urnammu, Ana İttuşi, Lipit İştar, Eşnunna Yasalarından yararlanarak , “ön söz-maddeler-son söz” yapısıyla giderek modern dünyaya devredilen bir (ana)yasa modeli evrimine kavuşmuş olacaktır.

“Sümer, Babil, Asur kanunları.. TDK Yayınları ( Kadriye Yalvaç, Mebrure Tosun)”  ile  “Tarih Sümer’de Başlar, TTK yayınları,1990 (S.N.Kramer) s.42–46” ya  dayanarak   hazırladığımız  Urnammu yasası  şöyleydi:
                                           
“……. memlekete
……. aylık olarak
 90 Gur  arpa
 30 koyun
 30 Sıla  en iyi yağ (sultani yağ)
 muntazam bir sunu olarak
 ona(Tanrı-ça’ya)  tayin edilmiştir . (*2)
Vaktaki tanrı Anu
ve tanrı Enlil
Ur  krallığını,
Tanrı Nanna'ya verdiklerinde ,
o zaman,
Ur-Nammu
Dingir Ninsun'dan doğan evlat,
onu doğuran
sevgili anasına,
onun adaleti (ve)
doğruluğu için
 …….
 yedi ……

…versin
(Urnammu)
Lagaş’ın Ensi'si Nam-Hani'yi öldürdü.
Magan gemisini hudutta 
(Ur) şehrinin (tanrısı)(kıralı) Nanna 'nın yardımıyla geri dönderdi.
Ur'da (böylece) parladı.
(O zamanlar) seçme tarlalar vardı,
Ticaret nakliyesi (yapan)  büyük gemiciler vardı,
Sığır, koyun eşek ve diğer hayvanların (çobanları) vardı.
Ur-Nammu;
kuvvetli adam,
Ur’un kıralı  [ (lugal-uri )ki ],
Sümer ve Akkad kralı (Lu-gal  ki-en-gi  ki-uri);
[ (Ur şehrinin)  kıralı ],
Nanna'nın 
kolu (yardımı, desteği) ile,
Tanrı Utu'nun
değişmez sözüyle
memlekette adaleti
tesis ederek;
düşmanlık ve kötülüğü
silahla (uzaklaştırdı, bastırdı).
......
Bakırı,
Odunu
……
yedi (ölçüyü)  tespit etti (ayarladı). (*3)
1 sila bronzu tespit etti.
1 mana'yı  tespit etti.
1 şeqel gümüş ve taşı
1 manaya (60 şeqel) göre tespit etti. (*4)
Ne zaman ki,
Dicle sahilleri,(gu-i idigna)
Fırat sahilleri   (gu buranun-na)
kıral….
bir şandanakku  sahibi etti.

.....
Öksüz, zengine  teslim edilmedi.

Dul kadın, kuvvetli (varsıl) adama, teslim edilmedi.

1 seqel’i (olan) adam,1 mana'sı (olan)  adama teslim edilmedi. (*5)

§ 1 -4 (Kırık)……..

§ 5 –Eğer , bir adam, bir adamın bakire kölesinin (bikrini)
düşmanca bozarsa, o adam 5 şekel gümüş  tartacak (ödeyecektir).

§ 6 –Eğer bir adam, (kız olarak aldığı) karısını boşarsa 1 Mana gümüş  tartacak.

§ 7 –Eğer dul olarak aldığı karısını boşarsa 1/2 mana gümüş ödeyecek. (*6)

§ 8 –Eğer (dul bir kadınla erkek arasında ) (özel) bir sözleşme tableti yoksa,
(kucağında) yatan adam (boşadığı) (kadına) para ödemeyecektir.

§ 10 –Eğer bir adam, bir adamı büyücülükle (itham ederse) nehir tanrısına (onun adaletine) götürülür (nehre atılır). Eğer nehir tanrısı temize çıkarırsa (nehire) götüren (itham eden) 3 şekel gümüş tartacaktır. (*7)

§ 11- Eğer bir adam, bir adamın eşini zina ile (kucakta yatmakla) itham ederse, (itham edilen) nehirde  temize çıkarsa, onu itham eden adam 1/3 mana (=20 sekel) gümüş tartacaktır.

§ 12 – Eğer (gelini takib eden) damat adayı, kayın pederinin evine girerse, kayın peder, [onun karısını] sonradan başka bir adama verirse, (kayın peder) (damadın) getirdiği hediyelerin iki katını tartacaktır (ödeyecektir). (*8)

§ 14 -Eğer bir köle kadın (ait olduğu) şehrin hududunu aşarsa, bir adam onu ( yakalar, geri) çevirirse, kölenin sahibi onu geri getiren adama …(x) şekel gümüş tartacaktır.


§ 15 –Eğer
( bir adam bir adama
 bir  nesne ile )
onun....
ayak kırılırsa
10 gin gümüşü
ona tartacaktır.
§ 15 –Tukum-bi
(lu-lu-ra
giş-.....ta)
...a-ni
gir in-kud
10 gin ku-babbar
i-la-e

§ 16 –Eğer
bir adam bir adama
bir silahla vurarak
 kemiğini
...den
 ayırirsa
1 Mana gümüş
 tartacak.
§ 16 –Tukum-bi
lu-lu-ra
gis-tukul-ta
gir-pad-du
al-mu-ra-i
in-zi-iz
1 ma-na-ku-babbar
i-la-e

§ 17 –Eğer
 bir adam, bir adamın
bir geşpu araci(bakır bıçak?) ile
burnunu (?) keserse
2/3 Mana gümüş
 tartacak.
§ 17 –Tukum-bi
lu-lu-ra
geşpu-ta
ka....in-kad
2/3 ma-na-ku-babbar
i-la-e

§  18-21 (kırık.)

§ 22-
Eğer,
birinin esiresi,
(evin) hanımı gibi davranırsa,
(evin hanımına veya beyine) küfrederse,
1 ölçü tuzla ( evin hanımı veya beyi tarafından) ağzı yakılacak. (*9)
§ 22 –
Tukum-bi
geme-lu
nin-a-ni-gin
dim-ma-ar
as i-ni-dun
1 sila-mun-am
ka-ka-ni
i-sub-{T AG)-be

§ 23 –
Eğer,
birinin kadın esiresi (evin) hanımı gibi davranınca,
(evin hanımı veya beyi) ona vurursa
.....
§ 23 –
Tukum-bi
geme-lu
nin-a-ni-gin
din-ma-ar
in-ni-ra
......

§ 25 –
Eğer,
bir adam şahitliğe çıkarsa
(onun) bir (hırsız?,Yalanci) olduğu tespit edilirse
15 şekel gümüş
tartacaktır
§ 25 –
Tukum-bi
lu lu-ki-inim-ma-se
ib-ta-e
lu im-zuh
ba-an-ku
15-gin-kubabbar-am
i-la-e

§ 26 –
Eğer,
bir adam bir şahitliğe çıkarsa, (sonra) yeminden dönerse (kaçarsa), mahkemede söz konusu olan şey ne ise
onu ödeyecektir
§ 26 –
Tukum-bi
iu lu-ki-inim-ma-se
ib-ta-e
nam-erim-ta
e-gur
nig-di-ba
en-na-gal-la
ib-su-su

§ 27 –
Eğer,
bir adamın ekime hazır tarlasını
bir (başka) adam (kendinin) tarlasıymıs gibi işler (ve) ekerse,
dava edildiğinde (mütecaviz) bunu dikkate almazsa
o adam
masrafları ödeyecektir.
§ 27 –
Tukum-bi
a-sa-gan-lu
nig-a-gar-se
lu i-ag
ba-an-uru
di bi-dun
gu in-ni-[s]ub
lu-bi
a-ni
ib-ta-an-en-de

§ 28 –
Eğer,
bir adamın ekime hazır tarlasını
bir (başka) adam su altında bırakırsa 1 iku'luk tarla için
3 gur arpa
ölçecektir.
§ 28 –
Tukum-bi
a-sa-gan-lu
lu a-da ?
bi-ra
a-sa-1-iku
3-se-gur
i-ag-ga

§ 29 -Eğer bir adam, ekime hazır tarlasını, ekmek için bir (başka ) adama verirse ,( o adam) onu ekmezse, işe yaramaz ( bir mera,otlak ) tarla haline getirirse, tarlanın her-iku'su için 3 gur arpa ölçecektir 

§ 30-35 (kırık)

§ 36- Eğer kölesi yoksa (karşılığı) 10 şekel gümüştür, ona ödesin, eğer gümüşü yoksa başka bir şeyle ödemiyecektir. (*10)




(*1) Eski Ahit’te, söz edilen Ur şehrinden Harran’da bulunan bir şehir olarak bahsediliyordu. Eski Ahit’e göre, Tanrının daha sonra “Abra-ham” olmakla yücelteceği Abram, Avram,’İbrani Avram’, göçer yolculuğuna Harran’da bulunan Ur’dan yola çıkarak başlamaktaydı. Bu bakımdan Tevrat’ın “Keldanilerin Ur şehri”,Sümerlerin Ur yerleşiminden çok, Harran’da bulunan bir Ur şehri ile diyelim ki, şimdiki Urfa şehri ile ilgili olarak görünmektedir.



Bay Kramer, Eski Ahit’in, Nuh soyunun devamı olarak Abraham’ı, neden Harran’dan, Harran’da bulunan Ur şehrinden yola çıkardığı üzerinde pek durmamıştır. Sümer-Akat tarih anlatımını, şimdiki Türkiye’nin sınırlarından içeriye bir turlu sokmaya yanaşmayan bu tutuma artik bir son vermek gerekir.



Bu tutumun gerisinde, özel bir nedenden çok, Abraham’ın atası Nuh kavminin Tufan’la birlikte Suruppak=Uruffak=Fara’dan “doğuya” doğru sürgün edildiği yanlış yorumu bulunmaktadır. Bunun üzerinde durmuştuk. Örneğin “güneş”i “doğu yönünde arayan Bay Kramer, bu nedenle tarih kurgusunu,”Nuh’un kavminin” “doğu”ya doğru sürgün edildiği yorumu üzerine kurmuştur ama geleneklere bağlı kutsal yazılar, onun fikrini paylaşmazlar; “güneş”i doğu yönünden çok Fara’nın batı’sında, Ağrı, Cudi veya Nizir tepelerinde, yani Anu, Utu, Şamaş, Nemrut (Ateş, Güneş) kült alanlarında ararlar. Nuh, Ziusudra “gemisi”nin Ararat, Ağrı, Cudi, Nemrut tepelerinde aranmasının nedeni de budur.



Hurri, Ararat, Urartu geleneğine bağlı şimdiki Ermeni kilisesinin dinsel yapısı, kullandığı renk ve motifler; Asur, Arami, Keldani topluluk kültürleri; Babil Marduk’u Nemrut, Van, Erzurum, Kars, Urfa, Malatya. Yerleşimleri ile Sümer-Akat toplulukları arasında erken dönemden itibaren var görünen bağlantılar üzerinde ilerlemek gerektiğini gösteriyor.


Kadınları arasında en yaygın isim Nana olmaya devam eden Ermeni’ler, tarihteki kaynakları bakımından İnanna kültüne öylesine bağlıdırlar ki, İslam’ın bir serap gibi aktardığı cennet Huri’leri, herhalde, bu topluluğun öncelleri döneminde İnanna tapınaklarında yaşanan evlilik biçimlerinin gerçek bir olgusuna dayanmaktaydı.


Sümer övgüsü, Batı dünyasında öyle bir tarzda sunulmuştur ki, bu tutum, eski kültürün, bölge topluluklarından iyice koparılması; Londra, Paris, Berlin ile ABD müzelerinin değerli süsleri kılınması ile sonuçlanmıştır. Şimdi onu, günümüzün canlı insanlarından oluşan (ve örneğin Irak’ta bombalanan) torunları arasına indirmek için özel olarak çalışmak gerekli hale gelmiştir.


(*2) Burada kutsal sunu olarak,“Arpa, koyun ve yağ” saptanmaktadır. Her üç motif, günümüzde kutsal dinlerin “vaftiz” aracı olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Bunlar ayni zamanda ‘barış’ sembolleridir de.


Nanna ve Ur kavramlarının yazımında “arpa”,“ŞE- ŞEŞ” kullanılıyor olduğunu görmüştük. Eski toplumda kullanılan “barış” sembolleri, ilgili toplum birimin ilikside olduğu öteki toplum birimlere karşı yükümlülük araçlarıdır. Zeytin veya palmiye dalı, bir barış sembolü ise, bu demektir ki, ilgili toplum, ötekilere zeytin veya palmiye vermekle yükümlüydü ve bunları vererek barış ortamını sürdürebiliyordu. Bu bakımdan zeytin veya palmiye, onu sağlayan, ötekilere veren topluluğun bir kurtarıcısı ve dolayısıyla ‘kutsal’ aracı idi. Zeytinyağı, günümüz Hıristiyanlığında hala bir vaftiz aracı olarak kullanılıyor.


Genel yapılarıyla bütün kutsal motiflerin gerisinde, eski toplum birimlerin veya bireylerin totem hayvan, bitki, yiyecek veya içecekleri bulunur.


(*3): Yazılı yasalar döneminde,-2000’li yıllarda, ürünlerin doğrudan takası işleminin yerini, ortak ağırlık değerleri ile olçum almaya başlamış görünüyor ki, bu, bir yanıyla da, eski toplumun, başlangıçtaki kutsal yükümlülüklerinin şimdiden unutulmuş, değer ölçüleriyle ticaretin yer edinmiş olduğuna işaret etmektedir.


(*4): Ortak değişim değeri olarak metal para kullanımı, eski toplumun yaşamına, metallerin eski toplumun yaşamına kutsal kullanım araçları olarak girdikten çok sonra ulaşılmıştır.

Sümer-Akat topluluklarında, başlangıçtaki ortak değişim değeri ‘arpa’ idi ve ölçüler arpa için kullanılıyordu. Tarıma geçtikten, toprağın ortak sulama sistemi geliştirildikten sonra, Sümer-Akat topraklarının karşılaştığı ilk ciddi sorun, toprağın çoraklaşması olmuştur. Günümüzde Harran ovasında, bilinçsiz sulamanın daha 10 yıl geçmeden karşılaştığı sonuca, Sümer-Akat toplulukları, 3. binli yıllarda ulaşmışlardı. Aşırı sıcakta, sulama sırasında aniden buharlasan su tuzunu toprak yüzeyine bırakarak çoraklaşmaya yol açmıştı. Bunun sonucu, erken Sümer-Akat topraklarında bereketli varlığını gördüğümüz buğday veriminin ve dolayısıyla buğday ekiminin hızla gerilemesine yol açmış olmalıdır. Geriye kalan tahıl ürünü, asıl olarak arpa idi. Bu bakımdan yaygın olan arpa’nın ortak bir değişim değeri olarak kullanılması anlaşılabilir.


Arpadan sonra devreye gümüşün girdiğini görüyoruz. Gümüş, Lapis lazuli ‘mavi taş’ ve altın gibi maddelerin hangi süreci geçirerek ‘para’ aşamasına ulaşmış olduklarını incelemek ilginçtir. Bu maddelere, her şeyden önce tapınak süslemelerinde, kutsal idollerde rastlıyoruz. Uzunca bir süre bunlar sadece kutsal varlıklarla ilgili olarak değer taşımışlardır.


Altın, ‘ateş-güneş’,Gümüş ise ‘ay-yıldız’ kutlu ile bağıntılı olarak yaygın bir kullanım değerine ulaşmış gibi görünmektedir.


(*5) Hem Urukagina ve hem de Urnammu yasalarında, tapınak ve tapınak hiyerarşisinin üstünlük, ayrıcalıklarına karşı ‘eski’ koşulları sağlamaya çalışan reformist yapıları dikkat çekiyor. -2000’lerde toplumdaki ‘eşitlik’in hızlı bir bozulmaya uğradığı anlaşılıyor. 


(*6) Bekâret koruma geleneği, Sümer-Akat topluluklarının bazılarında, süreç içinde yaygınlaşmış bir uygulama olarak görünüyor. Kutsal kadın, tanrıça İnanna, Anna, İştar… ın « kutsal bakire » özeliği de bu yüzden, tabletlerde daha sonra vurgulanmaya başlanmıştır.


« Bakir » sözcüğü, doğrudan doğruya ‘bekâret’i tanımlayan bir kavram olarak algılanmaya başlanmadan önce, çocuk doğurmamış olan, çocuğunu kocasına devretmeyen, evlenmemiş… Kadını tanımlayan bir kavram anlamları aşamalarından da geçmişe benzemektedir.

Kadının ‘aylık kanaması’ (kirlenme) ile bekâretin kaybedilmesi (‘kirlenme, kirletilme’) ;kanamanın aşağılanması ile bekâret kanının kutsanması… Kadın ile kan arasında eski toplumun kurduğu bağlantının izlerini yansıtır.


Sümer-Akat topluluklarının bazılarında, kızlık zarı, kadın’ın kan akıtarak gerçekleştirdiği eski ‘geçiş’ ritüelleri yerine kullanılmaya başlanmış gibidir. Bu topluluklarda, kadından akıtılması gereken kan yükümlülüğü, kızlık zarının korunması ile çözülmüş görünüyor. Urnammu yasaları, cezasını maddi karşılıkla ödemeyi öngördüğüne göre, bu noktada, ‘bekâret koruma’ geleneğinin henüz erken dönemlerinde bulunduğumuzu gösteriyor. Giderek ağırlaşacak olan bu sureci eski yazılı yasalar üzerinden izlemek ve bekâretin kaynaklarını anlamaya çalışmak, ’Ortadoğu barbarlığı’,kadın cinsiyetini aşağılama vb. üzerine söylev çekmekten, daha zor olmakla birlikte, doğru olan tutumdur.


(*7): Bu hükümde iki nokta dikkat çekicidir.

Nehire atarak, suda boğarak öldürme uygulaması bu topluluklarda kullanılmaktadır.Nuh anlatımında ‘insan,sürüngen ve balıkların” “suda boğularak cezalandırılması”;Şeria nehrinde vaftiz edilen Isa;Kuranda nehir suyu içmeyi red motifleri;kutsal kadin Ninlil veya Ninki’nin Enlil ve Enki ile ‘kayık’ta çiftleşmeden önce kutsal nehirde ‘yıkanma’ motifleri ;İnanna’nın kutsal yıkanma’ları,gelin ve damat hamamları... Kutsal kitaplarda ‘ilk kutsal varlık’ olarak yer alan “su”yun kutsiyet özelliğinin eski temellerine işaret ediyor.


Eski kutsallıklar, birçok halde, daha sonra, yazılı ve sözlü yasalarda ‘ceza’ olarak karşımıza çıkıyor. Yakarak öldürme cezasının aracı kutsal ateşin ayni zamanda bir vaftiz, arınma, kurtuluş aracı; parmak, el, kol, kulak… adaklarının sonraki ceza hükümleri olması gibi.

Yöre topluluklarının bazılarında ölülerin nehre atılması motifi de bu noktayla ilgili olmalıydı. Yörede, mezar veya mezarlık kültü yeterince gelişmemiş toplulukların su kültü ile ilişkilerinin bulunuyor olduğunun ortaya çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.


Öte yandan, bu hüküm,-2000’lerde,bu topluluklarda ‘büyücülük’ün tam bir tasfiye dönemi yaşamakta olduğunu gösteriyor. Öyle ki, hükümden anlaşıldığına göre,3 şekel gümüş vermeyi göze alan herkes, herkesi büyücülükle itham edebiliyor gibidir. Bu hükümde haksiz itham’ın karşılığının sadece 3 şekel gümüş olarak saptanması, yöneticilerin büyücülük’ü temizleme özel hedeflerinden ötürü olmalıydı.


Aynı yasalarda kız olarak alınan bir kadını boşamanın karşılığının 1 mana=60 sekel olduğu hesaba katılırsa, büyücünün değerinin ne denli ucuzlamış olduğu anlaşılır.

Eski toplumun neredeyse tek yetkili şaman’ı, boynuzlu, kuyruklu şeytanı, ünlü Gılgamış’ının yerini, ticaretin geliştiği, tanrıların tekleşmeye başladığı bir süreç almaya başlamıştır artık. 


(*8) Eski yazılı yasalar, eski toplumda kalıntılarını el yordamıyla bulmaya çalıştığımız birbirinden farklı iki evlilik turunu oldukça açık olarak resmederler: Kadının koca evine gelin gittiği evlilik turu ile kocanın kadının (babasının) evine damat gittiği evlilik turu. Bu iki farklı evlilik türündeki akrabalık iliksi ve kavramları, karşılıklı yükümlülükler ve miras dağîlimi, doğal olarak temelden farklı idi. Bu süreç, içgüvey evlilik türünün tamamen sönmesiyle son bulacaktır.

-2000’li yılların, şu anda tanıdığımız, yazılı yasaları, bu iki evlilik türünün, ilgili toplumlarda neredeyse benzer ağırlıkta yaşanan evlilik türleri olmaya devam ettiğini gösteriyor. 


(*9):Kölelik, bu dönemin topluluklarında, henüz, bir uygarlık kazanımı olma sürecini yitirmemiş görünüyor. Eski toplumda, erken dönemlerde kölelik, toplum yaşamına,’canın bağışlanması karşılığı’ olan bir toplumsal kategori olarak girer.


“Dil” yabancılığı ele veren önemli göstergelerden birisi idi. Yabancı gelinin “konuşmama” biçimindeki “saygı Göstergesi”nin, “dil kesme” edimlerinin gerisinde, erken dönemlerde, yabancılığını gizleyerek söz konusu bireyleri koruma dürtüsü rol oynamış olmalıdır.

Bu toplulukların ‘köle’ciliği ile özgür yurttaşı arasındaki sınırlar oldukça zayıftır ve birinden ötekine geçiş son derece olanaklıdır.


Bu hükümde esire’nin dilini tuzla dağlama, yakma edimindeki araç olan ‘tuz’ motifine, Hıristiyan kiliselerinin ‘kutsal tuz vaftiz aracı’nda rastlıyor olmamız,’tuz’ konusuna da ayrıca eğilmek gerektiğini gösteriyor.


(*10) Bu hüküm, eski eşitlikçi toplumun bireye bakisini çok çarpıcı olarak yansıtır. Eski Urnammu toplumu, günümüzde cezasının maddi karşılığını ödeyemeyen bireye hapis cezasını öngören ‘modern toplumların’ çok daha ilerisinde görünüyor.




Kıral Ur-Nammu Yazıtı
 19.04.05


Kıral Ur-Nammu Yazıtı ( İÖ.2112-2085 yılları)
Bir kil tablet üzerine kaydedilmiş ‘Kral Urnammu’ yazıtı ve bunun yaklaşık tercümesi şöyledir(1):

Kolon 1
Kolon 2

Kolon 1
Tercüme
Kolon 2
Tercüme
dingir Inanna
Tanrıça İnanna
lugal-uri (SES.AB)ki-ma
Ur’un kıralı
nin-a-ni(ra)
Onun Kıraliçesi,
koruyucusu
lugal ki-en-gi-ki-uri-ke4
Sümer ve Akad’ın kıralı
ur-dingirnammu
Tanrıça Nammu’nun köpeği,
koruyucusu
é-a-ni
O’nun ev’ini,
Tapınağı’nı
nita-kala-ga
Kuvvetli erkek
mu-na-dù
inşa etti

Sümer tabletlerinde kullanılan ve uzmanlarımızca ‘yıldız’(2) işareti olarak da yorumlanan ve seklindeki veya biçimli çizimlerin, Gök, Güneş, Yıldız, Tanrısal, Tanrı, Tanrıça anlamına geldiği düşünülmektedir. Bu işaret ve anlamı, bize ‘Tanrı’ olarak da ulaşmış olduğuna ve Kutsal Kitapların iki önemli kavramı olan ‘Yer’ ve ‘Gök’ kavramlarının kökenini açığa çıkarmaya hizmet edeceğine göre, üzerinde durulması gerekmektedir.(3)

nin: Ulu yönetici kadin, kraliçe, başa eklendiğinde ‘kadınların ulusu’ anlamındadır.

ani(ra) : 3 . tekil şahıs anlatımı.

nin-ani: O’nun ulu,kutsal kadını anlamını verir.

Ur: Köpek veya koruyucu anlamında. Yerleşim yeri anlamında da kullanılıyor.

Ur-dNammu: Urnammu, özel bir isim imiş gibi kavranılsa da, bu yazımın kelime kelime anlamı, Tanrıça Nammu’nun Köpeği şeklindedir. Köpek motifine, Sümer Akkad metinlerinde rastlamamız, günümüzde de Yezidilikte Köpeğin dokunulması yasak tabu hayvan olarak kavranması arasında bir bağ olmalıdır.

nita : Bu kelime erkek cinsi anlatıyor. Dumu Nita denildiğinde Erkek oğullar, Dumu Sal denildiğinde Kız çocuklar kastedilmiş olmaktadır.

kalaga: Gal+aga bileşimi gibi görünen bu kelime, büyüklük, ululuk, kuvvet anlamlarına da gelir. Kelime kelime ‘büyük ağa’, Ağa’ların Büyüğü’dür.

Lugal: Sahip, malik, kral anlamlarında kullanılıyor. Kelime kelime Lu+gal olarak adam+büyük=Büyük adam’dır. Geç dönemlerde, Lugal’ın sıradanlaşması karşısında kıral tanımı Gal-Lugal halını almıştır ki, Lugal’ların Büyüğü anlamı taşımaktadır. 

uri / urim: Ur şehrinin anlatımıdır. 

ma : Bu kelime ‘urim-ma’ da olduğu gibi, fonetik bir tamamlayıcıdır.

Ki-en-gir: Bu okunuş ile Sümer toprakları’nın kastedildiği üzerine bir ‘uzmanlar anlaşması’ yaratılmıştır. Bununla birlikte,’Sümerce’nin ’ölü bir dil’ haline dönüştüğü savı, yeterince kanıtlanmış değildir ve bu durum, üstün bir kültür alanı olarak Sümer adi verilen topluluğun kültürel kalıntılarının yanı sıra dillerinin kalıntılarının da, her şeyden önce bölge toplulukları arasında araştırılmasının önemine işaret ediyor.
Tabletlerde, kendileri tarafından Sümer sözcüğünün neden kullanılmamış olduğu henüz açıklanabilmiş bir nokta değildir. Sedeğer bakımından ‘ki-en-kir’ seklinde okunan bu kelime ile Eski Ahit’teki Sinnar ülkesi veya ‘Kenan toprakları’ arasındaki ilişkinin denetlenmesi gerektiğini gösteriyor. Enki toprağı anlamına geliyor olması çok mümkün olan Ki enki ile Kenan toprağı arasında bir ilişki olması akla yakın görünüyor.

Öte yandan, her ne kadar ‘dingir-tengri-tanrı’ arasında sesdeğer benzerliği ve anlamdaşlık var ise de, uzman okumalarına dayanarak, kimi ses değerleri ile verilmiş kavramlar ile Türkçe kelimeler arasında ilişki kurma çalışmalarında oldukça itina göstermek gerektiği açıktır.

ki-uri: Akad’ların topraklarını anlattığı varsayılan kavram. Uriki olarak da okunması mümkün olan bu kavram, büyük olasılıkla, Erek, Arak, Irak kavramlarının da kökeni gibi görünmektedir.

É: Bu kelime, Türkçe ‘ev’ karşılığıdır. Tapınak, kutsal mekân anlatımı için kullanılmaktadır. E-Abzu, E-anna tanımlarında Arzu’nun Ev’i, Yani Abzu tapınağı, Anna Evi; yani Anna tapınağı olarak anlaşılmaktadır.

na : 3.tekil şahısların soyut tanımıdır. Yukarıdaki metinde, eğer, 3.tekil şahıs kastedilmemiş ise, bu durumda Tanrıça İnanna’yı anlatmak için kullanılmış olmaktadır.

dù : İnşa etmek,kurmak,yapmak fiilidir.
Böylece yukarıdaki yazıtın tercümesi, yaklaşık olarak, şu hali almaktadır :
“Kuvvetli adam, Ur’un kıralı, Sümer ve Akad’ın kıralı

Ur-d.Nammu, sahibi, tanrıçası İnanna için, (bu) tapınağını inşa etti.”



(2) Bay Kramer bu işaret konusunda örneğin şöyle demektedir:”Bir yıldız resmidir; bu aslında Sümerce An,’gök’ sözcüğünü simgeler. Bununla birlikte aynı işaret Dingir, ‘tanrı’ sözcüğünü göstermek için de kullanılmıştır.”(S.N.Kramer, Sümer Mitolojisi. S.190,Kabalcı Yay.)

(3) Ne yazık ki, eski tabletleri doğrudan okuyabilme durumunda değilim. Bununla birlikte, hem araştırmamızda gidilebileceğimiz kadar ilerleyebilmek ve hem de, hiç olmazsa vakitlerini bu alana hasredebilecek genç okurları belki özendirebilmek bakımından, bu tercüme denemelerini yapmak yararlı görünüyor.




Kıral Ur-Nammu Yazıtı-2
06.05.05


( İÖ. 2112-2085 yılları)
Kolon 1
dingirnanna (ŞEŞ.KI)
Tanrı(ça) Nanna
lugal-a-ni
(Ur-d.Nammu’nun) Kıralı
ur-dingirnammu
Ur-d.Nammu
lugal-uri5 (ŞEŞ.AB)ki-ma-ke4
Ur’un kıralı

Kolon 2
é-a-ni
(Nanna’nın) Tapınağını
mu-na-dù
İnşa etti
bad3- uri5 (ŞEŞ.AB)ki-ma
Ur surlarını
mu-na-dù
inşa etti

Yukarıdaki tablet tercümesi, genel olarak, şu hali almaktadır:

“Ur kıralı Ur-d.Nammu, kıralı, tanrısı Nanna’nın tapınağını inşa etti ve (Nanna namına) Ur surlarını da yaptı.”

Nanna:
‘Ay Tanrısı’ olarak kabul edilen varlık. Semitik dilde ‘Sin’ olarak tanınıyordu.Fara tabletlerinde Nanna, Nannar,Suen biçimlerinde okunmaktadır.

Nanna’nın, Sümer çizim yazısında “dingir (ŞEŞ.KI)” olarak yazımı ile
Ur’un “(ŞEŞ-AB ­Ki)” biçimli yazimi arasında bir iliski olmalidir. “ŞEŞ” kavramının tahıl, özel olarak arpa anlamlı olduğunu biliyoruz. Bize ”ia-şe” olarak ulaşan kavram “yağ – tahıl(arpa)” bileşimi olarak görünmektedir. Kutsal arpa-tahıl motifine, sadece Sümer-Akad topraklarında değil, onlarla ilişkili olan İlyada anlatımlarında da rastlarız.

Nanna kavramı, tabletlerde “dingir 30” olarak da yazılıyordu. Ea-Enki’nin D.40, Enlil’in D.50, Şamaş, Anu’nun D.60 olması, Nanna’nın “30 günlük ay takvimi” ile bağlantı içinde ele alınmış olduğunu gösteriyor.

Kutsal kadın, kutsal fahişe tanrıçaların, ay ve yıldızlarla ilişki içinde kavranması zamanla gerçekleşmiş olmalıdır.  inanna, Ninhursag, Nintu, Ninsar, Ninmah, Ninlil, Nanna... Okunuşlu tanrıçalar, karşı toplum birim erkeği ile kendilerinin temsil ettiği bu yandaki toplum birim kadınları arasındaki evlilik buluşmalarını, “güneş batıp da ay çıkınca”, gece vakti sağlıyorlardı. Bu bakımdan bu tanrıçaların, çabucak “ay, yıldız” ekseni etrafında değerlendirilmeye başlanmış olmaları normaldir. Semitik İştar kavramının ‘yıldız’-yıldız olması da anlaşılır.

Kadın temsilcisi tanrıçaların, eski toplum birim kadınları ile erkekleri arasındaki evlilik ilişkilerinin başlangıçtaki hali bakımından, bu ilişkilerin gece vakti gerçekleşiyor olmasına bağlı olarak ay ve yıldızlarla bağlantılı kavranmaya başlanması, ay ile gümüş parlaklığı ve ay’ın şekli ile ‘kayık, gemi’ arasında bir sembolizmin ortaya çıkmasına da yol açmışa benzemektedir. Nanna, “mà-gur” yani kayık, gemi olarak da niteleniyordu. Benzer sembolizmi, öküz, inek boynuz yapısı ile ‘kayık’ motifi arasında da görüyoruz. Bu durumda, anlaşılıyor ki, Enlil ve Enki ilahilerinde karşılaştığımız ve uzmanlarımızın ‘kayık içinde tecavüz’, ’kayık içinde cinsel birleşme’ olarak yorumladıkları ilişkiler, ’kayık’ ile sembolize edilen tanrıça tapınaklarında gerçekleşen ilişkileri anlatıyor olmalıydı. İttifakı temsil eden farklı ‘yıldız’ çizimleri ile erken dönemlerde ay aydınlığında sağlanan karşılıklı evliliğin güvence tanrıçalarını temsil eden ay-hilal deseninin Ortadoğu’daki derin kökleri Sümer-Akat topluluklarının bu yapısından güç almıştır.

Eğer Nuh tufan anlatımının, Sümer-Akat kaynakları yeterince dikkatle yeniden incelenirse, Nuh’un ‘gemisi’nin de,’tapınak’ anlamlı bir ‘gemi’ olarak tanımlandığı görülecektir. Eski Ahit’in “3 katlı, çatısı olan, çatısında bacası da olan ‘gemi’ tanımlaması, eski anlatımların doğal bir uzantısıydı. “Gemi, kayık” kelimesinin ötesine geçerek, 6 bin yıl kadar önce,”3 katlı, bacalı gemi”nin ne anlama gelebileceği üzerine düşünmek gerekliydi.

Ur’da Ay tanrı(ça)sı olarak kavranan Nanna, bir başka yönüyle, bize, her yerleşimin başlangıçtaki kutsal varlığının erkek ve dişi özellik ayrışımını nasıl yaşamış olabileceğini de açıklamaktadır. Nanna, bazı Sümer tabletlerinde “Enlil’in genç dana”sı; Enlil’in “genç oğlu” olarak tanımlanır. Altın sarısı, ateş kültü ile bağıntılı dana’ya, Musa toplumunda hala tapılmakta olduğunu biliyoruz. Fakat öte yandan, Nanna, İnanna, İştar... Kutsal fahişe, kadın temsilcisi tanrıçalar olarak da bize ulaşırlar. Anlatıcılarımız, eğer, Nanna ile temsil edilen toplum birimin kadınları ile evlenen erkekler ise, bu durumda Nanna’nın ‘kutsal kadın’ yönüyle vurgulanması doğaldı. Bu o kadar öyledir ki, bazı tabletlerde, anlı şanlı erkek olan kutsal damat Dumuzi’miz, Inanna’nın tanımı olan “ama uşumgal anna”,  “Göğün kutsal ejderha anası” tanımıyla anılmaktan kurtulamaz. Sümerleri sansasyonel vurgularla tanıtan bay Kramer gibi uzmanlarımız, Dumuzi’nin nasıl olup ta “Göğün kutsal ejderha annesi” seklinde değerlendirilmiş olabileceği; aynı biçimde, güzellik timsali inanna’nın nasıl olup da, mızrak, ateş, kılıçla donanmış, sakallı bir erkek görünümüne de bürünebildiği vb.üzerine düşünmemişlerdir bile.

Bu yanda erkek olarak algılanan tanrının, karşı yandaki toplum birimce kadın olarak algılanması süreci, zamanla kaynaşan topluluklarda tanrıların soy kütük ve cinsel niteliklerinin yeniden düzenlenmesine; örneğin İnanna’nın artık geri dönülmez biçimde ‘kadın’ yönüyle tanınmasına yol açmış ise bile, bu durum, bir süreç içinde gerçekleşmiştir.

Nammu:
Bu kavrama Enuma Eliş’in ilk kutsal varlıklarından birisi olarak rastlıyoruz. Hem Tanrıça, hem tanrı özelliğiyle yansır.”Gök ve Yer”in ondan türediği “tatlı ve tuzlu su”lar olarak kavranan kutsallığı temsil ettiği düşünülmektedir. Hem Eski Ahit ve hem de Kuran’ın ‘yaratılış’ anlatımı,”Nammu”nun varlığı kabul edilerek başlatılır. Bu yüzden, anlatımlarda, henüz “hiç bir şey yokken”,tanrının ruhu sular üzerinde dolaşmaktadır. Yunan doğa felsefecilerinin bazılarında,’ilk öğe’nin su-deniz’ler olması, bu eski anlatım geleneğinden ötürüdür.
Nammu, tablet şekil yazılarında, Enki (engur) ile aynı desenle de ifade edilmektedir. Bunlar aynı zamanda Apsu olarak da yorumlanmaktaydı.
Nammu, Akadlar bakımından Tiamat, Tiamtun okunuşuyla Tuzlu Su “deniz” şeklini alır. Bu “Tuzlu Su”yun karıştığı, “tatlı, yer altı suları” ise Abzu, Apsu’ydu. Apsu, öte yandan, Apsey, Efes okunuşlarıyla, yeniden ‘deniz’ yorumuna ulaşır.

Nammu okunuşlu bu kavramın, N=H, M=N harf-okuma karşılıklarıyla “Oannes”, ”Ohannes” biçimli yazılımlarını da tanıyoruz. Ohannes kavramı, (Johanna,Yohanna ..) ”Yunus” baligi ile de ilişkiliydi. Enki rahiplerini, sırtlarına Yunus balığı derisi geçirmiş olarak gösteren çizimler bunu doğruluyor. Kutsal Yunus derisi, Musa’nin YHWH, Elohim, IHWH, Yehvah okunuşlu tanrısının gezgin tapınağında da kutsal bir kullanım değeri taşımaktadır.

Ur: Şimdiki Güney Irak’ta, tell Muqayyar ( veya Umgheîr) bölgesinde eski Sümer yerleşimlerinden birisi. Kazılar sırasında, -3900’lerde bir Fırat taşkını yaşadığı anlaşılmıştır. Fakat eski tabletlerin sözünü ettiği Tufan’ın gerçekleştiği yerleşim, Ur değil Suruppak (Uruffak, Fara) idi.
Sümer Kraliyet Listesi’ne göre, Milat olarak kabul edilen bu ‘Tufan’ ortak töreninden sonra yönetim, sırasıyla Kiş ve Uruk’tan sonra Ur’a geçmişti.

Ur’un bir diğer özelliği, yapılan kazılarda, Nanna-Sin tapınağının yanında,1850 kadar, değişik türde yeraltı mezarları bulunmuş olmasıdır. –2700 ile – 2100 arasına tarihlenen bu mezarlardan 16 kadarı ‘kraliyet Mezarlığı’dır. Yeraltı kraliyet mezarları yapısına değinmiştik. Kral ve kraliçe, bu yer altı saray mezarlarda, kağnıları, öküzleri, sürücüleri ve öteki görevlileriyle birlikte, ( görevlilerin zehirli bir içki yoluyla toplu olarak öldükleri izlenimi ediniyoruz) bulunuyorlardı. Ölmemişler de, bir yolculuğa çıkmışlar; uyumakta, dinlenmekteler şeklinde bir izlenim verilmiş olan bu mezar yapıları ile “yer altı dünyası” motifi arasında bir bağlantı var gibi görünmektedir. Bu mezarların mimari yapıları, “yer altı Dünyası”na ‘inme’ ve ‘çıkma’yı da mümkün kılmaktaydı.

Fırat ve Dicle üzerindeki öteki Sümer yerleşimleri gibi, Ur’un da Dilmun, Magan et Méluhha olarak okunan yerleşimlerle gemi ticareti yaptığını gösteren açıklama ve tablet kayıtları bulunmaktadır.
“Magan ve Meluhha” yerleşimlerinin, geçtiğimiz on yıllarda, daha çok Mısır ve Etiyopya olduğu farz ediliyordu. Uzman fantezisine ve kelime sınırlarına (‘kara yüzlüler ülkesi’) dayanan bu görüşler, simdi Dilmun, Magan, Meluhha yerleşimlerinin Basra körfezi ile İndus deltasında aranması eğilimi ile yer değiştirmiş görünüyor.

Bununla birlikte, her seferinde unutulan temel nokta, Magan ve Meluhha ile Sümer yerleşimleri arasında sadece ticari ilişki değil, dinsel bir yakınlık temeli bulunduğudur. Gudea döneminde, Lagaş’ın en ünlü tapınağı olan Ningirsu tapınağı, Elam, Süz, Makan ve Meluhha’nın aktif katılımıyla yapılmıştı.

“Yapmak için Ningursu tapınağını
Elam’dan Elam'lı geldi,
Süz’den Süz'lüler geldi.
Dağdan tomruklar taşıdı
Makan'lı , Meluhha'lı “

Bir tapınağın ortak yapımı, eski toplumda, her şeyden önce dinsel, toplumsal bir ittifak edimidir ve burada görülen haliyle coğrafi bir yakınlık da öngörür. Bu bakımdan Makan ve Meluhha’nın, Sümer yerleşimleri ile sadece ticari değil, dini bir yakınlık içinde olan yörelerde (örneğin Ağrı veya Nemrut dağlarında) aranması, çok daha uygun görünmektedir.