Sümer-Babil
toplumlarıyla ilişkili kültür alanlarında değişik 'isim' ve
özellikleriyle karşılaştığımız dönem bakımından kutsal kadının sembolu
olan İnanna; 'bakire', 'fahişe' ve 'tanrıça' özelliklerini kendi
üzerinde birleştirmiş durumdaydı. Bununla birlikte, İnanna-İştar’ın,
eski toplumdaki kadının geçirdigi sosyal evreleri anlatan 'kısır',
'bakire', fahişe', 'kutsal' özellikleri bir anda ortaya çıkmamıştır ve
Sümer-Babil toplumundaki kadının evriminde ortaya çıkan sosyal kurumları
anlatırlar.
Kadının,
eski toplumda, hiç olmazsa Hava ana üzerinden var olduğundan yola çıkan
Eski Ahit ile "Enoş'un Kitabı"nda Sümer-Babil toplumunun bozulmuş tarih
anlatımını da buluyoruz. Bu kitaplarda, Adem'in (Adam, İnsan, Erkek
anlamıyla!), iç güveyi olarak Havva'ya ve onun toplum birimine teslim
edilişi şöyle anlatılıyordu:
"Bu nedenle adam, annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. " (Eski Ahit. Yaratılış. 2: 22/24)
Eski
toplumun bir tür iç güveylik sistemi üzerine kurulmuş evlilik yapısının
biçimlendirdiği akrabalık ilişkisi ve bunu ifade eden kavramlara göre,
kadının doğurduğu evladın baba'sı, ananın babası olan dede veya ananın
erkek kardeşi olan dayı idi. 'Göbek adı' uygulaması veya dayı’nın
yeğenler üzerinde taşıdığı başlangıçtaki baba’lık hak ve sorumluluğuna
işaret eden sonraki kalıntılar erken dönemin 'adaş dede-torun' veya
'baba-dayı' biçimli akrabalık sistemine dayanır. Eski toplum, 'ana
erkil' diye adlandırılan bir evlilik ilişkisi aşamasından, değişik
yönler taşıyarak, geçmişti.
Enoş'un
Kitabı'nda, 'yaratılış' anlatımının ancak belli bir noktasına
gelindikten sonra, "kız evlatların doğması’ndan bahsedilmesi de nedensiz
değildir. Eski Ahit ise 'kız evlatların doğmuş' olmasından ancak
“Tufan'dan sonra”ki bölümde bahsetmekteydi:
"Yeryüzünde
insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu. İlahi varlıklar ('Tanrı
oğulları') insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle
evlendiler."
(Eski Ahit. BÖLÜM 6 Yar. 6: 1-2)
Kutsal
Kitap burada, erken Sümer döneminde kutsal 5 yerleşimin kurulmasından
sonra gerçekleşen ve sadece bir yeniden düzenleniş töreni olan “Tufan”
ritüeli sonrasına kadar, 'kızların doğmamış olması’ndan yola
çıkmaktaydı. Oysa Yaratılış'ın kurgu mantığına göre Âdem ile Havva’nın
oğul ve kızları olmuş olmalı, bu oğullar kendi kızkardeşleri ile
evlenmiş olmalı ve onların da kız ve oğulları olmuş olmalıydı. . .
Bu
bir 'kelime oyunu' konusu değildir. Bütün bu dönemlerde dişi cinsin
doğduğunu biliyor olması gereken Eski Ahit düzenleyicilerinin, yine de,
bu 'kızların doğumunu', Tufan'dan sonraya aktarmaları, bu noktaya özel
bir vurgu yapmaları nedensiz değildir. Çünkü Sümer erken döneminde,
tarih anlatıcı baba toplum birimimizin erkekleri, karılarının doğurduğu
kız evlatları, henüz kendi 'kız evlat’ları olarak değerlendirmiyorlardı
ve tarih anlatım tabletlerinde, ilahilerde de durumu böyle yansıtmış
olmalıydılar.
Bu
ilahi veya tabletlere sahip olan Eski Ahit düzenleyicileri, işte bu
nedenle, mantıksal dizgeye değil, geleneksel aktarıma bağlı kalmışlar ve
kız evlatların ortaya çıkısını Tufan sonrası döneme aktarmışlar gibi
görünmektedir.
Sümer
tarihinde, Dayı’nın baba sayılmaktan çıkmaya ve kadının kocasının,
kadının doğurduğu kız evladın babası sayılmaya başlaması, tapınaklara
adanmış 'kutsal fahişe'nin 'kız evladı' olarak var edilmesine bağlı
olarak gelişmişe benziyor. Eski Ahit'te 'kızların doğması' seklinde
tanıtım, bu kız evladın, şimdiki babası tarafından Tapınağa adanarak
'kutsal fahişe' kılınmaya başlandığı döneme denk düşmektedir.
Sümer-Babil toplumunda 'Kızların dogması', bu bakımdan, asıl olarak
'kutsal fahişeliğin dogması' ile anlamdaş ve dolayısıyla zamandaştır.
'Evlat'
veya 'çocuk' akrabalık kavramı, bu dönemde, babanın oğluyla sınırlı bir
kavram olmaktan çıkmaya ve en azından kutsal fahişe kılınmış kız evladı
(ama kız evlatlar içinde sadece onu!) da kapsamaya başlamış görünüyor.
Eski Sümer-Babil toplumunda erkek ve kız evladın miras paylaşım düzenini
ele aldığımızda, bu noktaya değinmiştik. Baba’nın, ilk erkek çocuğu (1)
kendi toplum birim aidi kılabilmiş olması ve fakat kız evlatların
henüz, bütünüyle, ana-dayı toplum birim aidi sayılmaya devam ediliyor
olması, mevcut akrabalık sistemine bağlı evlilik kurallarının
uygulanmasında ciddi sorunlar ortaya çıkarmış olmalı. Çünkü yürürlükte
olan akrabalık ilişkilerine göre, bu kız, dayının kızı olarak bu yandaki
baba ve oğulun doğal karısı sayılmaktaydı. Baba, bu kız evladı, dayı
toplum birimine göndermek, kurban etmek, onu 'aşağılayarak' kendisi ve
oğlu ile cinsel ilişkiden uzak tutmaya çalışmak gibi geçerliliği giderek
zorlaşan çözüm biçimleri yerine, onu tanrı tapınağına adama yolunu
seçer. Bu edim, başlıbaşına, kadının sosyal konumundaki büyük
düzenlemelerden birisini ortaya çıkarır.
Tapınağa
vakfederek onu kutsal fahişe kılmak, bu kız evlatla ilgili ortaya çıkan
akrabalık ve evlilik sorunlarını tek kalemde çözümlemişe benziyor. Baba
toplum birimin kutsal tapınağında, sadece yabancı toplum birim
erkeğiyle yatma ödevi olan bu kız evlat, önce, baba ve oğul’un doğal
karısı sayılma dönemini kapatmış olur…
Sonra
da, baba toplum birim aidiyetini kazanmış olduğu için, bir anda, hem
baba varislerinden birisi haline gelir, hem de, öteki kadınlardan üstün
bir konuma geçer. Sümer-Babil topluluğunda, kutsal fahişelik kurumuyla
birlikte, bir tek kutsal fahişe olan bu kız evlat, baba malı üzerinde
miras hakkına kavuşmuştu. Kutsal fahişe kılınmış bu kadının doğurduğu
evlat, tapınağa veya baba toplum birimine aittir artık. Kadın, tanrı
tapınağında hamile kaldığı için biyolojik babası ister istemez tanrı
olan bu evlat Sargon, Musa veya İsa olduğuna göre, bu ananın değerinin
yükselmiş olması doğaldı. Bakire Meryem, kutsal fahişe kadın'ın yakın
dönem örneğidir.
Kutsal
fahişe kız evladın değeri bunlarla da sınırlı değildir. Karsı birim
erkekleri, bu yandaki kadınların geneli üzerindeki eski kocalık
haklarını bu kutsal fahişe üzerinden kullanmaya yöneltilirler. Bu ise,
karşıdaki erkeklerin doğal karısı sayılan bu yandaki kadınların, doğal
eş, karı olmaktan doğan cinsel ilişki yükümlülüğünü giderek köreltir.
Toplum birim, öteki kadınların kendilerini yabancı erkeğe verme ödevini,
büyük ölçüde, kutsal fahişenin üzerine aktarmıştır. Kutsal fahişe
kadın, kutsal fahişe olmayan bütün öteki kadınların yabancı erkeğe karşı
cinsel yükümlülüğünü üstlenir, kendini vakfeder, böylece hemcinsinin
bireysel evlilik yolunun açılmasını da sağlamış olur.
Öteki
kadın, yabancı erkeğin eski doğal karısı olma yükümlülüğü, önceleri
yılda bir kez ve giderek, yaşamı boyunca bir kez kutsal alanda kendini
yabancı bir erkeğe vermek biçimiyle, sembolik kılmaya başlamıştır bile.
Bu ise, kutsal fahişe olmayan kadının tek erkekle evlilik yolunun
açılması demekti. Daha ileri dönemde, kadının eski cinsel yükümlülüğü,
maddi bir diyet ödeme yolu ile kutsal fahişenin üzerine aktarılabilecek
kadar kabuk tutmuş hale geldiğinde, zaten, kutsal fahişelik,
tapınakların 'kız kardeş rahibe'si ile sokağın fahişesi olarak
ayrışmasını aşağı yukarı tamamlamış durumdaydı. Eski dönemlerin evlilik
hak ve ödevleri, kadının genç kızlık serbesti dönemine, ilk gece
hakkına, belli kutsal günlerde kocasından izin alarak yabancı bir
erkekle yatma noktalarına kadar gerilemiş kalıntılar olarak, sonraki
yüzyıllarda da, kalır.
Bütün
bu gelişmelerin başlangıcı, iki toplum birim arasındaki evlilik
ilişkilerinin artık daha ilerisine gidilmesine izin vermeyen
düğümlenmeydi. Burada, evlatların, aidiyet ilişkisinin yeniden
belirlenmesini gerektirecek olgunluğa ulaşmış bulunuyoruz. Evlatlar, ana
toplum birim aidiyetinden baba toplum birim aidiyetine doğru, birden
bire değil, fakat adım adım ve ağır bedeller ödeyerek geçmeye
başlayacaklardır.
Toplumun
bütün bireylerinin aidiyet çizgilerinin yeniden şekillenmesi, akrabalık
sisteminin ve kavramlarının yeni içeriğine kavuşması, basitçe, bir
hüviyet kartı değişimi değildir. Denilebilir ki, insan toplumu, burada,
yeni bir uygarlık düzeyine çıkabilmek için, barbarlığın içine bir kez
daha gömülmektedir.
Erken
dönemde Sümer -Babil toplumu, bu kız evladı, kutsal fahişe ve bakire
olarak ortaya çıkarabilecek noktaya henüz gelmiş değildi. Göçer
topluluğun yerleşik düzene geçişi, evlilik ilişkilerinin barışçıl
örgütlenmesini sağlayabilecek olanakları da ortaya çıkarır. Karşılıklı
evliliğin, yerleşik düzene en uygun araçlarını geliştirebilmek artık
mümkündür. Tapınak, karşıt toplum birimlerdeki kadın ve erkeğinin, bir
yaşam korkusu duymadan cinsel ilişki kurabildiği evlilik alanı, aşk
yuvası, özgür ve dokunulamaz tanrısal toprak halinde şekillenince, eski
toplum bir uygarlık basamağına daha adımını atmış olur.
Eski
toplumun bu aşamada, tanrılara, tanrıların toplulukları birbirinden
ayrıştırarak kurdukları düzenin kader olarak saptadıkları yasalarına
fazlasıyla gereksinimi vardı ve tanrılar eski toplumu bu yeni
yürüyüşünde hiç yanliz bırakmayacaklardır. Fakat yine de, Süz'den Süzlünün,
Elam'dan, Elamlının, Meluhha'dan Meluhhalının yapımına katkıda
bulunduğu ve Tanrıların onuruna kurulan tapınaklar, gerçek insanın
ilişki düzenin araçlarıydı. Tapınağın en üst katındaki heykelleri
aracılığıyla yılda bir kez çiftleşen tanrı ile tanrıça, Tapınağın geri
kalan zamanını ve bütün aşk odalarını, manastır hücrelerini, tanrısal
bir eli bollukla, yabancı erkeğin yerli kadınla çiftleşmesi için
kullandırma cömertliğini gösterirler.
Toplum
birimlerin kandaş’lar arası cinsel ilişki yasağı, erkeklerin yabancı
kadınlarla, kadınların yabancı erkeklerle evlenmeye yönlendirilmesini
sağlamıştı ama eski toplum, yine de, iç güveylik sistemini aşmaya, kadın
kaçırma yabaniliğinden uzaklaşmaya, yeni yıl barış senliklerinde dağ
başları veya ova kenarında toplanmanın daha ötesine geçmeye çabalar. Bir
erkeğin, kendi toprağı dışında, 'yabancı bir toprağa ayak basma’sının,
erken dönemde, nasıl sonuçlara yol açabileceği tahmin edilebilir.
'Toprağına, eşiğine adım attırmama' deyiminin günümüzde bile tüy urpeten
özelliği eski dönemden kalmadır. Giderek danışıklı-döğüş hali kazanmış
olsa bile kız kaçırma'ya bağlı modern dönemin namus cinayetleri, eski
toplumda işlerin nasıl yürümüş olabileceğini anlatır.
Böyle bir ortamda,
başlangıçta gizli, sonra açık biçimler altında, erkeklerin dış evliliği
yürütmeleri sorunluydu. Burada iki tarafa ait erkeğin, kendisini,
kendisine tanınacak müsamaha ölçüsünde müsamaha göstermek zorunda
hissetmeye başladığı anda, ortaya bir çeşit gizli anlaşma çıkmış olur.
Karısının köyüne ancak geceleri, gizlice girmek zorunda olan ve bir
çeşit içgüveyliğe denk düşen eski toplum evlilik örneklerini biliyoruz.
Fakat bu dönemin, Sümer-Babil toplumunda nasıl yaşanmış olduğuna ilişkin
ayrıntı bilgilerinden yoksunuz. Artık, karşılıklı kadın kaçırmayı
ortadan kaldırarak, her iki tarafın erkeklerinin her iki tarafın
kadınlarıyla, güvenlik içinde, cinsel ilişki kurmalarını sağlayabilecek
bir kuruma gerek olduğu açıktı. Toplum birimin toprağının sınırları
kenarında kurulabilecek böyle bir yapı, bir 'ev' bile bu sorunu, hiç
olmazsa kısmen, çözebilecekti. Sümer ataları ve tanrıları, vakti geldiği
anda, sonra geliştirilerek tapınak halini alacak olan bu tür yapıları
kurmakta hiç gecikmeyeceklerdir.
Bu
tapınaklar, karşılıklı evlenmeyi sağlayan barışçıl kardeşleşme
kurumları olarak kısa sürede olağanüstü bir önem kazanacak ve İnanna ile
'phallus' kültü atbaşı güçlenecektir.
Kendisine
çok şey borçlu oldugumuz ünlü “Sümer uzmanı” Bay Kramer, Sümerlerden
'ilk'ler çıkarma adına, birçok halde olguları aşırı zorlama yolunu
seçmişti. Toplumbilim alanındaki zayıflığı ise, onu, Sümerlerin ' ilk
akvaryum'u yapan uygarlık olduğu iddialarına kadar taşımıştır. Bay
Miguel Civil tarafından çözümlenerek British Archeological Journal, Iraq
Vol. XXIII (1961) Pag. 154-178'de yayınlanan bir ilahinin, bay Kramer
tarafından insanlığın 'ilk akvaryum' örneği diye tanıtılması bunun
çarpıcı bir örneğiydi. Bay Kramer'in, ilahi metninde 'balık' ve 'ev'
kelimelerinin yan yana kullanılmış olmasına dayanarak ileri sürdüğü 'ilk
akvaryum', yabancı bir erkeğin, 'gece, ay ışığı’nda gelerek yerli kadın
ile çiftleşebileceği bir aşk yuvasının, kutsal bir ev'in anlatımdan
başka bir şey değildi.
Tapınakların
başlangıçtaki ilkel yanını işliyor görünen bu ilahi sonraki tapınak,
ziggurat, ziyaret, manastır alanlarının oluşumuna da açıklık getirici
özellikteydi.
Karşı toplum birimin kadınları adına bir tanrıça veya kutsal kadın tarafından, balık totemli bir topluluğun erkeklerine yapılmış olduğu anlaşılan 'ay ışığında gel' çağrısını anlatan bu ilahi şöyleydi:
"Balığım, bir ev...
Balığım, senin için bir ev yaptım,
Ambar yaptım senin için
Eve ayrıca bir bahçe, genişletilmiş ağıl yaptım senin için,
Onun ortasını tütsüledim, bir senlik kuyusu kazdım
Kalbi şenlendiren bir yer
Kimse evine yaklaşamaz, onu bitki ile kapladım
Evde yiyecek var, en iyi cins
Evde içecek var, en iyi içecek
Evinde hiç bir sinek içki yerine saldıramaz
Evin girişine(esiğine), beğenmeyen(?) ayak basamaz
Un serpilmiş eşiğine ve sürgüsüne tütsü koydum
Ev tatlı kokan bir sedir ormanı gibi
Eve bira koydum, en iyi cins bira
Oraya bal-bira ve tatlı kurabiye.
Balığım, senin için bir ev yaptım,
Ambar yaptım senin için
Eve ayrıca bir bahçe, genişletilmiş ağıl yaptım senin için,
Onun ortasını tütsüledim, bir senlik kuyusu kazdım
Kalbi şenlendiren bir yer
Kimse evine yaklaşamaz, onu bitki ile kapladım
Evde yiyecek var, en iyi cins
Evde içecek var, en iyi içecek
Evinde hiç bir sinek içki yerine saldıramaz
Evin girişine(esiğine), beğenmeyen(?) ayak basamaz
Un serpilmiş eşiğine ve sürgüsüne tütsü koydum
Ev tatlı kokan bir sedir ormanı gibi
Eve bira koydum, en iyi cins bira
Oraya bal-bira ve tatlı kurabiye.
Tanıdığın gelsin,
Sevdiğin biri gelsin,
Baban, büyükbaban gelsin,
Büyük kardeşinin oğlu, küçük kardeşinin oğlu gelsin
Küçüğün, büyüğün gelsin,
Karin, çocukların gelsin,
Arkadaşların dostların gelsin,
Kayınbiraderin, kayınbaban gelsin,
Kim ben girebilirim derse, gelsin,
Sevdiğin biri gelsin,
Baban, büyükbaban gelsin,
Büyük kardeşinin oğlu, küçük kardeşinin oğlu gelsin
Küçüğün, büyüğün gelsin,
Karin, çocukların gelsin,
Arkadaşların dostların gelsin,
Kayınbiraderin, kayınbaban gelsin,
Kim ben girebilirim derse, gelsin,
Komsularından kimse kalmasın.
Gir benim sevgili oğlum
Gir benim iyi oğlum
Gün geçiyor, gece geliyor
Ay ışığında gir
Gün geçince, gece geldiğinde
Girerek orada dinleneceksin
Orada sana uygun bir yer yaptım
Ortasına senin için bir oturma yeri yaptım
Balığım yattığında seni biri rahatsız edemez
Oturduğunda kimse seninle kavgaya başlayamaz
Gir benim sevgili oğlum
Gir benim iyi oğlum
Gün geçiyor, gece geliyor
Ay ışığında gir
Gün geçince, gece geldiğinde
Girerek orada dinleneceksin
Orada sana uygun bir yer yaptım
Ortasına senin için bir oturma yeri yaptım
Balığım yattığında seni biri rahatsız edemez
Oturduğunda kimse seninle kavgaya başlayamaz
Gir sevgili oğlum
Gir iyi oğlum
Tuzlu bir kanal(?) gibi çalkalanma bilmeyeceksin
Nehir çöküntüsündeki gibi bozulma(?) bilmeyeceksin
Tasan bir sudaki yayılma gibi, yatağını yayma simdi
Ay ışığı girmesine(girmeden) yatağını yayma simdi
Hayretle bakmağa gelmeliyim seninle
... Gibi sevgiyle bakmaya gelmeliyim seninle
Bir kopek gibi hayretle(?) bakmağa senin yerine gelmeliyim.
. Gibi hayretle(?) bakacağım durduğun yere gelmeleriyim
Gir iyi oğlum
Tuzlu bir kanal(?) gibi çalkalanma bilmeyeceksin
Nehir çöküntüsündeki gibi bozulma(?) bilmeyeceksin
Tasan bir sudaki yayılma gibi, yatağını yayma simdi
Ay ışığı girmesine(girmeden) yatağını yayma simdi
Hayretle bakmağa gelmeliyim seninle
... Gibi sevgiyle bakmaya gelmeliyim seninle
Bir kopek gibi hayretle(?) bakmağa senin yerine gelmeliyim.
. Gibi hayretle(?) bakacağım durduğun yere gelmeleriyim
Haydi, okuz gibi ahırına, koyun gibi ağılına (gir)
Ahırına okuz gibi girdiğinde
Balığım, Asimbabbar senden memnun kalacak
Bir koyun gibi ağılına girdiğinde
Balığım Dumuzi senden memnun kalacak
Ahırına okuz gibi girdiğinde
Balığım, Asimbabbar senden memnun kalacak
Bir koyun gibi ağılına girdiğinde
Balığım Dumuzi senden memnun kalacak
Balığım gün geçti gel bana
Gün geçti gel bana
balıkçıların kıraliçesi tanrıça Nanşe senden memnun kalacak." (Kramer. Tarih Sümerde Baslar. TTK. 1990 s. 281/282)
Gün geçti gel bana
balıkçıların kıraliçesi tanrıça Nanşe senden memnun kalacak." (Kramer. Tarih Sümerde Baslar. TTK. 1990 s. 281/282)
Bu
çözümlemede , 'şenlik kuyusu', 'sinek', 'Asım babbar' gibi kavramlar
yerli yerine oturtulduğunda bu ilahi daha anlaşılır olacaktır. Fakat
kimi kavramların yetersiz çözümüne karşılık, bu ilahinin, balık totemli
toplum birim erkeğine yönelik bir aşk çağrısı ve onun aracı olarak
kurulmuş kutsal bir ev tanımı olduğu açıktır. Erkeğin güvenliğinin
özellikle vurgulanmasına özen gösteren yapısı, bu ilahinin, erken döneme
ait olduğunu gösteriyor. İlahideki açıklamaya göre, buradaki evlilik
ilişkisinin, geceleri , ' ay ışığı' altında gerçekleşecek olması,
tapınakların ve şehir surları kenarlarındaki 'aşk kapıları’nın
oluşmasından çok önceki bir dönemde bulunduğumuzu gösteriyor. Zaten
İnanna’nın, ay, Venüs gibi yıldızlarla ilişkisinin kurulmasına, İştar,
Star olarak tanımlanmasına yol açan da, başlangıçtaki, bu 'ay aydınlığı'
ve 'gece' düzeninde sürdürülen evlilik ilişkileri olmalıdır. Hilal'in,
ay değerli takvimin gelişmesinde, eski evlilik düzeninin gece eksenli
olmasının rolü olduğu açıktır.
Bay
Kramer'in Sümerlere bir 'akvaryum' yaptırmış olmasının gerekçesi olan
'balık' kavramı, balık totemli bir topluluğu anlatmaktaydı. Günümüz'de
haftanın belirli günlerinde balık yemeyi günah sayan ; 1 Nisan’da sırta
“Nisan Balığı” takma “şakaları”nı sürdüren Hıristiyan geleneğinde hala
etkili olan balık totemi, eski yaratılış anlatımlarında 'Yunus',
'Oannes' olarak da yer alıyordu. (2)
Balık
totemli erkeğe yapılan aşk daveti ile Uruk arasında bir bağlantı olup
olmadığını bilmiyoruz. Fakat İnanna’nın büyük aşk tapınağının önce
Uruk'ta kurulduğunu, Sümer-Babil yazmanlarının, binlerce yıl boyunca
Uruk'un kutsal fahişeleri ve güzel kızları üzerine yazmaktan
bıkmadıklarını biliyoruz. Uruk İnannası, yabancı erkeklerin Uruk
kadınlarıyla, tapınakta, büyük bir güvenlik içinde çiftleşmelerinin
yolunu açarak, öteki toplum birimler arasında, Uruk'un üstünlüğünü
artırmış oluyordu. Bu nedenle, büyük olasılıkla, ilahimizdeki balık
toteminin ait olduğu Eridu'nun ulu tanrısı Enki, İnanna onuruna bir
tören düzenlemekte gecikmemişe benziyor. Anlatıma göre, öteki tanrı ve
tanrıçalar, onların elcileri Eridu'ya Enki'nin mabedine davet edilirler.
Kurbanlar sunulur, elden düşmeyen kupalarda karşılıklı içkiler içilir.
Tanrılar ve elçileri, insanlar arasında barışçıl evliliğin, kardeşliğin
kurulması yönünde önemli bir adım olan Uruk tapınağının kurulmasını
sağlayan İnanna’nın onurunu yüceltirler. Bu şölende tanrılar, insanlar
adına mutlu olmuş olmalılar.
Törende
tanrıların, tanrıçaların ve onların elçilerinin ortasında bulunan,
Karabaşların Ulusu, yaşlı bilge, baba Enki ayağa kalkmış, içki kupasını
eline alarak, geri alınamaz sözlerden oluşan konuşmasına şöyle
başlamıştı:
"Yetkime dayanarak,
Dayanarak yetkime,
Tatlı kızım İnanna’ya vermek istiyorum,
Bilgeliği, bilgeliğin gücünü.
Veriyorum ona Kıraliyet tahtını.
Dayanarak yetkime,
Tatlı kızım İnanna’ya vermek istiyorum,
Bilgeliği, bilgeliğin gücünü.
Veriyorum ona Kıraliyet tahtını.
İnanna aldı kabul etti verilen her şeyi.
Yetkime dayanarak,
Dayanarak yetkime,
Vermek istiyorum
Tatlı kızım İnanna’ya ulu asayı, yüce tapınağı.
Vermek istiyorum ona sürülerin ve kraliyetin yönetimini."
Dayanarak yetkime,
Vermek istiyorum
Tatlı kızım İnanna’ya ulu asayı, yüce tapınağı.
Vermek istiyorum ona sürülerin ve kraliyetin yönetimini."
Kararları
değiştirilemeyen, sözü kader olan ulu Enki, böylece Eridu'daki
kıraliyet makamının Uruk'a taşınmasını sağlayan veya onaylayan kararını
açıklamıştı.
Sümerlerin
yeni merkezi artık Uruk olmuştu. Kutsal fahişelik kurumu zafer
bayrağını göndere çekmiş, İnanna tapınağı yücelmiş, Uruk'lu baba’ların
'kız evlatlarının doğumu' da artık böylece sağlanmıştı.
Safa Kaçmaz
Paris, 04.03.2005
Paris, 04.03.2005
E-posta: safakacmaz@yahoo.com
(1 ) Eski Ahit ve Enoş’un Kitabı bu erkek evlatları yani Enkidum, Dumuzi, Gılgamış, Kişzidum ve eşdeğerlerini 'Nefililer' veya 'Tanrı evlatları olarak niteleniyor. Bu değerlendirme, Gılgamış veya Dummuzi’lerin Tanrısal sayılması ile uyuşmaktadır.
Enoş’un Kitabı’na göre bu 'tanrı evlatları', İnsan kızlarıyla evlendikten sonra, bu insan kızlarının hepsi sadece ejderhalar doğurmuşlardı. Bu ejderhalar, insanın hazırladığı yiyecekleri ve içecekleri yiyor, içiyor ama doymuyorlardı; insanı da yemek istiyorlardı…
Bu
anlatım tarzı, benzer kelimelerle Sümer yaratılış ilahilerinde de yer
almaktadır. Okurlarıma, her yeri geldiğinde, Kutsal Kitaplardaki Âdem
ile İnsan eşitlemesinin sonra ortaya çıktığını anımsatıyorum. Kutsal
Kitaplara dayanak olan İlahilerdeki 'İnsan' kavramı, genellikle anlatıcı
toplum birimin kendisini kastederek kullandığı deyimdir. Ejderhalar,
Akrep insan, balık insan, Kuş İnsan’dı ve yemek istedikleri de anlatıcı
toplum olan 'İnsan’dı.
İnsan
kızlarının ejderha doğurması motifi, bize, Sümer topluluğunun bu
dönemde, çevredeki yabanıllarla evlilik ittifakı kurmuş olduğunu,
kızlarını onlara verdiklerini, hayvan totem ayrımının, yeni evlilik
düzeniyle birlikte daha sistemli kullanılmaya başlanmış olduğunu
gösteriyor.
(2)
Burç takviminin hayvan ağırlıklı yapısı bu dönemde totem hayvanların
toplulukları belirlemede kullanılmış olmasına bağlıdır. Eski toplum,
ilişki düzenini oluştururken hayvan ve bitki totemler seçmekle, hem
karşılıklı urun paylaşım sorununa, hem de insan yerine geçirilen hayvan
ve bitki sunu ile yamyamlık sorununa çözüm getirmeyi hedefler.
Hayvan
ve bitki totemlerinin, onların, insan kurbanı yerine geçirilerek,
insanin yaşamını kurtarma özelliğine ve bu yüzden kutsal kılındığına
değinmiştik. Başlangıçta sadece yenilebilir ve insan yiyen özelliği olan hayvan ve ağaç
ile tarımsal bitkilerden seçilen totemler, bir süre sonra anlamlarını
büyük ölçüde yitirerek, bozulmuş olmalılar. Eski toplum, evlilik
düzeninin karmaşıklaşmasına bağlı olarak, onu yeniden düzenleme
sırasında, toplum birimleri adlandırmada yeniden onlara başvurmuşa
benziyor.
Eski
Türkler veya Çinliler de, topluluklar arası bir ilişki değeri, düzeni
olarak 12 hayvanlı takvimi kullanmışlardı. Dönerli 12 yılın her birisi
bir hayvanla temsil ediliyordu. Hitit desen yazısında, Sümer-Babil
tablet anlatım ve çizimlerinde, genel olarak ayakları, elleri, başı veya
gövdesi insan ve öteki yanları at, inek, kopek, domuz, aslan, kus veya
balık olan desenlere rastlıyoruz. Musa'da Sıpa kurbanının özel önemi
görmüştük. Domuz ise, erken Sümer döneminin önemli bir sunu hayvanı idi.
Bay
Kramer, balık sözcüğünü görünce, bundan sadece balığı anlamaktadır ama
eski toplumun kutsal hayvan totemleriyle ilişkili olması, onların,
doğrudan doğruya topluluk tanımlaması olmasındandır. Eski tabletler
böyle okunduğunda anlaşılır olacaklardır. Güzeller güzeli İnanna’nın
“sakallı inek” çizimi, bu topluluğun inek, öküz, dana gibi totem hayvana
sahip olduğunu ifade eder. Üstelik bu hayvanlar renkle de
ayrıştırılmaktaydılar. Museviliğin altın, sarı, ateş renkli danası,
İnanna’nın mavi, lapis lazuli renkli danasından ayrıydı.
Yeni Hitit dönemi yazılarını çözümleyen bay H. E. Del Medico, yeni Hitit hiyeroglif yazısında “Mi. Lid-da. Aa” olarak okuduğu Malatya şehir adının, “Kara İnek-Aslan Pençesi” kelimelerinden oluştuğunu duyurmuştu. (Archiv Orientalni, November 1951 Vol. XIX, No. 1-2, pages. 67)
İ.Ö.
3 yüzyılda yaşayan din görevlisi rahip Berose, "Babyloniaca" adlı
kitabında eski Sümer-Babil ilahi geleneklerine dayanarak, 'ilk Sümer
yaratılış' dönemine ilişkin şunları yazmıştı:
«Apollodore'un
yazdığına göre, birinci yılda (Aloros zamanında ?) denizden Oannes
isimli bir hayvan çıkıp geldi. Bütün vücudu bir balık gibiydi ama balık
başının altından bir insan başı çıkıyordu. Sesi de insan sesine
benziyordu..."
Oannes, Johanna, Yunus'un, Enki-Ea ile ilişkisini gösteren işaretler bulunuyor. Geç döneme ait olarak, Enki rahiplerinin, Yunus balığı derisi giyinmiş olan çizimleri bulunmaktadır.