Safa Kaçmaz
08.05.2005
08.05.2005
Yazılı ve-ya sözlü yasalar, ilgili
topluluğun verili andaki ilişkilerinin gerçek bir yansıtıcısıdır.
Hammurabi’den 300 yıl kadar önce, -2050 yıllarına ait olan Ur-Nammu
yasaları da, okunamaz durumdaki kısımlarına karşın, var olan hali
bakımdan Ur topluluğunun yasam koşulları; toplumsal değerleri;
ulaştığı uygarlık düzeyi... noktalarında bilgi vericidir.
Bay Kramer, Urnammu yasasının ortaya
çıktığı Ur yerleşimini, "Tevrat’da Kaldealıların Ur’u olarak
belirtilen şehir” (Kramer, TSB, s.44) diye tanıtmaktadır. Ama bu yorum
pek doğru görünmüyor. (*1)
3. Ur Hanedanlığının kurucusu olan “Ur-
(Dingir) Nammu” döneminin bu yasa metni, -2000’li yıllardan itibaren,
Sümer-Akat topluluklarının, eskiden olduğu gibi görenekleri yansıtan sözlü
kurallarla yönetilemeyecek kadar gelişmeye başlamış olduğunun da bir
göstergesidir. Şu anda, Urnammu yasasının önceli olarak, kısa bir dönem
öncesine ait Lagaş yöneticisi Urukagina’ya ait yasa metnini tanıyoruz.
Yazılı kanunlarla yönetmeye başlama süreci, birkaç asır içinde oldukça
gelişecek, şimdiki bulgulara göre, Hammurabi Yasaları, kendinden
önceki Urukagina, Urnammu, Ana İttuşi, Lipit İştar, Eşnunna Yasalarından
yararlanarak , “ön söz-maddeler-son söz” yapısıyla giderek modern dünyaya
devredilen bir (ana)yasa modeli evrimine kavuşmuş olacaktır.
“Sümer, Babil,
Asur kanunları.. TDK Yayınları ( Kadriye Yalvaç, Mebrure Tosun)” ile “Tarih Sümer’de
Başlar, TTK yayınları,1990 (S.N.Kramer) s.42–46” ya
dayanarak hazırladığımız Urnammu yasası şöyleydi:
“……. memlekete
……. aylık olarak
90 Gur arpa
30 koyun
30 Sıla en iyi yağ (sultani
yağ)
muntazam bir sunu olarak
ona(Tanrı-ça’ya) tayin
edilmiştir . (*2)
Vaktaki tanrı Anu
ve tanrı Enlil
Ur krallığını,
Tanrı Nanna'ya verdiklerinde ,
o zaman,
Ur-Nammu
Dingir Ninsun'dan doğan evlat,
onu doğuran
sevgili anasına,
onun adaleti (ve)
doğruluğu için
…….
yedi ……
…versin
(Urnammu)
Lagaş’ın Ensi'si Nam-Hani'yi öldürdü.
Magan gemisini hudutta
(Ur) şehrinin (tanrısı)(kıralı) Nanna 'nın
yardımıyla geri dönderdi.
Ur'da (böylece) parladı.
(O zamanlar) seçme tarlalar vardı,
Ticaret nakliyesi (yapan) büyük
gemiciler vardı,
Sığır, koyun eşek ve diğer hayvanların
(çobanları) vardı.
Ur-Nammu;
kuvvetli adam,
Ur’un kıralı [ (lugal-uri )ki ],
Sümer ve Akkad kralı (Lu-gal
ki-en-gi ki-uri);
[ (Ur şehrinin) kıralı ],
Nanna'nın
kolu (yardımı, desteği) ile,
Tanrı Utu'nun
değişmez sözüyle
memlekette adaleti
tesis ederek;
düşmanlık ve kötülüğü
silahla (uzaklaştırdı, bastırdı).
......
Bakırı,
Odunu
……
yedi (ölçüyü) tespit etti
(ayarladı). (*3)
1 sila bronzu tespit etti.
1 mana'yı tespit etti.
1 şeqel gümüş ve taşı
1 manaya (60 şeqel) göre tespit
etti. (*4)
Ne zaman ki,
Dicle sahilleri,(gu-i idigna)
Fırat sahilleri (gu
buranun-na)
kıral….
bir şandanakku sahibi etti.
.....
Öksüz, zengine teslim edilmedi.
Dul kadın, kuvvetli (varsıl) adama, teslim
edilmedi.
1 seqel’i (olan) adam,1 mana'sı
(olan) adama teslim edilmedi. (*5)
§ 1 -4 (Kırık)……..
§ 5 –Eğer , bir adam, bir adamın bakire
kölesinin (bikrini)
düşmanca bozarsa, o adam 5 şekel
gümüş tartacak (ödeyecektir).
§ 6 –Eğer bir adam, (kız olarak aldığı)
karısını boşarsa 1 Mana gümüş tartacak.
§ 7 –Eğer dul olarak aldığı karısını
boşarsa 1/2 mana gümüş ödeyecek. (*6)
§ 8 –Eğer (dul bir kadınla erkek arasında
) (özel) bir sözleşme tableti yoksa,
(kucağında) yatan adam (boşadığı) (kadına)
para ödemeyecektir.
§ 10 –Eğer bir adam, bir adamı büyücülükle
(itham ederse) nehir tanrısına (onun adaletine) götürülür (nehre atılır). Eğer
nehir tanrısı temize çıkarırsa (nehire) götüren (itham eden) 3 şekel gümüş
tartacaktır. (*7)
§ 11- Eğer bir adam, bir adamın eşini zina
ile (kucakta yatmakla) itham ederse, (itham edilen) nehirde temize
çıkarsa, onu itham eden adam 1/3 mana (=20 sekel) gümüş tartacaktır.
§ 12 – Eğer (gelini takib eden) damat
adayı, kayın pederinin evine girerse, kayın peder, [onun karısını] sonradan
başka bir adama verirse, (kayın peder) (damadın) getirdiği hediyelerin iki
katını tartacaktır (ödeyecektir). (*8)
§ 14 -Eğer bir köle kadın (ait olduğu)
şehrin hududunu aşarsa, bir adam onu ( yakalar, geri) çevirirse, kölenin sahibi
onu geri getiren adama …(x) şekel gümüş tartacaktır.
§ 15 –Eğer
( bir adam bir adama
bir nesne ile )
onun....
ayak kırılırsa
10 gin gümüşü
ona tartacaktır.
|
§ 15 –Tukum-bi
(lu-lu-ra
giş-.....ta)
...a-ni
gir in-kud
10 gin ku-babbar
i-la-e
|
§ 16 –Eğer
bir adam bir adama
bir silahla vurarak
kemiğini
...den
ayırirsa
1 Mana gümüş
tartacak.
|
§ 16 –Tukum-bi
lu-lu-ra
gis-tukul-ta
gir-pad-du
al-mu-ra-i
in-zi-iz
1 ma-na-ku-babbar
i-la-e
|
§ 17 –Eğer
bir adam, bir adamın
bir geşpu araci(bakır bıçak?) ile
burnunu (?) keserse
2/3 Mana gümüş
tartacak.
|
§ 17 –Tukum-bi
lu-lu-ra
geşpu-ta
ka....in-kad
2/3 ma-na-ku-babbar
i-la-e
|
§ 18-21 (kırık.)
§ 22-
Eğer,
birinin esiresi,
(evin) hanımı gibi davranırsa,
(evin hanımına veya beyine) küfrederse,
1 ölçü tuzla ( evin hanımı veya beyi tarafından)
ağzı yakılacak. (*9)
|
§ 22 –
Tukum-bi
geme-lu
nin-a-ni-gin
dim-ma-ar
as i-ni-dun
1 sila-mun-am
ka-ka-ni
i-sub-{T AG)-be
|
§ 23 –
Eğer,
birinin kadın esiresi
(evin) hanımı gibi davranınca,
(evin hanımı veya beyi)
ona vurursa
.....
|
§ 23 –
Tukum-bi
geme-lu
nin-a-ni-gin
din-ma-ar
in-ni-ra
......
|
§ 25 –
Eğer,
bir adam şahitliğe çıkarsa
(onun) bir
(hırsız?,Yalanci) olduğu tespit edilirse
15 şekel gümüş
tartacaktır
|
§ 25 –
Tukum-bi
lu lu-ki-inim-ma-se
ib-ta-e
lu im-zuh
ba-an-ku
15-gin-kubabbar-am
i-la-e
|
§ 26 –
Eğer,
bir adam bir şahitliğe
çıkarsa, (sonra) yeminden dönerse (kaçarsa), mahkemede söz konusu olan şey ne
ise
onu ödeyecektir
|
§ 26 –
Tukum-bi
iu lu-ki-inim-ma-se
ib-ta-e
nam-erim-ta
e-gur
nig-di-ba
en-na-gal-la
ib-su-su
|
§ 27 –
Eğer,
bir adamın ekime hazır
tarlasını
bir (başka) adam
(kendinin) tarlasıymıs gibi işler (ve) ekerse,
dava edildiğinde
(mütecaviz) bunu dikkate almazsa
o adam
masrafları ödeyecektir.
|
§ 27 –
Tukum-bi
a-sa-gan-lu
nig-a-gar-se
lu i-ag
ba-an-uru
di bi-dun
gu in-ni-[s]ub
lu-bi
a-ni
ib-ta-an-en-de
|
§ 28 –
Eğer,
bir adamın ekime hazır
tarlasını
bir (başka) adam su
altında bırakırsa 1 iku'luk tarla için
3 gur arpa
ölçecektir.
|
§ 28 –
Tukum-bi
a-sa-gan-lu
lu a-da ?
bi-ra
a-sa-1-iku
3-se-gur
i-ag-ga
|
§ 29 -Eğer bir adam, ekime
hazır tarlasını, ekmek için bir (başka ) adama verirse ,( o adam) onu ekmezse,
işe yaramaz ( bir mera,otlak ) tarla haline getirirse, tarlanın her-iku'su için
3 gur arpa ölçecektir
§ 30-35 (kırık)
§ 36- Eğer kölesi yoksa
(karşılığı) 10 şekel gümüştür, ona ödesin, eğer gümüşü yoksa başka bir şeyle
ödemiyecektir. (*10)
(*1) Eski Ahit’te, söz
edilen Ur şehrinden Harran’da bulunan bir şehir olarak bahsediliyordu. Eski
Ahit’e göre, Tanrının daha sonra “Abra-ham” olmakla yücelteceği Abram,
Avram,’İbrani Avram’, göçer yolculuğuna Harran’da bulunan Ur’dan yola çıkarak
başlamaktaydı. Bu bakımdan Tevrat’ın “Keldanilerin Ur şehri”,Sümerlerin Ur
yerleşiminden çok, Harran’da bulunan bir Ur şehri ile diyelim ki, şimdiki Urfa
şehri ile ilgili olarak görünmektedir.
Bay Kramer, Eski Ahit’in,
Nuh soyunun devamı olarak Abraham’ı, neden Harran’dan, Harran’da bulunan Ur
şehrinden yola çıkardığı üzerinde pek durmamıştır. Sümer-Akat tarih anlatımını,
şimdiki Türkiye’nin sınırlarından içeriye bir turlu sokmaya yanaşmayan bu
tutuma artik bir son vermek gerekir.
Bu tutumun gerisinde, özel
bir nedenden çok, Abraham’ın atası Nuh kavminin Tufan’la birlikte
Suruppak=Uruffak=Fara’dan “doğuya” doğru sürgün edildiği yanlış yorumu
bulunmaktadır. Bunun üzerinde durmuştuk. Örneğin “güneş”i “doğu yönünde arayan
Bay Kramer, bu nedenle tarih kurgusunu,”Nuh’un kavminin” “doğu”ya doğru sürgün
edildiği yorumu üzerine kurmuştur ama geleneklere bağlı kutsal yazılar, onun
fikrini paylaşmazlar; “güneş”i doğu yönünden çok Fara’nın batı’sında, Ağrı,
Cudi veya Nizir tepelerinde, yani Anu, Utu, Şamaş, Nemrut (Ateş, Güneş) kült
alanlarında ararlar. Nuh, Ziusudra “gemisi”nin Ararat, Ağrı, Cudi, Nemrut
tepelerinde aranmasının nedeni de budur.
Hurri, Ararat, Urartu
geleneğine bağlı şimdiki Ermeni kilisesinin dinsel yapısı, kullandığı renk ve motifler;
Asur, Arami, Keldani topluluk kültürleri; Babil Marduk’u Nemrut, Van, Erzurum, Kars,
Urfa, Malatya. Yerleşimleri ile Sümer-Akat toplulukları arasında erken dönemden
itibaren var görünen bağlantılar üzerinde ilerlemek gerektiğini gösteriyor.
Kadınları arasında en yaygın
isim Nana olmaya devam eden Ermeni’ler, tarihteki kaynakları bakımından İnanna kültüne
öylesine bağlıdırlar ki, İslam’ın bir serap gibi aktardığı cennet Huri’leri,
herhalde, bu topluluğun öncelleri döneminde İnanna tapınaklarında yaşanan
evlilik biçimlerinin gerçek bir olgusuna dayanmaktaydı.
Sümer övgüsü, Batı dünyasında
öyle bir tarzda sunulmuştur ki, bu tutum, eski kültürün, bölge topluluklarından
iyice koparılması; Londra, Paris, Berlin ile ABD müzelerinin değerli süsleri kılınması
ile sonuçlanmıştır. Şimdi onu, günümüzün canlı insanlarından oluşan (ve örneğin
Irak’ta bombalanan) torunları arasına indirmek için özel olarak çalışmak
gerekli hale gelmiştir.
(*2) Burada kutsal sunu
olarak,“Arpa, koyun ve yağ” saptanmaktadır. Her üç motif, günümüzde kutsal
dinlerin “vaftiz” aracı olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Bunlar ayni
zamanda ‘barış’ sembolleridir de.
Nanna ve Ur kavramlarının yazımında
“arpa”,“ŞE- ŞEŞ” kullanılıyor olduğunu görmüştük. Eski toplumda kullanılan “barış”
sembolleri, ilgili toplum birimin ilikside olduğu öteki toplum birimlere karşı yükümlülük
araçlarıdır. Zeytin veya palmiye dalı, bir barış sembolü ise, bu demektir ki,
ilgili toplum, ötekilere zeytin veya palmiye vermekle yükümlüydü ve bunları
vererek barış ortamını sürdürebiliyordu. Bu bakımdan zeytin veya palmiye, onu sağlayan,
ötekilere veren topluluğun bir kurtarıcısı ve dolayısıyla ‘kutsal’ aracı idi.
Zeytinyağı, günümüz Hıristiyanlığında hala bir vaftiz aracı olarak kullanılıyor.
Genel yapılarıyla bütün
kutsal motiflerin gerisinde, eski toplum birimlerin veya bireylerin totem hayvan,
bitki, yiyecek veya içecekleri bulunur.
(*3): Yazılı yasalar döneminde,-2000’li
yıllarda, ürünlerin doğrudan takası işleminin yerini, ortak ağırlık değerleri
ile olçum almaya başlamış görünüyor ki, bu, bir yanıyla da, eski toplumun,
başlangıçtaki kutsal yükümlülüklerinin şimdiden unutulmuş, değer ölçüleriyle
ticaretin yer edinmiş olduğuna işaret etmektedir.
(*4): Ortak değişim değeri
olarak metal para kullanımı, eski toplumun yaşamına, metallerin eski toplumun yaşamına
kutsal kullanım araçları olarak girdikten çok sonra ulaşılmıştır.
Sümer-Akat topluluklarında,
başlangıçtaki ortak değişim değeri ‘arpa’ idi ve ölçüler arpa için kullanılıyordu.
Tarıma geçtikten, toprağın ortak sulama sistemi geliştirildikten sonra, Sümer-Akat
topraklarının karşılaştığı ilk ciddi sorun, toprağın çoraklaşması olmuştur.
Günümüzde Harran ovasında, bilinçsiz sulamanın daha 10 yıl geçmeden karşılaştığı
sonuca, Sümer-Akat toplulukları, 3. binli yıllarda ulaşmışlardı. Aşırı sıcakta,
sulama sırasında aniden buharlasan su tuzunu toprak yüzeyine bırakarak çoraklaşmaya
yol açmıştı. Bunun sonucu, erken Sümer-Akat topraklarında bereketli varlığını gördüğümüz
buğday veriminin ve dolayısıyla buğday ekiminin hızla gerilemesine yol açmış olmalıdır.
Geriye kalan tahıl ürünü, asıl olarak arpa idi. Bu bakımdan yaygın olan arpa’nın
ortak bir değişim değeri olarak kullanılması anlaşılabilir.
Arpadan sonra devreye gümüşün
girdiğini görüyoruz. Gümüş, Lapis lazuli ‘mavi taş’ ve altın gibi maddelerin
hangi süreci geçirerek ‘para’ aşamasına ulaşmış olduklarını incelemek ilginçtir.
Bu maddelere, her şeyden önce tapınak süslemelerinde, kutsal idollerde rastlıyoruz.
Uzunca bir süre bunlar sadece kutsal varlıklarla ilgili olarak değer taşımışlardır.
Altın, ‘ateş-güneş’,Gümüş
ise ‘ay-yıldız’ kutlu ile bağıntılı olarak yaygın bir kullanım değerine ulaşmış
gibi görünmektedir.
(*5) Hem Urukagina ve hem de
Urnammu yasalarında, tapınak ve tapınak hiyerarşisinin üstünlük,
ayrıcalıklarına karşı ‘eski’ koşulları sağlamaya çalışan reformist yapıları
dikkat çekiyor. -2000’lerde toplumdaki ‘eşitlik’in hızlı bir bozulmaya uğradığı
anlaşılıyor.
(*6) Bekâret koruma geleneği,
Sümer-Akat topluluklarının bazılarında, süreç içinde yaygınlaşmış bir uygulama
olarak görünüyor. Kutsal kadın, tanrıça İnanna, Anna, İştar… ın « kutsal bakire
» özeliği de bu yüzden, tabletlerde daha sonra vurgulanmaya başlanmıştır.
« Bakir » sözcüğü, doğrudan doğruya
‘bekâret’i tanımlayan bir kavram olarak algılanmaya başlanmadan önce, çocuk doğurmamış
olan, çocuğunu kocasına devretmeyen, evlenmemiş… Kadını tanımlayan bir kavram anlamları
aşamalarından da geçmişe benzemektedir.
Kadının ‘aylık kanaması’ (kirlenme)
ile bekâretin kaybedilmesi (‘kirlenme, kirletilme’) ;kanamanın aşağılanması ile
bekâret kanının kutsanması… Kadın ile kan arasında eski toplumun kurduğu bağlantının
izlerini yansıtır.
Sümer-Akat topluluklarının bazılarında,
kızlık zarı, kadın’ın kan akıtarak gerçekleştirdiği eski ‘geçiş’ ritüelleri
yerine kullanılmaya başlanmış gibidir. Bu topluluklarda, kadından akıtılması
gereken kan yükümlülüğü, kızlık zarının korunması ile çözülmüş görünüyor.
Urnammu yasaları, cezasını maddi karşılıkla ödemeyi öngördüğüne göre, bu
noktada, ‘bekâret koruma’ geleneğinin henüz erken dönemlerinde bulunduğumuzu gösteriyor.
Giderek ağırlaşacak olan bu sureci eski yazılı yasalar üzerinden izlemek ve bekâretin
kaynaklarını anlamaya çalışmak, ’Ortadoğu barbarlığı’,kadın cinsiyetini aşağılama
vb. üzerine söylev çekmekten, daha zor olmakla birlikte, doğru olan tutumdur.
(*7): Bu hükümde iki nokta
dikkat çekicidir.
Nehire atarak, suda boğarak öldürme
uygulaması bu topluluklarda kullanılmaktadır.Nuh anlatımında ‘insan,sürüngen ve
balıkların” “suda boğularak cezalandırılması”;Şeria nehrinde vaftiz edilen
Isa;Kuranda nehir suyu içmeyi red motifleri;kutsal kadin Ninlil veya Ninki’nin
Enlil ve Enki ile ‘kayık’ta çiftleşmeden önce kutsal nehirde ‘yıkanma’
motifleri ;İnanna’nın kutsal yıkanma’ları,gelin ve damat hamamları... Kutsal
kitaplarda ‘ilk kutsal varlık’ olarak yer alan “su”yun kutsiyet özelliğinin
eski temellerine işaret ediyor.
Eski kutsallıklar, birçok halde,
daha sonra, yazılı ve sözlü yasalarda ‘ceza’ olarak karşımıza çıkıyor. Yakarak öldürme
cezasının aracı kutsal ateşin ayni zamanda bir vaftiz, arınma, kurtuluş aracı;
parmak, el, kol, kulak… adaklarının sonraki ceza hükümleri olması gibi.
Yöre topluluklarının bazılarında
ölülerin nehre atılması motifi de bu noktayla ilgili olmalıydı. Yörede, mezar
veya mezarlık kültü yeterince gelişmemiş toplulukların su kültü ile ilişkilerinin
bulunuyor olduğunun ortaya çıkması şaşırtıcı olmayacaktır.
Öte yandan, bu hüküm,-2000’lerde,bu
topluluklarda ‘büyücülük’ün tam bir tasfiye dönemi yaşamakta olduğunu gösteriyor.
Öyle ki, hükümden anlaşıldığına göre,3 şekel gümüş vermeyi göze alan herkes, herkesi
büyücülükle itham edebiliyor gibidir. Bu hükümde haksiz itham’ın karşılığının
sadece 3 şekel gümüş olarak saptanması, yöneticilerin büyücülük’ü temizleme özel
hedeflerinden ötürü olmalıydı.
Aynı yasalarda kız olarak alınan
bir kadını boşamanın karşılığının 1 mana=60 sekel olduğu hesaba katılırsa,
büyücünün değerinin ne denli ucuzlamış olduğu anlaşılır.
Eski toplumun neredeyse tek
yetkili şaman’ı, boynuzlu, kuyruklu şeytanı, ünlü Gılgamış’ının yerini,
ticaretin geliştiği, tanrıların tekleşmeye başladığı bir süreç almaya başlamıştır
artık.
(*8) Eski yazılı yasalar,
eski toplumda kalıntılarını el yordamıyla bulmaya çalıştığımız birbirinden farklı
iki evlilik turunu oldukça açık olarak resmederler: Kadının koca evine gelin gittiği
evlilik turu ile kocanın kadının (babasının) evine damat gittiği evlilik turu.
Bu iki farklı evlilik türündeki akrabalık iliksi ve kavramları, karşılıklı yükümlülükler
ve miras dağîlimi, doğal olarak temelden farklı idi. Bu süreç, içgüvey evlilik
türünün tamamen sönmesiyle son bulacaktır.
-2000’li yılların, şu anda tanıdığımız,
yazılı yasaları, bu iki evlilik türünün, ilgili toplumlarda neredeyse benzer ağırlıkta
yaşanan evlilik türleri olmaya devam ettiğini gösteriyor.
(*9):Kölelik, bu dönemin topluluklarında,
henüz, bir uygarlık kazanımı olma sürecini yitirmemiş görünüyor. Eski toplumda,
erken dönemlerde kölelik, toplum yaşamına,’canın bağışlanması karşılığı’ olan
bir toplumsal kategori olarak girer.
“Dil” yabancılığı ele veren önemli
göstergelerden birisi idi. Yabancı gelinin “konuşmama” biçimindeki “saygı Göstergesi”nin,
“dil kesme” edimlerinin gerisinde, erken dönemlerde, yabancılığını gizleyerek söz
konusu bireyleri koruma dürtüsü rol oynamış olmalıdır.
Bu toplulukların ‘köle’ciliği
ile özgür yurttaşı arasındaki sınırlar oldukça zayıftır ve birinden ötekine geçiş
son derece olanaklıdır.
Bu hükümde esire’nin dilini
tuzla dağlama, yakma edimindeki araç olan ‘tuz’ motifine, Hıristiyan
kiliselerinin ‘kutsal tuz vaftiz aracı’nda rastlıyor olmamız,’tuz’ konusuna da ayrıca
eğilmek gerektiğini gösteriyor.
(*10) Bu hüküm, eski eşitlikçi
toplumun bireye bakisini çok çarpıcı olarak yansıtır. Eski Urnammu toplumu,
günümüzde cezasının maddi karşılığını ödeyemeyen bireye hapis cezasını öngören
‘modern toplumların’ çok daha ilerisinde görünüyor.
Kıral
Ur-Nammu Yazıtı
19.04.05
Kıral Ur-Nammu Yazıtı ( İÖ.2112-2085
yılları)
Bir kil tablet üzerine kaydedilmiş
‘Kral Urnammu’ yazıtı ve bunun yaklaşık tercümesi şöyledir(1):
Kolon 1
|
Kolon 2
|
Kolon 1
|
Tercüme
|
Kolon 2
|
Tercüme
|
dingir Inanna
|
Tanrıça İnanna
|
lugal-uri (SES.AB)ki-ma
|
Ur’un kıralı
|
nin-a-ni(ra)
|
Onun Kıraliçesi,
koruyucusu
|
lugal ki-en-gi-ki-uri-ke4
|
Sümer ve Akad’ın kıralı
|
ur-dingirnammu
|
Tanrıça Nammu’nun köpeği,
koruyucusu
|
é-a-ni
|
O’nun ev’ini,
Tapınağı’nı
|
nita-kala-ga
|
Kuvvetli erkek
|
mu-na-dù
|
inşa etti
|
Sümer tabletlerinde kullanılan
ve uzmanlarımızca ‘yıldız’(2) işareti olarak da yorumlanan ve seklindeki veya
biçimli çizimlerin, Gök, Güneş, Yıldız, Tanrısal, Tanrı, Tanrıça anlamına geldiği
düşünülmektedir. Bu işaret ve anlamı, bize ‘Tanrı’ olarak da ulaşmış olduğuna
ve Kutsal Kitapların iki önemli kavramı olan ‘Yer’ ve ‘Gök’ kavramlarının kökenini
açığa çıkarmaya hizmet edeceğine göre, üzerinde durulması gerekmektedir.(3)
nin:
Ulu yönetici kadin, kraliçe, başa eklendiğinde ‘kadınların ulusu’ anlamındadır.
ani(ra) : 3
. tekil şahıs anlatımı.
nin-ani:
O’nun ulu,kutsal kadını anlamını verir.
Ur:
Köpek veya koruyucu anlamında. Yerleşim yeri anlamında da kullanılıyor.
Ur-dNammu:
Urnammu, özel bir isim imiş gibi kavranılsa da, bu yazımın kelime kelime anlamı,
Tanrıça Nammu’nun Köpeği şeklindedir. Köpek motifine, Sümer Akkad metinlerinde rastlamamız,
günümüzde de Yezidilikte Köpeğin dokunulması yasak tabu hayvan olarak kavranması
arasında bir bağ olmalıdır.
nita :
Bu kelime erkek cinsi anlatıyor. Dumu Nita denildiğinde Erkek oğullar, Dumu Sal
denildiğinde Kız çocuklar kastedilmiş olmaktadır.
kalaga:
Gal+aga bileşimi gibi görünen bu kelime, büyüklük, ululuk, kuvvet anlamlarına
da gelir. Kelime kelime ‘büyük ağa’, Ağa’ların Büyüğü’dür.
Lugal: Sahip,
malik, kral anlamlarında kullanılıyor. Kelime kelime Lu+gal olarak adam+büyük=Büyük
adam’dır. Geç dönemlerde, Lugal’ın sıradanlaşması karşısında kıral tanımı
Gal-Lugal halını almıştır ki, Lugal’ların Büyüğü anlamı taşımaktadır.
uri / urim: Ur şehrinin anlatımıdır.
ma : Bu kelime ‘urim-ma’ da
olduğu gibi, fonetik bir tamamlayıcıdır.
Ki-en-gir: Bu okunuş ile Sümer
toprakları’nın kastedildiği üzerine bir ‘uzmanlar anlaşması’ yaratılmıştır.
Bununla birlikte,’Sümerce’nin ’ölü bir dil’ haline dönüştüğü savı, yeterince kanıtlanmış
değildir ve bu durum, üstün bir kültür alanı olarak Sümer adi verilen topluluğun
kültürel kalıntılarının yanı sıra dillerinin kalıntılarının da, her şeyden önce
bölge toplulukları arasında araştırılmasının önemine işaret ediyor.
Tabletlerde, kendileri tarafından
Sümer sözcüğünün neden kullanılmamış olduğu henüz açıklanabilmiş bir nokta değildir.
Sedeğer bakımından ‘ki-en-kir’ seklinde okunan bu kelime ile Eski Ahit’teki
Sinnar ülkesi veya ‘Kenan toprakları’ arasındaki ilişkinin denetlenmesi gerektiğini
gösteriyor. Enki toprağı anlamına geliyor olması çok mümkün olan Ki enki ile
Kenan toprağı arasında bir ilişki olması akla yakın görünüyor.
Öte yandan, her ne kadar
‘dingir-tengri-tanrı’ arasında sesdeğer benzerliği ve anlamdaşlık var ise de,
uzman okumalarına dayanarak, kimi ses değerleri ile verilmiş kavramlar ile Türkçe
kelimeler arasında ilişki kurma çalışmalarında oldukça itina göstermek gerektiği
açıktır.
ki-uri: Akad’ların topraklarını
anlattığı varsayılan kavram. Uriki olarak da okunması mümkün olan bu kavram, büyük
olasılıkla, Erek, Arak, Irak kavramlarının da kökeni gibi görünmektedir.
É: Bu kelime, Türkçe ‘ev’ karşılığıdır.
Tapınak, kutsal mekân anlatımı için kullanılmaktadır. E-Abzu, E-anna tanımlarında
Arzu’nun Ev’i, Yani Abzu tapınağı, Anna Evi; yani Anna tapınağı olarak anlaşılmaktadır.
na : 3.tekil şahısların
soyut tanımıdır. Yukarıdaki metinde, eğer, 3.tekil şahıs kastedilmemiş ise, bu
durumda Tanrıça İnanna’yı anlatmak için kullanılmış olmaktadır.
dù : İnşa etmek,kurmak,yapmak
fiilidir.
Böylece yukarıdaki yazıtın tercümesi,
yaklaşık olarak, şu hali almaktadır :
“Kuvvetli adam, Ur’un kıralı,
Sümer ve Akad’ın kıralı
Ur-d.Nammu, sahibi, tanrıçası
İnanna için, (bu) tapınağını inşa etti.”
(1) Bkz. http://www.ezida.com/ecriture.htm
(2) Bay Kramer bu işaret
konusunda örneğin şöyle demektedir:”Bir yıldız resmidir; bu aslında Sümerce
An,’gök’ sözcüğünü simgeler. Bununla birlikte aynı işaret Dingir, ‘tanrı’ sözcüğünü
göstermek için de kullanılmıştır.”(S.N.Kramer, Sümer Mitolojisi. S.190,Kabalcı
Yay.)
(3) Ne yazık ki, eski
tabletleri doğrudan okuyabilme durumunda değilim. Bununla birlikte, hem araştırmamızda
gidilebileceğimiz kadar ilerleyebilmek ve hem de, hiç olmazsa vakitlerini bu
alana hasredebilecek genç okurları belki özendirebilmek bakımından, bu tercüme
denemelerini yapmak yararlı görünüyor.
Kıral
Ur-Nammu Yazıtı-2
06.05.05
( İÖ. 2112-2085 yılları)
Kolon 1
|
Kolon 2
|
Yukarıdaki tablet tercümesi,
genel olarak, şu hali almaktadır:
“Ur
kıralı Ur-d.Nammu, kıralı, tanrısı Nanna’nın tapınağını inşa etti ve (Nanna namına)
Ur surlarını da yaptı.”
Nanna:
‘Ay Tanrısı’ olarak kabul
edilen varlık. Semitik dilde ‘Sin’ olarak tanınıyordu.Fara tabletlerinde Nanna,
Nannar,Suen biçimlerinde okunmaktadır.
Nanna’nın, Sümer çizim yazısında
“dingir (ŞEŞ.KI)” olarak yazımı ile
Ur’un “(ŞEŞ-AB Ki)” biçimli
yazimi arasında bir iliski olmalidir. “ŞEŞ” kavramının tahıl, özel olarak arpa anlamlı
olduğunu biliyoruz. Bize ”ia-şe” olarak ulaşan kavram “yağ – tahıl(arpa)” bileşimi
olarak görünmektedir. Kutsal arpa-tahıl motifine, sadece Sümer-Akad topraklarında
değil, onlarla ilişkili olan İlyada anlatımlarında da rastlarız.
Nanna kavramı, tabletlerde
“dingir 30” olarak da yazılıyordu. Ea-Enki’nin D.40, Enlil’in D.50, Şamaş, Anu’nun
D.60 olması, Nanna’nın “30 günlük ay takvimi” ile bağlantı içinde ele alınmış
olduğunu gösteriyor.
Kutsal kadın, kutsal fahişe tanrıçaların,
ay ve yıldızlarla ilişki içinde kavranması zamanla gerçekleşmiş olmalıdır. inanna, Ninhursag, Nintu, Ninsar, Ninmah, Ninlil,
Nanna... Okunuşlu tanrıçalar, karşı toplum birim erkeği ile kendilerinin temsil
ettiği bu yandaki toplum birim kadınları arasındaki evlilik buluşmalarını, “güneş
batıp da ay çıkınca”, gece vakti sağlıyorlardı. Bu bakımdan bu tanrıçaların,
çabucak “ay, yıldız” ekseni etrafında değerlendirilmeye başlanmış olmaları normaldir.
Semitik İştar kavramının ‘yıldız’-yıldız olması da anlaşılır.
Kadın temsilcisi tanrıçaların,
eski toplum birim kadınları ile erkekleri arasındaki evlilik ilişkilerinin başlangıçtaki
hali bakımından, bu ilişkilerin gece vakti gerçekleşiyor olmasına bağlı olarak
ay ve yıldızlarla bağlantılı kavranmaya başlanması, ay ile gümüş parlaklığı ve
ay’ın şekli ile ‘kayık, gemi’ arasında bir sembolizmin ortaya çıkmasına da yol açmışa
benzemektedir. Nanna, “mà-gur” yani kayık, gemi olarak da niteleniyordu. Benzer
sembolizmi, öküz, inek boynuz yapısı ile ‘kayık’ motifi arasında da görüyoruz.
Bu durumda, anlaşılıyor ki, Enlil ve Enki ilahilerinde karşılaştığımız ve uzmanlarımızın
‘kayık içinde tecavüz’, ’kayık içinde cinsel birleşme’ olarak yorumladıkları
ilişkiler, ’kayık’ ile sembolize edilen tanrıça tapınaklarında gerçekleşen ilişkileri
anlatıyor olmalıydı. İttifakı temsil eden farklı ‘yıldız’ çizimleri ile erken dönemlerde
ay aydınlığında sağlanan karşılıklı evliliğin güvence tanrıçalarını temsil eden
ay-hilal deseninin Ortadoğu’daki derin kökleri Sümer-Akat topluluklarının bu yapısından
güç almıştır.
Eğer Nuh tufan anlatımının,
Sümer-Akat kaynakları yeterince dikkatle yeniden incelenirse, Nuh’un
‘gemisi’nin de,’tapınak’ anlamlı bir ‘gemi’ olarak tanımlandığı görülecektir.
Eski Ahit’in “3 katlı, çatısı olan, çatısında bacası da olan ‘gemi’ tanımlaması,
eski anlatımların doğal bir uzantısıydı. “Gemi, kayık” kelimesinin ötesine
geçerek, 6 bin yıl kadar önce,”3 katlı, bacalı gemi”nin ne anlama gelebileceği üzerine
düşünmek gerekliydi.
Ur’da Ay tanrı(ça)sı olarak
kavranan Nanna, bir başka yönüyle, bize, her yerleşimin başlangıçtaki kutsal varlığının
erkek ve dişi özellik ayrışımını nasıl yaşamış olabileceğini de açıklamaktadır.
Nanna, bazı Sümer tabletlerinde “Enlil’in genç dana”sı; Enlil’in “genç oğlu”
olarak tanımlanır. Altın sarısı, ateş kültü ile bağıntılı dana’ya, Musa
toplumunda hala tapılmakta olduğunu biliyoruz. Fakat öte yandan, Nanna, İnanna,
İştar... Kutsal fahişe, kadın temsilcisi tanrıçalar olarak da bize ulaşırlar.
Anlatıcılarımız, eğer, Nanna ile temsil edilen toplum birimin kadınları ile
evlenen erkekler ise, bu durumda Nanna’nın ‘kutsal kadın’ yönüyle vurgulanması doğaldı.
Bu o kadar öyledir ki, bazı tabletlerde, anlı şanlı erkek olan kutsal damat Dumuzi’miz,
Inanna’nın tanımı olan “ama uşumgal anna”, “Göğün kutsal ejderha anası” tanımıyla anılmaktan
kurtulamaz. Sümerleri sansasyonel vurgularla tanıtan bay Kramer gibi uzmanlarımız,
Dumuzi’nin nasıl olup ta “Göğün kutsal ejderha annesi” seklinde değerlendirilmiş
olabileceği; aynı biçimde, güzellik timsali inanna’nın nasıl olup da, mızrak, ateş,
kılıçla donanmış, sakallı bir erkek görünümüne de bürünebildiği vb.üzerine düşünmemişlerdir
bile.
Bu yanda erkek olarak algılanan
tanrının, karşı yandaki toplum birimce kadın olarak algılanması süreci, zamanla
kaynaşan topluluklarda tanrıların soy kütük ve cinsel niteliklerinin yeniden düzenlenmesine;
örneğin İnanna’nın artık geri dönülmez biçimde ‘kadın’ yönüyle tanınmasına yol açmış
ise bile, bu durum, bir süreç içinde gerçekleşmiştir.
Nammu:
Bu kavrama Enuma Eliş’in ilk
kutsal varlıklarından birisi olarak rastlıyoruz. Hem Tanrıça, hem tanrı özelliğiyle
yansır.”Gök ve Yer”in ondan türediği “tatlı ve tuzlu su”lar olarak kavranan kutsallığı
temsil ettiği düşünülmektedir. Hem Eski Ahit ve hem de Kuran’ın ‘yaratılış’ anlatımı,”Nammu”nun
varlığı kabul edilerek başlatılır. Bu yüzden, anlatımlarda, henüz “hiç bir şey
yokken”,tanrının ruhu sular üzerinde dolaşmaktadır. Yunan doğa felsefecilerinin
bazılarında,’ilk öğe’nin su-deniz’ler olması, bu eski anlatım geleneğinden ötürüdür.
Nammu, tablet şekil yazılarında,
Enki (engur) ile aynı desenle de ifade edilmektedir. Bunlar aynı zamanda Apsu
olarak da yorumlanmaktaydı.
Nammu, Akadlar bakımından Tiamat,
Tiamtun okunuşuyla Tuzlu Su “deniz” şeklini alır. Bu “Tuzlu Su”yun karıştığı, “tatlı,
yer altı suları” ise Abzu, Apsu’ydu. Apsu, öte yandan, Apsey, Efes okunuşlarıyla,
yeniden ‘deniz’ yorumuna ulaşır.
Nammu okunuşlu bu kavramın,
N=H, M=N harf-okuma karşılıklarıyla “Oannes”, ”Ohannes” biçimli yazılımlarını
da tanıyoruz. Ohannes kavramı, (Johanna,Yohanna ..) ”Yunus” baligi ile de ilişkiliydi.
Enki rahiplerini, sırtlarına Yunus balığı derisi geçirmiş olarak gösteren
çizimler bunu doğruluyor. Kutsal Yunus derisi, Musa’nin YHWH, Elohim, IHWH, Yehvah
okunuşlu tanrısının gezgin tapınağında da kutsal bir kullanım değeri taşımaktadır.
Ur: Şimdiki Güney Irak’ta,
tell Muqayyar ( veya Umgheîr) bölgesinde eski Sümer yerleşimlerinden birisi. Kazılar
sırasında, -3900’lerde bir Fırat taşkını yaşadığı anlaşılmıştır. Fakat eski
tabletlerin sözünü ettiği Tufan’ın gerçekleştiği yerleşim, Ur değil Suruppak (Uruffak,
Fara) idi.
Sümer Kraliyet Listesi’ne göre,
Milat olarak kabul edilen bu ‘Tufan’ ortak töreninden sonra yönetim, sırasıyla
Kiş ve Uruk’tan sonra Ur’a geçmişti.
Ur’un bir diğer özelliği,
yapılan kazılarda, Nanna-Sin tapınağının yanında,1850 kadar, değişik türde yeraltı
mezarları bulunmuş olmasıdır. –2700 ile – 2100 arasına tarihlenen bu
mezarlardan 16 kadarı ‘kraliyet Mezarlığı’dır. Yeraltı kraliyet mezarları yapısına
değinmiştik. Kral ve kraliçe, bu yer altı saray mezarlarda, kağnıları,
öküzleri, sürücüleri ve öteki görevlileriyle birlikte, ( görevlilerin zehirli
bir içki yoluyla toplu olarak öldükleri izlenimi ediniyoruz) bulunuyorlardı.
Ölmemişler de, bir yolculuğa çıkmışlar; uyumakta, dinlenmekteler şeklinde bir
izlenim verilmiş olan bu mezar yapıları ile “yer altı dünyası” motifi arasında
bir bağlantı var gibi görünmektedir. Bu mezarların mimari yapıları, “yer altı Dünyası”na
‘inme’ ve ‘çıkma’yı da mümkün kılmaktaydı.
Fırat ve Dicle üzerindeki öteki
Sümer yerleşimleri gibi, Ur’un da Dilmun, Magan et Méluhha olarak okunan yerleşimlerle
gemi ticareti yaptığını gösteren açıklama ve tablet kayıtları bulunmaktadır.
“Magan ve Meluhha” yerleşimlerinin,
geçtiğimiz on yıllarda, daha çok Mısır ve Etiyopya olduğu farz ediliyordu. Uzman
fantezisine ve kelime sınırlarına (‘kara yüzlüler ülkesi’) dayanan bu görüşler,
simdi Dilmun, Magan, Meluhha yerleşimlerinin Basra körfezi ile İndus deltasında
aranması eğilimi ile yer değiştirmiş görünüyor.
Bununla birlikte, her
seferinde unutulan temel nokta, Magan ve Meluhha ile Sümer yerleşimleri arasında
sadece ticari ilişki değil, dinsel bir yakınlık temeli bulunduğudur. Gudea döneminde,
Lagaş’ın en ünlü tapınağı olan Ningirsu tapınağı, Elam, Süz, Makan ve Meluhha’nın
aktif katılımıyla yapılmıştı.
“Yapmak için Ningursu
tapınağını
Elam’dan Elam'lı geldi,
Süz’den Süz'lüler geldi.
Dağdan tomruklar taşıdı
Makan'lı , Meluhha'lı “
Bir tapınağın ortak yapımı, eski
toplumda, her şeyden önce dinsel, toplumsal bir ittifak edimidir ve burada görülen
haliyle coğrafi bir yakınlık da öngörür. Bu bakımdan Makan ve Meluhha’nın, Sümer
yerleşimleri ile sadece ticari değil, dini bir yakınlık içinde olan yörelerde (örneğin
Ağrı veya Nemrut dağlarında) aranması, çok daha uygun görünmektedir.