23.11.2006

İNANNA TAPINAĞI

Sümer-Babil toplumlarıyla ilişkili kültür alanlarında değişik 'isim' ve özellikleriyle karşılaştığımız dönem bakımından kutsal kadının sembolu olan İnanna; 'bakire', 'fahişe' ve 'tanrıça' özelliklerini kendi üzerinde birleştirmiş durumdaydı. Bununla birlikte, İnanna-İştar’ın, eski toplumdaki kadının geçirdigi sosyal evreleri anlatan 'kısır', 'bakire', fahişe', 'kutsal' özellikleri bir anda ortaya çıkmamıştır ve Sümer-Babil toplumundaki kadının evriminde ortaya çıkan sosyal kurumları anlatırlar.
Kadının, eski toplumda, hiç olmazsa Hava ana üzerinden var olduğundan yola çıkan Eski Ahit ile "Enoş'un Kitabı"nda Sümer-Babil toplumunun bozulmuş tarih anlatımını da buluyoruz. Bu kitaplarda, Adem'in (Adam, İnsan, Erkek anlamıyla!), iç güveyi olarak Havva'ya ve onun toplum birimine teslim edilişi şöyle anlatılıyordu:

"Bu nedenle adam, annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi tek beden olacak. " (Eski Ahit. Yaratılış. 2: 22/24)
Eski toplumun bir tür iç güveylik sistemi üzerine kurulmuş evlilik yapısının biçimlendirdiği akrabalık ilişkisi ve bunu ifade eden kavramlara göre, kadının doğurduğu evladın baba'sı, ananın babası olan dede veya ananın erkek kardeşi olan dayı idi. 'Göbek adı' uygulaması veya dayı’nın yeğenler üzerinde taşıdığı başlangıçtaki baba’lık hak ve sorumluluğuna işaret eden sonraki kalıntılar erken dönemin 'adaş dede-torun' veya 'baba-dayı' biçimli akrabalık sistemine dayanır. Eski toplum, 'ana erkil' diye adlandırılan bir evlilik ilişkisi aşamasından, değişik yönler taşıyarak, geçmişti.
Enoş'un Kitabı'nda, 'yaratılış' anlatımının ancak belli bir noktasına gelindikten sonra, "kız evlatların doğması’ndan bahsedilmesi de nedensiz değildir. Eski Ahit ise 'kız evlatların doğmuş' olmasından ancak “Tufan'dan sonra”ki bölümde bahsetmekteydi:
"Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu. İlahi varlıklar ('Tanrı oğulları') insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler."
(Eski Ahit. BÖLÜM 6 Yar. 6: 1-2)

Kutsal Kitap burada, erken Sümer döneminde kutsal 5 yerleşimin kurulmasından sonra gerçekleşen ve sadece bir yeniden düzenleniş töreni olan “Tufan” ritüeli sonrasına kadar, 'kızların doğmamış olması’ndan yola çıkmaktaydı. Oysa Yaratılış'ın kurgu mantığına göre Âdem ile Havva’nın oğul ve kızları olmuş olmalı, bu oğullar kendi kızkardeşleri ile evlenmiş olmalı ve onların da kız ve oğulları olmuş olmalıydı. . .

Bu bir 'kelime oyunu' konusu değildir. Bütün bu dönemlerde dişi cinsin doğduğunu biliyor olması gereken Eski Ahit düzenleyicilerinin, yine de, bu 'kızların doğumunu', Tufan'dan sonraya aktarmaları, bu noktaya özel bir vurgu yapmaları nedensiz değildir. Çünkü Sümer erken döneminde, tarih anlatıcı baba toplum birimimizin erkekleri, karılarının doğurduğu kız evlatları, henüz kendi 'kız evlat’ları olarak değerlendirmiyorlardı ve tarih anlatım tabletlerinde, ilahilerde de durumu böyle yansıtmış olmalıydılar.

Bu ilahi veya tabletlere sahip olan Eski Ahit düzenleyicileri, işte bu nedenle, mantıksal dizgeye değil, geleneksel aktarıma bağlı kalmışlar ve kız evlatların ortaya çıkısını Tufan sonrası döneme aktarmışlar gibi görünmektedir.
Sümer tarihinde, Dayı’nın baba sayılmaktan çıkmaya ve kadının kocasının, kadının doğurduğu kız evladın babası sayılmaya başlaması, tapınaklara adanmış 'kutsal fahişe'nin 'kız evladı' olarak var edilmesine bağlı olarak gelişmişe benziyor. Eski Ahit'te 'kızların doğması' seklinde tanıtım, bu kız evladın, şimdiki babası tarafından Tapınağa adanarak 'kutsal fahişe' kılınmaya başlandığı döneme denk düşmektedir. Sümer-Babil toplumunda 'Kızların dogması', bu bakımdan, asıl olarak 'kutsal fahişeliğin dogması' ile anlamdaş ve dolayısıyla zamandaştır.

'Evlat' veya 'çocuk' akrabalık kavramı, bu dönemde, babanın oğluyla sınırlı bir kavram olmaktan çıkmaya ve en azından kutsal fahişe kılınmış kız evladı (ama kız evlatlar içinde sadece onu!) da kapsamaya başlamış görünüyor. Eski Sümer-Babil toplumunda erkek ve kız evladın miras paylaşım düzenini ele aldığımızda, bu noktaya değinmiştik. Baba’nın, ilk erkek çocuğu (1) kendi toplum birim aidi kılabilmiş olması ve fakat kız evlatların henüz, bütünüyle, ana-dayı toplum birim aidi sayılmaya devam ediliyor olması, mevcut akrabalık sistemine bağlı evlilik kurallarının uygulanmasında ciddi sorunlar ortaya çıkarmış olmalı. Çünkü yürürlükte olan akrabalık ilişkilerine göre, bu kız, dayının kızı olarak bu yandaki baba ve oğulun doğal karısı sayılmaktaydı. Baba, bu kız evladı, dayı toplum birimine göndermek, kurban etmek, onu 'aşağılayarak' kendisi ve oğlu ile cinsel ilişkiden uzak tutmaya çalışmak gibi geçerliliği giderek zorlaşan çözüm biçimleri yerine, onu tanrı tapınağına adama yolunu seçer. Bu edim, başlıbaşına, kadının sosyal konumundaki büyük düzenlemelerden birisini ortaya çıkarır.

Tapınağa vakfederek onu kutsal fahişe kılmak, bu kız evlatla ilgili ortaya çıkan akrabalık ve evlilik sorunlarını tek kalemde çözümlemişe benziyor. Baba toplum birimin kutsal tapınağında, sadece yabancı toplum birim erkeğiyle yatma ödevi olan bu kız evlat, önce, baba ve oğul’un doğal karısı sayılma dönemini kapatmış olur…

Sonra da, baba toplum birim aidiyetini kazanmış olduğu için, bir anda, hem baba varislerinden birisi haline gelir, hem de, öteki kadınlardan üstün bir konuma geçer. Sümer-Babil topluluğunda, kutsal fahişelik kurumuyla birlikte, bir tek kutsal fahişe olan bu kız evlat, baba malı üzerinde miras hakkına kavuşmuştu. Kutsal fahişe kılınmış bu kadının doğurduğu evlat, tapınağa veya baba toplum birimine aittir artık. Kadın, tanrı tapınağında hamile kaldığı için biyolojik babası ister istemez tanrı olan bu evlat Sargon, Musa veya İsa olduğuna göre, bu ananın değerinin yükselmiş olması doğaldı. Bakire Meryem, kutsal fahişe kadın'ın yakın dönem örneğidir.

Kutsal fahişe kız evladın değeri bunlarla da sınırlı değildir. Karsı birim erkekleri, bu yandaki kadınların geneli üzerindeki eski kocalık haklarını bu kutsal fahişe üzerinden kullanmaya yöneltilirler. Bu ise, karşıdaki erkeklerin doğal karısı sayılan bu yandaki kadınların, doğal eş, karı olmaktan doğan cinsel ilişki yükümlülüğünü giderek köreltir. Toplum birim, öteki kadınların kendilerini yabancı erkeğe verme ödevini, büyük ölçüde, kutsal fahişenin üzerine aktarmıştır. Kutsal fahişe kadın, kutsal fahişe olmayan bütün öteki kadınların yabancı erkeğe karşı cinsel yükümlülüğünü üstlenir, kendini vakfeder, böylece hemcinsinin bireysel evlilik yolunun açılmasını da sağlamış olur.

Öteki kadın, yabancı erkeğin eski doğal karısı olma yükümlülüğü, önceleri yılda bir kez ve giderek, yaşamı boyunca bir kez kutsal alanda kendini yabancı bir erkeğe vermek biçimiyle, sembolik kılmaya başlamıştır bile. Bu ise, kutsal fahişe olmayan kadının tek erkekle evlilik yolunun açılması demekti. Daha ileri dönemde, kadının eski cinsel yükümlülüğü, maddi bir diyet ödeme yolu ile kutsal fahişenin üzerine aktarılabilecek kadar kabuk tutmuş hale geldiğinde, zaten, kutsal fahişelik, tapınakların 'kız kardeş rahibe'si ile sokağın fahişesi olarak ayrışmasını aşağı yukarı tamamlamış durumdaydı. Eski dönemlerin evlilik hak ve ödevleri, kadının genç kızlık serbesti dönemine, ilk gece hakkına, belli kutsal günlerde kocasından izin alarak yabancı bir erkekle yatma noktalarına kadar gerilemiş kalıntılar olarak, sonraki yüzyıllarda da, kalır.

Bütün bu gelişmelerin başlangıcı, iki toplum birim arasındaki evlilik ilişkilerinin artık daha ilerisine gidilmesine izin vermeyen düğümlenmeydi. Burada, evlatların, aidiyet ilişkisinin yeniden belirlenmesini gerektirecek olgunluğa ulaşmış bulunuyoruz. Evlatlar, ana toplum birim aidiyetinden baba toplum birim aidiyetine doğru, birden bire değil, fakat adım adım ve ağır bedeller ödeyerek geçmeye başlayacaklardır.
Toplumun bütün bireylerinin aidiyet çizgilerinin yeniden şekillenmesi, akrabalık sisteminin ve kavramlarının yeni içeriğine kavuşması, basitçe, bir hüviyet kartı değişimi değildir. Denilebilir ki, insan toplumu, burada, yeni bir uygarlık düzeyine çıkabilmek için, barbarlığın içine bir kez daha gömülmektedir.
Erken dönemde Sümer -Babil toplumu, bu kız evladı, kutsal fahişe ve bakire olarak ortaya çıkarabilecek noktaya henüz gelmiş değildi. Göçer topluluğun yerleşik düzene geçişi, evlilik ilişkilerinin barışçıl örgütlenmesini sağlayabilecek olanakları da ortaya çıkarır. Karşılıklı evliliğin, yerleşik düzene en uygun araçlarını geliştirebilmek artık mümkündür. Tapınak, karşıt toplum birimlerdeki kadın ve erkeğinin, bir yaşam korkusu duymadan cinsel ilişki kurabildiği evlilik alanı, aşk yuvası, özgür ve dokunulamaz tanrısal toprak halinde şekillenince, eski toplum bir uygarlık basamağına daha adımını atmış olur.

Eski toplumun bu aşamada, tanrılara, tanrıların toplulukları birbirinden ayrıştırarak kurdukları düzenin kader olarak saptadıkları yasalarına fazlasıyla gereksinimi vardı ve tanrılar eski toplumu bu yeni yürüyüşünde hiç yanliz bırakmayacaklardır. Fakat yine de, Süz'den  Süzlünün, Elam'dan, Elamlının, Meluhha'dan Meluhhalının yapımına katkıda bulunduğu ve Tanrıların onuruna kurulan tapınaklar, gerçek insanın ilişki düzenin araçlarıydı. Tapınağın en üst katındaki heykelleri aracılığıyla yılda bir kez çiftleşen tanrı ile tanrıça, Tapınağın geri kalan zamanını ve bütün aşk odalarını, manastır hücrelerini, tanrısal bir eli bollukla, yabancı erkeğin yerli kadınla çiftleşmesi için kullandırma cömertliğini gösterirler.

Toplum birimlerin kandaş’lar arası cinsel ilişki yasağı, erkeklerin yabancı kadınlarla, kadınların yabancı erkeklerle evlenmeye yönlendirilmesini sağlamıştı ama eski toplum, yine de, iç güveylik sistemini aşmaya, kadın kaçırma yabaniliğinden uzaklaşmaya, yeni yıl barış senliklerinde dağ başları veya ova kenarında toplanmanın daha ötesine geçmeye çabalar. Bir erkeğin, kendi toprağı dışında, 'yabancı bir toprağa ayak basma’sının, erken dönemde, nasıl sonuçlara yol açabileceği tahmin edilebilir. 'Toprağına, eşiğine adım attırmama' deyiminin günümüzde bile tüy urpeten özelliği eski dönemden kalmadır. Giderek danışıklı-döğüş hali kazanmış olsa bile kız kaçırma'ya bağlı modern dönemin namus cinayetleri, eski toplumda işlerin nasıl yürümüş olabileceğini anlatır. 

Böyle bir ortamda, başlangıçta gizli, sonra açık biçimler altında, erkeklerin dış evliliği yürütmeleri sorunluydu. Burada iki tarafa ait erkeğin, kendisini, kendisine tanınacak müsamaha ölçüsünde müsamaha göstermek zorunda hissetmeye başladığı anda, ortaya bir çeşit gizli anlaşma çıkmış olur. Karısının köyüne ancak geceleri, gizlice girmek zorunda olan ve bir çeşit içgüveyliğe denk düşen eski toplum evlilik örneklerini biliyoruz. Fakat bu dönemin, Sümer-Babil toplumunda nasıl yaşanmış olduğuna ilişkin ayrıntı bilgilerinden yoksunuz. Artık, karşılıklı kadın kaçırmayı ortadan kaldırarak, her iki tarafın erkeklerinin her iki tarafın kadınlarıyla, güvenlik içinde, cinsel ilişki kurmalarını sağlayabilecek bir kuruma gerek olduğu açıktı. Toplum birimin toprağının sınırları kenarında kurulabilecek böyle bir yapı, bir 'ev' bile bu sorunu, hiç olmazsa kısmen, çözebilecekti. Sümer ataları ve tanrıları, vakti geldiği anda, sonra geliştirilerek tapınak halini alacak olan bu tür yapıları kurmakta hiç gecikmeyeceklerdir.

Bu tapınaklar, karşılıklı evlenmeyi sağlayan barışçıl kardeşleşme kurumları olarak kısa sürede olağanüstü bir önem kazanacak ve İnanna ile 'phallus' kültü atbaşı güçlenecektir.

Kendisine çok şey borçlu oldugumuz ünlü “Sümer uzmanı” Bay Kramer, Sümerlerden 'ilk'ler çıkarma adına, birçok halde olguları aşırı zorlama yolunu seçmişti. Toplumbilim alanındaki zayıflığı ise, onu, Sümerlerin ' ilk akvaryum'u yapan uygarlık olduğu iddialarına kadar taşımıştır. Bay Miguel Civil tarafından çözümlenerek British Archeological Journal, Iraq Vol. XXIII (1961) Pag. 154-178'de yayınlanan bir ilahinin, bay Kramer tarafından insanlığın 'ilk akvaryum' örneği diye tanıtılması bunun çarpıcı bir örneğiydi. Bay Kramer'in, ilahi metninde 'balık' ve 'ev' kelimelerinin yan yana kullanılmış olmasına dayanarak ileri sürdüğü 'ilk akvaryum', yabancı bir erkeğin, 'gece, ay ışığı’nda gelerek yerli kadın ile çiftleşebileceği bir aşk yuvasının, kutsal bir ev'in anlatımdan başka bir şey değildi.
Tapınakların başlangıçtaki ilkel yanını işliyor görünen bu ilahi sonraki tapınak, ziggurat, ziyaret, manastır alanlarının oluşumuna da açıklık getirici özellikteydi.

Karşı toplum birimin kadınları adına bir tanrıça veya kutsal kadın tarafından, balık totemli bir topluluğun erkeklerine yapılmış olduğu anlaşılan 'ay ışığında gel' çağrısını anlatan bu ilahi şöyleydi:
"Balığım, bir ev...
Balığım, senin için bir ev yaptım,
Ambar yaptım senin için
Eve ayrıca bir bahçe, genişletilmiş ağıl yaptım senin için,
Onun ortasını tütsüledim, bir senlik kuyusu kazdım
Kalbi şenlendiren bir yer
Kimse evine yaklaşamaz, onu bitki ile kapladım
Evde yiyecek var, en iyi cins
Evde içecek var, en iyi içecek
Evinde hiç bir sinek içki yerine saldıramaz
Evin girişine(esiğine), beğenmeyen(?) ayak basamaz
Un serpilmiş eşiğine ve sürgüsüne tütsü koydum
Ev tatlı kokan bir sedir ormanı gibi
Eve bira koydum, en iyi cins bira
Oraya bal-bira ve tatlı kurabiye.
Tanıdığın gelsin,
Sevdiğin biri gelsin,
Baban, büyükbaban gelsin,
Büyük kardeşinin oğlu, küçük kardeşinin oğlu gelsin
Küçüğün, büyüğün gelsin,
Karin, çocukların gelsin,
Arkadaşların dostların gelsin,
Kayınbiraderin, kayınbaban gelsin,
Kim ben girebilirim derse, gelsin,
Komsularından kimse kalmasın.
Gir benim sevgili oğlum
Gir benim iyi oğlum
Gün geçiyor, gece geliyor
Ay ışığında gir
Gün geçince, gece geldiğinde
Girerek orada dinleneceksin
Orada sana uygun bir yer yaptım
Ortasına senin için bir oturma yeri yaptım
Balığım yattığında seni biri rahatsız edemez
Oturduğunda kimse seninle kavgaya başlayamaz
Gir sevgili oğlum
Gir iyi oğlum
Tuzlu bir kanal(?) gibi çalkalanma bilmeyeceksin
Nehir çöküntüsündeki gibi bozulma(?) bilmeyeceksin
Tasan bir sudaki yayılma gibi, yatağını yayma simdi
Ay ışığı girmesine(girmeden) yatağını yayma simdi
Hayretle bakmağa gelmeliyim seninle
... Gibi sevgiyle bakmaya gelmeliyim seninle
Bir kopek gibi hayretle(?) bakmağa senin yerine gelmeliyim.
. Gibi hayretle(?) bakacağım durduğun yere gelmeleriyim
Haydi, okuz gibi ahırına, koyun gibi ağılına (gir)
Ahırına okuz gibi girdiğinde
Balığım, Asimbabbar senden memnun kalacak
Bir koyun gibi ağılına girdiğinde
Balığım Dumuzi senden memnun kalacak
Balığım gün geçti gel bana
Gün geçti gel bana
balıkçıların kıraliçesi tanrıça Nanşe senden memnun kalacak." (Kramer. Tarih Sümerde Baslar. TTK. 1990 s. 281/282)
Bu çözümlemede , 'şenlik kuyusu', 'sinek', 'Asım babbar' gibi kavramlar yerli yerine oturtulduğunda bu ilahi daha anlaşılır olacaktır. Fakat kimi kavramların yetersiz çözümüne karşılık, bu ilahinin, balık totemli toplum birim erkeğine yönelik bir aşk çağrısı ve onun aracı olarak kurulmuş kutsal bir ev tanımı olduğu açıktır. Erkeğin güvenliğinin özellikle vurgulanmasına özen gösteren yapısı, bu ilahinin, erken döneme ait olduğunu gösteriyor. İlahideki açıklamaya göre, buradaki evlilik ilişkisinin, geceleri , ' ay ışığı' altında gerçekleşecek olması, tapınakların ve şehir surları kenarlarındaki 'aşk kapıları’nın oluşmasından çok önceki bir dönemde bulunduğumuzu gösteriyor. Zaten İnanna’nın, ay, Venüs gibi yıldızlarla ilişkisinin kurulmasına, İştar, Star olarak tanımlanmasına yol açan da, başlangıçtaki, bu 'ay aydınlığı' ve 'gece' düzeninde sürdürülen evlilik ilişkileri olmalıdır. Hilal'in, ay değerli takvimin gelişmesinde, eski evlilik düzeninin gece eksenli olmasının rolü olduğu açıktır.
Bay Kramer'in Sümerlere bir 'akvaryum' yaptırmış olmasının gerekçesi olan 'balık' kavramı, balık totemli bir topluluğu anlatmaktaydı. Günümüz'de haftanın belirli günlerinde balık yemeyi günah sayan ; 1 Nisan’da  sırta “Nisan Balığı” takma “şakaları”nı sürdüren Hıristiyan geleneğinde hala etkili olan balık totemi, eski yaratılış anlatımlarında 'Yunus', 'Oannes' olarak da yer alıyordu. (2)
Balık totemli erkeğe yapılan aşk daveti ile Uruk arasında bir bağlantı olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat İnanna’nın büyük aşk tapınağının önce Uruk'ta kurulduğunu, Sümer-Babil yazmanlarının, binlerce yıl boyunca Uruk'un kutsal fahişeleri ve güzel kızları üzerine yazmaktan bıkmadıklarını biliyoruz. Uruk İnannası, yabancı erkeklerin Uruk kadınlarıyla, tapınakta, büyük bir güvenlik içinde çiftleşmelerinin yolunu açarak, öteki toplum birimler arasında, Uruk'un üstünlüğünü artırmış oluyordu. Bu nedenle, büyük olasılıkla, ilahimizdeki balık toteminin ait olduğu Eridu'nun ulu tanrısı Enki, İnanna onuruna bir tören düzenlemekte gecikmemişe benziyor. Anlatıma göre, öteki tanrı ve tanrıçalar, onların elcileri Eridu'ya Enki'nin mabedine davet edilirler. Kurbanlar sunulur, elden düşmeyen kupalarda karşılıklı içkiler içilir. Tanrılar ve elçileri, insanlar arasında barışçıl evliliğin, kardeşliğin kurulması yönünde önemli bir adım olan Uruk tapınağının kurulmasını sağlayan İnanna’nın onurunu yüceltirler. Bu şölende tanrılar, insanlar adına mutlu olmuş olmalılar.
Törende tanrıların, tanrıçaların ve onların elçilerinin ortasında bulunan, Karabaşların Ulusu, yaşlı bilge, baba Enki ayağa kalkmış, içki kupasını eline alarak, geri alınamaz sözlerden oluşan konuşmasına şöyle başlamıştı:
"Yetkime dayanarak,
Dayanarak yetkime,
Tatlı kızım İnanna’ya vermek istiyorum,
Bilgeliği, bilgeliğin gücünü.
Veriyorum ona Kıraliyet tahtını.
İnanna aldı kabul etti verilen her şeyi.
Yetkime dayanarak,
Dayanarak yetkime,
Vermek istiyorum
Tatlı kızım İnanna’ya ulu asayı, yüce tapınağı.
Vermek istiyorum ona sürülerin ve kraliyetin yönetimini."

Kararları değiştirilemeyen, sözü kader olan ulu Enki, böylece Eridu'daki kıraliyet makamının Uruk'a taşınmasını sağlayan veya onaylayan kararını açıklamıştı.

Sümerlerin yeni merkezi artık Uruk olmuştu. Kutsal fahişelik kurumu zafer bayrağını göndere çekmiş, İnanna tapınağı yücelmiş, Uruk'lu baba’ların 'kız evlatlarının doğumu' da artık böylece sağlanmıştı.

Safa Kaçmaz
Paris, 04.03.2005

(1 ) Eski Ahit ve Enoş’un Kitabı bu erkek evlatları yani Enkidum, Dumuzi, Gılgamış, Kişzidum ve eşdeğerlerini 'Nefililer' veya 'Tanrı evlatları olarak niteleniyor. Bu değerlendirme, Gılgamış veya Dummuzi’lerin Tanrısal sayılması ile uyuşmaktadır.

Enoş’un Kitabı’na göre bu 'tanrı evlatları', İnsan kızlarıyla evlendikten sonra, bu insan kızlarının hepsi sadece ejderhalar doğurmuşlardı. Bu ejderhalar, insanın hazırladığı yiyecekleri ve içecekleri yiyor, içiyor ama doymuyorlardı; insanı da yemek istiyorlardı… 

Bu anlatım tarzı, benzer kelimelerle Sümer yaratılış ilahilerinde de yer almaktadır. Okurlarıma, her yeri geldiğinde, Kutsal Kitaplardaki Âdem ile İnsan eşitlemesinin sonra ortaya çıktığını anımsatıyorum. Kutsal Kitaplara dayanak olan İlahilerdeki 'İnsan' kavramı, genellikle anlatıcı toplum birimin kendisini kastederek kullandığı deyimdir. Ejderhalar, Akrep insan, balık insan, Kuş İnsan’dı ve yemek istedikleri de anlatıcı toplum olan 'İnsan’dı. 

İnsan kızlarının ejderha doğurması motifi, bize, Sümer topluluğunun bu dönemde, çevredeki yabanıllarla evlilik ittifakı kurmuş olduğunu, kızlarını onlara verdiklerini, hayvan totem ayrımının, yeni evlilik düzeniyle birlikte daha sistemli kullanılmaya başlanmış olduğunu gösteriyor. 

(2) Burç takviminin hayvan ağırlıklı yapısı bu dönemde totem hayvanların toplulukları belirlemede kullanılmış olmasına bağlıdır. Eski toplum, ilişki düzenini oluştururken hayvan ve bitki totemler seçmekle, hem karşılıklı urun paylaşım sorununa, hem de insan yerine geçirilen hayvan ve bitki sunu ile yamyamlık sorununa çözüm getirmeyi hedefler.

Hayvan ve bitki totemlerinin, onların, insan kurbanı yerine geçirilerek, insanin yaşamını kurtarma özelliğine ve bu yüzden kutsal kılındığına değinmiştik. Başlangıçta sadece yenilebilir ve insan yiyen  özelliği olan hayvan ve  ağaç ile tarımsal bitkilerden seçilen totemler, bir süre sonra anlamlarını büyük ölçüde yitirerek, bozulmuş olmalılar. Eski toplum, evlilik düzeninin karmaşıklaşmasına bağlı olarak, onu yeniden düzenleme sırasında, toplum birimleri adlandırmada yeniden onlara başvurmuşa benziyor.
Eski Türkler veya Çinliler de, topluluklar arası bir ilişki değeri, düzeni olarak 12 hayvanlı takvimi kullanmışlardı. Dönerli 12 yılın her birisi bir hayvanla temsil ediliyordu. Hitit desen yazısında, Sümer-Babil tablet anlatım ve çizimlerinde, genel olarak ayakları, elleri, başı veya gövdesi insan ve öteki yanları at, inek, kopek, domuz, aslan, kus veya balık olan desenlere rastlıyoruz. Musa'da Sıpa kurbanının özel önemi görmüştük. Domuz ise, erken Sümer döneminin önemli bir sunu hayvanı idi. 

Bay Kramer, balık sözcüğünü görünce, bundan sadece balığı anlamaktadır ama eski toplumun kutsal hayvan totemleriyle ilişkili olması, onların, doğrudan doğruya topluluk tanımlaması olmasındandır. Eski tabletler böyle okunduğunda anlaşılır olacaklardır. Güzeller güzeli İnanna’nın “sakallı inek” çizimi, bu topluluğun inek, öküz, dana gibi totem hayvana sahip olduğunu ifade eder. Üstelik bu hayvanlar renkle de ayrıştırılmaktaydılar. Museviliğin altın, sarı, ateş renkli danası, İnanna’nın mavi, lapis lazuli renkli danasından ayrıydı.

Yeni Hitit dönemi yazılarını çözümleyen bay H. E. Del Medico, yeni Hitit hiyeroglif yazısında “Mi. Lid-da. Aa” olarak okuduğu Malatya şehir adının, “Kara İnek-Aslan Pençesi” kelimelerinden oluştuğunu duyurmuştu. (Archiv Orientalni, November 1951 Vol. XIX, No. 1-2, pages. 67) 

İ.Ö. 3 yüzyılda yaşayan din görevlisi rahip Berose, "Babyloniaca" adlı kitabında eski Sümer-Babil ilahi geleneklerine dayanarak, 'ilk Sümer yaratılış' dönemine ilişkin şunları yazmıştı:

 «Apollodore'un yazdığına göre, birinci yılda (Aloros zamanında ?) denizden Oannes isimli bir hayvan çıkıp geldi. Bütün vücudu bir balık gibiydi ama balık başının altından bir insan başı çıkıyordu. Sesi de insan sesine benziyordu..."
Oannes, Johanna, Yunus'un, Enki-Ea ile ilişkisini gösteren işaretler bulunuyor. Geç döneme ait olarak, Enki rahiplerinin, Yunus  balığı derisi  giyinmiş olan çizimleri bulunmaktadır.