24.11.2006

Eski Toplum-Tarih-Din

Eski Toplum-Tarih-Din

[ÇALISMA NOTLARI]

 
 



Açiklama
 
Su siralar,uç kutsal dinin yazin kaynaklari ile 
bagintili olarak Enuma  Elis’in  incelenmesine
baslamaliydim... ama simdi o konuyu
bir sure ertelemek zorunda  kaldim.

Enuma Elis ,ozellikle Isacilik,ates ve gok tapimciligi yonunden, onemli. Enuma Elis’in Turkçe tercumesini içeren yayinlanmis kitaplara ulasamadim ama , Babil veya Assur biçimlerine dayandigi anlasilan,kaynagi pek belirgin olmayan, bazi turkçe çevirileri internette buldum.Fakat bunlar,Enuma Elis tabletlerinin, Babil ve Assur topluluklarinda binlerce yil boyunca geçerli dinlere temel olan kutsal bir ilahi oldugu olgusunu hesaba pek katmamislar ;anlasilmasi guç,masalimsi bir yazi haliyle aktarmislar gibi gorunuyor.Dogal olarak da,hiristiyanlik,kutsal kopek,kutsal seytan,kutsal ates…gibi noktalar uzerinden gunumuze uzanan yazin ve inanç baglantilari orada yer almaz.

Enuma Elis tabletlerinin tam bir donusturmesi de henuz yapilmis sayilmaz aslinda.Geçen yaz, bu ilahiyi içeren tabletlerin yeniden çozumu uzerinde son birkaç yildir çalisan, Université d'Aix en Provence’de ogretim uyesi prof. monsieur Remo Mugnaioni’nin yonettigi hizlandirilmis yaz kurslarina katilma olanagi bulmustum.Bu,benim için biraz geç kalmis bir çaba olsa da,hiç olmazsa,akadça’nin elemanter dil ozelliklerini tanima bakimindan yararlandigim bir onegitim oldu.Firansa’nin genç nesil bilim adamlarindan bay Mugnaioni’nin,ilgili tabletleri,bu kurslarda bolum bolum, yeniden çozumleme çabalari umarim bir kaç yil içinde olumlu bir sonuç verir ve Enuma Elis’in daha tam,daha anlasilir,daha az eksikli bir çozumune erisebiliriz…

Enuma Elis,simdi Turkiye’de de bir sarlatanlik konusu olarak kullanilan ‘Marduk’ kavraminin bilimsel çozumu bakimindan da onemli...Enuma Elis uzerine derinlestirilmis bir çalisma yurutmeden, Marduk’la 2012 yilindaki yildizsal bulusma ‘çalismalari’nin argumanlarini karsilastirmaya yonelmek pek yararli olmayacakti.. Fakat simdiden bilmek yararli olabilir ki,Yildiz’li iddia,Marduk kavramini, i.o 1600’lerdeki bir dogasal olaya bagli olarak ortaya çikmis olarak ele alirken,Marduk tanimi,daha -1750’lere ait Hammurabi yasalarinda Babil’in (=ve Assur’un) merkezi tanrisi olarak kullanilir ; daha eski bir tarihte kaydedilmis olmasi gereken Enuma Elis tabletlerinde ise, ‘yaratilisin’ en baslangicinda,merkeze yerlestirilmis olarak yer alir.Bu ‘baslangiç’,eski kutsal ilahiler bakimindan -4.binli yillara denk dustugune gore,demek ki,Enuma Elis’in Marduk (= veya Assur)’ u erken Sumer-Sami topluluklarinin en temel kutsal kavram-varliklarindan birisiydi.Daha onceki yazilarimda, Marduk/Namrut/Assur’un,En-maru-Utu gibi « Gunesin oglu », « Gunesin,Atesin,Gogun kutsal danasi » anlamlarina gelen yazilimlari uzerinde durmus,bunun, Semitik ates-gunes kultundeki kutsal buyuk ogul,’Topraktan’ yaratilan Adem’in karsit ve esdegeri olan ‘atesten’ yaratilmis ‘seytan’ ;Dumuzi’nin karsit ve esdegeri Gilgamis’in erken on biçimleri oldugunu vb. izah etmeye çalismistim.Enuma Elis’teki anlaticimiz,asil olarak semitik ates-gunes-gok kult topluluklari oldugu için,bu anlatimlarin, daha sonra Seytan=Insan iliskisi halini alacak olan daha erken donemin bir asamasina denk dustugu anlasilir.Bu bakimdan, Marduk ve oteki onemli eski kavramlari,butun bunlari içeren en temel ilgili belgelerden birisi olan Enuma Elis’i taninma çabasina bagli olarak ele almak gerek.Bu bekleme, zaman kaybettirmis gibi gorunse de,dogrusu bu.’Sirlar’, ’Gizler’, Yildizlar’ dunyasina ait ‘maddeci’ gorunumlu sarlatanlik,once de vardi,bundan sonra da olacaktir herhalde… Ustelik,su anda benim genis bir okur kitlesine ulasma olanagim da bulunmuyor.

Bu arada yinelemeliyim ki,eski ve modern insan toplumuyla ilgili olarak sonuçlari burada yayinlanan yazilardaki çalisma tarzi ve temel çikis noktalariyla, yildizlarda Marduk inanç arayiciligi yapanlar arasinda herhangi bir yakinlik veya baglanti bulunmaz.Benim çalismalarimin merkezinde,ay,gunes, yildiz, ruh,dusunce,giz,cehalet vb. gibi tipik ve yaygin ‘açiklama’ motifleri degil,gerçek insan toplumunun gerçek yasaminin gerçek iliskileri,gerçek kurumlari bulunur.Parlak sozcuklerin içi bos alanlarinda gezilmez ;sadelik,dogal yapinin yansiticisi olarak kullanilir.Yarattigi kavramlar etrafinda donen felsefecilik ve toplumbilimciligin kanatlarini kavurdugu ates,en yalin ve en dogal ozellikleri içinde incelenir.Bu,toplumun kendisidir.

Enuma Elis’in incelenmesine degin gececek ara içinde,dileyenler,bay Akurgal’in,bulunmus ve çozumlenmis eski tabletlere dayanarak , -1700’lerden baslayan ve -12.yuzyila kadar,herhangi bir kesintiye ugramadan, neredeyse yil yil-ay ay izlenebilen Hitit tarih aktarimina kaynak olarak basvurabilirler. io.1600’lerde ‘gerçeklesmis’ buyuk yildizsal sozde felaketin tek bir izini içermeyen,bay Akurgal’in bu çalisma sonuçlari bile,‘Tanrilarin arabalari’ turunden kitap yazan ‘bilimsel’cilerin çuruk temellerini,daha en basta, gormeye yeter.Bay Akurgal’in eserlerine ulasmak ise, mumkun zaten.

Eski topluma iliskin çalismalarimin sonuçlarini ,sinirli yayinlama olanaklariyla,çesitli yazisma guruplari veya sitelerde yayinlamaya basladigim ilk siralarda ,alisilagelmis yaklasimlardan farkli olan vargi ve yorumlarimi ifade etmekte hayli guçluk çekiyordum.Bu çalismalar bir kitap haliyle toplu olarak yayinlanmamisti. (Simdi de kitap olarak yayinlanmis degil ama,hiç olmazsa,dileyenlerin,tum yazilara ulasabilecegi bir ortam var su anda..) Bu durum ise,o siralarda, bazi noktalari, her ayri makalede, yeniden ve yeniden açiklamak,ifadeleri basitlestirmek gibi bir zorluk yaratiyordu. Geçen bir kaç yillik bu sure içinde,’kardesler arasi ayrilik’,’akrabalik kavramlari’, ’kurban’, ‘tufan’,fahiselik,evlilik turleri gibi eski topluma ait yiyecek ve cinsel iliski,toplum birimlerin orgutlenme ve paylasim kurumlarini bir çok yonuyle yeniden tanimlayan,onlarin ana çerçeveleri yeniden çizen çalisma sonuçlarinin yayinlanmis olmasi,simdi bana ,yeni yazilari daha rahat ifade edilebilme olanagi saglamis bulunuyor.Oyle saniyorum ki,Turkiye’de artik ilgili konularda yazan veya kitap hazirlayanlar,eskiden bulduklari ‘rahatlikla’,benzer ezber ve bayat otorite tezlerini yinelemekte guçluk çekeceklerdir.Buna karsilik,insanbilim alaninda bilimsel çalisma yurutecek olanlar ise,hiç olmazsa ana çerçeveleri belirmeye baslamis bu yazilara yon veren yaklasimdan da guç alabileceklerdir.

Bununla birlikte,bu alandaki sorunlar butunuyle asilmis sayilamaz ve okurun,benim yeni vargilara ulasirken izledigim yollara,inceledigim yazilara,dusunsel surece dahil edilmesi de,bana,yararli olacak gibi gorundu. Daginikligimin toparlanmis olacak olmasi da bir gerekçe,dogal olarak.

Bu nedenlerle ,«eski defterleri» karistirma olanagi buldugum su siralarda,onlari yeniden gozden geçirmek,duzenlemek ve yayinlamak gibi bir yeni is yarattim kendime :Eski notlarin,kitap bolumlerinin yayinlanmasi…

Bunlar,ya daktilo ile ,ya da el yazisi ile yazdigim yazilardan, kitap kenarlarina ilistirdigim ,kopuk-kesik notlardan olusuyor.Ne iç duzenleri var,ne de tarihsel bir siralamasi.O siralar bilgisayarla da tanismamistim daha.Bunlar benim 80’li yillarin ortalarindan 90 sonlarina kadar geçen zamanda yeni fikirlerimdeki olgunlasmanin da bir çesit yansiticilaridir.Içlerinde en duzenli olanlarindan, yayinladigim yazilarimda zaten buyuk olçude,yararlanmistim.

Bu notlari yayinlarken,yineleme noktalarini ,mumkun oldugunca ayiklamaya çaliyorum.Onlarda yer alan yorum veya vargilarin bir kismi ,dogal olarak, su anda geride kalmis olan ,o siralarda henuz tam olgunlasmamis fikirler olma ozelliklerini de tasiyor.Marksist kavram ve içerige bagli kalan,ondan henuz kopmamis degerlendirmeler var.Bu haldeki ifadelere dokunmak yerine,dipnotlarda bazi açiklamalar yapma olanagini kullanmak bana daha uygun geldi.Dipnot yazma uygulamasini,aktarilmasi bana gerekli gorunen okudugum kitap bolumlerini yayinlarken de kullanmak istiyorum.

Dusunce surecinin gelisimini, eski dusuncelerden (bu, insanbilimin degisik okullarina ait ‘geleneksel gorusler’ anlamindadir da ) kopusun ve giderek yeniden olusumun izlenmesi bakimindan dogru olan metotun bu olacagini saniyorum.Kimseye bir yarar saglamayacak olsa bile,hiç olmazsa kendimi izleme olanagini verecek bu bana.Simdiden bu çalismalari incelemeye vakit harcayan okur bakimindan da bilgilenme yararlari saglayacaktir,sanirim.

Umuyorum ki,butun bu notlarin yayini ,hem genel olarak dinlerin ve hem de Enuma Elis tabletlerinin çozum ve yorumlanmasinda ,okurla birlikte ayni anda benim, daha rahat bir ortamda ,hareket etmem(iz)e yardimci olacaktir.

[ULUSLARARASI iLiSKILER TARiHi

(Baslangiçtan bugüne DiPLOMASi TARiHi)

( Birinci Cilt / Bu cilt S.S.C.B. Bilimler Akademisi Üyesi V. Potyemkin yönetiminde, S.S.C.B. Bilimler Akademisi Üyeleri Prof. S. Bakrusin, Prof. A. Efimov, Prof. I. Mintz, Prof. E. Kosminski tarafindan yazilmistir. / Dilimize ATILLA TOKATLI ta­rafindan çevrilmistir./ Dizgi - Baski: Tomurcuk Matbaasi.

Bilim / Belge / Inceleme 72

Büyük Dizi

1. Basim Eylül 1977

MAY YAYINLARI ]

ESKI DOGU DIPLOMASISININ BELGELERI

Tel Amarna Mektuplasmasi

(iö. XV.-XIV. yüzyillar)

Eski Dogu tarihinden belirli sayida belge kalmistir bize. Daha çok diplomatik mektuplar ve uluslararasi antlasma metinlerinden meydana gelen bu belgeler, Yakin Dogu kralliklari arasinda etkin iliskiler bulundugunu ortaya koymaktadir.

Bu devletlerin en büyügü Misir'di o çagda. Sinirlari, I.Ö. II. bi­nin ortalarina rastlayan XVIII. hanedan döneminde, Bati Toros'lar­dan Firat'a kadar uzanmaktaydi.Misir'in; eski Orta Dogu'nun uluslararasi hayatinda da belirleyici rolü vardi. Misirlilar, o çag dün­yasinin bilinen ülkeleriyle yogun bir kültür, ticaret ve siyaset alisverisi içindeydiler. Bu ülkelerin bellibaslilari sunlardi: Küçük As­ya'daki Hitit kralligi, Mezopotamya'nin kuzey ve güneyindeki dev­letler, Mitanni, Babil, Asur, Suriye ve Palestin prenslikleri, Girit kralligi ve Ege adalariydi. Özellikle dis islerine bakan bir kançilarya, diplomatik yazismalarla ugrasmaktaydi.

Dogu diplomasisinin belgeleri arasinda, hem içerikleri hem de zenginlikleri bakimindan en ilgi çekici olanlar, Tel Amarna mektup­lari ve I.Ö. 1278 yilinda firavun Ramses II ile Hitit krali Hattusil III arasinda yapilan antlasmanin metnidir.

Firavun Amenofis (ya da Amenhotep)'in eski baskenti Amarna, Orta Misir'da, Nil'in dogu kiyisinda yükselmekteydi. Iste XVIII. ha­nedan firavunlarindan Amenofis III ve .Amenofis IV'ün diplomatik yazismalarini içeren arsivler, bu kentin kalintilari arasindaki Ame­nofis sarayinda 1887-1888 yillarinda yapilan kazilar sirasinda bulunmustur. I.Ö. xv-xiv. yüzyillara ait olan söz konusu arsivler bugün, Londra'daki British Museum ile Berlin Devlet Müzesi'nin kolleksi­yonlari arasinda yer almaktadir. Yaklasik olarak üç yüz altmis kil tabletten meydana gelen bu arsivler, firavunlar tarafindan öbür dev­let baskanlarina ve Misir'a bagimli bulunan Suriye prensIerine ya­zilmis mektuplarla bu mektuplara verilmis cevaplarin metinlerini kapsamaktadir. Bunun yani sira, Hitit krali Subhiluliyuma'nin Hitit­lerin baskenti bugünkü Ankara dolaylarindaki Bogazköy'de bulunan arsivleri, Misir arsivleri için önemli bir tümleyici öge meydana ge­tirmektedir.

Tel Amarna (ya da, Tel al Amarna) yazismasinin büyük bir kis­mi, o zamanki Suriye ve Palestin prensIeri tarafindan bagimli bulunduklari firavuna yazilmis mektuplardan olusmaktadir. Söz konusu prenslikler, eski Dogu dünyasinin en kudretli iki imparatorlugu olan Hitit kralligi ile Misir arasinda birer tampon devlet rolü oynamaktay­dilar. Ve firavun, Suriye'deki etkisini güçlendirmek bakimindan, bu prensler arasindaki düsmanligi sürekli sekilde uyanik tutmakta ya­rar görüyordu. Suriyeli ve Palestinli prensler tarafindan yazilan mek­tuplar, genellikle, firavuna yöneItilmis övgü, selam ve baglilik duy­gulari ile hükümdarlar arasi evlilik tasari ve tartismalari ve özel­likle de yardim, altin ve degerli armagan istekleriyle doludur: «Kum gibi altin vardir Misir'da» (1) cümlesi, bu mektuplarda sürekli rastla­nan bir çesit nakarat gibidir. Bazen de bu isteklere, pek dogal ola­rak, karsilikli sikayetler, suçlamalar, ihbarlar ve iftiralar eklenmek­tedir.

Misirlilarin yani sira Hititler de Suriye ve Palestin bölgeleri üzerinde egemenlik kurmak istiyorlardi. Ve Hititlerin bu bölgedeki etkisi, IÖ. 1380-1346 yillari arasinda saltanat süren kral Subbilu­liyuma devrinde en yüksek noktasina ulasmis bulunuyordu. Nitekim söz konusu hükümdar, Misir'in Asya'daki zengin demir madenIeri­ne sahip Sina yarimadasi ve zengin ormanlara sahip Lübnan gibi sömürgeleri üzerinde hak iddia edecek ve bellibasli ulasim yollarini ele geçirmege girisecektir. Gücü gittikçe artan bu rakip, firavun­lari, Hititlere düsman Mezopotamya Devletleri arasinda kendilerine müttefik aramaga zorlamistir. Bunlar da, Mitanni ve Babil Devlet­leri olacaktir. Nitekim Tel Amarna arsivlerinde, Mitanni ve Babil krallari tarafindan Amenofis III ve Amenofis IV'e yazilmis diplo­matik mektuplar da yer almaktadir. Oldukça degisik ve zengin bir içerigi olan bu son yazismada, devletlerin hükümdarlarla tamamiyle özdes tutuldugunu görüyoruz. Bu mektuplarin birinde, Amenofis III, hareminde bir Babil prensesi görmek istedigini söylemekte; ve «kardesim» diye hitap ettigi Babil krali Kadasman Karb'i bu arzu­sundan haberli kilmaktadir. Söz konusu «kardes» ise, firavunun karilarindan biri olan kizkardesinin çekmekte bulundugu acilari öne sürerek, bu istegi karsilamaga pek yanasmiyor. Verdigi cevapta Ame­nofis, Babil elçilerinin kötü niyetli kisiler olusundan yakiniyor ve «kardes»ine kizkardesi hakkinda yalan bilgiler sunmus olduklarini ileri sürüyor. Buna karsilik Kadasman Karb, elçilerine geregince deger verip yildönümü senliklerine bile çagirmadigi için sitemde bulunuyor firavuna. Mektuplasmanin sonunda Babil hükümdarinin,ki­zini Misir sarayina gelin göndermege razi oldugunu; ama buna ödün olarak da bol altin ve çesitli armaganlarin yani sira kendi haremine bir Misirli prenses istedigini görüyoruz.(2) Söz konusu mektup, alisilmis selam sözleri ve «kardesçe» iyilik dilekleriyle baslamaktadir:

«Kardesim Misir kralina, kardesi Karduanyas (Babil) krali Ka­dasman Karb'dan. Yuvana, karilarina, bütün ülkene selam ederim.

Arabalarina, atlarina, satraplarina (ilbaylarin), herkese ve hepsine selam üstüne selam ederim.»

Ve sürekli bir altin ve armagan istegiyle son buluyor ayni mektup:

«Altina gelince, bol altin gönder bana, elçilerinin yola çikmasini beklemeksizin gönder. Hemen gönder, elinden geldigince çabuk gön­der, su hasat vaktini geçirme sakin, Temmuz ayinda gönder.»

Mitanni krali Dusratta'nin altin talebi, Kadasman Karb'inkinden hiç de asagi kalmiyor. Nitekim bu hükümdar, Amenofis IV'e yazdigi bir mektubu su sözlerle sona erdirmekte:

«Aman kardesim bana altin yollasin, sayilamayacak kadar çok miktarda altin yollasin... Çünkü kardesimin ülkesinde çok altin var­dir, kum gibi altin vardir orada. Kardesimin zaten çok olan altinlarini, dilerim, tanrilar on kat daha çogaltsin.»

Hemen ardindan da, bu altinlara karsilik firavuna her türlü hizmette bulunmaga hazir oldugunu bildiriyor Dusratta:

«Kendi evi için benden bir sey dileyecek olursa kardesim, istediginin on katini veririm ona. Topragim topragidir, evim evidir:»

Bütün bu belgeler çivi yazisiyledir; ve o devrin uluslararasi diplomatik dili olan Babil dilinde yazilmistir. .

Misir Firavunu Ramses ile Hitit Krali Hattusil III Arasindaki Antlasma (I. Ö. 1278)

Bir sonraki yüzyil, Hititlerle Misirlilar arasindaki kanli savaslar­la dolu olarak geçecektir. Ne var ki bu savaslar sonucunda kesin bir sonuç alinamamis, ama her iki taraf büyük ölçüde güçsüz düsmüstür.

Iste bu zayif düsme ve tam bir zafer kazanma konusundaki belirsizlik, taraflari karsilikli ödün vermege ve bir ittifak kurmaga zorlaya­caktir. .

Baris IÖ. 1278 yilinda imzalanmis; barisin yani sira, XIX. hane­dan firavunu Ramses II ile bu ittifak girisimini baslatmis bulunan Hitit krali Hattusil III arasinda bir antlasma yapilmistir. Uzun müzake­relerden sonra Hattusil, «bir gümüs tablet üzerine kazili» bir antlasma taslagi yollayacaktir Ramses'e. Bu belgenin resmiligini gerçekIe­mek amaciyle, tabletin yüzünde, hükümdari yel ve simsek tanrisi Te­sub'un yaninda ayakta gösteren bir resimi kazili bulunmaktadir. Tab­letin ters yüzü ise, Hitit kraliçesini günes tanriçasi Arinne'nin esligin­de gösteren bir resim vardir.(3)

Hitit krali tarafindan sunulan baris kosullarini kabul eden Ramses II, ona, üzerinde baris antlasmasinin metninin kazili oldugu bir bas­ka tablet yolladi. Devlet mühürleri ve hükümdar imzalari her iki bel­geyi de resmilestirmekteydi.

Böylece bir antlasma haline giren bu antlasma, çivi yazili tabletler halinde ve üç nüsha olarak bize kadar ulasmis bulunmaktadir. Es­ki Misir dilinde kaleme alinmis olan ilk iki nüsha, Karnak ve Rames­seum'da, Hitit dilindeki üçuncü nüsha ise Bogazköy'de kesfedilmistir. Böylece, antlasmanin orijinal metni ve antlasmayi önceleyen muzake­relerin bütün asamalari elimizdedir. Üç bölüme ayrilmistir bu metin: Giris bölümü, asil antlasma maddelerinin siralandigi bölüm ve sonuç bölümü. Hemen belirtelim ki üçüncü bölüm, tanrilara yöneltilen ya­kari ve dualarla antlasma hükümlerini yerine getirmekten cayacak ta­rafa yagdirilan lanet ve tehditlerden olusmaktadir.

Giris bölümü, Hititlerle Misirlilar arasinda uzun yüzyillardan beri hiç bir düsmanlik bulunmadigini ileri sürmekle baslamaktadir. Iki devlet arasindaki iliskiler, Ramses'i kendine hasim belleyen Hattusil' in kardesinin «bahtsiz» saltanat döneminde bozulmustur; ama iste bu­günkü güzel antlasmanin imzalanmasindan sonra iki hükümdar ara­sinda gene baris, dostluk ve kardeslik yeniden ve sonuna degin hü­küm süre'cektir. Söyle diyor Hattusil III:

«Ben Hitit krali oldugumdan bu yana, Misir'in büyük krali ile dün­yada bugüne degin görülmemis cinsinden baris ve kardeslik kosullari içinde kalmisimdir.»

Ve söyle sona eriyor bu bölüm:

«Dilegimiz odur ki Hititlerin büyük kralinin çocuklari ile Misir'in büyük krali Ramses'in çocuklari arasinda da baris ve kardeslik hüküm sürsün; ve Misir ile Hititlerin ülkesi, tipki bizler gibi, yüzyillar boyunca baris ve kardeslik içinde kalsin.»

Hititlerle Misirlilar arasinda varilan bu antlasma hem bir ortak savunuyu, hem de bir ortak saldiriyi kapsamaktadir:

«Herhangi bir düsman Ramses'in ülkelerine yürüyecek olursa Ramses hemen elçi yollasin, Hititlerin büyük kralina ve desin ki: Bu düsmana karsi tüm gücünle gel, ve yanimda yer al.»

Sadece bir dis düsmana karsi degil, ayni zamanda iç düsmanlara karsi bir yardimlasmayi da öngörüyor antlasma; iki müttefike bagli bulunan ülkelerdeki isyan ve ayaklanma hareketleri karsisinda karsi­likli bir destegin saglanmasini da garanti altina aliyor: Burada hiç süphesiz ki sürekli savas, baskaldirma, akin ve yagmalara, sahne olan,Suriye ve Palestin gibi Ön Asya ülkeleri düsünülmektedir:

«Ramses, kendisine baskaldiran (Asyali) kullarina öfkelenir ve onlari yola getirmek için harekete geçecek olursa, Hitit krali da ayni sekilde davranmak zorundadir.»

Özel bir madde, soylu olsun olmasin tüm siyasal mültecilerin geri verilmesi kosulunu getirmekteydi. Ayni madde ayrica, mültecilerle birlikte mallarinin ve kölelerinin de karsilikli olarak geri verilmesi, bunlarin çoluk çocuklarina ve maiyetIerine hiç bir kötülük yapil­mamasi gerektigini bildiriyordu:

«Bir kimse Misir'dan kaçar ve Hitit ülkesine gelirse, Hitit krali onu ülkesinde tutmayip Ramses'in ülkesine döndürecektir... Bir ya da iki ya da üç ya da, vb., adam Misir'dan kaçarlarsa, Ramses'in ulkesine iade edilecektir.., Bunlar öldürülmeyecegi gibi, gözlerine, agizlarina ve ayaklarina da dokunulmayacaktir. » (4)

Antlasmaya bagli kalinacagina ve tüm maddelerinin saygi ile uygulanacagina her iki ülkenin tanri ve tanriçalari tanik gösterilmektedir:

«Hitit ülkesinin binlerce tanrisi, Misir ülkesinin binllerce tanri ve tanriçasi karsisinda, bu gümüs tabIet üzerinde kazili bulunan bütün her seyi eksiksiz yerine getirmeyi taahhüt ederler.

Sözlerimin tanigi, onlardir.» (5)

Bunu, her iki ülke tanri ve tanriçalarinin uzun siralamasi izlemektedir:

«Misir ülkesinin daglarinin ve irmaklarinin, gökyüzü ve yeryüzünün ve denizlerinin, rüzgarlarinin ve firtinalarinin

tanri ve tan­riçalari… .»

Antlasmayi çignemege yeltenecek olanlar korkunç cezalarla teh­dit edilmekte; buna karsilik antlasmayi dürüstlük içinde uygulayan­lara tanrilar adina saglik ve refah vaad edilmektedir:

«Bu sözleri yerine getirmeyenlerin evi,ülkesi yikilsin,köleleri yok olsun. Sözünü tutanlarin ise, ülkesi ve köleleriyle birlikte sag­ligi ve esenligi sürekli olsun.» (6)

Diplomatik mektup ve elçi alis verisi, bu «güzel antlasma»nin yapilmasindan sonra da devam edecektir. Sadece krallar degil, kraliçeler de biribirlerine mektuplar yazmis; ve iki mutlak hükümdarlik arasindaki «güzel baris» ve «güzel kardeslik»ten duyduklari se­vinci dile getirmislerdir.

Hititlerle Misirlilar arasindaki siyasal ittifak, Misir kraliçesinin ölümünden sonra, iki hanedan arasinda bir evlilikle bir kat daha per­çinlenecektir: Güzel bir Hitit prensesi ile, Hattusil'in kiziyle evlene­cektir Ramses II. Misir'in büyük hükümdarinin yeni esi, iki devletin sinirinda büyük bir törenle karsilanmis ve firavun onuruna düzenle­nen bir sölende Hitit ve Misir savasçilarina bir yemek verilmistir.

Ramses ile Hattusil arasindaki antlasma, su iki bakimdan temel bir önem tasimaktadir: Her seyden önce bu antlasma, bu gune degin bilinen ve metni elimizde bulunan en eski uluslararasi hukuk belge­sidir; ikinci olarak da bu antlasma, sekil bakimindan, eski Dogu ve Yunan kralliklari ile Roma için bütün sonraki antlasmalarda model­lik etmistir. Nitekim uluslararasi antlasmanin sekli, bütün eski dün­yanin tarihi boyunca hiç degismeksizin öylece kalacaktir. Bu uygu­lamayi ilkin eski Yunan ve Roma benimsemislerdir. Ayrica Ramses ile Hattusil arasindaki bu antlasma, eski Dogu ülkelerindeki toplum­sal örgütün temel bir niteligini de yansitmaktadir: Devlet ile kisi olarak hükümdar arasinda kurulan tam özdesliktir, bu ana nitelik; ve bundan böyle bütün antlasmalar, kral adina imzalanacaktir.(7)

Dik­kat edilmesi gereken bir baska nokta da, özel maddelerle, saldirmaz­lik ve karsilikli yardim zorunluklarinin konulmus olmasidir. Bu yar­dimin iç ayaklanmalari bastirmak üzere karsilikli müdahale ilkesini de içerdigi, ayrica dikkate deger.(8)

Kisaca: Misir ile, Hititler arasinda bundan üç bin yil önce yapilmis olan bu baris antlasmasi, sonraki bütün uluslararasi antlasmalarin ilk örnegi olarak kabul edilebilir.(9)

Eski Toplum-Tarih-Din [ÇALISMA NOTLARI-3]

Asur hükümdarlarinin saldirgan politikasi karsisinda telasa ka­pilan Ön Asya Devletleri kendi aralanndaki, iç çekismeleri unutmuslardir. Ve bu ortak tehlike karsisinda üç büyük koalisyon ku­rulmustur: Güney-batida Misir, güney-doguda Elam ve kuzeyde U­rartu devleti tarafindan yönetilen koalisyonlardir bunlar. Bu koalisyonlarin üçü de, çok çesitli ve bagdasmaz ögelerden birlestikleri için, Asurlular tarafindan kolayca püskürtülecektir. Nitekim iO. VIII. yüzyilin sonlarina dogru Asur krali Sargon, firavunun müte­fiklerini Palestin'deki Rafya' yakinlarinda büyük bir yenilgiye ug­rattiktan sonra, Elam ve Kalde koalisyonunun üzerine yürüyecek­tir. Kalde kentlerinin Babil krali Marduk Beliddin'den duyduklari hosnutsuzlugu ustaca kullanan Sargon, söz konusu kentlerin hasmi tarafindan çignenen özgürlüklerinin savunuru olarak sunmustur kendisini. Çok geçmeden zaferi kazanmis; ve Kalde kentlerine eski ayricaliklarini yeniden taniyarak Asur ile Kalde'yi birlestirip Babil krali olmustur. Simdi artik, Babil'in kültür üstünlügünü koruma­sina karsilik, siyasal üstünlük Asur'un elinde bulunmaktadir.

Sargon'un oglu Sennaserib'in saltanat döneminde (iÖ. 705 - 681), Filistin ve Suriye kentlerini ve Tir (ya da, Sur) kentini içine alan çok daha tehlikeli bir baska koalisyonun kuruldugunu görmekteyiz Asur'a karsi. Kudüs krali Ezekias'la Habes hanedanindan gelme fi­ravun Taharka da bu koalisyona katilmaktadir; koalisyonun merke­zi ise, Elam ve Babil'dir. Tir ve Sidon (ya da, Sayda) kentleri ara­sindaki eski düsmanligi ustaca kullanan Sennaserib, bu birligi kirip zayiflatmayi basaracak; ve iÖ. 701 yilinda Kudüs'ü kusatarak kral Ezekias'i otuz « talanton» (yirmi alti kilo tartan eski agirlik birimi) altin ve üç yüz talanton gümüs tutarinda agir bir haraç ödemek zorunda birakacaktir. Sennaserib ayni zamanda, firavun Sabaka ile de bir baris antlasmasi imzalamistir. Nitekim Ninova sarayinin ka­lintilari arasinda buIunmus olan mühürler, iki hükümdarin imzala­rini tasimaktadir. Bu dönemden kalma belgeler, Misir'in uluslara­rasi prestijinin iyice zayifladigini gösteriyor açikça: Örnegin Kudüs müzakereleri sirasinda Asur elçisi, Misir'i, kolayca kirilip kendisine yaslanmak isteyenlerin elini yaralayan ince bir degnege benzetmek­tedir. Bati koalisyonunun ugradigi bu yenilginin dolaysiz sonucu, eski Dogu'nun en önemli kültür merkezlerinden biri olan Babil'in Asurlular tarafindan fethi olacaktir (iÖ. 689).

Babil kronigi (vakayinamesi), dost hükümdari kurtarmak için Babil kralligini isgale yonelen Elam kralinin, «hasta olmadigi halde yataginda öldügünü», yani Elam'daki Asur taraftarlari tarafindan öldürüldügünü söylüyor.

Sargon'un mücadele etmek zorunda kaldigi üçüncü koalisyonun basinda Urartu (ya da, Ararat) kralligi ya da Vanlar Devleti bulunmaktaydi. Van gölünün çevresinde yayilan ve baskenti Tuspa (bugünkü Van) olan bu devletin topraklari, bugünkü Sovyet Erme­nistani ile Turkiye'nin Dogu kesimini kapsamaktaydi:Vanlar dev­letinin gelismesi, iO. VIII. yüzyilin ikinci yarisina, Kral Sardur'un (iO. 750-733) saltanati ile ogullarinin saItanat dönemine rastlamak­tadir.

O çagda Kolki ya da Iberler diye anilan Gürcülerin ve bir ihti­malle Ermenilerin anayurdu olan Urartu, maden isçilerinin ustaligi,sulama kanallari,sürülerinin ve bahçelerinin bolIugu ile dünya çapinda ün kazanmisti. Daglarda ve vadilerde yerli prensle­rin yönetimindeki küçük prenslikler halinde yasayan Urartu halk zaman zaman büyük koalisyonlar halinde birlesiyor; ve bu durum, Asur icin büyük bir tehlike kaynagi oluyordu. Ta en eski çaglardan beri Kafkas daglari, üstün nitelikteki demir yataklariyle ünlüYdü; ve Asurlularin üstünlük döneminde demirin kulIanimi, genis çapta yayginlasmis bulunmaktaydi. Asurlularin, eski halklar tarafindan «demirci insanlar» diye adlandirilmasini göz önüne alarak, bu üstünIugün, tunçtan demire geçisle dogrudan dogruya iliskili oldugunu ra­hatça soyleyebiliriz. Ayrica, Sargon'un Korsabad'daki sarayinin kalintilarinda rastlanilan demirin ve bakirin büyük kisminin Urartu kaynakli oldugu da rahatça öne sürülebilir. Vanlar devletinin tasidigi önemin ortaya çikarilmasini, Nikolski, Mar, Orbeli ve Meçsaninov gibi Rus bilginlerinin çalismalarina borçlu bulunmaktayiz. Böylece anlasilmlstir ki eski Dogu halklarinin tarihi, Urartu araciligiyle S.S.C.B. halklarinin geçmisiyle bulusmaktadir.

Assurbanipal'in Diplomasisi

(i.ö. 668-626)

Asur'un son buyük hukumdari, Assurbanipal'dir. iÖ. 668-626 yil­lari arasinda büküm sürnüs olan bu kralin kisiligini ve politikasini, Ninova ve dolaylarindaki kral saraylarinin yikintilari arasinda bu­lunmus olan Sargon ogulllari kitapligi ve arsivleri sayesinde iyi tani­yoruz, Sargon ogullarinin çivi yazili kitapliginda Asur'un siyasal, top­lumsal,ve diplomatik hayatiy]e ilgili zengin belgeler vardir. Asur ar­sivleri ise, tarihsel bilgi degeri ve zenginiligi bakimindan, Tel Amar­na arsivlerinden hiç de asagi degildir. Bu belgelerin büyük çogunlu­gu, kral Assurbanipal'in saltanat dönemine iliskin bulunmaktadir.

Assurbanipal'in saItanat dönemi, Asur'a karsi hemen bütün sinir­larinda kurulan koalisyonlarla sürekli mücadele içinde geçecektir. Ama bu durum, Asur politikasi Habes hanedanindan geIme Misir firavunlarinin amansiz muhalefetiyle karsilasinca alabildigine karmasik ve çetin bir hale girmistir. En önemli temsilcilerini Taharka'da bulan bu hanedan hükümdarlari da, tipki Sargon ogullari gibi, askerlikten yetismeydiler ve Libyali birliklere kumanda ediyorlardi. Misir’daki Habes etkisini kirmak amaciyle Assurbanipal, savas tutsagi olarak o sirada Asur'da bulunan Misir prensi Nekho'yu destekleyecektir. Nite­kim bu prens, hiç kimseye gösterilmeyen bir saygi ve özen görmüstür Asur sarayinda: Hükümdar, degerli taslarla süslü giysiler, altin kinli bir kiliç, bir savas arabasi, atlar ve katirlar armagan etmisti Nekho'ya.Ve çok geçmeden de bu prens, Misir'daki taraftarlari ve Asur birlik­leri sayesinde Taharka'yi yenerek, Misir tahtini ele geçirmistir. Ne var ki sonradan, Nekho'nun oglu Psammetik, Asur kralina ihanet edecek­tir. Psammetik, Libyali ücretli askerlere ve deniz yoluyle ülkesine akin eden Yunanlilara dayanarak Asur egemenligine karsi bas kaldi­racak ve Misir’i bagimsizligina kavusturacaktir (I.Ö. 645). .

Psammetik tarafindan kurulan ve baskenti Sais olan yeni XXVI. hanedan, iÖ. 525 yilinda Misir'in Perslerce ele geçirilisine kadar sür­müstür. Elam'da ve Babil'de patlak veren kargasaliklar, Assurbani­pal'i, Misir'in kaybina boyun egmeye zorlayacaktir.

Sargon ogullarinin bütün saltanat dönemi boyunca Babil, Asur'a karsi yönelen yabanci ittifaklarin ve siyasal entrikalarin merkezi ola­rak, Asur hükümdarlari tarafindan izlenen iktidari merkezilestir­me siyasetini engellemekteydi. Dolayisiyle de bu eski ticaret ve kültür merkezinin kesinlikle ele geçirilmesi, Asur krallarina Misir ve Elam gibi iki belli basli düsman devlet karsisinda genis bir eylem özgürlü­gÜ saglayacakti. Asur'un Babil'e karsi yürüttügü uzun mücadeleyi açiklayan da budur.

Assurbanipal'in saltanati sirasinda küçük kardesi Samas Sum Ukin «Bela'ya (Babil'e) kral naibi» olmustur. Ama çok geçmeden Assurba­nipaI'e ihanet ederek Babil'i bagimsiz bir devlet, kendisini de bu dev­letin krali ilan eden Samas Sumukin, bütün bellibasli ülkelerin hükümdarlarina elçiler yollayarak bunlari Asur'a karsi bir büyük koalisyon içinde birlestirme çabasina girisecektir. Misir’dan Pers korfezine çogu devletler ve krallar, bu çagriyi olumlu karsilamislardir. Mi­sir'dan gayri Medler, Elam, Tir, öteki Fenike kentleri, Libya ve Arap Seyhleri, kisacasi Asur'un siyasal üstünlugünden ürken bütün herkes girmistir bu koalisyona. Ve kardesinin askeri tasarilarini haber alan Assurbanipal, Samas Sum Ukin'i gaasip (saltanati zorla ele geçiren gayri mesru hükümdar) ilan ederek savas hazirliklarina koyulmustur.

Düsmanlari sayica çok ve güçlü olduklarindan, mücadelesini bü­yük bir tedbirlilik içinde sürdürmüstür Assurbanipal: Harekat sonu­cunun Mezopotamya'daki Babil ve Nippur gibi zengin ve etkili kent­lerle Elam kralliginin takinacaklari tavira bagli bulundugunu kavramis ve buralara birer diplomatik mesaj yollamistir. Krallik arsivlerin­de korunmus olan bu mesajin metni bugün elimizde bulunmaktadir.

Eski Dogu halklarinin diplomasi tarihi bakimindan büyük önem ta­siyan bu belge, özel bir dikkati hak etmektedir.

Asur krali, söyle sesleniyor Babillilere:

«Dipdiriyim, ve sagligim yerindedir. Bu konuda yürekleriniz se­vinç ve neseyle dolsun.

Kendisini kardesim diye tanitan bir yalancinin bos sözleri dolayi­siyle sizlere sesleniyorum. Sizlere söylemis oldugu bütün ne varsa bi­liyorum. Onun özden yoksun laflari yel gibidir. Dediklerinin bir teki­ne bile inanmayiniz. Iste ben, tanrilarim Asur ve Marduk adina ye­minler ederim ki onun agzindan bana karsi çikan her söz, ancak tik­sinti uyandirabilir. Uzun ve derin düsündükten sonra iste kendi ag­zimla bildiriyorum ki o, sizlere «beni seven Babillilerin serefini ve kendi adimi çignemek» niyetini tasidigimi söylemekle alçakça ve ha­ince davranmistir. Bu türlü sözler bana yabancidir ve agzimdan çik­mamistir. Asurlularla olan dostlugunuz ve benim tarafimdan taninmis olan hürriyetleriniz, düsündügümden de büyüktür. Bir an bile dinle­meyin onun yalanlarini; hem benim gözlerimde, hem de bütün dünya­nin gözlerinde lekesiz olan adinizi kirletmege kalkmayin sakin. Tanri' ya karsi bu kadar büyük bir günah islemeyin...

Bir sey daha var ve ben biliyorum ki bu sey sizi çok endiselendi­riyor: «Ona karsi nasil olsa ayaklandik bir kere» diyorsunuz kendi kendinize, «simdi pes edecek olursak, verdigimiz haraci daha da arttiracak­tir.» Siz böyle diyorsunuz, böyle düsünüyorsunuz. Ama bu haracin sa­dece adi haraçtir. Bana karsi düsmanimla birlesmis oldugunuz için, bunu hem size zorla kabul ettirilen bir haraç, hemde bir gunah olarak düsünün simdi: Gerçekten de sizler, tanrilara verdiginiz sözü çignemediniz mi? Ama simdi dikkatli olun , ve daha önce de yazdigim gibi, o suçlu kisinin bos sözlerine güvenerek güzel ününüzü kirletmege kalk­mayin.

Sonuç olarak, isbu Harman ayinin 23. günu yazdigim mektuba biran önce cevap vermenizi dilerim. Mektup, krallik elçisi Samak Balat Kuikbes tarafindan getirilmektedir.»

Kentin hürriyetlerine saygi gösterme vaadini dile getiren bu me­sajin, iki ülke arasindaki iliskilerin gelecegi üzerinde kesin etkisi ola­caktir. Nitekim bellibasli kentler Samas Sum Ukin'den ayrilip Assur­banipaI'in yaninda yer almislardir. Böylece Babil ile Asur krali ara­sindaki ittifakin korunmasi, Samas Sum Ukin tarafindan baslatilan ha­reket için öldürücü bir darbe olmustur.

Elimizde bir de, ayni hükümdarin Nippurlulara yolladigi bir me­saj bulunmaktadir; o çagda Nippur, Asur kralinin temsilcisi Belibni'nin yönetimindeydi.

Ne yazik ki bu ikinci belge, asinmis ve eksik bir durumdadir; do­layisiyle de muhtevasinin tam açiklanmasi güçlesmektedir. Ça­gin törelerine göre bu mesaj, gene ayni törensel selamla basliyor:

«Tüm evrenin hükümdarindan Belibni'ye ve Nippurlulara, genç ihtiyar butün halka mesajdir. Dipdiriyim ve sagligim yerindedir. Bu konuda yürekleriniz ,sevinç ve neseyle dolsun.»

Hemen ardindan asil soruna geçiliyor: Kentin dusüsünden son­ra Nippur'u terketmis olan Asur'a muhalif parti baskaninin tutuklanmasidir, söz konus olan.

Söyle seslenmekte kral:

«Bilirsiniz ki butün ülke Asur'un demir kilici ve tanrilarim ta­rafindan perisan edilmis, atesle kavrulmus, hayvanlarimin ayaklari altinda çignenmis ve önümde diz çökmüs bulunmaktadir. Simdi kur­tulusu kaçmakta arayan tüm hainleri yakalamalisiniz:Kapisinin önünde bugday yikayan bir adam gibi, halktan ayirmalisiniz onu (hainlerin baskanini) Herkes artik kendisine verilmis olan yeri al­mak zorundadir. Hiç süphe yok ki kaçak, tasarilarini degistirecek­tir simdi.. Daha önce titiz bir aramadan geçirmeksizin, hiç kimse­nin kent kapilarindan disari bir adim atmasina izin vermeyeceksi­niz. Buradan kaçmamasi gerekiyor onun. Buna ragmen bir yölunu bulup da kaçacak olursa, ona yardim edenin üzerine olanca hismimla çökecegim; suç ortaklarinin çoluk çocuklarini da perisan edecegim.Buna karsilik, onu yakalayip ölü ya da diri olarak bana teslim edene büyük ödül verecegim. Bir terazinin üzerine attiracagim onu, ve yakalamis olana onun agirliginca altin verecegim.

Tembellik ve tereddüt geride kalsin artik! Iste sizi yazili olarak uyarmis bulunuyorum. Kesin

emirler aldiniz. Onu kenti terketmeden yakalayip zincire vurmaga bakin.»

Asur diplomasisi konusunda bir baska bilgi kaynagi da, kralin temsilcileri tarafindan hükümdara yollanan mektuplar ve resmi yazilardir. Yazismalarda bu temsilciler, «evrenin» kralinin köleleri ya da hizmetçileri olarak adlandiriliyor.(11) Belli basli bütün kentlerde görev yapan bu temsilciler, gönderdikleri mesajlara bakilirsa, hem kendi bölgelerinde hem de komsu bölgelerde olup biten her seyi büyük bir dikkatle izlemekteydiler. Ve savas hazirligi, manevra, gizli ittifak antlasmasi, yabanci elçi kabul ya da reddi, komplo, ayaklanma, istih­kam yapimi, ihanet, sürü ve hasat hirsizligi gibi büyük olay ve degisiklikleri hemen hükümdara bildiriyorlardi.

Bugün elimizde bulunan mesajlarin çogu, askeri harekat sirasin­da Babil ya da Elam'da görev yapan Belibni'nin mektuplaridir.

Samas Sum Ukin'in ugradigi yenilgiden sonra sayisiz Babilli, isgal edilen kentlerinden kaçip Elam'a siginmisti; bunlar arasinda ihti­yar Babil kralinin torunu Marduk Belibiddin de vardi. Asur düsman­larinin yeni savaslar hazirlamak üzere toplandigi bir merkez haline geliyordu böylece Elam. Bu durumdan endiseye kapilan Assurbanipal, Elam'a karsi hemen savas açmaga cesaret edemeyerek bu ülkeye bir elçi yollamis ve hükümdar ailesi içindeki çikar çatismalarini körükle­me yoluna gitmistir. Böylece de hosuna gitmeyen yöneticileri

görev­den aldirarak onlarin yerine kendi taraftarlarini yerlestirecektir.

Elam'a, kaçaklarin hemen kendisini teslimini kesin bir dille iste­yen bir mesaj getiriyordu hükümdarindan Asur elçisi.

Asur krali, bu mesajinda söyle diyordu:

«Bu adamlari bana teslim etmeyecek olursan, gelip seninle savasa girecegim, kentlerini yikip halkini tutsak olarak ülkeme götürece­gim, ve seni tahtindan indirip yerine bir baskasini oturtacagim. Sen­den önceki kral Teuman'i nasil ezdimse,öylece seni de ezecegim.»

Elam krali Indabigas, kaçaklari teslime yanasmaksizin, Asur hukumdariyla pazarliga girismek istemis; ama çok geçmeden, tahtina göz diken Ummalkaldas adinda bir askeri sef tarafindan öldürülmüs­tur.Assurbanipal'in adami olan bu asker de bir süre sonra hüküm­dara ihanet edince çikan savasta Elam yenik dusecek ve I.Ö. 642 yilinda korkunç bir istilaya ugrayacaktir.

Elamlilardan öç alisini söyle dile getiriyor Asur krali:

«Asur devletine girmek istemeyen düsmanlarimi, Elam’lilari iste yok ettim. Kellelerini vurdum,dudaklarini kestim ve çogunu Asur'a tutsak getirdim.»

Ummalkaldas'in yenik düsüp kaçisindan sonra Elam tahtina Tam­marit adinda yeni bir kral oturtulmustur. Asur tarafindan destekle­nen bu yeni kral bir süre Assurbanipal'in emirlerine uymus; ama sonradan o da Asurlu hükümdara karsi bir komplo düzenleyerek Elam'daki Asur garnizonlarini kiliçtan geçirmistir. Bu ihanet sonucu Elam ve Asur arasinda çikan yeni savasta, Elam gene yenik düsecek ve Tammarit öldürülecektir. Iste o zaman yeniden siyaset sahnesine çikan Ummalkaldas, Madaktu kenti ile Bet Imbi hisarini ele geçirmis;ama basarilarini daha öteye götürememistir. Taze kuvvetlerle Elam'in baskenti Sus'u ele geçiren Assurbanipal, «Elam krallarinin sara­yina girerek güzelce dinlenmistir».

Ne var ki Elam baskentinin Asur birlikleri tarafindan ele geçi­rilmesi bütun ülkenin fethi demek olmadigindan, savas sürecektir.Asur'a karsi olanlar simdi, Elam'da bulunan genç Babil prensi Nabu Bel Sumat'in çevresinde toplanmislardir. Ve Assurbanipal, kendisiyle barismak için her çareye basvurmakta olan Ummalkaldas'i Babilli prensi yakalamakla görevlendirecektir. Nitekim çok geçmeden bu ayaklanma da bastirilmis ve Nabu Bel Sumat intihar etmistir. Böyle­ce siyasal bagimsizligi sona eren Elam, Asur kralliginin ayrilmaz bir parçasi haline gelmektedir.

Elam'in fethine iliskin bütün olaylar, Belibni'nin ve bu ülkede görevli öbür Asur ajanlarinin mesajlarinda en ince ayrintilarina degin anlatilmaktadir. Belibni'nin 281 numarali mektubu (Asur Imparator­Iugunda Kral Yazismalari, L. Waterman tarafindan düzenlenen basim), Asur birliklerinin girisinden sonra Elam'daki durumu söyle dile getirmekte:

Söyle seslenmekte kral:

«Bilirsiniz ki butün ülke Asur'un demir kilici ve tanrilarim ta­rafindan perisan edilmis, atesle kavrulmus, hayvanlarimin ayaklari altinda çignenmis ve önümde diz çökmüs bulunmaktadir. Simdi kur­tulusu kaçmakta arayan tüm hainleri yakalamalisiniz:Kapisinin önünde bugday yikayan bir adam gibi, halktan ayirmalisiniz onu (hainlerin baskanini) Herkes artik kendisine verilmis olan yeri al­mak zorundadir. Hiç süphe yok ki kaçak, tasarilarini degistirecek­tir simdi.. Daha önce titiz bir aramadan geçirmeksizin, hiç kimse­nin kent kapilarindan disari bir adim atmasina izin vermeyeceksi­niz. Buradan kaçmamasi gerekiyor onun. Buna ragmen bir yölunu bulup da kaçacak olursa, ona yardim edenin üzerine olanca hismimla çökecegim; suç ortaklarinin çoluk çocuklarini da perisan edecegim.Buna karsilik, onu yakalayip ölü ya da diri olarak bana teslim edene büyük ödül verecegim. Bir terazinin üzerine attiracagim onu, ve yakalamis olana onun agirliginca altin verecegim.

Tembellik ve tereddüt geride kalsin artik! Iste sizi yazili olarak uyarmis bulunuyorum. Kesin

emirler aldiniz. Onu kenti terketmeden yakalayip zincire vurmaga bakin.»

Asur diplomasisi konusunda bir baska bilgi kaynagi da, kralin temsilcileri tarafindan hükümdara yollanan mektuplar ve resmi yazilardir. Yazismalarda bu temsilciler, «evrenin» kralinin köleleri ya da hizmetçileri olarak adlandiriliyor.(11) Belli basli bütün kentlerde görev yapan bu temsilciler, gönderdikleri mesajlara bakilirsa, hem kendi bölgelerinde hem de komsu bölgelerde olup biten her seyi büyük bir dikkatle izlemekteydiler. Ve savas hazirligi, manevra, gizli ittifak antlasmasi, yabanci elçi kabul ya da reddi, komplo, ayaklanma, istih­kam yapimi, ihanet, sürü ve hasat hirsizligi gibi büyük olay ve degisiklikleri hemen hükümdara bildiriyorlardi.

Bugün elimizde bulunan mesajlarin çogu, askeri harekat sirasin­da Babil ya da Elam'da görev yapan Belibni'nin mektuplaridir.

Samas Sum Ukin'in ugradigi yenilgiden sonra sayisiz Babilli, isgal edilen kentlerinden kaçip Elam'a siginmisti; bunlar arasinda ihti­yar Babil kralinin torunu Marduk Belibiddin de vardi. Asur düsman­larinin yeni savaslar hazirlamak üzere toplandigi bir merkez haline geliyordu böylece Elam. Bu durumdan endiseye kapilan Assurbanipal, Elam'a karsi hemen savas açmaga cesaret edemeyerek bu ülkeye bir elçi yollamis ve hükümdar ailesi içindeki çikar çatismalarini körükle­me yoluna gitmistir. Böylece de hosuna gitmeyen yöneticileri

görev­den aldirarak onlarin yerine kendi taraftarlarini yerlestirecektir.

Elam'a, kaçaklarin hemen kendisini teslimini kesin bir dille iste­yen bir mesaj getiriyordu hükümdarindan Asur elçisi.

Asur krali, bu mesajinda söyle diyordu:

«Bu adamlari bana teslim etmeyecek olursan, gelip seninle savasa girecegim, kentlerini yikip halkini tutsak olarak ülkeme götürece­gim, ve seni tahtindan indirip yerine bir baskasini oturtacagim. Sen­den önceki kral Teuman'i nasil ezdimse,öylece seni de ezecegim.»

Elam krali Indabigas, kaçaklari teslime yanasmaksizin, Asur hukumdariyla pazarliga girismek istemis; ama çok geçmeden, tahtina göz diken Ummalkaldas adinda bir askeri sef tarafindan öldürülmüs­tur.Assurbanipal'in adami olan bu asker de bir süre sonra hüküm­dara ihanet edince çikan savasta Elam yenik dusecek ve I.Ö. 642 yilinda korkunç bir istilaya ugrayacaktir.

Elamlilardan öç alisini söyle dile getiriyor Asur krali:

«Asur devletine girmek istemeyen düsmanlarimi, Elam’lilari iste yok ettim. Kellelerini vurdum,dudaklarini kestim ve çogunu Asur'a tutsak getirdim.»

Ummalkaldas'in yenik düsüp kaçisindan sonra Elam tahtina Tam­marit adinda yeni bir kral oturtulmustur. Asur tarafindan destekle­nen bu yeni kral bir süre Assurbanipal'in emirlerine uymus; ama sonradan o da Asurlu hükümdara karsi bir komplo düzenleyerek Elam'daki Asur garnizonlarini kiliçtan geçirmistir. Bu ihanet sonucu Elam ve Asur arasinda çikan yeni savasta, Elam gene yenik düsecek ve Tammarit öldürülecektir. Iste o zaman yeniden siyaset sahnesine çikan Ummalkaldas, Madaktu kenti ile Bet Imbi hisarini ele geçirmis;ama basarilarini daha öteye götürememistir. Taze kuvvetlerle Elam'in baskenti Sus'u ele geçiren Assurbanipal, «Elam krallarinin sara­yina girerek güzelce dinlenmistir».

Ne var ki Elam baskentinin Asur birlikleri tarafindan ele geçi­rilmesi bütun ülkenin fethi demek olmadigindan, savas sürecektir.Asur'a karsi olanlar simdi, Elam'da bulunan genç Babil prensi Nabu Bel Sumat'in çevresinde toplanmislardir. Ve Assurbanipal, kendisiyle barismak için her çareye basvurmakta olan Ummalkaldas'i Babilli prensi yakalamakla görevlendirecektir. Nitekim çok geçmeden bu ayaklanma da bastirilmis ve Nabu Bel Sumat intihar etmistir. Böyle­ce siyasal bagimsizligi sona eren Elam, Asur kralliginin ayrilmaz bir parçasi haline gelmektedir.

Elam'in fethine iliskin bütün olaylar, Belibni'nin ve bu ülkede görevli öbür Asur ajanlarinin mesajlarinda en ince ayrintilarina degin anlatilmaktadir. Belibni'nin 281 numarali mektubu (Asur Imparator­Iugunda Kral Yazismalari, L. Waterman tarafindan düzenlenen basim), Asur birliklerinin girisinden sonra Elam'daki durumu söyle dile getirmekte:

«Krallar krali efendime, kölesi Belibni. Elam haberleri sunlardir:

Kaçmis olan eski kral Ummalkaldas geri döndü, tahti ele geçirdi ve bir ayaklanma çikartarak Madaktu kentini terketti. Anasini, karisini,çocuklarini ve tüm hizmetçilerini yanina alip Ulay irmagini geçerek Güney'e dogru yürüdü. Simdi Talak kenti önündedir. KumandanIari Ummansobar ve Undadu ile bütün müttefikleri, Sukarissungur ken­tine yürüyorlar. Dediklerine göre, Kuku ile Kaydalu arasinda yerles­mek niyetindeler.

Krallar krali efendimin yolladigi askerlerin gelisi, bütün ülkeyi dehset içinde birakmistir. Elam ili vebadan kiriliyor simdi. Bu tür felaketleri gören hainler,ne yapacaklarini sasirmis durumda korku içindeler. Bütün ülke onlardan yüz çeviriyor. Takkasarua ve Sallukea asiretleri isyan halindedir.»

Belibni'nin anlattigina gore, Ummalkaldas Madaktu kentine geri dönecek ve dostlarini toplayarak onlara su sitemlerde bulunacaktir:

«Kenti terketmeden önce niyetimin Nabu Bel Sumat'i esir almak ol­dugunu söylemis miydim sizlere ben? Sizlerin üzerine ordularini sal­masin diye, onu Asur kralina teslim etmek niyetinde oldugumu söy­lememis miydim? Bütün bu sözlerimin tanigi olan sizler, yoksa bu sözlerimi anlamadiniz mi?»

Söyle devam ediyor Belibni mesajina:

« Ve simdi eger krallar krali efendim arzu buyurursa, bana kendi hü­kümdar mührünü tasiyan bir buyrultu yollasin; Nabu Bel Sumat'in ele geçirilmesi için Ummalkaldas'a yazilmis olsun bu buyrultu; ve'krallar krali efendim, bu buyrultuyu benim kendi eIlerimle götürup Ummalkaldas'a vermemi istesin. Efendim, eminim ‘Onu yakalama emrini gizlice yollayacagim’ diye düsünmektedir. Ama kralimin el­çisi yaninda silahli maiyeti ile gelecek olursa, tanri Baal'in lanetlisi Nabu Bel Sumat durumu hemen anlayip kralin satrapIarini kandi­rarak kurtulacaktir.. Öyleyse derim ki, krallar krali efendimin tanri­lari bu isi öylesine düzenleyip kolaylastirsinlar ki, o hain kan akma­dan ele geçirilmis ve krallar kralinin yanina yollanmis olsun.»

Mesaj, Belibni'nin hükümdarina baglilik duygularini açiklayarak sona eriyor:

«Ben krallar krali efendimin buyrugunu oldugu gibi yerine ge­tirdim ve yalniz onun istedigi gibi davrandim. Onun yanina gelmi­yorum, çünkü hükümdarim beni çagirmiyor. Ben, sahibini seven bir köpekten farksizim.(12) Sahibi:’Sarayima sakin yaklasma’ derse, köpek yaklasmaz. Iste ben de, hükümdarimin buyurmadigi bir seyi katiyen yapmiyorum.»

«Krallar krali efendime, kölesi Belibni. Elam haberleri sunlardir:

Kaçmis olan eski kral Ummalkaldas geri döndü, tahti ele geçirdi ve bir ayaklanma çikartarak Madaktu kentini terketti. Anasini, karisini,çocuklarini ve tüm hizmetçilerini yanina alip Ulay irmagini geçerek Güney'e dogru yürüdü. Simdi Talak kenti önündedir. KumandanIari Ummansobar ve Undadu ile bütün müttefikleri, Sukarissungur ken­tine yürüyorlar. Dediklerine göre, Kuku ile Kaydalu arasinda yerles­mek niyetindeler.

Krallar krali efendimin yolladigi askerlerin gelisi, bütün ülkeyi dehset içinde birakmistir. Elam ili vebadan kiriliyor simdi. Bu tür felaketleri gören hainler,ne yapacaklarini sasirmis durumda korku içindeler. Bütün ülke onlardan yüz çeviriyor. Takkasarua ve Sallukea asiretleri isyan halindedir.»

Belibni'nin anlattigina gore, Ummalkaldas Madaktu kentine geri dönecek ve dostlarini toplayarak onlara su sitemlerde bulunacaktir:

«Kenti terketmeden önce niyetimin Nabu Bel Sumat'i esir almak ol­dugunu söylemis miydim sizlere ben? Sizlerin üzerine ordularini sal­masin diye, onu Asur kralina teslim etmek niyetinde oldugumu söy­lememis miydim? Bütün bu sözlerimin tanigi olan sizler, yoksa bu sözlerimi anlamadiniz mi?»

Söyle devam ediyor Belibni mesajina:

« Ve simdi eger krallar krali efendim arzu buyurursa, bana kendi hü­kümdar mührünü tasiyan bir buyrultu yollasin; Nabu Bel Sumat'in ele geçirilmesi için Ummalkaldas'a yazilmis olsun bu buyrultu; ve'krallar krali efendim, bu buyrultuyu benim kendi eIlerimle götürup Ummalkaldas'a vermemi istesin. Efendim, eminim ‘Onu yakalama emrini gizlice yollayacagim’ diye düsünmektedir. Ama kralimin el­çisi yaninda silahli maiyeti ile gelecek olursa, tanri Baal'in lanetlisi Nabu Bel Sumat durumu hemen anlayip kralin satrapIarini kandi­rarak kurtulacaktir.. Öyleyse derim ki, krallar krali efendimin tanri­lari bu isi öylesine düzenleyip kolaylastirsinlar ki, o hain kan akma­dan ele geçirilmis ve krallar kralinin yanina yollanmis olsun.»

Mesaj, Belibni'nin hükümdarina baglilik duygularini açiklayarak sona eriyor:

«Ben krallar krali efendimin buyrugunu oldugu gibi yerine ge­tirdim ve yalniz onun istedigi gibi davrandim. Onun yanina gelmi­yorum, çünkü hükümdarim beni çagirmiyor. Ben, sahibini seven bir köpekten farksizim.(12) Sahibi:’Sarayima sakin yaklasma’ derse, köpek yaklasmaz. Iste ben de, hükümdarimin buyurmadigi bir seyi katiyen yapmiyorum.»

Asur hükümdarlarinin saldirgan politikasi karsisinda telasa ka­pilan Ön Asya Devletleri kendi aralanndaki, iç çekismeleri unutmuslardir. Ve bu ortak tehlike karsisinda üç büyük koalisyon ku­rulmustur: Güney-batida Misir, güney-doguda Elam ve kuzeyde U­rartu devleti tarafindan yönetilen koalisyonlardir bunlar. Bu koalisyonlarin üçü de, çok çesitli ve bagdasmaz ögelerden birlestikleri için, Asurlular tarafindan kolayca püskürtülecektir. Nitekim iO. VIII. yüzyilin sonlarina dogru Asur krali Sargon, firavunun müte­fiklerini Palestin'deki Rafya' yakinlarinda büyük bir yenilgiye ug­rattiktan sonra, Elam ve Kalde koalisyonunun üzerine yürüyecek­tir. Kalde kentlerinin Babil krali Marduk Beliddin'den duyduklari hosnutsuzlugu ustaca kullanan Sargon, söz konusu kentlerin hasmi tarafindan çignenen özgürlüklerinin savunuru olarak sunmustur kendisini. Çok geçmeden zaferi kazanmis; ve Kalde kentlerine eski ayricaliklarini yeniden taniyarak Asur ile Kalde'yi birlestirip Babil krali olmustur. Simdi artik, Babil'in kültür üstünlügünü koruma­sina karsilik, siyasal üstünlük Asur'un elinde bulunmaktadir.

Sargon'un oglu Sennaserib'in saltanat döneminde (iÖ. 705 - 681), Filistin ve Suriye kentlerini ve Tir (ya da, Sur) kentini içine alan çok daha tehlikeli bir baska koalisyonun kuruldugunu görmekteyiz Asur'a karsi. Kudüs krali Ezekias'la Habes hanedanindan gelme fi­ravun Taharka da bu koalisyona katilmaktadir; koalisyonun merke­zi ise, Elam ve Babil'dir. Tir ve Sidon (ya da, Sayda) kentleri ara­sindaki eski düsmanligi ustaca kullanan Sennaserib, bu birligi kirip zayiflatmayi basaracak; ve iÖ. 701 yilinda Kudüs'ü kusatarak kral Ezekias'i otuz « talanton» (yirmi alti kilo tartan eski agirlik birimi) altin ve üç yüz talanton gümüs tutarinda agir bir haraç ödemek zorunda birakacaktir. Sennaserib ayni zamanda, firavun Sabaka ile de bir baris antlasmasi imzalamistir. Nitekim Ninova sarayinin ka­lintilari arasinda buIunmus olan mühürler, iki hükümdarin imzala­rini tasimaktadir. Bu dönemden kalma belgeler, Misir'in uluslara­rasi prestijinin iyice zayifladigini gösteriyor açikça: Örnegin Kudüs müzakereleri sirasinda Asur elçisi, Misir'i, kolayca kirilip kendisine yaslanmak isteyenlerin elini yaralayan ince bir degnege benzetmek­tedir. Bati koalisyonunun ugradigi bu yenilginin dolaysiz sonucu, eski Dogu'nun en önemli kültür merkezlerinden biri olan Babil'in Asurlular tarafindan fethi olacaktir (iÖ. 689).

Babil kronigi (vakayinamesi), dost hükümdari kurtarmak için Babil kralligini isgale yonelen Elam kralinin, «hasta olmadigi halde yataginda öldügünü», yani Elam'daki Asur taraftarlari tarafindan öldürüldügünü söylüyor.

Sargon'un mücadele etmek zorunda kaldigi üçüncü koalisyonun basinda Urartu (ya da, Ararat) kralligi ya da Vanlar Devleti bulunmaktaydi. Van gölünün çevresinde yayilan ve baskenti Tuspa (bugünkü Van) olan bu devletin topraklari, bugünkü Sovyet Erme­nistani ile Turkiye'nin Dogu kesimini kapsamaktaydi:Vanlar dev­letinin gelismesi, iO. VIII. yüzyilin ikinci yarisina, Kral Sardur'un (iO. 750-733) saltanati ile ogullarinin saItanat dönemine rastlamak­tadir.

O çagda Kolki ya da Iberler diye anilan Gürcülerin ve bir ihti­malle Ermenilerin anayurdu olan Urartu, maden isçilerinin ustaligi,sulama kanallari,sürülerinin ve bahçelerinin bolIugu ile dünya çapinda ün kazanmisti. Daglarda ve vadilerde yerli prensle­rin yönetimindeki küçük prenslikler halinde yasayan Urartu halk zaman zaman büyük koalisyonlar halinde birlesiyor; ve bu durum, Asur icin büyük bir tehlike kaynagi oluyordu. Ta en eski çaglardan beri Kafkas daglari, üstün nitelikteki demir yataklariyle ünlüYdü; ve Asurlularin üstünlük döneminde demirin kulIanimi, genis çapta yayginlasmis bulunmaktaydi. Asurlularin, eski halklar tarafindan «demirci insanlar» diye adlandirilmasini göz önüne alarak, bu üstünIugün, tunçtan demire geçisle dogrudan dogruya iliskili oldugunu ra­hatça soyleyebiliriz. Ayrica, Sargon'un Korsabad'daki sarayinin kalintilarinda rastlanilan demirin ve bakirin büyük kisminin Urartu kaynakli oldugu da rahatça öne sürülebilir. Vanlar devletinin tasidigi önemin ortaya çikarilmasini, Nikolski, Mar, Orbeli ve Meçsaninov gibi Rus bilginlerinin çalismalarina borçlu bulunmaktayiz. Böylece anlasilmlstir ki eski Dogu halklarinin tarihi, Urartu araciligiyle S.S.C.B. halklarinin geçmisiyle bulusmaktadir.

Assurbanipal'in Diplomasisi

(i.ö. 668-626)

Asur'un son buyük hukumdari, Assurbanipal'dir. iÖ. 668-626 yil­lari arasinda büküm sürnüs olan bu kralin kisiligini ve politikasini, Ninova ve dolaylarindaki kral saraylarinin yikintilari arasinda bu­lunmus olan Sargon ogulllari kitapligi ve arsivleri sayesinde iyi tani­yoruz, Sargon ogullarinin çivi yazili kitapliginda Asur'un siyasal, top­lumsal,ve diplomatik hayatiy]e ilgili zengin belgeler vardir. Asur ar­sivleri ise, tarihsel bilgi degeri ve zenginiligi bakimindan, Tel Amar­na arsivlerinden hiç de asagi degildir. Bu belgelerin büyük çogunlu­gu, kral Assurbanipal'in saltanat dönemine iliskin bulunmaktadir.

Assurbanipal'in saItanat dönemi, Asur'a karsi hemen bütün sinir­larinda kurulan koalisyonlarla sürekli mücadele içinde geçecektir. Ama bu durum, Asur politikasi Habes hanedanindan geIme Misir firavunlarinin amansiz muhalefetiyle karsilasinca alabildigine karmasik ve çetin bir hale girmistir. En önemli temsilcilerini Taharka'da bulan bu hanedan hükümdarlari da, tipki Sargon ogullari gibi, askerlikten yetismeydiler ve Libyali birliklere kumanda ediyorlardi. Misir’daki Habes etkisini kirmak amaciyle Assurbanipal, savas tutsagi olarak o sirada Asur'da bulunan Misir prensi Nekho'yu destekleyecektir. Nite­kim bu prens, hiç kimseye gösterilmeyen bir saygi ve özen görmüstür Asur sarayinda: Hükümdar, degerli taslarla süslü giysiler, altin kinli bir kiliç, bir savas arabasi, atlar ve katirlar armagan etmisti Nekho'ya.Ve çok geçmeden de bu prens, Misir'daki taraftarlari ve Asur birlik­leri sayesinde Taharka'yi yenerek, Misir tahtini ele geçirmistir. Ne var ki sonradan, Nekho'nun oglu Psammetik, Asur kralina ihanet edecek­tir. Psammetik, Libyali ücretli askerlere ve deniz yoluyle ülkesine akin eden Yunanlilara dayanarak Asur egemenligine karsi bas kaldi­racak ve Misir’i bagimsizligina kavusturacaktir (I.Ö. 645). .

Psammetik tarafindan kurulan ve baskenti Sais olan yeni XXVI. hanedan, iÖ. 525 yilinda Misir'in Perslerce ele geçirilisine kadar sür­müstür. Elam'da ve Babil'de patlak veren kargasaliklar, Assurbani­pal'i, Misir'in kaybina boyun egmeye zorlayacaktir.

Sargon ogullarinin bütün saltanat dönemi boyunca Babil, Asur'a karsi yönelen yabanci ittifaklarin ve siyasal entrikalarin merkezi ola­rak, Asur hükümdarlari tarafindan izlenen iktidari merkezilestir­me siyasetini engellemekteydi. Dolayisiyle de bu eski ticaret ve kültür merkezinin kesinlikle ele geçirilmesi, Asur krallarina Misir ve Elam gibi iki belli basli düsman devlet karsisinda genis bir eylem özgürlü­gÜ saglayacakti. Asur'un Babil'e karsi yürüttügü uzun mücadeleyi açiklayan da budur.

Assurbanipal'in saltanati sirasinda küçük kardesi Samas Sum Ukin «Bela'ya (Babil'e) kral naibi» olmustur. Ama çok geçmeden Assurba­nipaI'e ihanet ederek Babil'i bagimsiz bir devlet, kendisini de bu dev­letin krali ilan eden Samas Sumukin, bütün bellibasli ülkelerin hükümdarlarina elçiler yollayarak bunlari Asur'a karsi bir büyük koalisyon içinde birlestirme çabasina girisecektir. Misir’dan Pers korfezine çogu devletler ve krallar, bu çagriyi olumlu karsilamislardir. Mi­sir'dan gayri Medler, Elam, Tir, öteki Fenike kentleri, Libya ve Arap Seyhleri, kisacasi Asur'un siyasal üstünlugünden ürken bütün herkes girmistir bu koalisyona. Ve kardesinin askeri tasarilarini haber alan Assurbanipal, Samas Sum Ukin'i gaasip (saltanati zorla ele geçiren gayri mesru hükümdar) ilan ederek savas hazirliklarina koyulmustur.

Düsmanlari sayica çok ve güçlü olduklarindan, mücadelesini bü­yük bir tedbirlilik içinde sürdürmüstür Assurbanipal: Harekat sonu­cunun Mezopotamya'daki Babil ve Nippur gibi zengin ve etkili kent­lerle Elam kralliginin takinacaklari tavira bagli bulundugunu kavramis ve buralara birer diplomatik mesaj yollamistir. Krallik arsivlerin­de korunmus olan bu mesajin metni bugün elimizde bulunmaktadir.

Eski Dogu halklarinin diplomasi tarihi bakimindan büyük önem ta­siyan bu belge, özel bir dikkati hak etmektedir.

Asur krali, söyle sesleniyor Babillilere:

«Dipdiriyim, ve sagligim yerindedir. Bu konuda yürekleriniz se­vinç ve neseyle dolsun.

Kendisini kardesim diye tanitan bir yalancinin bos sözleri dolayi­siyle sizlere sesleniyorum. Sizlere söylemis oldugu bütün ne varsa bi­liyorum. Onun özden yoksun laflari yel gibidir. Dediklerinin bir teki­ne bile inanmayiniz. Iste ben, tanrilarim Asur ve Marduk adina ye­minler ederim ki onun agzindan bana karsi çikan her söz, ancak tik­sinti uyandirabilir. Uzun ve derin düsündükten sonra iste kendi ag­zimla bildiriyorum ki o, sizlere «beni seven Babillilerin serefini ve kendi adimi çignemek» niyetini tasidigimi söylemekle alçakça ve ha­ince davranmistir. Bu türlü sözler bana yabancidir ve agzimdan çik­mamistir. Asurlularla olan dostlugunuz ve benim tarafimdan taninmis olan hürriyetleriniz, düsündügümden de büyüktür. Bir an bile dinle­meyin onun yalanlarini; hem benim gözlerimde, hem de bütün dünya­nin gözlerinde lekesiz olan adinizi kirletmege kalkmayin sakin. Tanri' ya karsi bu kadar büyük bir günah islemeyin...

Bir sey daha var ve ben biliyorum ki bu sey sizi çok endiselendi­riyor: «Ona karsi nasil olsa ayaklandik bir kere» diyorsunuz kendi kendinize, «simdi pes edecek olursak, verdigimiz haraci daha da arttiracak­tir.» Siz böyle diyorsunuz, böyle düsünüyorsunuz. Ama bu haracin sa­dece adi haraçtir. Bana karsi düsmanimla birlesmis oldugunuz için, bunu hem size zorla kabul ettirilen bir haraç, hemde bir gunah olarak düsünün simdi: Gerçekten de sizler, tanrilara verdiginiz sözü çignemediniz mi? Ama simdi dikkatli olun , ve daha önce de yazdigim gibi, o suçlu kisinin bos sözlerine güvenerek güzel ününüzü kirletmege kalk­mayin.

Sonuç olarak, isbu Harman ayinin 23. günu yazdigim mektuba biran önce cevap vermenizi dilerim. Mektup, krallik elçisi Samak Balat Kuikbes tarafindan getirilmektedir.»

Kentin hürriyetlerine saygi gösterme vaadini dile getiren bu me­sajin, iki ülke arasindaki iliskilerin gelecegi üzerinde kesin etkisi ola­caktir. Nitekim bellibasli kentler Samas Sum Ukin'den ayrilip Assur­banipaI'in yaninda yer almislardir. Böylece Babil ile Asur krali ara­sindaki ittifakin korunmasi, Samas Sum Ukin tarafindan baslatilan ha­reket için öldürücü bir darbe olmustur.

Elimizde bir de, ayni hükümdarin Nippurlulara yolladigi bir me­saj bulunmaktadir; o çagda Nippur, Asur kralinin temsilcisi Belibni'nin yönetimindeydi.

Ne yazik ki bu ikinci belge, asinmis ve eksik bir durumdadir; do­layisiyle de muhtevasinin tam açiklanmasi güçlesmektedir. Ça­gin törelerine göre bu mesaj, gene ayni törensel selamla basliyor:

«Tüm evrenin hükümdarindan Belibni'ye ve Nippurlulara, genç ihtiyar butün halka mesajdir. Dipdiriyim ve sagligim yerindedir. Bu konuda yürekleriniz ,sevinç ve neseyle dolsun.»

Hemen ardindan asil soruna geçiliyor: Kentin dusüsünden son­ra Nippur'u terketmis olan Asur'a muhalif parti baskaninin tutuklanmasidir, söz konus olan.

Asurlular, kuzeydeki Urartu'ya ve öbür devletlere karsi da ayni usulleri kullanmislardir. Nitekim, demir ve bakir madenIeri ile sü­rülerinin bollugu ve kuzeyi güneye, doguyu batiya baglayan ulasim yollari bakimindan ele geçirmek istedikleri Vanlar Devlet'ini Urar­tu krali ile muttefiklerinin en ufak bir hareketini bile gözden kaçir­mayan casus ve diplomatlarla dolduracaklardir.

Örnegin Upar Baal, Ermeni kentlerinin yöneticilerinin etkinligi­ni, bir mesajinda söyle anlatiyor kralina:

«Krallar krali efendime, kölesi Upar Baal. Hükümdarim saglik içinde yasasin.Ailesi ve hisarlari iyi durumda olsun. Hükümdarimin yüreg'i hep sevinçle dolsun. Ermeni iliyle ilgili tüm haberleri toplat­mak için bir özel ajan yolladim. Döndü geldi ve gene her zamanki gibi su haberleri getirdi: Düsmanlarimiz simdi Harda kentinde top­lanmislardir. Olup bitenleri dikkatle izliyorlar. Bütün kentlerde, Tu­rusi kentinde bile, silahli birlikleri var… Derim ki efendim bana bir ordu yollamayi arzu buyursun, ve hasat zamani Surubü kentini ele geçirmemi emretsin.»

Urartu'nun durumu hakkinda benzer bir rapora da Gabbuana As­sur'un mesajinda rastlamaktayiz:

«Krallar krali efendime, kölesi Gabbuana Assur. Urartu halkini gözetleme buyruguna uyarak, sunlari bildiriyorum: Yolladigim adam­lar Kurban kentine gelmis bulunuyorlar. Nabuli kentine gidecek olan Assurbaaldan ve Assurrissua da yola çikmak üzereler. Hiç bir sey unutulmamistir, istedigin her sey yapilmaktadir. Su bilgileri top­ladim: Urartu ülkesi halki henüz Turusi kentinden daha ileri geçmemis bulunmaktadir. Kralimin bana buyurdugu noktalara özellikle dikkatli davraniyoruz. Hiç bir ihmalimiz yoktur. Temmuz ayinin onaltinci günü Kurban kentine girdim. Ab ayinin on ikinci günü de krallar krali efendime bir mektup yolladim...»(13)

Baska bir Asur ajani da, mesajinda, Urartu'nun Uazi kentine An­diya ve Zakariye illerinden elçiler geldigini haber veriyor. Ajanin bildirdigine göre çok önemli bir görevle yükümlüdür bu elçiler; ve kent halkina, Asur kralinin Urartu'ya karsi savas açmak üzere oldu­gunu söyleyerek, onlara bir askeri ittifak sunmaktadirlar. Gene ayni ajan, ayni mesajda, bu amaçla yapilan toplantilardan birinde önemli bir askeri sefin Asur kralini öldürmeyi önerdigini de bildirmektedir.

Asur ile Urartu arasindaki mücadele, birkaç yüzyil sürdügü hal­de, kesin bir sonuç getirmemistir. Zaman zaman yenilgiye ugrama­larina ve Asur diplomasisinin büyük ustaligina ragmen Urartu halklari, bagimsizliklarini korumus ve devletlerini, kudretli düsmanlari Asur yikildiktan sonra da sürdürmüslerdir.

Kudretinin doruguna Assurbanipal döneminde ulasmistir Asur imparatorlugu: Yakin Dogu'nun bütün bellibasli devletlerini içeren Imparatorlugun sinirlari, bu dönemde, Urartu'nun karli daglarindan Sudan'in kuzeyindeki Nube (Nübya) çölüne, Kibris ve Kilikya'dan Elam'in dogusuna kadar uzanmaktadir.

Ama gene de sonuna yaklasmaktaydi Asur. Zayiflama ve çöküs belirtileri, daha Assurbanipal devrinde ortaya çikmisti. Sürekli savaslarla hirpalanan ülke, sayisi gittikçe artan koalisyonla da mücadele etmek zorunda kaliyordu. Kuzey ve güneyden dalgalar halinde Kim­merler, Iskitler, Medler ve Persler geliyordu; ve gittikçe biraz daha kritiklesiyordu durum. Nitekim dayanamadi Asur; Dogu'nun ulus­lararasi iliskiler alanindaki üstünlügünü yavas yavas yitirerek, so­nunda, yeni fatihler için bir av haline geldi.

iÖ. Vi' yüzyilda dünyanin en kudretli imparatorlugu durumuna yükselen Persler, bütün eski Dogu ülkelerini egemenlikleri altina almakta gecikmeyeceklerdir.

Pers Imparatorlugunun dünya sahnesine çikisi, «dünya krali» Ki­tos'un Babil halkina ve rahiplerine yönelttigi tantanali bir mesajla baslamaktadir. Söz konusu mesajinda bu hükümdar, kendisini Babil­lilerin kurtaricisi olarak sunmakta; ve onlari, eski dini hiçe sa­yan zorba ve alçak kral Nabonid'in boyundurugundan çekip aldigini belirterek, sunlari söylemektedir:

.

«Ben dünyalar krali, büyük hükümdar; kudretli hükümdar, Babil krali, Sümer ve Akkad krali, evrenin dort yönunün hükümdari, hane­dani ve egemenligi tanri Baal ile tanri Nabu'nun yüreklerine esen­lik veren ölümsüz kralligin torunu ve mirasçisi Kiros...

Babil'e kan dökmeksizin baris içinde girdigim vakit ve krallar sarayindaki kral tahtini alkislar ve sevinç gösterileri arasinda devir aldigim vakit, büyük tanri Marduk bana dogru tasirdi Babillilerin yüreklerini, çünkü o yüreklere saygili olma kararimi biliyordu...»

Ahaimenes ogullari (ya da, Ahaimenidler) tarafindan kurulmus olan ve klasik Dogu'nun hem dogu, hem bati sinirlarinin çok daha ötesindeki ülkeleri de etkisi altinda tutan Pers Imparatorlugu, ilk­çag'in en büyük devletlerinden biri olarak ortaya çikmaktadir.

Manu Ögretisine Göre

Diplomat ve Diplomasi

(iö. 1. bin)

Hindistan'daki Manu yasalari diplomasiye uluslararasi hukuk açisindan en ilginç belgelerden birini meydana getirmektedir.

Uyakli dizeler halinde bulunan bu yasalarin, çagimizin ilk bin­ yili içinde bu sekle sokuldugu sanilmaktadir. Sanskritçe yazilmis olan ve ilkin XVIII. yüzyilda Ingilizler tarafindan dünyaya tanitilan bu yasalar, XIX. ve XX. yüzyillarda Rusça da dahil bir kaç dile çe­virilmistir.

Hint gelenegine göre Manu yasalari, tanrisal kökenlidir: Efsane­lerde Ari irkin atasi olarak anilan Manu'nun çagina baglanmakta­dirlar. Karakterleri bakimindan bu yasalar, siyaset, uluslararasi hu­kuk, ticaret ve askerlik konularinda çesitli Hindu usul ve yönetme­liklerini kapsayan bir koleksiyondur; ve 1.Ö. 1. bin yilin ürünüdürler.

Biçim bakimindan Manu yasalarini, eski Hindistan'a özgü bir yasalar kitabi olarak göz önüne alabiliriz. Ama bu belgenin muhte­vasi, aslinda çok daha genis ve degisiktir. Felsefe düsturlari açisin­dan ayrica zengin olan bu yasalarin, din ve ahlak kurallarina karsi özel bir dikkatle dolu oldugunu görüyoruz.

Eski Hint felsefesinin temelini meydana getiren bilge (ya da, yetkin insan) ögretisi, diplomasi alanina da yansimaktadir. Nitekim diplomasi, eski Hint'te insanin kisisel nitelik ve yeteneklerinin bir çesit odak noktasi seklinde göz önünealinir ve görevin basarisi buna baglanir.

Manu ögretisine göre diplomasi, savastan sakinma ve barisi pe­kistirme sanatidir: « Baris ve karsiti (savas), elçilere baglidir; çünkü elçilerdir, müttefikleri yaratan ve ayiranlar. Hükümdarlar arasinda barisa ya da savasa yol açan sorunlar, elçilerin yetki alanina girer sadece»

Yabanci hükümdarlarin niyet ve tasarilarini. efendisine bildire­rek, devletin büyük tehlikelerden korunmasini saglar diplomat. Is­te bunun içindir ki diplomatin keskin görüslü ve her bakimdan kül­türlü, baskalarinin sempatisini kazanmaga yetenekli bir adam oimasi gerekir. Diplomat, yabanci hükümdarlarin planlarini sadece söz­lerine ve eylemlerine dayanarak degil, hareketlerine ve yüz ifadele­ rine bakarak da seçip kavrayabilmelidir.

Manu yasalari devlet baskanindan, diplomatlari, siki bir eleme­den sonra ve büyük bir ihtiyatla atamasini istemektedir. Diplomatin,saygi deger yasta, ödevine tam bagli, dürüst, usta, saglam bellekli,cesaretli, güzel konusan, «üzerine egildigi isin yer ve zamanini iyi bilen» bir adam olmasi sarttir. Çünkü uluslararasi hayatin en karmasik sorunlarini bile her seyden önce diplomatik yoldan çözmeyi denemek gerekir; kuvvete basvurma, ancak daha sonra düsünülebilir.

Diplomasi ve diplomat konusunda Manu yasalarinin temel çizgile­ri, iste bunlardir.

IKINCI BÖLÜM

ESKi YUNAN DipLOMASiSi

1. ULUSLARARASI ILIsKILER

Tarihsel gelismesi boyunca eski Yunan'in toplum yapisi ardarda degisikliklere ugramistir. iÖ. XII.- VIII. yüzyillar arasinda uzanan ve Homeros çagi olarak tanimlanan dönemde devlet kölecilik üze­rine kurulu oldugundan, klan sistemi yürürlüktedir. iÖ. VIII. ve IV. Yüzyillar arasinda uzanan «klasik çag»da ise siyasal' örgüte karakterini veren,kent-devlet (polis)'lerdir. Ve bu kendi kendine yeten kü­çük dünyalar arasinda, son derece çesitli sekillere bürünen uluslar­arasi iliskiler kurulacaktir.

Proksenos'lar Kurumu

Eski Yunan'da uluslararasi hukuk ve iliskilerin büründügü ilk sekil, proksenos'lar kurumu olmustur. Giderek bugünkü anlaminda bir tesrifatçiliga ya da protokole dönüsen proksenos'çuluk (eski Yu­nancada: pro, « için », ksenos, «yabanci» anlamina geliyor), bir konuk agirlama örgütüdür; ve bu tesrifatçilik tarzi hem bireyler, hem de klanlar, asiretler ve devletler arasinda yürürlüktedir.

Bir kentin proksenos'u ya da tesrifatçisi, ticaret, vergi ve adalet konularinda öbür yabancilara oranla belirli bir takim haklara ve ay­ricaliklara (imtiyazlara) sahiptir; ve bir dizi onursal ünvan tasir. Konugu bulundugu kente karsi manen sorumludur; o kentin çikar­larini gözetmek ve o kentle kendi öz kentinin otoriteleri arasinda aracilik etmek görevindedir. Diplomatik görüsmeleri yürütmekle de yükümlüydü tesrifatçilar; ve bir kente gelen elçiler, ilkin onlara basvururlardi. ­

Eski Yunan'da büyük bir gelisme gösteren bu kurum, ilkçag'da bütün daha sonraki uluslararasi iliskilerin çikis noktasi olacaktir.Buna paralelolarak bir kentte oturan bütün yabancilar, hatta sürgünler, bir konukseverlik tanrisinin (Zeus ya da Ksenia) koruma­si altindaydilar.

Anfikseonia'lar

Tesrifatçilik kadar eski bir baska uluslararasi kurum da, anfik­seonia'dir. Anfikseonia'lar, büyük tanrilardan birine adanmis bir tapinak çevresinde olusan dinsel karakterli meclislerdir. Adlarindan da anlasilacagi gibi (eski Yunancada, anfi, «her iki yan» anlaminda­dir bu birlikler, aralarinda hiç bir etnik baginti bulunmayan ve sa­dece ayni tapinagin çevresinde oturan asiretlerden olusmaktaydi. Bu topluluklarin ilk varlik nedeni tanri adina ortaklasa kurban kes­mek, senlik düzenlemek, tapinagi ve çesitli bagislar sonucunda git­gide büyüyen hazinesini korumak, kutsal töreleri çigneyenleri ceza­landirmakti.

Senlikler dolayisiyle bir araya gelen üyeler, gerekli ise, genel çikari ilgilendiren konular üzerinde de danisma ve tartismalara girismekteydiler. Dinsel bayramlar süresince savas yasaklanmakta ve «Tanri barisi» (hieromenia) ilan edilmekteydi. Görüldügü gibi, anfikseonia'lar hem dinsel hem de siyasal karakter tasiyan birer uluslararasi kurumdur.

Eski Yunan'da sayisiz anfikseonia vardir. Bunlar arasinda en eski ;ve en etkili olani, Delfoi-Termopilai anfikseonia'sidir. Delfoi'deki ApolIon tapinagi çevresini kapsayan Delfoi anfokseonia'si ile Demeter tapinagi çevresini kapsayan Termapilai anfikseonia'sinin birlesmesinden olusmustur bu kurum. Söz konusu anfikseonia'nin içinde, her biri iki oya sahip on iki asiret yer almaktadir.

Anfikseonia'nin en yüksek organi, ilkbaharda ve sonbaharda ol­mak üzere yilda iki kere, Termopilai ve Delfoi'de toplanan genel meclistir. Tüm topluluk üyeleri için, uyulmasi zorunluk tasiyan kararlardir bu meclisin kararlari. Aslinda bÜtün isleri yürÜten bu meclisin yirmidört temsilcisi (ieromnen) vardir. Söz konusu temsilcilerin belli basli ödevi, «Tanri barisi»ni sürdürmek ve dinsel bayramlari duzenlemektir.

Daha sonra, I. Ö. VI. ve V. yüzyillarda yeni bir meclis, Yunan kentlerinin Delfoi-Termopilai anfikseonia'sina yolladiklari temsilcilerden (pulagoros) kurulu bir meclis ortaya çikacaktir. Iste bu iki çesitten delegeler araciligiyle, anfikseonia'lara katilan kentler, kendi aralarinda gözetilmesi zorunlu birtakim yükümler koymaktaydilar.

Delfoi ve Termopilai anfikseonia'lari birligi, eski Yunan'in uluslararasi siyaset hayatinda büyük etkisi olan siyasal bir güç meydana getiriyordu; bütün dinsel ve laik erk, bunlarin elinde bulunmaktay­di. Nitekim savasi baslatma ve durdurma kararlarini alan ve anfikseonia'larin baskanlari ile askeri seflerini atayan ve azledenler Del­foi rahipleriydi. Ieromnen'ler ise, tanri ApolIon'un iradesinin yorum­culari olarak kabul edilmekteydi. Rivayete göre, içinde eski kehanet­lerin yazili oldugu «gizemli kitaplar» bulunmaktaydi Delfoi rahiple­rinin elinde;ve bu kitaplari ancak tanri ApolIon'un torunu diye ka­bul edilenler, yani krallarla rahipler okuyabilirlerdi.(14)

Eski Yunan rahip sinifinin ellerinde, ApolIon tapinagina zarar verenlere karsi kutsal savas açma yetkisi gibi gerçekten kudretli bir alet vardi. Ve birbirlerine ant içerek baglanmis bulunan anfikse­onia üyelerinin tümü birden bu kutsal savasa katilmak zorunday­dilar.

Söyleydi bu ant:

«Birlik içinde yer alan kentleri yakip yikmamak ve ne savasta ne de barista bu kentlerin suyunu kesmemek; bu andi çigneyenlerle hep birlikte mücadele etmek, kentlerini yikmak; tanriya el kaldira­rak ya da onu ayaklari altina alarak saygisizlik edenleri ortak çaba ile ve bütün yollara basvurarak cezalandirmak.»

Bütün siyasal antlasmalar, dolayli ya da dolaysiz olarak, Delfoi rahipleri tarafindan onaylanmaktaydi. Her türlü uluslararasi hukuk sorunu üzerinde anlasmazliga düsenler, Delfoi'ye basvurmak zorun­daydilar. Bu rahiplerin gücü, sadece tinsel etkilerden degil,elleri altindaki maddesel olanaklarin genisliginden de ileri geliyordu.Ger­çekten de, kentlerin yillik ödentilerinden, hacilarin bagislarindan, tapinak yakininda kurulan panayirlarin ve tefeci piyasalarinin gelirerinden olusan büyük çapta bir sermaye birikimi vardi Delfoi ra­hiplerinin elinde. Nitekim I.ö. V. ve IV. yüzyillar boyunca, Delfoi anfikseonia'sinin oylarini ve etkisini kendi yararina çevirmek için eski Yunan Devletleri arasinda kopan amansiz mücadele böylelikle açiklanabilir.

Antlasmalar ve ittifaklar

Eski Yunan'da uluslararasi iliskilerin büründügu üçüncü sekil siyasal ve askeri antlasma ve ittifaklardir(summakias). Bunlarin en önemlileri, Sparta, Atina ve Delos arasinda kurulan ittifaklar ola­caktir..

i.Ö. VI. yüzyilda Peloponnes yarimadasindaki kentler ve toplu­luklar arasinda olusan ittifak, Peloponnes Birligi'ni meydana geti­recektir..Bu konfederasyonun basinda, Sparta bulunuyordu. Ve üs­tünlügü elinde tutan site olarak Sparta, yilda bir kere müttefikleri genel toplantiya çagirabilirdi. Birlige katilan bütün kentler, önem ve güçleri ne olursa olsun, bu toplantida bir tek oya sahiptiler. Ka­rarlar, uzun tartismalar ve çesitli diplomatik uzlasimlar sonucunda oy çoklugu ile alinmaktaydi.

Bu çagin bir baska büyük ittifaki da, Atina'nin üstünlügü altin­da kurulan Attika-Delos Birligi olacaktir. Med savaslari sirasinda olu­san bu birlik, bütün müttefiklerin Birlige giris için Delos'taki ortak hazineye özel bir katkida (foros) bulunmalari ve Atina'ya karsi daha büyük bir bagimlilik içinde olmalari ile, Peloponnes Birligi'nden fark­lidir. Nitekim bu konfederasyon, zamanla Atina Imparatorluguna (arkhe) dönüsecektir.Iki birlik arasindaki, daha bastan beri düsmanca olan iliskiler,iÖ. V. yüzyilin ortalarina dogru patlayan genel Peloponnes savasiyle sonuçlanacaktir.

Elçiler ve Elçilikler

Topluluklar ve siteler arasinda basgösteren

anlasmazliklar ve çatismalar, özel olarak bu islerle görevlendirilmis kisiler olan elçiler tarafindan çözulmekteydi. Bu elçilere Homeros çaginda, mesajci (ke­ruk, angelo); klasik çagda ise, eskiler (ya da, ihtiyarlar, «pres­- beis») denilmekteydi. Atina, Sparta, Korint gibi eski Yunan devletlerinde elçiler, en azindan elli yasini asmis kimselerden kurulu bir halk meclisi tarafindan seçilirdi. Nitekim «eskiler» terimi buradan gelmektedir. Geleneksel sekilde varlikli kisiler arasindan seçilen el­çiIerin otorite sahibi, agirbasli, güzel konusan ve öbür kentlerin proksenos'lariyle tanisan kisiler olmasi gerekiyordu. Çogu zaman bu gö­revler, kentlerin arkontlarina ya da askerlik isleriyle ugrasan pole­marklara verilirdi.

Aktörler de elçi olarak atanabilIrdi: Örnegin,ünlü hatip ve oyun­cu Aiskhines, Makedonya kralinin sarayinda Atina devletini temsil etmistir. Elçilik gibi çok serefli ve temel bir göreve oyuncularin se­çilmesi, eski Yunan topluluklarinin güzel ve dogru konusma sanatina verdikleri büyük önernin bir sonucudur. Aktörlük yetenegi,alanda ya da tiyatroda kalabalik meclisler önünde konusan bir delegenin sözlerine, hiç süphe yok ki inandirici bir güç katacak ve büyük bir agirlik kazandiracaktir.

Elçilik görevIilerinin sayisi hiç bir yasa tarafindan belirlenmemisti ve günün kosullarina göre degisebiliyordu. Degerlik bakimin­dan bütün elçiler esitti. Elçilik kuruluna baskanlik edecek bir bas elçi (en «eski» ya da en «ihtiyar» elçi) seçme gelenegi sonradan yerles­mistir. Görevleri süresince geçimlerini saglamak üzere belirli bir pa­ra, bir «yolluk» veriliyordu elçilere, ayrica da yanlarina, hizmetlerine bakmak üzere bir maiyet katiliyordu.

Yola çikarken, gittikleri kentin proksenos'una verilmek üzere bir tavsiye mektubu (sembol) götürüyorlardi. En eskiler ise, görevlerine iliskin bilgi ve direktifleri, birlikte katlanmis iki yaprak üzerine ya­zili olarak almaktaydilar. Bu yapraklar, diploma diye adlandiriliyor­du; nitekim «diplomasi» terimi buradan gelmektedir. Söz konusu yapraklarda yazili direktifler, elçilik için asil amaci belirleyen bir çesit kilavuzdu. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki elçiler, bu direktifler çerçevesi içinde genis bir hürriyete sahiptiler ve kendi inisyatiflerini daima kullanabiliyorlardi.

Elçiler, gidecekleri kente varir varmaz, tek baslarina ya da o kentin proksenoslariyle birlikte, kentin diplomatik isleriyle ugrasan yüksek görevliyi ziyaret zorundaydilar. Bir yüksek görevliye ellerindeki güven mektuplarini ya da itimatnamelerini gösterip ondan bilgi ve ögüt alirlardi. Itimatnamelerin kayit ve kabul edilmesinden bir kaç gün sonra da (ki bu kabul suresi Atina'da genellikle bes gündü), elçiler kentin Halk Meclisine, gelislerinin nedenini açiklamaga çag­rilirlardi. Bu açiklamayi, herkesin katilabilecegi görüsme ve tartis­malar izler; sonra da is, konuyu incelemek Üzere seçilen bir komisyona aktarilirdi. .

Elçiler genellikle iyi kabul görmekte ve güleryüzle karsilanip ugurlanmaktaydilar. Tiyatro gösterilerine, oyunlara ve senliklere ça­girilirlardi; çesitli armaganlar verilirdi kendilerine. Ülkelerine dön­dükleri zaman da, kendi Halk Meclislerinin önünde, görevlerinin so­nuçlari uzerine hesap vermek zorundaydilar. Övgüye deger bulun­duklari takdirde, kendilerine çesitli armaganlar sunulurdu.Defne dallarindan bir taç bu ödüllerin en büyügüydü; ve bu ödülu hak et­mis olan elçi, ertesi aksam Prutaneion'da yemege çagirilirdi: Akro­polis'in yaninda, onun konuklarini agirlar uzere yapilmis bir özel yapiydi burasi. Elçinin hesap vermesi sirasinda her yurttas kendi düsÜncesini açiklamak ve gereginde elçiyi suçlamak hakkina sahipti.

Butün eski devletlerde oldugu gibi eski Yunan'da da elçilerin belli basli görevlerinden biri, öbür devletlerle ittifak kurmak ve ant­lasma imzalamakti. Ilkçag'da antlasmaya, kutsal karakterli bir olay gözüyle bakilmaktaydi; ve gene o çagin önyargilarina göre bu anlas­manin çignenmesi, tanrilarin cezasini hak eden bir ihanetti. Dolayisiy­le de diplomatik pazarliklarin yürütülmesi ve sonuçlandirilmasi, ke­sin formalitelere baglanmis bulunuyordu; ve bir antlasmanin getir­digi yükümler, bu tür sözlesmeleri kutsal kildigina inanilan doga üstu guçleri tanik gösteren yeminlerle perçinlenirdi. Antlasma töreninin yapildigi kentteki tüm yüksek görevlilerin önünde karsilikli olarak

yemin etmekteydi taraflar. Yeminden sonra da, andi bozanlarin aforoza ugrayacagi ilan edilmekteydi.

Antlasmalarm çignenmesinden dogan tartisma ve çatismalar, bir hakem kurulunun karariyle sonuçlanirdi: Suçlu bulduklarina,Del­foi Apollonunun ya da Olimpos Zeus'unun hazinesine yatirilmak üze­re belli bir para cezasi biçerdi bu kurul. O çagdan kalma yazitlar,bir kent için on «talanton» (yirmi alti kiloluk eski agirlik birimi) altin tutarinda büyük cezalar biçilebildigini söylüyor bize. Hakem kurulunun kararlarini saymayan sitelere ise, kutsal savas ilanina ka­dar giden sert tedbirler uygulanmaktaydi.

Antlasmanin imzalanmasindan sonra taraflar, antlasma kosullari­ni ve içilen andi kapsayan metni bir dikme tas Üzerine oymak ve bu yazitli dikme tasi, örnegin Akropolis'teki Pallas tapinagi gibi kut­sal bir yerde korumak yükümündeydiler. Önemli antlasmalarin bi­rer kopyasi da Delfoi, Olimpos ve Delos gibi ulusal tapinaklarda korunmaktaydi. Katilan taraflarin dillerinde ayri ayri yazilan antlas­ma metinlerinden birer tanesini de devlet arsivlerinde saklamak zo­runlugu konmustu. Diplomatik iliskilerin kesilmesi ve savas ilani du­rumunda, antlasma metninin yazili bulundugu dikme tas kirilir ve böylece antlasma yürürlükten kaldirilmis olunurdu.

2. ESKI YUNAN'IN ULASIK ÇAGINDA

DIPLOMASI :

DIPLOMASININ DOGUSU

Homeros Yunan'inda Diplomasinin Dogusu

(I.ö. XII.-VII/. YüzYillar)

Eski Yunan diplomasisinin ve uluslararasi hukukunun kökenleri çok eski zamanlara yükselmektedir. Uluslararasi iliskilerin ilk tas­laklarina, asiretler arasi antlasmalar sekline bürünmüs halleriyle,Ilyada'da rastlamaktayiz: Argos ve Mikenai kentlerinin «altindan yana zengin» krali Agamemnon, öteki Aka kentlerinin prensIerini Tru­va seferine katilmalari geregine inandirmaktadir. Kendi aralarinda görüsüp tartisir sefler, sonra ortak bir karar alir ve uzak bir sefere çikarlar. Agamemnon, tüm Akalar adina, Truva krali Priam'la bir antlasma imzalar: Bu antlasma yeminler, tanrilara yakarilar, kurbanlar ve kurban etinin Aka ve Truva askerlerinin komutanlari arasin­da bölüsülmesi ile perçinlenmektedir.Daha önce de belirtmis oldugumuz gibi, eski Yunan'da bir antlasmayi çignemek, kendi onuruna leke sürmek anlamina geliyordu. Nitekim savasin baslamasindan ön­ce Aka elçileri Truva'ya gidecek ve Paris tarafindan kaçirilmis olan Helena'nin geri verilmesini isteyeceklerdir. Truva elçisi tarafindan Aka Meclisine sunulan baris önerisi de tüm halkin tartismasina açik birakilmaktadir.

Bütün bu örnekler, daha Homeros çaginda bile diplomatik ilis­kilerin varligini göstermektedir bize. Zamanla bu baglantilar geli­secek ve genis bir uluslararasi iliskiler sisteminin dogusuna yol aça­caktir. .

Perikles'in

Yunan Birligi için

Bir

Baris Kongresi Toplama Tasarisi

(i. Ö. 448)

Eski Yunan'in klasik çaginda entellektüel hayatin ilk merkezleri, önce, Küçük Asya'nin zengin kiyi vadilerinde olusmaga bastaya­caktir: Miletos, Efesos ve Halikarnasos'tur bunlar. Daha sonra bu merkezlerin Balkan yarimadasinda Atina, Karint ve Sparta'da da belirdigini görüyoruz.

Etkin uluslararasi iliskiler Atina'da i.Ö. VI. yüzyilda Pisistrat (Peisistratos) tiranligi altinda ve özellikle de i.Ö. V. yüzyilda Med savaslari sirasinda baslamaktadir. Bu çag boyunca eski Yunan'in bütün önde gelen devlet adamlari, ayni zamanda birer diplomattirlar:Pisistrat, Themistokles, Delis «summakia» sinin (15)kurucusu Aristeides, Kimon ve özellikle Perikles, bunun en iyi örnekleridir. Bu sonuncunun iktidari sirasinda, Yunan dünyasi üzerinde üstünlük (hegemonia) kurmak isteyen Atina ve Sparta kentleri arasinda ciddi sürtüsmeler çikmistir; bu çatisma sonucunda baslayan savas 445 yilinda, otuz yii­lik bir barisin imzalanmasiyle bitmistir. Eski Yunan'da siyasal iki­cilik sisteminin yürürlüge girmesini saglayacaktir bu baris: Nitekim her iki taraf da, üstünlük kurma düslerinden vaz geçmeksizin, bir süre için saldirgan davranislardan kaçinarak, etkilerini diplomatik yollardan pekistirme çabasina yöneleceklerdir.

448 yilinda Atina devlet baskani Perikles, Atina'da bütün Yunan devletlerini bir araya getirecek bir kongrenin toplanmasini önermis­tir. Gerçekten de, tüm Yunanlilari ilgilendiren üç sorunun çözume baglanmasi gerekmektedir bu dönemde: PersIer tarafindan yikilmis olan tapinaklarin onarimi,deniz ulasimi ozgurlugunun garanti altina alinmasi ve butun Yunan dunyasini kapsayan bir barisin kurulup surdurulmesi.

Bunlarin yani sira Perikles, bu kongre araciligiyle,Atina kentinin tüm Yunan dünyasinin siyaset ve kültür merkezi ha­line girmesini saglamak tasarisindadir. Bu amaçla, Atina'dan bütün Yunan sitelerine, temsilci yollamalarini saglamak için yirmi kisilik bir elçiler toplulugu gönderilecektir. Dört gruba ayrilmistir bu misyon: Birinci grup, Ön Asya kentleri ile Ege adalarina; ikinci grup,Hellespont (bugunkü Çanakkale Bogazi) ve Trakya kiyilarina; üçün­cü grup, Atina'nin kuzeybatisina düsen Boiotya ve Fokis bölgele­rine; dordüncü grup da, bütün Peloponnes yarimadasinin kentlerine gitmektedir. Perikles'in bu önerisi kabul edilmeyecek; ve Atina'nin güçlenmesinden çekinen Peloponnes'te özel bir dirençle karsilasa­caktir. .

Peloponnes Savasi Döneminde

Diplomatik Mücadelenin Kizismasi

Atina'nin etki ve kudretinin genisleyip yayginlasmasi, siyasal dengenin bozulmasina yol açmis ve iÖ. 431-404 yillari arasinda sü­ren Peloponnes savasinin patlak vermesiyle sonuçlanmistir. Eski Yunan dünyasinin içteki ve distaki tüm çeliskilerini ortaya çikaracaktir bu savas.

O çagda varolan çesitli diplomasi anlayislarinin uygulanmasi için genis bir arena açiliyordu böylece: Nitekim bu anlayislar, tam bes yil boyunca (io 436-431) amansiz bir mücadeleye giriseceklerdir. Gerek Atina, gerek Lakonya (Sparta) summakia'larinda yer alan bütün eski Yunan devletleri bu mücadeleye katilmislardir.

(…)

­

üçüNCÜ BÖLüM

ESKi ROMA DiPLOMASiSi

ROMA DIPLOMASisiNIN TEMEL KARAKTERLERI

Eski Roma'da

Uluslararasi iliskllerin

Genel Biçimleri

Eski Roma'daki diplomatik kurumlarin da eski Yunan ve eski Dogu'daki kadar uzun ve köklü bir geçmisi vardir. Nitekim ta ilk, çaglardan beri Roma'da, jus hospitili adi verilen proksenos'larin ya­ni sira, eski Yunan anfikseonia'larini andiran bir fetialis'ler kurulu bulunmaktadir. Sivil görevler yüklenmis bir rahipler meclisidir fe­tialis'ler. Bu kurullar, asiretler ve asiret birlikleri arasindaki tartisma ve anlasmazliklari halletmekte, uluslararasi anlasmalari savunmakta ve korumakta, savas ilan etmekte, baris antlasmalarini yap­makta ve imzalanmaktadirlar. En yasli yurttaslar arasindan' seçilmis yirmi üyeden olusan bu kurulun onayi alinmaksizin hiç bir önemli sorun çözüme baglanamazdi. Ölünceye kadar görevde kalan fetialis'lerin etkinligi, gizemli bir karakter tasimaktaydi. Yün giysilerinden ve baslarina çepçevre sardiklari seritten ,taninirdi bu rahipler; seri­de, kökleri ve topragiyle birlikte Oapitole tepesinden alinmis bir tutam kutsal ot (verbena) ilistirirlerdi.

Baskanlari olan «kutlu baba» (ya da, «aziz peder», pater patratus),böylece giyinmis olarak, anlasmazligi çözüme baglamak ya da savas ilan etmek üzere, komsu halkin sinirina dogru ilerlerdi.

Tartismali konular genellikle barisçi yollardan çözüme baglanmak­taydi eski Roma'da; ancak tüm anlasma olanaklari ortadan kalkin­ca silaha basvuruluyordu. Savas ilanini önceleyen alabildigine kar­masik bir dizi usul vardi. Dört kisiden kurulu bir özel komisyon,görüsmelerde bulunmak üzere, uluslararasi sözlesmeyi çignemis

olan kente giderdi «kutlu baba»nin yönetiminde. Ve her seferinde özel ayinler yapilir; yüksek sesle büyülü formüller ve aforoz söz­leri okunarak, genel barisi bozanlar lanetlenir ve tehdit edilirdi.Sonra komisyon Roma'ya döner ve orada tam otuz üç gün bu eyle­minin etkisini beklerdi. Bu süre içinde hiç bir doyurucu cevap gelmedigi takdirde fetialis'ler, Senato'ya ve halka bir rapor sunarlar­di: En son kertede, savas ilan etme hakki Senato'ya ve halka aitti.Sonra pater patratus bir kez daha düsman kentin sinirlarina gider, ucu yakilmis ve kana bulanmis bir mizrak firlatirdi oraya. Bütün bu süreç, ünlu tarihçi Titus Livius tarafindan, Romalilarla Albali­lar arasindaki savas dolayisiyle,inceden inceye betimlenmektedir.

Son derece karmasik bir karaktere bürünen baris antlasmasi da gene bir dizi törene yol açmaktaydi. Bu törenler sona erince, «kutlu baba» antlasma metnini okur ve fetialis'lerin özel yeminini ederdi. Tüm felaket ve kötülüklerin, barisi bozacak olan kisinin basina yagmasi istenmekteydi bu yeminde. Ve yemin, söyle son bulmak­taydi:

«Roma halki, bu tablette yazili kosullari hiç bir zaman ilk olarak bozmayacaktir. Ama bozacak olursa, dilerim Jupiter onu, ben su kurbanlik hayvana nasil vuruyorsam öylece ve tanri olarak insanin gücünü asan siddetiyle çarpsin» (Titus Livius, I,. 24).

Bu ilkel biçimler zamanla dönüsüme ugrayacak ama hiç bir va­kit tamamiyle ortadan kalkmayacaktir. Nitekim daha sonraki Cum­huriyet ve Imparatorluk dönemlerinin belgelerinde de Fetialis'ler kurulundan söz edildigini görüyoruz.

Roma'nin Italya ve Akdeniz'deki merkezi konumu, daha baslan­giçtan itibaren uluslararasi ekonomik iliskilerinin gelismesini kolaylastiracaktir. Nitekim uluslar hukukunun (jus gentium) en tam ifa­desini Roma topraginda bulusu, bu bakimdan pek anlamlidir. Söz konusu «uluslar hukuku »nun varligindan, hem Cumhuriyet hem de Imparatorluk dönemlerinde yetismis Romali yazarlar durmaksizin söz etmektedirler. Özellikle Cicero, Devlet Üzerine ve Ödevler Üzerine baslikli incelemelerinde bu hukuk kavramini titiz bir çözüm­lemeden geçirmektedir. ­

Uluslar hukukunu, medeni hukuka karsit tutmaktaydi Romali­lar. Sadece Romali yurttaslara uygulanan medeni hukuk (jus civile), savas sirasinda bile bütün gücünü korumaktaydi. «Elçiliklerin ve antlasmalarin dokunulmazligi» (jus et sacra legationis) ilkeleri ve bu dokunulmazligin çignenmesi uluslararasi hukuk alanina giriyor­du. Bu hukuk anlayisinin tohumlarina en eski düstur kitaplarinda (jus feciale) dahi rastlamaktayiz.

Diplomatik örgüt ve Görevler

Eski Roma'nin diplomatik yapisi, siyasal örgütünün özelliklerini tasir.Eski Yunan’in diplomasinin iyice gelistigi klasik doneminde köle-olmayan yurttaslardan kurulu Halk Meclisi'nin (kölelerin ora­da hiç bir «medeni» hakki yoktu) dis islerinde büyük bir rol oynamasina karsilik, klasik Roma'da bu rol, kölelerin hizmet ettigi soyIular sinifini temsil eden Senato tarafindan oynanmaktadir.

Roma'da elçilikler « legasyon» (legationes) adi altinda belirtil­mekte; ve elçiler de «Iega», «hatip» ya da «asa tasiyicisi» ünvanlari altinda (legati, oratores, caduceatores) anilmaktaydi. Krallik döne­minde, yani en eski dönemde, ancak kral elçi yollayabilirdi; ve kral bu vekillerini, fetialis'ler meclisinden seçerdi daima. Daha sonra,Cumhuriyet döneminde, bu hakki Senato benimseyecek; ve Halk Meclisi'nin (cornices) yetkileri eski Yunan'a oranla kisitli kalacaktir.

Elçilik görevinin büyük önemi, bu görevin yuklenecegi kimselerin seçimine özel bir ciddilik kazandirmistir. Nitekim elçilerin atanmasi, Senato'da tartisilip karara baglanmakta ve bu karar bir özel buyrultu halinde (senatus consultum) dile gelmekteydi. «Roma' da senato karari olmaksizin elçi atandigi hiç isitilmis midir?» diye soruyor Cicero bir söylevinde (In vatinium, 15, 36; pro Sestio,14, 33).

Senato karari, elçiligin kurulusu ve yapisina iliskin olarak temel alinmasi gerekli ilkeleri koyuyordu ancak. Elçi, her hal ve ko­sulda, «Roma halkinin yüce degerini ve yararini gözeterek» davran­mak zorundaydi. Elçilerin seçimi Senato baskanina düsüyordu; ve bilindigi Senato baskani, konsül (her yil seçilen iki Devlet baska­nindan her biri) ya da yüksek yargiçti. Elçilerin seçimi için bazen kuraya basvurulurdu ve hiç kimsenin, kendisine verilmis olane elçilik görevini reddetme hakki yoktu. Elçiler genellikle senatörler (nobiles) arasindan seçilmekteydi.

Cumhuriyet dönemi Roma hukukunun ruhuna uygun olarak, Roma elçiligi bir tek kisiye emanet edilmezdi. Dolayisiyle de elçilikler, iki, Üç, dört, bes ve hatta on kisilik kurullardan meydana ge­lebilir idiyse de, genellikle üç üyeden olusmaktaydi. Her elçiligin bir baskani (princeps legationis) vardi; bu baskan çogunlukla en yüksek asamadan bir senatör olurdu. Tum elçilik üyeleri törelerin ve yasalarin korumasi altindaydilar.

Her elçi, görevinin dis belirtisi olarak, bir altin halka tasirdi; bu nisan, bedava geçim ve ulasim hakkini getirmekteydi ona. Bazan da legasyonun etkisini arttirmak amaciyle elçiler, savas gemileriyle (quinqueremes) yollanmaktaydi. Elçilik görevlileri, yolluk (viaticum) larinin yani sira, gümüs yemek takimlari, pahali giysi ve ça­masirlar, kamp yataklari gibi gerekli esyayi da devletten alirlardi. Hür yurttaslardan ve kölelerden, sekreterlerden, tercümanlardan, firincilardan, kasaplardan, vb., olusan genis bir personeli vardi elçiliklerin. Belli basli yükümleri ise sunlardi: Savas ilan etme ya da baris antlasmasi yapip imzalama, Roma'ya bagli eyaletlerin düzen­lenip örgütlenmesi, uluslararasi çatismalarda ve dinsel tartismalarda hakemlik etme. .

Görevleri sona erdiginde elçiler, Senato'ya etkinliklerinin hesabini vermekle de yükümlüydüler. Bunu, legatione referre ya da renuntiare diye anilan, diplomatik dilde kaleme alinmis raporlar halinde yerine getirirlerdi.

Senato sadece elçiler yollamakla kalmamakta, elçileri kabul de etmekteydi. Roma'ya gelen yabanci elçiler, iki kategoriye ayrilmaktaydi: Düsman ülkelerden gelen elçilerle dost halklarin yolladigi elçiler.Kentin içine katiyen alinmiyordu düsman ülkelerden gelen elçiler: Talim meydanindaki bir villa publica'da konuklanir ve Senato'nun çagrisini beklerlerdi; kaldiklari yerin yakinindaki Bellone tapinaginda olurdu görüsmeler. Bazan da görüsme dilekleri hiç kabul edilmezdi; bu durumda Italya'yi belli bir süre içinde, ve önce­den resmi bir izin almaksizin bir daha gelmernek üzere, terketrnek

zorundaydilar.

Dost uluslarin elçilerine karsi ise, tam esitlik gözetilmemekle birlikte, bambaska davranilmaktaydi. Birinci sinif devletlerin elçi­leri, genellikle, defterdar tarafindan karsilaniyordu. Gene defterdar, bu elçilere Italya'daki gezileri boyunca eslik eder ve dönüslerinde de

belli bir yere kadar ugurlardi bunlari. Ülkede kaldiklari sürece her gittikleri yerde iyi kabul görmekteydiler. Roma'da kentin en güzel binalarindan birinde (grecosta sis) agirlanir; resmi bayramlara, ti­yatro ve sirk gösterilerine seref konugu olarak çagrilirlardi.

Roma gelenekleri, bu tür elçilere çesitli armaganlar vermeyi gerektiriyordu. Öyle ki Roma'ya elçi olarak gelen taninmis kisilerin heykelleri yaptirilarak Capitole'ün eteklerine dikilmekteydi. Öte yandan, ülkeye gelen yabanci elçiler de Roma hazinesine altin ya

da gümüs armaganlar sunma aIiskanligindaydilar. Örnegin Karta­ca'nin sekiz kilo agirliginda bir altin tac olan «alçakgönüllü arma­gani» ile Suriye krali Antiochus'un yüz elli kiloyu askin altin vazolardan meydana gelen «alçakgönüllü armagani» bu konuda pek ün salmistir.

Yabanci elçiler, görevlerinin amacini Roma görevlisine Latince yazili olarak ya da bir tercüman araciligiyle bildirirlerdi. Söz konusu görevli, ki genellikle defterdar oluyordu, Senato'ya aktarmak­ taydi aldigi bilgileri. Senato ise cevabini, toplanti salonunda ya da

holünde, ya dogrudan dogruya delegelere, ya da aradaki görevliye iletmekteydi. Yabanci elçiler, çok karmasik ya da çözumü zor sorunlar sunduklari takdirde bir özel komisyon kurulur ve istekler ayri ayri incelenirdi.

Yabanci elçilik kurullarinin yani sira Roma'ya, çesitli topluluk­lara ve meclislere bagli sayisiz tasra mesajcisi (municipia) da gel­mekteydi.(16)

(…)

Açiklayici notlar

**************

(1) :Altin ve gumus madeninin,ortak degisim degeri,para,olarak kullanim surecinin incelenmesi bakimindan da bu belgeler onemlidir.Altin ve Gumus,Sumer-Sami topluluklarinda,tipki ‘lapis Lazuli’,mavi ve yesil tas gibi,baslangiçta sadece tapinak susleme araci olarak kullanilmaya baslanmis gorunuyor.Bu bakimdan ‘para’nin tarihçesi incelenirken,simdi,18.yuzyil dusunurlerinin tanimadigi kayitlara,Eski Yazili yasalara(degisim degeri orada once ‘arpa’ olarak gorunuyor) sahip durumdayiz.

(2) : «Kardes » akrabalik kavraminin buradaki kullanimi,biyolojik kardeslik disindadir ve bunun tespit edilememis olmasi,Sumer-Akkad,eski Misir,Hitit tarihlerinde «kari-koca kiz-erkek kardeslik » biçimindeki akrabalik kavraminin anlasilmasini da onlemis ; gunumuzun kavramlariyla ayni ana-babadan olma kiz-erkek kardes evlilik biçimleri ile ittifak yoluyla saglanan ‘kardeslik’ iliskisinden dogan ‘kardesler arasi evlilik’lerin birbirlerine karistirilmasina yol açmistir.

Mektuptan anlasiliyor ki,Kadasman Karb’in hem kiz kardesi,hem de kizi Misir Firavuna ‘es’ olarak verilmistir ve bu karsilikli kiz verme yoluyla evlilik biçimi,karsilikli ittifakin dogal sonuçlarindan birisi olarak kullaniliyordu.Burada ilginç olan,Misir Firavununun,kendi ‘kiz kardesini’ Kadasman Karb’a vermeye yanasmamasi,Misir’li bir pirensesin disariya gelin verilmeyecegini açiklamasidir.Yukardaki kitabin bu bolumunde bu yanit yer almiyor.Buna karsilik Kadasman Karb,herhangi bir Misirli kadinin gonderilmesine bile razidir,ama Misirlilar bunu reddederler.

Ilgili yanitlar derinlemesine yorumlandiginda gorulecektir ki, o siralarda,Misir ile Mezopotamya topluluklari arasinda akrabalik kavram ve iliskileri,buna bagli olarak ‘kardesler arasi’ evlilik tanimi farkli kullanilmaktadir.Bunu yeterince bilemeyecek olan Eski Ahit’in olusturucu din adamlari,Tevrat’da Abraham ile Sara’nin hem kari-koca olmalari ve hem de birbirlerini « erkek kardes-kiz kardes » olarak tanimlamalarinin nedenlerini anlamamislardi.Bu nedenle de,Misirlilara Sara’yi «kiz kardesi » olarak tanitan Abraham’in bu davranisini, Misirlilarin,evli oldugu Sara’yi elinden almak için Abraham’i oldurebilecekleri korkusuyla açiklamaya çalismislardir.Oysa, «kizkardes-erkek kardes kari-koca » tanimlamasi,Sumer-Sami,Hitit’lerde, iki toplum birimin birbirlerine kiz vermek suretiyle (iç evliligi yasaklamak) kurduklari ‘kardeslik’ ittifakinin ortaya çikardigi bir tanimlamaydi.

(3) : Hitit kiraliçelerinin anlasma metinlerine muhur basmalari,kiralin yaninda kiralla esit bir yonetici konuma sahip olmalari uzerinde durmustuk.

Zaman zaman gazetelerde,tarihin ilk feminist hareketinin Hititlerde olduguna dair ‘bilimsel’ açiklamalar yapan,titre sahibi bilim adamlarimizin bu buluslarina yer veriliyor.

Simdilik su kadarini yineleyelim ki,Hitit tarihinde kiraliçelerin agirliginin artmasi,erke degil,sonraki yeni,yakin doneme ait bir olgudur.Oysa,tipik anlayisa gore,kiraliçeler bu agirliklarini eski ‘ana erkil’ donemden devralarak,erken,baslangiç donemi Hititlerinde yansitmaliydilar.

Durum bu degildir oysa.Cunku,Hitit kiraliçeleri,Hitit adi verilecek toplulugu olusturanlarin ittifakinda,ittifaki bir gucunu/toplulugunu olusturanlarin temsilcisi olarak one çikar.Ittifakin en geliskin oldugu nokta ise,baslangiç degil,Hititlerin gucunun doruguna çiktigi andir ve bu an,bu bakimdan kiralin ait oldugu toplulugun ittifak kurarak kardeslestigi oteki toplulugun temsilcisi olarak Kiraliçenin ve (dayi’nin) da gucunun doruguna çikacaklari an olmaktadir.Zaten Hitit kiraliçelerinin etnik kokenlerinin çogunlukla Babil kapsamindaki topluluklardan olmasi bu durumu izah eder.

(4) :SSCB Bilimler Akademisi,bu belgede yer alan ,kaçaklarin “gözlerine, agizlarina ve ayaklarina da dokunulmayacaktir” hukmunu, “bir kötülük yapil­mamasi” biçiminde yorumluyor ve tanitiyor.

Burada,SSCB Bilimler Akademisi uyeleri,genel olarak Batili bilim adamlarimiz gibi,eski tarihi,onun kayitlarini,bu kayitlarda yer alan kavramlari gunumuzun deger olçuleri içinde ele alma yanilgisini surduruyorlar.

Eski toplumda,parmak,el,kol,bacak,dil,dudak,kulak kesmek;goz çikarmak;dis kirmak...baslangiçta kutsal adak edimleri olarak kullanilmistir.Daha sonra bunlarin bir bolumu,ceza karsiligi olarak kullanilmaya baslanir.Eski toplumda,saç,sakal veya kaslarina biçak,makas veya ates degirmeyi (‘utmek’) en buyuk gunah veya asagilanma davranislarindan biri olarak kabul eden bir dini inanca sahip birisini tiras etmek de buyuk bir ‘kotuluk’ kapsamina girer.Turkiye tarihinde,alevi babalarinin sakal ve biyiklarinin devlet gorevlileri tarafindan,zaman zaman,kesilmesinin veya kesmekle tehditlerinin anlami da budur zaten.

Dini kayitlarda,Eski Ahit ve Kuran’da ‘kurbanin lekesizligi, saglamligi’ istendiginde,modern ve çogu halde oldukça bilgisiz ilahiyatçilarimiz bundan ‘kurbanin saglik’la ilgili durumunu anlarlar.Bu,belki zamanla boyle anlasilmis;Musa ve Muhammed de bunu boyle kavramis olabilir.Bununla birlikte,simdi elimizde,Musa ve Muhammed’den birkaç bin yil kadar daha eski kayitlar gosteriyor ki,bir koç veya keçinin boynuzlarindan birisinin kirik olmamasi,bir okuz veya dananin sabana kosulmamis olmasi gibi kurallarin saglikla ilgili bir gerekçesi yoktu.”Kurbanin lekesiz” olmasi kurali (igfal edilmis bir genç kiza,gunumuzde bile,‘lekelenmis’ gozuyle bakilir ve ‘lekeli’ denilir Turkiye’de),kurban edilecek hayvanin daha once,bir baska tanri/ilah’a adanmamis,ondan kan akitilmamis,kanini içmek için,sagina soluna oklarla delik açmamis,farkli tanri/ilahlara bir aidiyet simgesi olarak boya surulmemis olma gibi ozellikleri tanimliyordu.

Ozellikle Misir’da,erkeklerin el,kol,bacak adak edimlerinin yayginliginin,Firansizlarin Napolyon donemindeki Afrika çikarmalari donemine degin devam etmis oldugunu belgeler uzerinden de taniyoruz.

“Agizlarina dokunmak” deyimini,herhalde “dudak veya dil kesme” olarak anlamak dogru olacaktir.Bu her iki hale de,Eski Ahit’te ve Eski yazili yasalarda rastliyoruz.Musa için de “dudaklarin,dilin sunnetli veya sunnetsiz” olma motifleri kullanilmaktadir.Eski Ahit’de Musa’nin,Tanriya, kendisini konusma yetenegi bakimindan zayif birisi olarak tanitiyor olmasi,onun dil veya dudaginin ‘sunnetli’ yani kesilmis olmasi anlamina gelip gelemeyecegine de donup yeniden bakmak gerekebilir.

‘Dis kirma’ motifi uzerinde ise,toplum bilim arastiricilarimiz arasinda ‘dise dokunur’ bir çalismaya ben rastlamadim.Urfa-Siverek yoresinde ust on dislerden birisinin altinla kaplatilmasi haliyle tanidigimiz bu kutsal uygulamaya,sadece,eski mezopotamya kulturlerinden miras olarak,Turkiye’de rastlamiyoruz.Amerika ve Afrika yerlileri arasinda da,otekileri inci gibi sirali dislerin bazilarinin,ozellikle seçilmis bazilarinin,kutsal bir edim olarak kirilmasi uygulamasi bulunmaktadir.Kirmanin yerini,kirilan disin altinla kaplanmasi haliyle,ve buna simdi ‘zenginlik ifadesi’,’yatirim yapmis olmak’ gibi degisik yorumlar gelistirilmis olarak Azeriler ( ve Ruslar ) arasinda da yogun olarak rastladim.

Kirikhan’in babadan ogula geçen disçilik meslegine sahip olusu ile ‘dis kirma’ dinsel edimini uygulayan inanç sistemleri arasinda bir baglanti olsa gerektir.

Dolayisiyla,Hitit-Misir anlasmasinin bu hukmu,bir ‘kotuluk’ degerlendirmesi kapsaminda degil,o gunku yasamda,bireylerin kutsal adak eylemlerinin,anlasmaya hukum olacak denli,onemli olusu biçimiyle ele alinmalidir.

(6) :Buna benzer bir bedduanin çok geliskin bir biçimini Hammurabi yasalarinin sonsozunde de buluyoruz.

Eski toplumda, bir baska denetim ve yaptirim gucune sahip olamayis,’soz verme’,’ant içme’ aracinin yaygin kullanimina yol açar ve ‘dogru’lara baglilik ulvi bir ozellik kazanir.Buna karsilik,az ilerde,eski Yunan ve eski Roma’da,toplumsal yalancilik kultunun,bir uygarlik devresi olarak,nasil orgutlendigini gorecegiz.

Burada,ilençin,tanrilarin kahredici ozelligine inanç ile olan baglarina oldugu kadar,karsilikli ant’in eski toplumda (gunumuzde de yiyecek-içecekli modern ziyafetler haliyle surer) mutlaka kurban solenleriyle taçlanmis olmasina da dikkat edilmelidir.

Giderek,hayvan-bitki sunulara yonelmis olsa da,eski toplumda ant’in,insan kurbanini da içeren bir ara asama yasanmis olmasi,baslangiçtaki antlasma edimlerinin asil olarak insan kurbani araciligiyla olmus olmasi gerektigini gosteriyor.Zaten,gunumuzde de çogu dilde yasayan, ‘çocugun,ananin,babanin,sevdiklerinin… basi,mezari vb. uzerine’ biçimindeki deyimler,ant’in eski kaynaklarini gosteren isaretlerdir.’Koyunun,keçinin basi vb.uzerine’ bir ant’a pek rastlamadim.

Erken Sumer tabletlerinde yer alan ‘tanri’larin kurban edilmesi motifi,daha sonraki donemlerin kutsal kisilere ‘dokunma’,el-yuz surme,artik suyuna hurmet vb. edimleri,erken doneme ait kutsalligin,varligi toplum namina feda edilen yani kurban edilmis yoneticilerin giderek ‘tanri’ haliyle kavranmaya baslandigi kanisini doguruyor.Zaten,eski ilahiler,Sumer-Sami topluluklardaki ‘yaratilis’,yani karsilikli ittifakin olusma anlarinin anlatimlarinda,daima kan,oldurme,tukurme,senlik,degisik insan organlari (kalp,ciger,bobrek,kaburga,but..) merkezi bir onem tasir.Isa’yi Isa kilan en belirgin ozellik de,insanlarin ‘gunahlari’ namina kendini kurban sunmus olmasidir zaten.Kutsal kisilerin kurban sayilmasi motifini alevilikte de izleriz.Musa’nin Levitikleri, tanriya ‘adanmis’ ilk erkek ogullar kategorisinden olusturulur.

Bu bakimdan,insan toplumunun,kutsal varligi cehaletten urettigi dusuncesi ve,islami dusunurlerin din sosyolojisi dediklerinde akillarina gelen ilk kisi olan M. Weber’in ‘otorite’lerinin ‘karizma’ kaynak degerleri,eski toplumun iliskilerinden guç almaz.

(7) : Bu antlasmayi baslangiç kabul eden « bundan böyle » ifadesi yanlistir.Eski toplumda,toplum adina hareket sadece yonetici ile bagintili degildir.Gunumuzde bir genç kizin igfal edilmesi,kaçirilmasi veya evlilik gecesinde bakire çikmamasi bile,simdi ‘aile’nin tumunun bir sorunu olarak ele aliniyorsa da,Turkiye’de çok yakin geçmise kadar, ‘asiretin’,genelinin bir konusu halindeydi.’Birey’,eski toplumda,aidi oldugu toplum birimle ozdesti,ve bu bakimdan ‘birey’,birey haline de gelememisti.Imzayi atan,aslinda,su ya da bu ‘birey’ degil,simdi kullanilan haliyle ‘makam’dir.Makami yaratan ise toplumun kendisidir…

(8) :SSCB Bilimler Akademisi uyeleri,burada ‘sosyalizm adina’ isgal eylemlerine haklilik çikarma çabasinda gorunuyorlar.

(9) :Bu anlasmanin ‘ilk anlasma’ oldugu dogru degildir.

Daha eski yazili kardeslik anlasmalarini incelemistik.Fakat orada sadece « kardeslik olusturuldugu »nun yazimiyla yetiniliyordu. « Kardeslik » demenin ne anlama geldiginin kendilerince açik oldugu,uzerinde tartismanin bulunmadigi bir anda,bu ifade yeterli idi de.Yukardaki yazili anlasma,oncekilerden,ayrintili yazimi bakimindan ayrilir.Insan tarihinde,sosyal kurumlarin hiç birisi,bir anda ortaya çikmamistir.Hepsinin bir on biçimi,bir de takip eden biçimi bulunur.Bu bakimdan,toplumsal kurumlari,dini ozellikleri kendisiyle sinirlayarak ele alan butun çalisma biçimleri, bu çalismayi genele baglayamadigi oranda çikis noktasi bulamayarak ayrintida bogulur .Bu ayni zamanda,konuyu kisilere,olaylara vb. baglayarak aktarma tarzinin kapisini açmak halini alir.

(10) : Buradaki hediyelerin,Sumer-Akad erken donemindeki kutsal « bes sehir »den kalan gorenek uyarinca «bes» sayisi ile belirlendigine dikkat çekelim.

Burada hediyelerin,o siradaki ‘mali’ degeri degil,kutsal degeri one çikmaktadir.Musa donemi de,bu nedenle, olçu birimlerini « bes kutsal yerin sekeli » olarak niteler.

« Besi birlik » geleneginin koklerinin ne denli derin oldugu goruluyor.Simdiki butun modern toplumlar,aslinda,butun sosyal davranis ve kurumlariyla,çok uzak olduklarini dusundukleri o tarihin içinde yasarlar.Cunku toplumsal tarih,genel çizgileri bakimindan,bir kesinti tasimaz.

(11) :Burada kullanilan «evren » kavramini,simdi anlasilan haliyle ‘evren’ olarak algilamak yanlis olacak.

Gorundugu kadariyla yazarlar da bu kanidadirlar ve bu yuzden «evren» biçimiyle tirnak içine alarak yazmislardir.

Sumer-Akad erken doneminin «yer-toprak-dunya» kavrami da, « gok,gokyuzu,7 kat gokyuzu » vb kavramlari da, « gok+yer=evren=anki) kavrami da,baslangiçta sadece Sumer ve Sami topluluk topraklarinin ve ittifaklarinin anlatimi olarak ortaya çikmisti.Buyuk olasilikla, « yerin merkezi » Sumer topraklari, « gokun merkezi » de Sami topluluk topraklari olarak ele aliniyordu.Cennet’in ‘gokyuzunde’ olmasi bu bakimdan bize Sami topluluk topraklarini isaret eder ;cehennemin yer altinda bulunmasi da ‘kara’ Sumer topraklarini.Her ikisi de 7’ser katlidir bunlarin.Sumer ve Sami erken topluluklari onlari 7’ser katli ilan ederken,yer ve gogun simdiki anlamiyla ozelliklerinden bahsetmezler,bu tur noktalarla ilgili de degillerdir ;ilgilenebilecek bilgi birikimine henuz sahip degillerdir.Anlattiklari 7 rakami,bu topluluklarin iç orgutlenmeleriyle ilgilidir.Bu bakimdan Enki ile Inanna arasindaki gorev devir tesliminde,kutsal ittifakta kadehler,soylevler hep 14 (=7+7) etrafinda donmus ; bir baska ilahide Inanna yer altina indiginde,bu nedenle 7 kapidan geçmis olmalidir.

Bu topluluklarin ittifak ve bilgilenim sureci gelistikçe, toprak,gokyuzu,evren kavrayislari da buyuyecek,gelisecektir.Bu sureci incelemeksizin,6 bin yil onceki ‘dunya=toprak’, ‘gok’ sozcuklerini ayni ozellikte kavramlar olarak ele almak yanlistir.

(12) :Burada kullanilan ‘kopek’ motifini,Enuma Elis’te ele almaliyiz.Bu deyim,farkli kopek turleri olarak,Enuma Elis’te totem hayvanlar arasinda sayilmaktadir.Eski Asur,Babil,Namrut,Marduk kultu ile dogrudan baglantilari bulunan Yezidilik ile kopek totem arasindaki iliskiyi,tam olarak açiga çikarmak yararli olabilir.’Kopek’ deyimi ayni zamanda,Musa’da,erkek fahiselik tanimlamasi olarak da kullaniliyor.

(13) Eski Sumer-Akkad gelenekli bu toplumlarda tarihlemenin ne kadar onemsendigi goruluyor.Eski toplum,sanildiginin tersine,tarihleme konusuna çok ozen gostermistir.Tevrat’in,Tufan tarihine iliskin ifadeleri,belki zamanla bozulmus haliyle kullanilmis olabilir ama,Eski Ahit din adamlari, hem ‘yaratilis’ ve hem de Tufan’in gerçeklestirilme gunlerine iliskin çok somut gun,yil milatlarindan hareket ederler.Bu durum,Sumer-sami topluluklarin zaman kavramina,aralarindaki rotasyonel yonetim tarzi dolayisiyla da,(ilk bahar,sonbahar,yeni yil senlikleri bunlarin kalintisidir) çok onem vermis olduklarini gosteriyor.

(14) : Bu ‘gizemli kitap’lar,daha eski yazi turleri araciligiyla tasinan onceki kutsal yazilardir.Kilise yapilari içinde korunmustur ve bunlar,dogal olarak,sinirli sayida, ozel egitim gormus kisilerce okunup,yorumlanabilirdi.

Eski Yunan’da Hesiod’a mal edilen ‘Tanrilarin soykutugu’ gibi ilahiler de,bu tur tapinaklar araciligiyla,zamanla donusmus halleriyle,gunumuze ulasmistir.Hesiod,orada,bu ilahiyi,kutsal Musa’lardan,tapinak gorevlisi sarkici kizlardan ogrendigini açiklamasina karsin,’Yunan mucizesi’ fikrine çok aliskin bilim dunyasi,fikir degistirme cesareti gosteremez.

Eski Sumer kaynaklarini,Enuma Elis’i tanidikça,Hesiod’un ve oteki eski Yunan anlatimlarinin,kismi degisikliklerle,aslinda erken yaratilis anlatimlarina dayaniyor oldugunu gorecegiz.

Harflerden,eski yazilardan anlamlar çikarma,Hurafecilik veya Kuran’in ‘anlamini’ Tanrinin bilecegi kelimecikler,herhalde,bu kutsal eski yazit artiklari ile bagintili olmalidir.

Bektasilik,alevilik geleneginde yer alan ozel egitim faktoru,seriat,maharet erenligi,bu eski yazit tasimaciligi ve yorumculugunun bir orgutlenmis biçimi olarak gorunuyor.

(15) :Bu « summakia » kavraminin etimolojisi uzerinde durmak gerekli gorunuyor.

(16) :Eski diplomasinin modern diplomasiye devrettigi zengin mirasin çok daha genis bir sekilde incelenmesi,onun daha eski biçimlerinin (ornegin sinir taslarinin kirilmasi,vb.,eski Lagas,Umma arasi iliskiler..)

bulunmasi ; ‘gumus tabak takimlarinin’ tasinmasinin (geçende Turkiye’yi ziyaret eden bir kiralin ‘gumus tabak,çanak takimlari’yla gelmesi vb) anlamlari uzerinde yorumlamalarda bulunmak onemli.

Diplomasi yapilanmasi ile,eski dini sekillenme arasinda da var olan paralellikleri,yeri geldigince incelemek gerekecek.

Açiklayici notlar

**************

(1) :Altin ve gumus madeninin,ortak degisim degeri,para,olarak kullanim surecinin incelenmesi bakimindan da bu belgeler onemlidir.Altin ve Gumus,Sumer-Sami topluluklarinda,tipki ‘lapis Lazuli’,mavi ve yesil tas gibi,baslangiçta sadece tapinak susleme araci olarak kullanilmaya baslanmis gorunuyor.Bu bakimdan ‘para’nin tarihçesi incelenirken,simdi,18.yuzyil dusunurlerinin tanimadigi kayitlara,Eski Yazili yasalara(degisim degeri orada once ‘arpa’ olarak gorunuyor) sahip durumdayiz.

(2) : «Kardes » akrabalik kavraminin buradaki kullanimi,biyolojik kardeslik disindadir ve bunun tespit edilememis olmasi,Sumer-Akkad,eski Misir,Hitit tarihlerinde «kari-koca kiz-erkek kardeslik » biçimindeki akrabalik kavraminin anlasilmasini da onlemis ; gunumuzun kavramlariyla ayni ana-babadan olma kiz-erkek kardes evlilik biçimleri ile ittifak yoluyla saglanan ‘kardeslik’ iliskisinden dogan ‘kardesler arasi evlilik’lerin birbirlerine karistirilmasina yol açmistir.

Mektuptan anlasiliyor ki,Kadasman Karb’in hem kiz kardesi,hem de kizi Misir Firavuna ‘es’ olarak verilmistir ve bu karsilikli kiz verme yoluyla evlilik biçimi,karsilikli ittifakin dogal sonuçlarindan birisi olarak kullaniliyordu.Burada ilginç olan,Misir Firavununun,kendi ‘kiz kardesini’ Kadasman Karb’a vermeye yanasmamasi,Misir’li bir pirensesin disariya gelin verilmeyecegini açiklamasidir.Yukardaki kitabin bu bolumunde bu yanit yer almiyor.Buna karsilik Kadasman Karb,herhangi bir Misirli kadinin gonderilmesine bile razidir,ama Misirlilar bunu reddederler.

Ilgili yanitlar derinlemesine yorumlandiginda gorulecektir ki, o siralarda,Misir ile Mezopotamya topluluklari arasinda akrabalik kavram ve iliskileri,buna bagli olarak ‘kardesler arasi’ evlilik tanimi farkli kullanilmaktadir.Bunu yeterince bilemeyecek olan Eski Ahit’in olusturucu din adamlari,Tevrat’da Abraham ile Sara’nin hem kari-koca olmalari ve hem de birbirlerini « erkek kardes-kiz kardes » olarak tanimlamalarinin nedenlerini anlamamislardi.Bu nedenle de,Misirlilara Sara’yi «kiz kardesi » olarak tanitan Abraham’in bu davranisini, Misirlilarin,evli oldugu Sara’yi elinden almak için Abraham’i oldurebilecekleri korkusuyla açiklamaya çalismislardir.Oysa, «kizkardes-erkek kardes kari-koca » tanimlamasi,Sumer-Sami,Hitit’lerde, iki toplum birimin birbirlerine kiz vermek suretiyle (iç evliligi yasaklamak) kurduklari ‘kardeslik’ ittifakinin ortaya çikardigi bir tanimlamaydi.

(3) : Hitit kiraliçelerinin anlasma metinlerine muhur basmalari,kiralin yaninda kiralla esit bir yonetici konuma sahip olmalari uzerinde durmustuk.

Zaman zaman gazetelerde,tarihin ilk feminist hareketinin Hititlerde olduguna dair ‘bilimsel’ açiklamalar yapan,titre sahibi bilim adamlarimizin bu buluslarina yer veriliyor.

Simdilik su kadarini yineleyelim ki,Hitit tarihinde kiraliçelerin agirliginin artmasi,erke degil,sonraki yeni,yakin doneme ait bir olgudur.Oysa,tipik anlayisa gore,kiraliçeler bu agirliklarini eski ‘ana erkil’ donemden devralarak,erken,baslangiç donemi Hititlerinde yansitmaliydilar.

Durum bu degildir oysa.Cunku,Hitit kiraliçeleri,Hitit adi verilecek toplulugu olusturanlarin ittifakinda,ittifaki bir gucunu/toplulugunu olusturanlarin temsilcisi olarak one çikar.Ittifakin en geliskin oldugu nokta ise,baslangiç degil,Hititlerin gucunun doruguna çiktigi andir ve bu an,bu bakimdan kiralin ait oldugu toplulugun ittifak kurarak kardeslestigi oteki toplulugun temsilcisi olarak Kiraliçenin ve (dayi’nin) da gucunun doruguna çikacaklari an olmaktadir.Zaten Hitit kiraliçelerinin etnik kokenlerinin çogunlukla Babil kapsamindaki topluluklardan olmasi bu durumu izah eder.

(4) :SSCB Bilimler Akademisi,bu belgede yer alan ,kaçaklarin “gözlerine, agizlarina ve ayaklarina da dokunulmayacaktir” hukmunu, “bir kötülük yapil­mamasi” biçiminde yorumluyor ve tanitiyor.

Burada,SSCB Bilimler Akademisi uyeleri,genel olarak Batili bilim adamlarimiz gibi,eski tarihi,onun kayitlarini,bu kayitlarda yer alan kavramlari gunumuzun deger olçuleri içinde ele alma yanilgisini surduruyorlar.

Eski toplumda,parmak,el,kol,bacak,dil,dudak,kulak kesmek;goz çikarmak;dis kirmak...baslangiçta kutsal adak edimleri olarak kullanilmistir.Daha sonra bunlarin bir bolumu,ceza karsiligi olarak kullanilmaya baslanir.Eski toplumda,saç,sakal veya kaslarina biçak,makas veya ates degirmeyi (‘utmek’) en buyuk gunah veya asagilanma davranislarindan biri olarak kabul eden bir dini inanca sahip birisini tiras etmek de buyuk bir ‘kotuluk’ kapsamina girer.Turkiye tarihinde,alevi babalarinin sakal ve biyiklarinin devlet gorevlileri tarafindan,zaman zaman,kesilmesinin veya kesmekle tehditlerinin anlami da budur zaten.

Dini kayitlarda,Eski Ahit ve Kuran’da ‘kurbanin lekesizligi, saglamligi’ istendiginde,modern ve çogu halde oldukça bilgisiz ilahiyatçilarimiz bundan ‘kurbanin saglik’la ilgili durumunu anlarlar.Bu,belki zamanla boyle anlasilmis;Musa ve Muhammed de bunu boyle kavramis olabilir.Bununla birlikte,simdi elimizde,Musa ve Muhammed’den birkaç bin yil kadar daha eski kayitlar gosteriyor ki,bir koç veya keçinin boynuzlarindan birisinin kirik olmamasi,bir okuz veya dananin sabana kosulmamis olmasi gibi kurallarin saglikla ilgili bir gerekçesi yoktu.”Kurbanin lekesiz” olmasi kurali (igfal edilmis bir genç kiza,gunumuzde bile,‘lekelenmis’ gozuyle bakilir ve ‘lekeli’ denilir Turkiye’de),kurban edilecek hayvanin daha once,bir baska tanri/ilah’a adanmamis,ondan kan akitilmamis,kanini içmek için,sagina soluna oklarla delik açmamis,farkli tanri/ilahlara bir aidiyet simgesi olarak boya surulmemis olma gibi ozellikleri tanimliyordu.

Ozellikle Misir’da,erkeklerin el,kol,bacak adak edimlerinin yayginliginin,Firansizlarin Napolyon donemindeki Afrika çikarmalari donemine degin devam etmis oldugunu belgeler uzerinden de taniyoruz.

“Agizlarina dokunmak” deyimini,herhalde “dudak veya dil kesme” olarak anlamak dogru olacaktir.Bu her iki hale de,Eski Ahit’te ve Eski yazili yasalarda rastliyoruz.Musa için de “dudaklarin,dilin sunnetli veya sunnetsiz” olma motifleri kullanilmaktadir.Eski Ahit’de Musa’nin,Tanriya, kendisini konusma yetenegi bakimindan zayif birisi olarak tanitiyor olmasi,onun dil veya dudaginin ‘sunnetli’ yani kesilmis olmasi anlamina gelip gelemeyecegine de donup yeniden bakmak gerekebilir.

‘Dis kirma’ motifi uzerinde ise,toplum bilim arastiricilarimiz arasinda ‘dise dokunur’ bir çalismaya ben rastlamadim.Urfa-Siverek yoresinde ust on dislerden birisinin altinla kaplatilmasi haliyle tanidigimiz bu kutsal uygulamaya,sadece,eski mezopotamya kulturlerinden miras olarak,Turkiye’de rastlamiyoruz.Amerika ve Afrika yerlileri arasinda da,otekileri inci gibi sirali dislerin bazilarinin,ozellikle seçilmis bazilarinin,kutsal bir edim olarak kirilmasi uygulamasi bulunmaktadir.Kirmanin yerini,kirilan disin altinla kaplanmasi haliyle,ve buna simdi ‘zenginlik ifadesi’,’yatirim yapmis olmak’ gibi degisik yorumlar gelistirilmis olarak Azeriler ( ve Ruslar ) arasinda da yogun olarak rastladim.

Kirikhan’in babadan ogula geçen disçilik meslegine sahip olusu ile ‘dis kirma’ dinsel edimini uygulayan inanç sistemleri arasinda bir baglanti olsa gerektir.

Dolayisiyla,Hitit-Misir anlasmasinin bu hukmu,bir ‘kotuluk’ degerlendirmesi kapsaminda degil,o gunku yasamda,bireylerin kutsal adak eylemlerinin,anlasmaya hukum olacak denli,onemli olusu biçimiyle ele alinmalidir.

(6) :Buna benzer bir bedduanin çok geliskin bir biçimini Hammurabi yasalarinin sonsozunde de buluyoruz.

Eski toplumda, bir baska denetim ve yaptirim gucune sahip olamayis,’soz verme’,’ant içme’ aracinin yaygin kullanimina yol açar ve ‘dogru’lara baglilik ulvi bir ozellik kazanir.Buna karsilik,az ilerde,eski Yunan ve eski Roma’da,toplumsal yalancilik kultunun,bir uygarlik devresi olarak,nasil orgutlendigini gorecegiz.

Burada,ilençin,tanrilarin kahredici ozelligine inanç ile olan baglarina oldugu kadar,karsilikli ant’in eski toplumda (gunumuzde de yiyecek-içecekli modern ziyafetler haliyle surer) mutlaka kurban solenleriyle taçlanmis olmasina da dikkat edilmelidir.

Giderek,hayvan-bitki sunulara yonelmis olsa da,eski toplumda ant’in,insan kurbanini da içeren bir ara asama yasanmis olmasi,baslangiçtaki antlasma edimlerinin asil olarak insan kurbani araciligiyla olmus olmasi gerektigini gosteriyor.Zaten,gunumuzde de çogu dilde yasayan, ‘çocugun,ananin,babanin,sevdiklerinin… basi,mezari vb. uzerine’ biçimindeki deyimler,ant’in eski kaynaklarini gosteren isaretlerdir.’Koyunun,keçinin basi vb.uzerine’ bir ant’a pek rastlamadim.

Erken Sumer tabletlerinde yer alan ‘tanri’larin kurban edilmesi motifi,daha sonraki donemlerin kutsal kisilere ‘dokunma’,el-yuz surme,artik suyuna hurmet vb. edimleri,erken doneme ait kutsalligin,varligi toplum namina feda edilen yani kurban edilmis yoneticilerin giderek ‘tanri’ haliyle kavranmaya baslandigi kanisini doguruyor.Zaten,eski ilahiler,Sumer-Sami topluluklardaki ‘yaratilis’,yani karsilikli ittifakin olusma anlarinin anlatimlarinda,daima kan,oldurme,tukurme,senlik,degisik insan organlari (kalp,ciger,bobrek,kaburga,but..) merkezi bir onem tasir.Isa’yi Isa kilan en belirgin ozellik de,insanlarin ‘gunahlari’ namina kendini kurban sunmus olmasidir zaten.Kutsal kisilerin kurban sayilmasi motifini alevilikte de izleriz.Musa’nin Levitikleri, tanriya ‘adanmis’ ilk erkek ogullar kategorisinden olusturulur.

Bu bakimdan,insan toplumunun,kutsal varligi cehaletten urettigi dusuncesi ve,islami dusunurlerin din sosyolojisi dediklerinde akillarina gelen ilk kisi olan M. Weber’in ‘otorite’lerinin ‘karizma’ kaynak degerleri,eski toplumun iliskilerinden guç almaz.

(7) : Bu antlasmayi baslangiç kabul eden « bundan böyle » ifadesi yanlistir.Eski toplumda,toplum adina hareket sadece yonetici ile bagintili degildir.Gunumuzde bir genç kizin igfal edilmesi,kaçirilmasi veya evlilik gecesinde bakire çikmamasi bile,simdi ‘aile’nin tumunun bir sorunu olarak ele aliniyorsa da,Turkiye’de çok yakin geçmise kadar, ‘asiretin’,genelinin bir konusu halindeydi.’Birey’,eski toplumda,aidi oldugu toplum birimle ozdesti,ve bu bakimdan ‘birey’,birey haline de gelememisti.Imzayi atan,aslinda,su ya da bu ‘birey’ degil,simdi kullanilan haliyle ‘makam’dir.Makami yaratan ise toplumun kendisidir…

(8) :SSCB Bilimler Akademisi uyeleri,burada ‘sosyalizm adina’ isgal eylemlerine haklilik çikarma çabasinda gorunuyorlar.

(9) :Bu anlasmanin ‘ilk anlasma’ oldugu dogru degildir.

Daha eski yazili kardeslik anlasmalarini incelemistik.Fakat orada sadece « kardeslik olusturuldugu »nun yazimiyla yetiniliyordu. « Kardeslik » demenin ne anlama geldiginin kendilerince açik oldugu,uzerinde tartismanin bulunmadigi bir anda,bu ifade yeterli idi de.Yukardaki yazili anlasma,oncekilerden,ayrintili yazimi bakimindan ayrilir.Insan tarihinde,sosyal kurumlarin hiç birisi,bir anda ortaya çikmamistir.Hepsinin bir on biçimi,bir de takip eden biçimi bulunur.Bu bakimdan,toplumsal kurumlari,dini ozellikleri kendisiyle sinirlayarak ele alan butun çalisma biçimleri, bu çalismayi genele baglayamadigi oranda çikis noktasi bulamayarak ayrintida bogulur .Bu ayni zamanda,konuyu kisilere,olaylara vb. baglayarak aktarma tarzinin kapisini açmak halini alir.

(10) : Buradaki hediyelerin,Sumer-Akad erken donemindeki kutsal « bes sehir »den kalan gorenek uyarinca «bes» sayisi ile belirlendigine dikkat çekelim.

Burada hediyelerin,o siradaki ‘mali’ degeri degil,kutsal degeri one çikmaktadir.Musa donemi de,bu nedenle, olçu birimlerini « bes kutsal yerin sekeli » olarak niteler.

« Besi birlik » geleneginin koklerinin ne denli derin oldugu goruluyor.Simdiki butun modern toplumlar,aslinda,butun sosyal davranis ve kurumlariyla,çok uzak olduklarini dusundukleri o tarihin içinde yasarlar.Cunku toplumsal tarih,genel çizgileri bakimindan,bir kesinti tasimaz.

(11) :Burada kullanilan «evren » kavramini,simdi anlasilan haliyle ‘evren’ olarak algilamak yanlis olacak.

Gorundugu kadariyla yazarlar da bu kanidadirlar ve bu yuzden «evren» biçimiyle tirnak içine alarak yazmislardir.

Sumer-Akad erken doneminin «yer-toprak-dunya» kavrami da, « gok,gokyuzu,7 kat gokyuzu » vb kavramlari da, « gok+yer=evren=anki) kavrami da,baslangiçta sadece Sumer ve Sami topluluk topraklarinin ve ittifaklarinin anlatimi olarak ortaya çikmisti.Buyuk olasilikla, « yerin merkezi » Sumer topraklari, « gokun merkezi » de Sami topluluk topraklari olarak ele aliniyordu.Cennet’in ‘gokyuzunde’ olmasi bu bakimdan bize Sami topluluk topraklarini isaret eder ;cehennemin yer altinda bulunmasi da ‘kara’ Sumer topraklarini.Her ikisi de 7’ser katlidir bunlarin.Sumer ve Sami erken topluluklari onlari 7’ser katli ilan ederken,yer ve gogun simdiki anlamiyla ozelliklerinden bahsetmezler,bu tur noktalarla ilgili de degillerdir ;ilgilenebilecek bilgi birikimine henuz sahip degillerdir.Anlattiklari 7 rakami,bu topluluklarin iç orgutlenmeleriyle ilgilidir.Bu bakimdan Enki ile Inanna arasindaki gorev devir tesliminde,kutsal ittifakta kadehler,soylevler hep 14 (=7+7) etrafinda donmus ; bir baska ilahide Inanna yer altina indiginde,bu nedenle 7 kapidan geçmis olmalidir.

Bu topluluklarin ittifak ve bilgilenim sureci gelistikçe, toprak,gokyuzu,evren kavrayislari da buyuyecek,gelisecektir.Bu sureci incelemeksizin,6 bin yil onceki ‘dunya=toprak’, ‘gok’ sozcuklerini ayni ozellikte kavramlar olarak ele almak yanlistir.

(12) :Burada kullanilan ‘kopek’ motifini,Enuma Elis’te ele almaliyiz.Bu deyim,farkli kopek turleri olarak,Enuma Elis’te totem hayvanlar arasinda sayilmaktadir.Eski Asur,Babil,Namrut,Marduk kultu ile dogrudan baglantilari bulunan Yezidilik ile kopek totem arasindaki iliskiyi,tam olarak açiga çikarmak yararli olabilir.’Kopek’ deyimi ayni zamanda,Musa’da,erkek fahiselik tanimlamasi olarak da kullaniliyor.

(13) Eski Sumer-Akkad gelenekli bu toplumlarda tarihlemenin ne kadar onemsendigi goruluyor.Eski toplum,sanildiginin tersine,tarihleme konusuna çok ozen gostermistir.Tevrat’in,Tufan tarihine iliskin ifadeleri,belki zamanla bozulmus haliyle kullanilmis olabilir ama,Eski Ahit din adamlari, hem ‘yaratilis’ ve hem de Tufan’in gerçeklestirilme gunlerine iliskin çok somut gun,yil milatlarindan hareket ederler.Bu durum,Sumer-sami topluluklarin zaman kavramina,aralarindaki rotasyonel yonetim tarzi dolayisiyla da,(ilk bahar,sonbahar,yeni yil senlikleri bunlarin kalintisidir) çok onem vermis olduklarini gosteriyor.

(14) : Bu ‘gizemli kitap’lar,daha eski yazi turleri araciligiyla tasinan onceki kutsal yazilardir.Kilise yapilari içinde korunmustur ve bunlar,dogal olarak,sinirli sayida, ozel egitim gormus kisilerce okunup,yorumlanabilirdi.

Eski Yunan’da Hesiod’a mal edilen ‘Tanrilarin soykutugu’ gibi ilahiler de,bu tur tapinaklar araciligiyla,zamanla donusmus halleriyle,gunumuze ulasmistir.Hesiod,orada,bu ilahiyi,kutsal Musa’lardan,tapinak gorevlisi sarkici kizlardan ogrendigini açiklamasina karsin,’Yunan mucizesi’ fikrine çok aliskin bilim dunyasi,fikir degistirme cesareti gosteremez.

Eski Sumer kaynaklarini,Enuma Elis’i tanidikça,Hesiod’un ve oteki eski Yunan anlatimlarinin,kismi degisikliklerle,aslinda erken yaratilis anlatimlarina dayaniyor oldugunu gorecegiz.

Harflerden,eski yazilardan anlamlar çikarma,Hurafecilik veya Kuran’in ‘anlamini’ Tanrinin bilecegi kelimecikler,herhalde,bu kutsal eski yazit artiklari ile bagintili olmalidir.

Bektasilik,alevilik geleneginde yer alan ozel egitim faktoru,seriat,maharet erenligi,bu eski yazit tasimaciligi ve yorumculugunun bir orgutlenmis biçimi olarak gorunuyor.

(15) :Bu « summakia » kavraminin etimolojisi uzerinde durmak gerekli gorunuyor.

(16) :Eski diplomasinin modern diplomasiye devrettigi zengin mirasin çok daha genis bir sekilde incelenmesi,onun daha eski biçimlerinin (ornegin sinir taslarinin kirilmasi,vb.,eski Lagas,Umma arasi iliskiler..)

bulunmasi ; ‘gumus tabak takimlarinin’ tasinmasinin (geçende Turkiye’yi ziyaret eden bir kiralin ‘gumus tabak,çanak takimlari’yla gelmesi vb) anlamlari uzerinde yorumlamalarda bulunmak onemli.

Diplomasi yapilanmasi ile,eski dini sekillenme arasinda da var olan paralellikleri,yeri geldigince incelemek gerekecek.

*Totem

*(Moritanya’lilarin tribu -kabile

bölunus veya orgutlenmelerinde

kul­landiklari isimler.)

*(Araguaya Bölgesinde Kaya Desenleri)

*(Yamyamlik)

Henuz üretim tanimayan,yasaminini, balikçilik, meyve

ve kök toplamakla surduren,gezgin,barbar bir toplulugun yasamini örgutlerken ona yön veren yasalari var midir?

Radcliffe-Brown , C.Lewis Straus vd.lerin

okullarinin bu temel soruya yanitlari var mi ?

Onlarda zaman zaman tarihsellik egilimine zorunlu basvurular yapilmis olsa bile,mesela C. Lewis Straus ,insanbilimcinin ödevini,gördugunu saptamak ve

saptadigi olgunun biktirici ayrintilarini ortaya koymakla sinirlandirmak için elinden gelen her seyi yapar.Insan,bir noktadan itibaren onlarin ayrintilari içinde kayboluyor ve okumaktan bikiyor…

Bu tutumun bir yönunu,ilgili toplumbilim okullarinin insan toplumunu tarihsel gelisimi içinde anlamada gösterdikleri dusük bilgi duzeyi ,öte yanini tipik 'görgücüluk’ olusturur.

(Kisa bir tarihe sahip olus, ‘beyaz’ Amerikan okullarinin tarihsel boyutu israrli red tutumlarinda bir etmen belki de…)

Bununla birlikte, bu egilimlerin tem­silcileri,yaptiklari çalismalardan gerekli sonuçlari çikartmaya karsi direnseler ve herhangi bir toplumu herhangi bir kurumunun isleyis ve olusma biçimi uzerinde son derece anlamsiz yorumlarda bulunuyor olsalar bile,herbirisi bir farkli kita ve ülkede bulunan son derece çok örnek ve bulgu tasimislardir.

Toplumda evlilik biçimlerinin ve bundan tureyen akrabalik­ kavramlarinin tarih içinde geçirdigi degisikliklerin Levis Morgan tarafindan ortaya konulmasi bir milat olusturuyor.

En az bunun kadar önem tasiyan bir baska kesif daha var :Totemlerin,topluluk evlilik duzeninde tayin edici bir rol oynadiginin kesfi.

1900’lü yillarda,yerli halklarin 'totem'i ayrintilari bakimindan taninmistir artik.

Sigmund Freud ,yapilmis olan tUm bu çalismalara dayanarak,1912’de yayinladigi Totem ve Tabu'sunda yerlilerin evlilik (cinsel iliski) tercih kuralinin totemler araciligiyla saglandigini açiklar (S.23)

Freud bir sema yardimina da basvurarak söyle diyor:

"Oniki totem gurubu,iki sinif ve dört alt sinifta toparlanmistir. Bütun iç bölunmeler disevliligi gerektirir.C alt gurubu E ile,D alt gurubu F ile disevlilik birligi olusturur:

{Sekil (s.22)}

Freud,12 totem sayisini gelisiguzel seçtigini söy­lüyor ama,bu bos bir açiklama.Cunku,örnek aldigi Avusturalya yerlilerini ;lsrael'in 12 tiru­busu,lsa'nin 12 havarisi,Ali'nin 12 imami,Zeus'un 12 tanrisi,Çin' lilerin ve Türklerin 12 yil takvimi oldugundan habersiz olarak,tipki Amerika ve Afrika yerlilerinde de oldugu gibi,genellik­le 6,9,12 sayilari temelinde totemsel ittifaklar kurmaya yonelten,insan toplumun ortak mantigidir ve bu mantigi,toplumun orgutlenme iliskileri dogurur.

Uç kusakli dogal toplum birim çikis noktasi alinir.Eger kusak ayrimi yapilmis ise !

Freud'ün semasina göre,bir Avusturalyali yerli erkek,bu 12 totemli birlik içinde,örnegin " Alfa toteminin erkegi karisini 4, ve 6 nolu totemlerden seçebilir."(s.22)

Bu ifade,sözu edilen erke­gin,yasal olarak üç kadin uzerinde hakki bulundugunu söylemek demek ayni zamanda. Gelisme içinde bu hak tek fiili seçime dönüsse bile !!

Muhammed’in 2 veya 5 degil de,4 kadinla evlilik hakki,boyle bire eski gelenege dayaniyor olmali.Bu rakam,cariye edinme veya cinsel iliski kurma hakki ile ilgili degil,’evlilik hakki’ ! Bizdekiler,kendilerine bir kez bile ‘neden 4 ?’ sorusunu sormazlar !

Muhammed’in dayandigi arap topluluk geleneginde

kusak ayrimi olmamis gibi.Torunu dengindeki bir kusaktan kizla evlenebiliyor.Bu ise,bu topluluklarda kutsal orgutlenme rakaminin 2 ve katlari olmasinin açiklamasini veriyor !

« Cok kadinla evlilik »i,ortadogu veya islam toplumlarina ait gosterme çabalari bos.Cunku,eski Assur,babil yazili

yasalarinda ‘tek kadinla evlilik’ çok siki bir biçimde denetleniyor ,kanun.Bunu açiklamak gerekli.

Sayisiz miktarda cariye alma olanak ve hakki olan,bu hak ve olanagini kullanan Muhammed’in 'dört yasal es’ kurali,eski toplumun geçmis kutsal turde bir ittifak birliginin kalin­tisina dayaniyor olmali..

Orta Brezilya’da,ilk kez 1884 yilinda Karl Von Den Steinen tarafindan kesfedilen bir yerli toplulugun da yalnizca « üç kadina sahip olmalari » bilgisini goruyoruz.Dahasi,bu topluluk,sadece evlilik konusunda degil,bütun bir toplumsal örgütlenme ve yasamlarinda üç rakamini baz aliyorlar.

Bir zaman sonra 'kut­sal' hale gelen bu tür rakamlar,

demek ki,Kutsal Uçlü;Baba-Ogul ve Kutsal Ruh Isa hazretlerinin emriyle degil de,üç kusagin birarada bulunmasina dayanan eski toplumbirimin dogal yapisina uygun bir örgütlenme gerçeklestirilmesinden ortaya çikar.

TotemIlerin evlilik-cinsel iliski düzeninde böylesine kesin bir rol oynadiginin saptanmasi onemli bir adimdi.Gelisme burada durmaz.

Émile Durkheim’in, « Les formes élémentaires de la vie religieuse »u,bu konuda tum on arastirmalarin,ciddi bir dokumunu verir.

Buna karsilik,Batili dusunurlerde,kaynagi bir turlu anlasilamayan Totem,eski toplumun ‘tilsimli’ gucu olarak kalmaya devam eder :Yerli topluluklarin kutsal yiyecek içecekleri ;kutsal hayvan ve bitkileri ;kutsal yiyecek-iceceklerinin cins ayrimina sahip olmalari..

Butun bunlar hep bu ‘tilsimli’ totem ayrimi etrafinda doner dururlar !!

‘Din’leri de dahil !

Demek ki,totem’i tanimadan,eski toplumu açiklamaya çalismak bos ve can sikici ‘giz’ ve ’ruh’ laflari etrafinda pineklemekten baska sonuç bir dogurmaz !

Totem, anahtar konulardan biri!