23.11.2006

İnanna'dan Havva Ana'ya...


Sümer-Babil toplumunda, İnanna veya İştar okunuşlu 'kutsal fahişe' tanrıça, Eski Ahit'de Eve, Eva, Havva haline dönüşürken, gerisinde 2000 yıldan daha eski bir tarih bırakmışa benziyor. 'Bakire' ve 'fahişe' vurgularıyla ve yüzlerce değişik isim altında tanınan sembolik kadının bu uzun evrimini eski toplumun evlilik ittifakı sistemiyle birlikte ele almalıyız.

Dumuzi veya Enkidum okunuşlu tanımların, baba mirasçısı büyük ('ilk') oğulun sınıflayıcı akrabalık nitelemesi olmasının karşısındaki kutsal kız evladı tanımlayan, Sümerce İnanna, Geştinna, Ninhurşag, Nintu ; Akadcada İştar okunuşlu Astarte, Star’ı, Asurlarda Mylitta, Lilla, Lilli, Homeros İlyada'sında Clytemnestre, eski Yunan topluluklarında Leto; Heredot'ta, Demeter, Semele vb. olarak görürüz.

Tarih aktarıcı toplum birim, ittifak kurduğu karşıdaki toplum birim ile arasındaki evlilik ilişki yükümlülüğü ve hakkına bağlı olarak, kutsal varlığın da “cinsiyet”ini belirler. Sümerlerin Dumuzi veya Etena'sı, Hitit veya eski Yunan topluluklarının bazılarında erkek yönüyle Adanois, Adaniya, Dionios olarak görünürse, bazılarında da Athena, Atena olarak dişi, tanrıça özelliğiyle öne çıkar. Anlatıcı erkek toplum birim yönünden güzelliğine doyum olmayan İnanna tanrıça, onu kadın yönüyle yaşayan anlatıcı erkek toplumumuza ait kadınlarla evlenen karşıdaki toplum birim erkekleri bakımından ise sakallı bir erkek Tanrı idi. Bir toplum birimin onun dişi yanını, karşıdaki toplum birimin ise onun erkek yanını vurguladıkları ilahilere sahip olan sonraki nesillerin tabletlere Dummuzi’yi "ama-uşumgal anna", "göğün ulu yabani annesi" olarak tanımlanması ve öte yanda İnanna’ya ait sakallı tanrı çizim bulguları bu bakımdan birbirini tamamlar.

Burada eski toplumun hayal veya uydurmalarını aramanın açıklayıcı bir değeri yoktur. Eski tarihin anlatıcıları, yaşanmış ilişkileri kendi yönlerinden yansıttıkları için, her iki yanın sentez ilahilerine sahip olan Eski Ahit yazıcıları, buradan, IHWH, Yehva, Yehova Tanrı ile İnanna-Havva tanrıçasını devralmaları hiç zor olmamış olmalıdır. Kelimelerin ses degerininin alfabe harf ses değer ve yazım değişikliğine bağlı olarak yüzlerce 'değişim’e uğramış olduğunu hesaba katarak içeriksel değerler takip edilmelidir.

Sonraki tanrısal, kutsal bütün değerler, eski toplumun başlangıçtaki gerçek yapı ve kurumlarına dayanıyordu. Hıristiyanlık ve İslam’ın da dayandığı Eski Ahit'in Sümer-Babil erken dönemin bozulmuş ve yeniden kurgulanmış bir tarih aktarım biçiminden başka bir şey olmaması şaşırtıcı değildir. Dinsel kitaplarda, kutsal örtünün hemen altında eski toplumun son derece gerçek ilişki anlatımı yer alır. Musa’nın “tanrısal yasaları”nın önemli bölümü, Musevi toplumun farklı göreneklerine uygun kısmi değişikliklerle, Eşnunna veya Hammurabi yasalarına da dayanıyordu. (1)

Dumuzi, Enkidum, baba’nın karşı toplum biriminin elinden çekip aldığı ilk, “büyük oğul” ise, Kutsal kadın, bakire İnanna da, yine baba toplum birimin evlilik hakkını karşı toplum birim erkeklerine devrettiği kız evladın, kadının sınıflayıcı tanımı idi. İki toplum birim, kendi erkekleri ile kendi kadınları arasındaki cinsel ilişkiyi yasaklayarak, erkeklerine, karşı toplum birim kadınlarıyla; kadınlarına da karşı toplum birim erkekleriyle evlilik yükümlülüğü getirir. Bir toplum biriminde birbirinin “kardeşi” olan Dumuzi-Geştinna ayrımı, öteki toplum biriminde birbirinin “kardeşi” olan İnanna-Enkidum olarak karşılık bulur.

Farklı iki toplum birime ait olan "Damat" ve "Kayın" olarak karşımızda bulunan bu iki erkek temsilci, ait oldukları  farklı toplum birimler birbirleri ile evlilik ittifakı kurarak 'kardeşleştiği', “kardeşlik akrabalığı” kurdukları için, aynı zamanda birbirlerinin de  'kardeşi', “eşdeğeri”, ve 'ikiz'leriydi de. Birbirinin elti ve görümcesi olan, Dumuzi ile Enkidum (veya Kişzidum) un karıları, iki toplum birimin “kardeşleşmesi” nedeniyle birbirleriyle “kızkardeş” akrabalık ilişkisi içinde de bulunuyor olmalıydılar. Bu yüzden karşı toplum birimindeki kocaları olan Dumuzi veya Enkidum onların aynı zamanda 'erkek kardeşleri'ydi de. Görece geç sentezleşmiş  ilahilerde, Dummuzi’nin  İnanna’nın  hem aşığı, kocası ve  hem de “erkek kardeşi” olarak nitelenmesi bu yüzden olmalıydı.

Eski Ahit'te, Süleyman’ın Şarkılar Şarkısı’nda, genç kızlar bu yüzden nişanlı veya kocalarına aynı zamanda 'erkek kardeşim' de diyorlardı. Eski tanrıların tanrıça karıları bu yüzden onların aynı zamanda 'kız kardeş’leri idi.

Basit bir akrabalık düzenine dayanmakla birlikte, sonraki ayrışma süreci yeterince dikkate alınmaz ise, izinin sürülmesi zor olan bu evlilik türündeki ilişkide, Sümer kavramlarıyla ifade edilirse, Dumuzi, Enkidum'un eşdeğer (ikiz) kardeşi, İnanna ise Geştinna'nın eşdeğer kızkardeşiydi. Bu durumda Dumuzi ve Enkidum'un, kendi karılarına 'kızkardeş' demelerinin ve onların 'erkek kardeşi' olmalarının önünde, yürürlükteki akrabalık ilişkisine dayanan kavramlar bakımından bir engel yoktu, tersine gerekli idi. Eski Ahit'te, Sara ile Abraham birbirinin hem 'erkek ve kız kardeşi' ve hem de 'karı ve kocası' olarak tanıtılmıştır. İshak'ın karısı Rebekka, hem, anasının oğlu Lâvan’ın 'kız kardeşi' idi, hem de anasının damadı ve  kendi kocası olan  İsak'ın da 'kız kardeşi'…
Bay Akurgal veya bay Memiş'in Hitit'lerde karşılaşınca ürktükleri bu 'kardeş karı-koca’lık akrabalık kavramlarıyla tanımlanan evlilik ilişkisinin, günümüzdeki anlamıyla “biyolojik kardeş”lik olgusunu tanımlamadığı açıktı. Eski toplumda yürürlükte olan akrabalık sistemi saptanmaz; 'kardeş' teriminin farklı içeriği hesaba katılmaz, eski akrabalık kavramları modern içeriği ile ele alınırak yorumlanırsa, karı koca kardeşlik akrabalık kurumu açıklanamaz. Bu tür durumlarda tikel örnekler bağıntısında 'üvey kardeşlik' gibi kurumların kurtarıcılığına sığınmak elbette kaçınılmaz olacaktır.

Sümer-Babil, Hitit ve eski Yunan tarihinde karşılaştığımız ve kutsal kitap anlatımları, konumuzun tikel örneklerle geçiştirilemeyecek denli yaygın bir sisteme dayandığını ortaya koyuyor.

İki toplum birim arasındaki “toplu kardeşleşme”, iki kadın ve iki erkek'ten oluşan dört temsilci birey arasında 'kardeş karı-koca’lık akrabalık sistemine yol açmaktaydı. Fakat şurası acıktır ki, bu akrabalık ilişkisinin sorunsuz yürüyebilmesi, aynı toplum birim aidi olan erkek ile kadın arasındaki evlilik ilişkisinin kesin olarak yasaklanmasını gerektirir. Geştinna, Dummuzi’nin toplum biriminin kutsal kadını ise, Dumuzi bu “kızkardeşi” ile kesin olarak evlenemezdi. Buna karşılık Dumuzi, ona da “kızkardeş” dediği İnanna ile evlenmek zorundadır, çünkü İnanna karşı yanda bulunan Enkidum'un toplum biriminin aidi olan kadının temsilcisidir. Anlaşılmaktadır ki, Sümer-Babil toplumundaki kadın-erkek evliliği ile ilgili 'kader' kavramı, başlangıçta evlilik kurallarının anlatımından başka bir şey değildi. “Kader”, burada karşılıklı evlilikte, kadın ve erkek bireylerin yükümlerini anlatır. Bu kavramın mistik yorumu sonraki dönemlerin bir ürünü olmalı.

Birbirleriyle karı ve  koca olan Dumuzi-İnanna çiftinin kendi aralarında kullandıkları kardeşlik kavramı ile Dumuzi-Geştinna arasında kullanılan aynı 'kardeş’lik kavramı arasında, eski toplumun  nasıl bir ayırım vurgusu yaptığını; hatta yapıp yapmadığını bilmiyoruz. Günümüz Türkiye’sinde bile, sokakta gördüğü birisini bile 'kardeş' likle niteleyebilen birey, kendi biyolojik kardeşini de aynı 'kardeş' terimiyle tanımlamaktadır. Zaten Sümer-Babil veya Hitit toplumunda 'kardeş' akrabalık teriminde yapılmış olan bir ayrım, tarafımızdan açıklıkla bilinmiş olsa idi, Eski Ahit düzenleyicileri, Hitit ve Sümer uzmanlarımız, eski toplumun akrabalık sistemine ait kurguyu çok daha rahatlıkla yapabilirlerdi.

Bu zorluğu yaşayan Eski Ahit düzenleyicileri, hem Abraham'a, hem de İsak’a, “karılarının güzelliği” dolayısıyla kendilerinin öldürülebileceği korkusuna bağlı bir gerekçe yaratarak, 'kızkardeş' dedirtmişlerdir. Fakat yine de Abraham 'Sara benim gerçekten kız kardeşimdir' diyerek, Eski Ahit düzenleyicilerini yalanlamaktan geri durmaz. Çünkü eski akrabalık sistemine göre, karısı Sara, Abraham’ın 'gerçekten kız kardeşi' idi.

Aynı toplum birime ait olma anlamındaki kandaş kardeşler arası evlilik ilişkisini yasakladığı halde, birbiriyle evli kıral ile kıraliçeyi, Tanrı ile tanrıçayı, erkek ile kadını birbirinin 'erkek ve kız kardeş’i olarak tanımlamaya devam eden eski toplumun 'kardeş' kavramındaki bir kargaşadan doğabilecek zorluklara karşı imdadına, yine kendisinin yaratmış olduğu başka ayraç kurumlar yetişmiştir.

Eski toplumun belirleyici ayraçlarına değinmiştik. Birbirlerinden renkler, damgalar, totem hayvan veya bitkiler yoluyla ayrılmış, ayrı kılınmış toplum birimlere ait kadın ve erkek, bu sınıflayıcı ayraçlara dayanarak hangi 'kardeş’iyle evlilik hak ve yükümlülüğü altında bulunuyor olduğunu ve hangi 'kardeş’iyle cinsel ilişki yasağına tabi olduğunu pekâlâ biliyordu. Eski toplumda bireyin soy izinin büyük önemi, evlilik hak ve yükümlülük 'kaderi'nin gerektiği gibi uygulanmasını gözetebilmek içindir de. Erkek ya da kadın, doğum öncesinden, çocuk paylaşımı olgusunun ortaya çıkmasından sonraki dönemde ise, doğumunu takip eden geçiş ritüellerinden itibaren bir “soy kütük” sahibi olmak zorunda idi. Eski toplumda birey, bir soy kütüğüne, hayvan veya bitki totemine, bireysel veya yerleşim birim ortak tanrısına ait birisi olarak hangi 'kız kardeş'i veya 'erkek kardeş’i ile evlenmesi gerektiğini çok rahatlıkla bilir. Kendisinin bunu karıştırması halinde ise, ona 'kaderi'ni anımsatacak tanrılar ve toplum yöneticileri daima hazır bekliyorlardı.

Bireyin evlilik hak ve yükümlülüğünün kılavuzu, onun soy kütüğü, totemi, tanrısıdır. Eski toplumda varlığının belirleyen aidiyet çizgisini kaybetmediği sürece, bu birey sadece 'kardeş' kavramını kullandığı için, evlilik hak veya yükümlülüğünü şaşıracak değildi. Avustralya yerlilerinde, toplumsal alt guruplara ait erkek veya kadın, birbirlerine kardeş demiş olsun veya olmasın, öteki hangi alt gurup yani hangi totem'e ait bir kadın veya erkekle evlenebileceğini önceden biliyordu. Çünkü buna ilişkin kurallar, o doğmadan önce  belirlenmişti. Beşik kertmesi uygulaması, böyle bir donemin kalıntısıdır. Bunun için sıkı sıkıya ayrıştırılmış totem izinin unutulmadan sürdürülmesi yeterliydi. Bunu unutmak ise, günümüzde bireyin doğum şehrinin ismini unutması kadar olanaksızdır.

En tipik biçimiyle ve genel hatlarıyla böyle şekillenmiş olması gereken bu evlilik türünde, daha erken dönemde, bu yandaki toplum birimin bütün erkeklerinin karşı yandaki toplum birimin bütün kadınlarıyla (ve tersi) evli olmuş olmaları gereklidir. Sümer ve Babil toplumlarında, erken ve orta donemde, üç kuşak ayrımının tanındığını biliyoruz. Örneğin “üç ekin destesi” veya “üç kamış yığını” deseni, kutsal adağı ifade ediyor, tanrısal bir anlam taşıyordu. Üçlü vurgu tanrısallığı ifade ediyordu. Öyle ki, İsa’nın kutsal Üçlemesi, “baba-ogul-kutsal ruh”, bu geleneğin anlatımıdır. Fakat kadın ve erkek cinsi arasında evlilik ilişkisinin 3 kuşağa göre sınıflanmış olduğunu gösteren açık bulgulara sahip değiliz. Eski yazılı yasalarda, ancak M.Ö. 2000'li yıllara doğru, artık modern akrabalık kavramlarının şimdiki içeriğine doğru evirilmeye başladığı dönemde, oğul’un, babasının karısı olan anası veya analığı ile ve  babanın ise, oğlunun karısı olan gelini ile evliliğini yasaklayan hükümler yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamaktadır. Bununla birlikte, evlenecek veya evlenmiş kadının kocasının ölmesi halinde, kayınlardan biri ile veya kayınbaba ile hatta ölen adamın erkek çocuklarından birisi ile evlenmesi hükmünün de aynı yasa metinlerinde yer alıyor olması, bu yandaki toplum birime ait kadının karşı toplum birimin 3 kuşağına ait bütün erkekleri ile evlenmesi döneminin geçmişteki varlığına işaret etmektedir.

Eski Ahit'te Yakub’un  biyolojik iki kız kardeşle birden evli olması, en azından, bu yandaki bir erkek kuşağının karşı yandaki bir kadın kuşağının tümü üzerinde kocalık hakkına sahip olduğu bir dönemin kalıntısıdır.
Muhammed'in torunu çağındaki bir kız çocuğu ile nişanlanması ve evlenmesi örneği, Sümer-Babil toplumlarında, toplulukların kuşaklara ayrılan bir evlilik düzenine geçişinin oldukça uzun sürdüğünü gösteriyor. Buna karşılık, kaynanasından ölesiye korkan Amerika yerlilerinde, herhalde, evlilik düzeni, çok sıkı bir şekilde “kuşaklar arasındaki bir evlilik” biçimi halinde gerçekleşiyordu.

Toplulukların kuşaklara ayrılmış olması, denk kuşaklar arasında toplu evliliğin bulunmasını engellemez. Bu topluluklarda, erkek bakımından baldızların karı sayılması, dolayısıyla, kayınların koca sayılması dönemi, farklı biçimler altında yasanmış olmalıdır.

Dummuzi'nin İnanna ile 50 kez sevişmesi, o topluluğun '50 oğullu' bir topluluk olmasını anlattığı gibi, bütün oğulların İnanna üzerinde cinsel ilişki hakkı olduğunu da gösterir. Açıktır ki, burada söz konusu olan tek bir 'Dummuzi’nin 50 kez sevişmesi değildi. '40 gün, 40 gece düğün' geleneği, eski toplumda, gelinin kocasına varmadan önce, artık kutsal hale gelmiş ve o toplum birimin erkeklerinin temsilcileri sayılan 40 yönetici ile veya 40 gece boyunca o toplum birimin damat kuşağındaki tüm erkekleri ile yatma uygulamasını anımsatır. Ortaçağ Avrupa’sında, kadınla 'ilk gece hakkı'nın erkeğin senyörü tarafından kullanılıyor olması böyle bir geleneğin devamıdır.

Eski toplumda, bir toplum birimin kadınlarının yabancı erkeklerle toplu evlilik ilişkisinden, bir kadın ile bir erkek arasındaki evlilik ilişkisine doğru daralan süreç çok sayıda ara aşamalarla birbirine ulanır.

Safa Kaçmaz
Paris, 08.04.2005

(1) M.Ö. 2000'li yılların gerçek bir topluluğunun gerçek yaşamsal sorunlarını artık yazılı yasalarla çözümlemeye çalışan Eşnunna kanunlarında, topluluğun yaşamında önemli yeri olan öküz’e ilişkin birçok hüküm bulunmaktaydı. Eşnunna yasalarında şunu okuruz:

"&- Eğer bir öküz bir öküzü süserse ve ölümüne sebep olursa, yasayan bir öküzün fiati ile ölü bir öküzün değerini, her iki öküzün sahibi bölüşeceklerdir.
&-Eğer bir öküz süsken ise, bölge (yöneticileri), sahibini (bu konuda) uyardıysa ve (sahibi) öküzünün (boynuzunu) körletmediyse, ( bu okuz) bir adamı süsüp ölümüne sebep olduysa, (bu) öküzün sahibi 2/3 mana ödeyecektir.
&-Eğer (bu okuz) bir köleyi süser ve ölümüne sebep olursa (sahibi) 15 sekel gümüş tartacaktır. "

Eşnunna yasalarından da yararlanmış görünen  Hammurabi yasaları, bu hükmü kısmen değiştirerek aynen kullanmıştır:

" § 251 -Eğer bir adamın öküzü süsken ise (ve) bölgenin ilgilileri onu uyardıkları halde boynuzunu köreltmediyse, öküzüne sahip çıkmadıysa, o öküz bey sınıfından birini süsüp ölümüne sebep olduysa 1 /2 MANA gümüş verecektir.
§ 252 -Ölen ( kişi) (bir) adamın kölesi ise (öküzün sahibi) 1/3 MANA gümüş verecektir. "

Eski Ahit, Sümer-Babil geçmişine o denli bağlıdır ki, binlerce yıl Musa’nın Tanrısal yasaları diye bilenen hükümlerin harfi harfine eski yazılı yasalardan alınma olduğunu şimdi artık biliyoruz:

"Eğer bir boğa bir erkeği ya da kadını boynuzuyla vurup öldürürse, kesinlikle taslanacak ve eti yenmeyecektir. Boğanın sahibi ise suçsuz sayılacaktır.
Ama saldırganlığı bilinen bir boğanın sahibi uyarılmasına karşın boğasına sahip çıkmazsa ve boğası bir erkeği ya da kadını öldürürse, hem boğa taşlanacak, hem de sahibi öldürülecektir.
Ancak, boğanın sahibinden para cezası istenirse, istenen miktarı ödeyerek canını kurtarabilir.
Boğa ister erkek, ister kız çocuğunu öldürsün, ayni kural uygulanacaktır.
Eğer boğa bir erkek ya da kadın köleyi öldürürse, kölenin
efendisine otuz sekel gümüş verilecek ve boğa taşlanacaktır."
(Eski Ahit. Çıkış 21: 28/29)