22.11.2006

Eski toplumda konuşma yasağı ve selamlaşma...


02.08.2004

Abipon yerlileri arasında, henüz evlenmemiş bir kadın ile erkek arasında, hem cinsel ilişki kurmak, hem de konuşmak (dolayısıyla selamlaşmak) yasaktı. Eski toplumda, bireyle yakın akrabalık bağlarına sahip olan birisinin ölümünü takip eden 'yas dönemi' içinde, bireyin; yeme, içme, uyuma ve cinsel ilişkide bulunma yasaklarının yanısıra, bir de 'konuşma yasağı' bulunmaktaydı. Bu olgudan, İlyada'ya yansıyan kısmı bakımından, 'yas dönemi yasakları' arasında da bahsetmistik. Ölü evinde (Anitkabir'de, Lenin mozolesinde...) sesli konuşma yasağı gibi uygulama gelenekleriyle devam eden 'yas dönemi konuşma yasağı'nın gerisinde, eski toplumda, bireyin, aidi olduğu toplum birimini gizleme çabası yatıyor olmalıdır. Konuşma yasağı; ölü yakını bireyin saç-baş dağıtma, göğüs-bağır parçalama, giysilerini yırtıp atma gibi toplum birim aidiyet belirleyicisi öğelerden kurtulma davranışı ile birlikte anlam kazanır.

Abipon bekar kadını ile bekar erkeği arasındaki konuşma yasağının gerisinde ise, onlar arasındaki cinsel ilişki yasağını kesin kılma çabası bulunuyor. Yeni evlenmiş gelinin veya genel olarak, farklı iki cinsin konuşma yasağı, eski toplumun sınıflayıcı evlilik düzeninin bir tamamlayıcısıydı. Türkiye'de, kimi yörelerde, yeni evli gelin, hiç olmazsa ilk doğumuna değin, kayınbaba, kayınlar ve öteki erkeklerle 'konuşma yasağına' uymaktadır. Eski temelleri sonradan ortadan kalktığı için şimdi 'saygısal bir görenek' gibi algılanan bu uygulamanın başlangıcında, sözkonusu kadının 'yabancı'lığını ele verecek olan konuşmasını yasaklama ve böylece onu öteki erkeklerin cinsel ilkişki isteğinden 'koruma' çabası bulunuyordu. Toplum birimler arasında eskiden yürürlükte olan evlilik sistemine göre, örneğin Mezopotamya'da, kayınbaba ve kayınlar dahil, bir toplum birimin tüm erkekleri, karşı toplum birimden gelin gelen kadın üzerinde cinsel ilişki hak sahibi idiler. Assur yasaları, gelini alacak damat adayının ölmesi halinde, o gelinin, ölen damat adayının erkek kardeşlerinden birisi ile, hatta ölen adamın oğullarından biri ile evlendirilmesini hüküm olarak yazarken, bu yandaki toplum birim erkeklerinin tümünün karşı yanın bütün kadınları üzerindeki genel evlilik hakkı eski geleneğinden yola çıkıyor olmalıydı. Musevilikte de dul kalan gelinin kayınbiraderi ile evlenmesi öngörülür. Henüz bir çocuk doğurarak veya değişik ritüeller yoluyla gelin geldiği toplum birim aidiyetini kazanamamış yeni gelin, işte bu nedenle, kayınları, kayınbabası ve öteki köy erkekleriyle konuşmayarak, onlardan gizlenerek, evden dışarı çıkmayarak, çarşafa girerek, artık ulaşılmış olan tek erkekle evlilik yeni sisteminde, bu erkeklerin eski haklarını kullanmaya devam etme çabalarını boşa çıkarmaya çalışmaktadır. (1)

Mezopotamya (örneğin Assur) geleneğinden devir alınan çarşaf uygulaması, kadının toplum birim aidiyet kimliğini ele veren belgilerini (hızma, küpe, yüzük, saç modeli, giyim kuşam biçimi...) gizlemekte ve böylece, onu, kocası dışındaki erkeklerden korumaktaydı. Evli kadınları çarşaf içine sokan Asur yasaları, aynı metinlerde, kutsal fahişenin örtünmesini, çarşaf kullanmasını yasaklamakta; başlarını, giysi ve ziynetlerini görünür kılma zorunda bırakmaktadır.

Mezopotamya'da genel olarak kölelere uygulanan dil kesme uygulaması, ortaya çıkış koşulları bakımından bir uygarlaşma adımı olmalıydı. Çünkü, farklı bir toplum birimi içinde, bir yabancı erkeğin, bir yabancı olarak henüz yaşama koşulunun bulunmadığı toplumsal şartlarda, bu yabancının dilini kesmek, yabancının yabancılığını ortadan kaldırarak onu ortak yaşama katma eylemi; onu yaşamda tutabilmenin o dönemdeki çözüm biçimlerinden birisidir. Eski toplumda, kölenin ölüme en yakın duran birey olması, kölelik uygulamasının, tutsağı öldürme yerine geçen bir uygarlık adımı, ama henüz yeni bir adımı, olduğunu da göstermektedir. Sonraki yorum ve uygulama yönelimleri değişmiş olsa da, bir ceza hükmü haline gelmeden çok önce, dil kesme uygulaması, yabancının, yabancılığını gizleyerek yaşatmanın çözüm biçimlerinden birisi olarak kullanılmış olmalıdır.

Apibon yerlileri arasında selamlaşması yasak olanlar evli olmayan kadın ve erkeklerdi. Evli olan Abipon erkekleri ve kadınları, (kadınlarla ilgili verilen bilgiler yetersiz ama, bay Sherzer'e göre kadınlar doğuştan Höşeri yani yurttaş konumundaydılar) karşılaşınca mutlaka selamlaşmak zorundaydılar; birbirlerine selam vermeden geçip gidemezlerdi. Abiponların 'selamlaşma' kavramları, 'selam'laşma kurumunun eski temellerini aydınlatıyor. Bu selamlaşma ilişkisine göre, Abiponlar arasında, henüz yurttaş olmamış iki kişi karşılaştığında, biri ötekine;

- 'Geldin mi?'' diye tikel bir soru sormaktaydı. Diğeri ise, bu soruya "geldim'' diye tikel yanıt vermekteydi.

Eğer selamlanan bir Höşeri (yurttaş) ise, o,

- ''Geldiniz mi?" diye bir çoğul eki kullanılarak 'selamlanmakta', o da 'biz geldik' anlamında çoğul eki kullanarak 'geldik' diye yanıt vermekteydi.

Kavramların bu tikel-çoğul ayrımlı kullanımı, eski toplumda bireyin topluluk ile olan ilişkisini; yurttaşın, o topluluk namına konuşma hak ve yükümlülüğünü ortaya koyması bakımından önemlidir. Fakat bundan daha çok önemli olan 'selam'ın gelmek-gitmek kavramları çerçevesinde oluşmuş olmasıdır.

Bir çok dilde, 'Nasılsın, iyi misin?' sorusunun gelmek ve gitmek fiillerine dayanan kelime dönüşümleriyle ifade ediliyor olması, eski toplumda selamlaşmanın bir can güvenliği soruşturmasına dayandığını gösteriyor. Fıransızlar arasında, 'Nasılsın?' sorusunun kelimesel karşılığı 'İyi gidiyor musun?' ve 'İyiyim' yanıtının kelimesel karşılığı da 'İyi gidiyorum' biçimindedir. Abipon yerlilerinin selam kavramları, Mezopotamya'da oluşan ve sonra Arap ve İbranice üzerinden nerede ise bütün dillere geçen 'Selam', 'Şalom', 'Salut' kelimelerinin, kelime anlamı olarak neden, 'barış', 'sulh', 'savaş yok' anlamına geliyor olduğunun da bir açıklamasıdır. İslamin 'Allahın selamı, selameti', Allahın barışı, sulhu anlamındadır. 'Selam' diyen bireyin, 'barış' diliyor olması günümüzde fazla anlam ifade etmese de, kalıcılaşmış bu kelime kökü, eski toplumun 'selam'ının barış üzerine kurulu olduğuna şüphe bırakmıyor. (*2)

Verilen bilgilere göre, Abiponlar arasında, zaman zaman toplu ziyaret toplantıları yapıldığı da anlaşılıyor. Burada ziyaret eden erkekler, ziyaret edilen evin erkeğinden izin almadan, hiçbir şekilde kalkıp gidemezlerdi. Bu 'izni' almanın usulü ise şöyleydi:

Ev sahibinin en yakınında oturan birisi, ona,

- "Yeterince konuşmadık mı?" diye soruyordu.

Bu söz, odadaki bütün ziyaretçi erkekler tarafından sırasıyla tekrarlanıyor; ev sahibi erkek tarafindan da, tek tek;

- 'Yeterince konuşuldu' diye yanıtlanıyordu. Ancak bu kalıpsal konuşmanın ardından bütün erkekler aynı anda birlikte ayağa kalkıyorlardı. Fakat Apibonların 'ziyareti bitirme' seremonisi devam edecektir:

Bu kez bütün ziyaretçi erkekler, birer birer, ev sahibine,

- "Şimdi sizi terkediyorum", "Şimdi sizden ayrılıyorum'

anlamına gelen 'lahik yegarik' demektedirler. Ziyaretçi her erkeğin bu sözüne karşılık, ev sahibi de:

- "Şimdi siz beni terk ediyorsunuz", "Şimdi siz benden ayrılıyorsunuz" ('gidiyorsunuz') anlamında, 'le mişeroe' diye tek tek aynı yanıtı yinelemelidir.

Evin kapısına doğru gelindiği sırada bu kez ziyaretçi her erkek, ev sahibine, 'tamtara' yani , ’seni yine göreceğim' demekte ve ancak bundan sonra ayrılabilmektedir.

Anlaşılıyor ki, ziyaretin uğurlama töreni, neredeyse ziyaretin kendisinden daha uzun sürmektedir. Bu tür bir ziyaret ve uğurlama töreni, ziyaretçinin can ve söz garantisinin sağlanmış olduğu bir ortamı tanımlamaktadır. Burada, ev sahibi ile ziyaretçi arasında, evden içeri sağ girildiğini ve sağ olarak çıkıldığını onaylatan sözler kullanılmakta; can güvenliği olgusu öne çıkmaktadır. Ziyaretçinin, ziyaret ettiği evin kapı esiğinde ayakkabı ve şapka çıkarmasına dönüşmüş geleneklerin gerisinde, ziyaretçinin barışçıl amacının anlatımı bulunur. İlyada'nın ziyaretçileri de, daima, silahlarını ziyaret ettiği evin kapı eşiğinde bırakıyorlardı. Kapıya asılı at nalı veya şimdi artık çiçek saksısı gibi kullanılan kıl ayakkabı motifleri, ev sahibinin seferde, savaşta olmadığının bir anlatım biçimi ise, ziyaretçinin ayakkabı çıkarması da onun savaş araçlarından (eski toplumda herhalde, sandalet, piyade güçleri için önemli savaş araçlarından birisi idi) arınmış olmanın ifadesiydi. Eski Ahit'te, tanrı Yehova, çöl yollarında Musa'nın karşısına çıkınca, Musa, Tanrının huzuruna, derhal sandaletleri ayağından çıkararak dikilmişti. Kutsal mekanlara girerken kadının baş örtmesine karşılık erkeğin şapkasını çıkarması paradoksu, ayakkabıların çıkarılması, bireyin toplum birim aidiyetinden sıyrılma ve barışçıl amaç ortaya koyması anlamlarına dayanmaktadır.

02.08.2004
Safa Kaçmaz - Paris

e-posta: safakacmaz@yahoo. com


***

(1) Eski Ahit'te geliniyle yatan peygamberlerin olması; Muhammed peygamberin oğulluğunun karısıyla (onlar boşandıktan sonra) evlenmiş olması, bu olgunun, pek de 'tarihsel'-eski olmadığını ortaya koyuyor.

(2) Toplumlarda cinsel ilişki kapsamında olmayan selamlaşma öpüşmeleri farklılıklar gösteriyor. Alın, göz, yanak, dudaktan (Rusların erkek erkeğe ve kadın kadına dudaktan öpüşmesi üstelik kutsal bir yan taşıyor) öpüşme ve bunların bir, iki, üç veya dört kez yinelenmesi biçimleri bulunuyor. Tokalaşmaksızın veya tokalaşarak, omuzları öperek veya omuzları birbirine dokundurarak-çarptırarak veya kafaları tokuşturarak selamlaşma gibi bir dizi selamlaşma biçimi vardır. Tokalaşma, selamlaşma özelliğinin yanısıra, Orta Anadolu'da mal alım satımında pazarlık etme aracı olarak da kullanılmaktadır. Diyelim ki, pazarlık kavgası boyunca süren tokalaşmanın, bir kavga sürecini ifade etmesi gibi, birey, tokalaşırken, sembolik olarak, karşı tarafla, zorunlu savaşma eski ödevini yerine getirmiş olmakta ve böylece dostluk kurulmaktadır. Eski insanın gerçek yaşam ilişkileri anlaşılmadan, farklı selamlaşma biçimlerinin ortak anlamı da kavranamaz.