Sümer-Babil
toplumunda, İnanna veya İştar okunuşlu 'kutsal fahişe' tanrıça, Eski
Ahit'de Eve, Eva, Havva haline dönüşürken, gerisinde 2000 yıldan daha
eski bir tarih bırakmışa benziyor. 'Bakire' ve 'fahişe' vurgularıyla ve
yüzlerce değişik isim altında tanınan sembolik kadının bu uzun evrimini
eski toplumun evlilik ittifakı sistemiyle birlikte ele almalıyız.
Dumuzi
veya Enkidum okunuşlu tanımların, baba mirasçısı büyük ('ilk') oğulun
sınıflayıcı akrabalık nitelemesi olmasının karşısındaki kutsal kız
evladı tanımlayan, Sümerce İnanna, Geştinna, Ninhurşag, Nintu ; Akadcada
İştar okunuşlu Astarte, Star’ı, Asurlarda Mylitta, Lilla, Lilli,
Homeros İlyada'sında Clytemnestre, eski Yunan topluluklarında Leto;
Heredot'ta, Demeter, Semele vb. olarak görürüz.
Tarih
aktarıcı toplum birim, ittifak kurduğu karşıdaki toplum birim ile
arasındaki evlilik ilişki yükümlülüğü ve hakkına bağlı olarak, kutsal
varlığın da “cinsiyet”ini belirler. Sümerlerin Dumuzi veya Etena'sı,
Hitit veya eski Yunan topluluklarının bazılarında erkek yönüyle Adanois,
Adaniya, Dionios olarak görünürse, bazılarında da Athena, Atena olarak
dişi, tanrıça özelliğiyle öne çıkar. Anlatıcı erkek toplum birim
yönünden güzelliğine doyum olmayan İnanna tanrıça, onu kadın yönüyle
yaşayan anlatıcı erkek toplumumuza ait kadınlarla evlenen karşıdaki
toplum birim erkekleri bakımından ise sakallı bir erkek Tanrı idi. Bir
toplum birimin onun dişi yanını, karşıdaki toplum birimin ise onun erkek
yanını vurguladıkları ilahilere sahip olan sonraki nesillerin
tabletlere Dummuzi’yi "ama-uşumgal anna", "göğün ulu yabani annesi"
olarak tanımlanması ve öte yanda İnanna’ya ait sakallı tanrı çizim
bulguları bu bakımdan birbirini tamamlar.
Burada
eski toplumun hayal veya uydurmalarını aramanın açıklayıcı bir değeri
yoktur. Eski tarihin anlatıcıları, yaşanmış ilişkileri kendi yönlerinden
yansıttıkları için, her iki yanın sentez ilahilerine sahip olan Eski
Ahit yazıcıları, buradan, IHWH, Yehva, Yehova Tanrı ile İnanna-Havva
tanrıçasını devralmaları hiç zor olmamış olmalıdır. Kelimelerin ses
degerininin alfabe harf ses değer ve yazım değişikliğine bağlı olarak
yüzlerce 'değişim’e uğramış olduğunu hesaba katarak içeriksel değerler
takip edilmelidir.
Sonraki
tanrısal, kutsal bütün değerler, eski toplumun başlangıçtaki gerçek
yapı ve kurumlarına dayanıyordu. Hıristiyanlık ve İslam’ın da dayandığı
Eski Ahit'in Sümer-Babil erken dönemin bozulmuş ve yeniden kurgulanmış
bir tarih aktarım biçiminden başka bir şey olmaması şaşırtıcı değildir.
Dinsel kitaplarda, kutsal örtünün hemen altında eski toplumun son derece
gerçek ilişki anlatımı yer alır. Musa’nın “tanrısal yasaları”nın önemli
bölümü, Musevi toplumun farklı göreneklerine uygun kısmi
değişikliklerle, Eşnunna veya Hammurabi yasalarına da dayanıyordu. (1)
Dumuzi,
Enkidum, baba’nın karşı toplum biriminin elinden çekip aldığı ilk,
“büyük oğul” ise, Kutsal kadın, bakire İnanna da, yine baba toplum
birimin evlilik hakkını karşı toplum birim erkeklerine devrettiği kız
evladın, kadının sınıflayıcı tanımı idi. İki toplum birim, kendi
erkekleri ile kendi kadınları arasındaki cinsel ilişkiyi yasaklayarak,
erkeklerine, karşı toplum birim kadınlarıyla; kadınlarına da karşı
toplum birim erkekleriyle evlilik yükümlülüğü getirir. Bir toplum
biriminde birbirinin “kardeşi” olan Dumuzi-Geştinna ayrımı, öteki toplum
biriminde birbirinin “kardeşi” olan İnanna-Enkidum olarak karşılık
bulur.
Farklı
iki toplum birime ait olan "Damat" ve "Kayın" olarak karşımızda bulunan
bu iki erkek temsilci, ait oldukları farklı toplum birimler birbirleri
ile evlilik ittifakı kurarak 'kardeşleştiği', “kardeşlik akrabalığı”
kurdukları için, aynı zamanda birbirlerinin de 'kardeşi',
“eşdeğeri”, ve 'ikiz'leriydi de. Birbirinin elti ve görümcesi olan,
Dumuzi ile Enkidum (veya Kişzidum) un karıları, iki toplum birimin
“kardeşleşmesi” nedeniyle birbirleriyle “kızkardeş” akrabalık ilişkisi
içinde de bulunuyor olmalıydılar. Bu yüzden karşı toplum birimindeki
kocaları olan Dumuzi veya Enkidum onların aynı zamanda 'erkek
kardeşleri'ydi de. Görece geç sentezleşmiş ilahilerde, Dummuzi’nin İnanna’nın hem aşığı, kocası ve hem de “erkek kardeşi” olarak nitelenmesi bu yüzden olmalıydı.
Eski
Ahit'te, Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı’nda, genç kızlar bu yüzden
nişanlı veya kocalarına aynı zamanda 'erkek kardeşim' de diyorlardı.
Eski tanrıların tanrıça karıları bu yüzden onların aynı zamanda 'kız
kardeş’leri idi.
Basit
bir akrabalık düzenine dayanmakla birlikte, sonraki ayrışma süreci
yeterince dikkate alınmaz ise, izinin sürülmesi zor olan bu evlilik
türündeki ilişkide, Sümer kavramlarıyla ifade edilirse, Dumuzi,
Enkidum'un eşdeğer (ikiz) kardeşi, İnanna ise Geştinna'nın eşdeğer
kızkardeşiydi. Bu durumda Dumuzi ve Enkidum'un, kendi karılarına
'kızkardeş' demelerinin ve onların 'erkek kardeşi' olmalarının önünde,
yürürlükteki akrabalık ilişkisine dayanan kavramlar bakımından bir engel
yoktu, tersine gerekli idi. Eski Ahit'te, Sara ile Abraham birbirinin
hem 'erkek ve kız kardeşi' ve hem de 'karı ve kocası' olarak
tanıtılmıştır. İshak'ın karısı Rebekka, hem, anasının oğlu Lâvan’ın 'kız
kardeşi' idi, hem de anasının damadı ve kendi kocası olan İsak'ın da 'kız kardeşi'…
Bay
Akurgal veya bay Memiş'in Hitit'lerde karşılaşınca ürktükleri bu
'kardeş karı-koca’lık akrabalık kavramlarıyla tanımlanan evlilik
ilişkisinin, günümüzdeki anlamıyla “biyolojik kardeş”lik olgusunu
tanımlamadığı açıktı. Eski toplumda yürürlükte olan akrabalık sistemi
saptanmaz; 'kardeş' teriminin farklı içeriği hesaba katılmaz, eski
akrabalık kavramları modern içeriği ile ele alınırak yorumlanırsa, karı
koca kardeşlik akrabalık kurumu açıklanamaz. Bu tür durumlarda tikel
örnekler bağıntısında 'üvey kardeşlik' gibi kurumların kurtarıcılığına
sığınmak elbette kaçınılmaz olacaktır.
Sümer-Babil,
Hitit ve eski Yunan tarihinde karşılaştığımız ve kutsal kitap
anlatımları, konumuzun tikel örneklerle geçiştirilemeyecek denli yaygın
bir sisteme dayandığını ortaya koyuyor.
İki
toplum birim arasındaki “toplu kardeşleşme”, iki kadın ve iki erkek'ten
oluşan dört temsilci birey arasında 'kardeş karı-koca’lık akrabalık
sistemine yol açmaktaydı. Fakat şurası acıktır ki, bu akrabalık
ilişkisinin sorunsuz yürüyebilmesi, aynı toplum birim aidi olan erkek
ile kadın arasındaki evlilik ilişkisinin kesin olarak yasaklanmasını
gerektirir. Geştinna, Dummuzi’nin toplum biriminin kutsal kadını ise,
Dumuzi bu “kızkardeşi” ile kesin olarak evlenemezdi. Buna karşılık
Dumuzi, ona da “kızkardeş” dediği İnanna ile evlenmek zorundadır, çünkü
İnanna karşı yanda bulunan Enkidum'un toplum biriminin aidi olan kadının
temsilcisidir. Anlaşılmaktadır ki, Sümer-Babil toplumundaki kadın-erkek
evliliği ile ilgili 'kader' kavramı, başlangıçta evlilik kurallarının
anlatımından başka bir şey değildi. “Kader”, burada karşılıklı
evlilikte, kadın ve erkek bireylerin yükümlerini anlatır. Bu kavramın
mistik yorumu sonraki dönemlerin bir ürünü olmalı.
Birbirleriyle karı ve koca
olan Dumuzi-İnanna çiftinin kendi aralarında kullandıkları kardeşlik
kavramı ile Dumuzi-Geştinna arasında kullanılan aynı 'kardeş’lik kavramı
arasında, eski toplumun nasıl bir ayırım vurgusu
yaptığını; hatta yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Günümüz Türkiye’sinde
bile, sokakta gördüğü birisini bile 'kardeş' likle niteleyebilen birey,
kendi biyolojik kardeşini de aynı 'kardeş' terimiyle tanımlamaktadır.
Zaten Sümer-Babil veya Hitit toplumunda 'kardeş' akrabalık teriminde
yapılmış olan bir ayrım, tarafımızdan açıklıkla bilinmiş olsa idi, Eski
Ahit düzenleyicileri, Hitit ve Sümer uzmanlarımız, eski toplumun
akrabalık sistemine ait kurguyu çok daha rahatlıkla yapabilirlerdi.
Bu
zorluğu yaşayan Eski Ahit düzenleyicileri, hem Abraham'a, hem de
İsak’a, “karılarının güzelliği” dolayısıyla kendilerinin
öldürülebileceği korkusuna bağlı bir gerekçe yaratarak, 'kızkardeş'
dedirtmişlerdir. Fakat yine de Abraham 'Sara benim gerçekten kız
kardeşimdir' diyerek, Eski Ahit düzenleyicilerini yalanlamaktan geri
durmaz. Çünkü eski akrabalık sistemine göre, karısı Sara, Abraham’ın
'gerçekten kız kardeşi' idi.
Aynı
toplum birime ait olma anlamındaki kandaş kardeşler arası evlilik
ilişkisini yasakladığı halde, birbiriyle evli kıral ile kıraliçeyi,
Tanrı ile tanrıçayı, erkek ile kadını birbirinin 'erkek ve kız kardeş’i
olarak tanımlamaya devam eden eski toplumun 'kardeş' kavramındaki bir
kargaşadan doğabilecek zorluklara karşı imdadına, yine kendisinin
yaratmış olduğu başka ayraç kurumlar yetişmiştir.
Eski
toplumun belirleyici ayraçlarına değinmiştik. Birbirlerinden renkler,
damgalar, totem hayvan veya bitkiler yoluyla ayrılmış, ayrı kılınmış
toplum birimlere ait kadın ve erkek, bu sınıflayıcı ayraçlara dayanarak
hangi 'kardeş’iyle evlilik hak ve yükümlülüğü altında bulunuyor olduğunu
ve hangi 'kardeş’iyle cinsel ilişki yasağına tabi olduğunu pekâlâ
biliyordu. Eski toplumda bireyin soy izinin büyük önemi, evlilik hak ve
yükümlülük 'kaderi'nin gerektiği gibi uygulanmasını gözetebilmek içindir
de. Erkek ya da kadın, doğum öncesinden, çocuk paylaşımı olgusunun
ortaya çıkmasından sonraki dönemde ise, doğumunu takip eden geçiş
ritüellerinden itibaren bir “soy kütük” sahibi olmak zorunda idi. Eski
toplumda birey, bir soy kütüğüne, hayvan veya bitki totemine, bireysel
veya yerleşim birim ortak tanrısına ait birisi olarak hangi 'kız
kardeş'i veya 'erkek kardeş’i ile evlenmesi gerektiğini çok rahatlıkla
bilir. Kendisinin bunu karıştırması halinde ise, ona 'kaderi'ni
anımsatacak tanrılar ve toplum yöneticileri daima hazır bekliyorlardı.
Bireyin
evlilik hak ve yükümlülüğünün kılavuzu, onun soy kütüğü, totemi,
tanrısıdır. Eski toplumda varlığının belirleyen aidiyet çizgisini
kaybetmediği sürece, bu birey sadece 'kardeş' kavramını kullandığı için,
evlilik hak veya yükümlülüğünü şaşıracak değildi. Avustralya
yerlilerinde, toplumsal alt guruplara ait erkek veya kadın, birbirlerine
kardeş demiş olsun veya olmasın, öteki hangi alt gurup yani hangi
totem'e ait bir kadın veya erkekle evlenebileceğini önceden biliyordu.
Çünkü buna ilişkin kurallar, o doğmadan önce belirlenmişti.
Beşik kertmesi uygulaması, böyle bir donemin kalıntısıdır. Bunun için
sıkı sıkıya ayrıştırılmış totem izinin unutulmadan sürdürülmesi
yeterliydi. Bunu unutmak ise, günümüzde bireyin doğum şehrinin ismini
unutması kadar olanaksızdır.
En
tipik biçimiyle ve genel hatlarıyla böyle şekillenmiş olması gereken bu
evlilik türünde, daha erken dönemde, bu yandaki toplum birimin bütün
erkeklerinin karşı yandaki toplum birimin bütün kadınlarıyla (ve tersi)
evli olmuş olmaları gereklidir. Sümer ve Babil toplumlarında, erken ve
orta donemde, üç kuşak ayrımının tanındığını biliyoruz. Örneğin “üç ekin
destesi” veya “üç kamış yığını” deseni, kutsal adağı ifade ediyor,
tanrısal bir anlam taşıyordu. Üçlü vurgu tanrısallığı ifade ediyordu.
Öyle ki, İsa’nın kutsal Üçlemesi, “baba-ogul-kutsal ruh”, bu geleneğin
anlatımıdır. Fakat kadın ve erkek cinsi arasında evlilik ilişkisinin 3
kuşağa göre sınıflanmış olduğunu gösteren açık bulgulara sahip değiliz.
Eski yazılı yasalarda, ancak M.Ö. 2000'li yıllara doğru, artık modern
akrabalık kavramlarının şimdiki içeriğine doğru evirilmeye başladığı
dönemde, oğul’un, babasının karısı olan anası veya analığı ile ve babanın
ise, oğlunun karısı olan gelini ile evliliğini yasaklayan hükümler
yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamaktadır. Bununla birlikte, evlenecek
veya evlenmiş kadının kocasının ölmesi halinde, kayınlardan biri ile
veya kayınbaba ile hatta ölen adamın erkek çocuklarından birisi ile
evlenmesi hükmünün de aynı yasa metinlerinde yer alıyor olması, bu
yandaki toplum birime ait kadının karşı toplum birimin 3 kuşağına ait
bütün erkekleri ile evlenmesi döneminin geçmişteki varlığına işaret
etmektedir.
Eski Ahit'te Yakub’un biyolojik
iki kız kardeşle birden evli olması, en azından, bu yandaki bir erkek
kuşağının karşı yandaki bir kadın kuşağının tümü üzerinde kocalık
hakkına sahip olduğu bir dönemin kalıntısıdır.
Muhammed'in
torunu çağındaki bir kız çocuğu ile nişanlanması ve evlenmesi örneği,
Sümer-Babil toplumlarında, toplulukların kuşaklara ayrılan bir evlilik
düzenine geçişinin oldukça uzun sürdüğünü gösteriyor. Buna karşılık,
kaynanasından ölesiye korkan Amerika yerlilerinde, herhalde, evlilik
düzeni, çok sıkı bir şekilde “kuşaklar arasındaki bir evlilik” biçimi
halinde gerçekleşiyordu.
Toplulukların
kuşaklara ayrılmış olması, denk kuşaklar arasında toplu evliliğin
bulunmasını engellemez. Bu topluluklarda, erkek bakımından baldızların
karı sayılması, dolayısıyla, kayınların koca sayılması dönemi, farklı
biçimler altında yasanmış olmalıdır.
Dummuzi'nin
İnanna ile 50 kez sevişmesi, o topluluğun '50 oğullu' bir topluluk
olmasını anlattığı gibi, bütün oğulların İnanna üzerinde cinsel ilişki
hakkı olduğunu da gösterir. Açıktır ki, burada söz konusu olan tek bir
'Dummuzi’nin 50 kez sevişmesi değildi. '40 gün, 40 gece düğün' geleneği,
eski toplumda, gelinin kocasına varmadan önce, artık kutsal hale gelmiş
ve o toplum birimin erkeklerinin temsilcileri sayılan 40 yönetici ile
veya 40 gece boyunca o toplum birimin damat kuşağındaki tüm erkekleri
ile yatma uygulamasını anımsatır. Ortaçağ Avrupa’sında, kadınla 'ilk
gece hakkı'nın erkeğin senyörü tarafından kullanılıyor olması böyle bir
geleneğin devamıdır.
Eski
toplumda, bir toplum birimin kadınlarının yabancı erkeklerle toplu
evlilik ilişkisinden, bir kadın ile bir erkek arasındaki evlilik
ilişkisine doğru daralan süreç çok sayıda ara aşamalarla birbirine
ulanır.
Safa Kaçmaz
Paris, 08.04.2005
Paris, 08.04.2005
"&-
Eğer bir öküz bir öküzü süserse ve ölümüne sebep olursa, yasayan bir
öküzün fiati ile ölü bir öküzün değerini, her iki öküzün sahibi
bölüşeceklerdir.
&-Eğer
bir öküz süsken ise, bölge (yöneticileri), sahibini (bu konuda)
uyardıysa ve (sahibi) öküzünün (boynuzunu) körletmediyse, ( bu okuz) bir
adamı süsüp ölümüne sebep olduysa, (bu) öküzün sahibi 2/3 mana
ödeyecektir.
&-Eğer (bu okuz) bir köleyi süser ve ölümüne sebep olursa (sahibi) 15 sekel gümüş tartacaktır. "
Eşnunna yasalarından da yararlanmış görünen Hammurabi yasaları, bu hükmü kısmen değiştirerek aynen kullanmıştır:
"
§ 251 -Eğer bir adamın öküzü süsken ise (ve) bölgenin ilgilileri onu
uyardıkları halde boynuzunu köreltmediyse, öküzüne sahip çıkmadıysa, o
öküz bey sınıfından birini süsüp ölümüne sebep olduysa 1 /2 MANA gümüş
verecektir.
§ 252 -Ölen ( kişi) (bir) adamın kölesi ise (öküzün sahibi) 1/3 MANA gümüş verecektir. "
Eski
Ahit, Sümer-Babil geçmişine o denli bağlıdır ki, binlerce yıl Musa’nın
Tanrısal yasaları diye bilenen hükümlerin harfi harfine eski yazılı
yasalardan alınma olduğunu şimdi artık biliyoruz:
"Eğer
bir boğa bir erkeği ya da kadını boynuzuyla vurup öldürürse, kesinlikle
taslanacak ve eti yenmeyecektir. Boğanın sahibi ise suçsuz
sayılacaktır.
Ama
saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi uyarılmasına karşın boğasına
sahip çıkmazsa ve boğası bir erkeği ya da kadını öldürürse, hem boğa
taşlanacak, hem de sahibi öldürülecektir.
Ancak, boğanın sahibinden para cezası istenirse, istenen miktarı ödeyerek canını kurtarabilir.
Boğa ister erkek, ister kız çocuğunu öldürsün, ayni kural uygulanacaktır.
Eğer boğa bir erkek ya da kadın köleyi öldürürse, kölenin
efendisine otuz sekel gümüş verilecek ve boğa taşlanacaktır."
efendisine otuz sekel gümüş verilecek ve boğa taşlanacaktır."
(Eski Ahit. Çıkış 21: 28/29)