22.11.2006

Akrabalık kavramları...


01.09.2004

Bütün varlığı boyunca insan toplumunun en küçük değişmez parçasının, günümüzdeki anlamıyla, baba, ana ve çocuklardan oluşan bir çekirdek aile birimi, (famille élémentaire) (*1) olduğu yönündeki yargı, artık hayli yaşlanmıştır.

Birey ile bir öteki birey ve onların ait oldukları toplum birimlerle bu iki birey arasındaki ilişkileri betimleyen akrabalık kavramları, ilgili toplum birimlerin işleyiş ve üleşim düzenini yansıtır. Bu kavramlar aracılığıyla, bireyler arası karşılıklı hak ve yükümlülüklerin tanımlarını elde etmiş oluruz. Sonuçları, öncelikle evlilik ve miras hukuku olmak üzere, bütün bir toplumsal paylaşım ilişkilerine doğrudan yansıyan akrabalık kavramlarının farklı ifade biçim ve içerik değerleri, toplum birimlerin yapısal bileşimlerini ve varlıklarını geleceğe aktarmalarını sağlayan düzenin ana eksenleri ortaya koyarlar.

Amerikalı Morgan, tarihte akrabalık kavramlarının değişkenliğinden yola çıkarak günümüzün tipik aile sisteminin eski toplumlarda başka biçimler halinde bulunuyor olduğunu basit olgulara dayanarak saptamıştı. Örneğin Morgan, Shoktaw kabilesinde bir erkeğin, halasının oğlu için kullandığı akrabalık terimini, babası ve amcaları için de kullandığını gözlemlemişti. Eğer bizim şu anda kullandığımız kavramlarla ifade etmek gerekirse, bu erkek, sadece babasına değil, amcalarına ve halasının oğluna da 'baba' demiş olacaktı. Buna karşılık o erkek, sadece kendi 'oğlu'na değil, annesinin erkek kardeşinin (yani dayısının) oğluna da "oğul" diyordu. Bizim akrabalık kavramlarımıza göre hem hala'sı ve hem de 'hala kızı' için ise, birlikte, "kızım"sözcüğünu kullanıyordu.

Omaha kabilesindeki bir erkek ise, annesinin erkek kardeşinin (dayısının) oğluna 'dayı' diyor, dayısının kızına ise "anne" diyordu. Bunun yanısıra halasının oğlu için kullandığı akrabalık terimini kız kardeşinin oğulları için de kullanıyordu. Omaha kabilesindeki bir kadın kendi oğlu için kullandığı terimi kendi kızkardeşlerinin oğulları ve halasının oğulları için de kullanıyor, onlara da "oğlum" diyordu.

Akrabalık kavramlarının gelişigüzel seçilmesi söz konusu olmadığına göre, kullanılan bu akrabalık kavramları, aslında eski toplumun evlilik-cinsel ilişki düzeni başta olmak üzere bütün bir toplumsal yaşamın düzenlenişinin ifadeleri idi. Diyelim ki, Shoktaw kabilesindeki erkek, 'kızları' ile evlenme yasağına bağlı olarak, 'kızım' dediği halası ve halasının kızı ile de, gayet doğal olarak, evlilik-cinsel ilişki yasağına tabi oluyordu, çünkü halası ve hala kızı da, o erkeğin 'kızı' idi. Bunun karsısında, 'hala kızı' ile evlenmenin yasak olmadığı bir toplulukta, akrabalık terimlerinin daha değisik kullanılacağı kendiliğinden anlaşılır. Öte yandan, 'anne ile cinsel ilişki yasağı'na bağlı olarak, Omaha kabilesi erkeği, 'anne' dediği dayı kızları ile evlilik yasağı kapsamının içine girmiş oluyordu; dayı kızı ile evliliği meşru görmenin ötesinde, bunu zorunlu kılan bir toplum birimin aynı akrabalık kavramlarını kullanmayacak olduğu açıktır. Şimdi artık nerede ise bütün topluluklarda, anne kavramı sadece bireyi doğuran kadınla sınırlı olarak anlaşılma noktasına ulaşmışsa da, bu durum, bu kavramın bütün tarihte böyle kullanılmış olduğu anlamına gelmiyor. Bireyi doğuran kadının, anne olarak değerlendirilmediği; (şimdiki akrabalık kavramlarına göre) hala'nın anne sayıldıgı bir dönemin yaşanmış olduğunu gösteren kalıntılara sahibiz.

Avusturalya yerlilerinin bazılarında "çocuk" sözcüğü iki farklı kelime ile anlatılmaktaydı. Bir erkek veya kadın bu sözcüklerden ilkini kullanarak kendisinin ve erkek kardeşlerinin çocuklarını (yani yeğenlerini) ifade etmekteydi. İkinci sözcük ise bir kadın tarafından kullanılırsa kendisinin ve kızkardeşlerinin çocuklarını tanımlamakta; erkek tarafından kullanılınca da, erkeğin kız kardeşinin çocukları ifade edilmiş oluyordu.

Akrabalık terimlerinin belirgin veya ayrıntılı olmayan yapısı, bu kavramların hedeflediği ilişkilerin, söz konusu topluluğun gecmişindeki önemsizliği ile açıklanabilir. Türklerde amca kızı veya oğlu, hala kızı veya oğlu, dayı kızı ve oğlu'nun bireyle akrabalık ilişkisini belirleyen özel akrabalık terimleri bulunmamaktadır. Buna karşılık, 'kuzin', 'kuzen' gibi doğrudan ayrımlı akrabalık terimine sahip Fıransızlarda, amca ve dayı ile teyze ve hala belirlenimleri, tek kelime olarak, "oncle" ve "tente" sözcükleriyle karşılanmaktadır.

Açıktır ki, akrabalık terimleri de topluluk ilişkilerindeki değişimini, oldukça geriden takip ederler. Eğer anlam değiştirme yoluyla andaki ilişkilere uyum sağlayamamış iseler, bu kavramlar süreç içinde 'garip'leşirler. Türkiye’de bugün "abla, teyze, ana, baba, oğul" gibi kavramlar, gelişigüzel bir şekilde, aralarında (günümüzdeki anlamı bakımından) herhangi bir akrabalık ilişkisi bulunmayan insanlar arasında rahatlıkla kullanılmaktadır. İstanbul'da sokak satıcısı, kavramın şimdiki anlamı bakımından kendisi ile hiçbir akrabalık ilişkisi bulunmayan bir kadın müşterisine "abla, ana, teyze" diye seslenmekte sakınca görmez. Kayseri şehrinde doğmuş olan bir damat, diğer bir şehrin köyünden bir kızla evlenmiş olduğu için, damat, karısının köylülerinin tümünün de 'Kayserili enişte'si olarak değerlendirilir. Türklerde "dayı, dede, baba" sözcükleri de hiç tanınmayan kişilere yönelik bir hitap şekli olarak kullanılmaya devam edilmektedir. Günümüzde, bu kavramlar içerik daralması yoluyla, bireyin en yakın ilişkilerini anlatmak için başvuruluyorsa da, kullanım yaygınlığı, Türklerin geçmiş sınıflayıcı akrabalık dizgesinin varlığına işaret etmektedir. Buna göre, örneğin bireyin annesi, hiç olmazsa, sadece onu doğuran kadın değildi; doğuran kadın kuşağındaki öteki kadınlar da onun annesi idi. Ve en az, onu doğuran kadın kadar anne'si idi. Benzer biçimde, sadece, şu andaki kavramlarla, onun 'kız kardeşi' olanlar değil, bu kuşaktaki bütün kızlar da onun 'kız kardeşi' sayılıyordu. Türklerde bir erkeğin, 'anam, bacım olsun' diyerek bir kadınla kendi arasında cinsel ilişkiyi yasaklama geleneği, böyle köklü bir sınıflayıcı akrabalık ilişkisine dayanmaktadır. Günümüzde, her olur olmaz ilişkide 'ana, bacı' kavramı kullanılıyorsa da, bu, geçmişte, bireyin aidi bulunduğu veya bireyin aidi olmadığı toplum biriminin kadınlarını hedefleyen sınıflayıcı bir terim olmalıydı. Böylece erkeğin, 'ana' ya da 'bacı'sı olarak saptanmış kadınlarla cinsel ilişki, evlilik yasağı kendiliğinden oluşmuş oluyordu. Erkeği, dış evliliğe yönlendiren topluluklar bakımından, kendisinin bütün kadınlarını erkeğe 'ana, bacı' kılmış bir toplum birim, amacına kolaylıkla erişebilir.

Kimi Avrupalı (ve onları yineleyen Türk) uzmanlarımız, bugün tanıdıkları akrabalık kavramlarının, ilk insanlar sayılan Adem ve Havva döneminden beri değişmeden kaldığına öyle bir inançla bağlanmışlardır ki, İstanbul’da, Fas'ta, Managua veya Ulan Batur'da karşılaştıkları ve o an yürürlükte olan akrabalık anlayışına ters düşen tanım türlerini derhal "yalancıktan akrabalık" diye adlandırılan bir sepet içinde toplamışlar ve 'ilkel'ler arasında çalışma yapmaya giden araştırıcının çantasına da, başlığında "yalancı-düzmece-şakacıktan akrabalık" yazan boş kağıtları not alınmak üzere yerleştirmişlerdir.

Eski toplum örneklerinde bu noktada zengin bir dağarcık bulunduğu için, gözlemciler, yolculuklarından büyük olasılıkla koltuk altlarında koca bir dosya ile geri dönüyor olmalıydılar. Örneğin bir Afrikalı kabilede, kızına bir başka köyden içgüvey alan şahıs, damadın "baba"sı konumuna erişir. Bu nedenle de kayınbaba, damadına "oğul" demektedir. Fakat kayınbaba, doğan erkek torununa , 'torunum' diye değil, "adaşım" diye hitap etmektedir. Erkek torun ise, bizim kavramlarımıza göre, dedesine, 'dede' değil "adaşım"; babasına ise tıpkı "adaşı" olan dedesinin kullandığı kavramla "oğlum" demektedir. Bu durumda damat, sadece kayınbabasına değil, oğluna da "baba" diye hitap etmek zorundaydı.

Varolmuş, var ve bozuluncaya değin de varolacak olan bu tip akrabalık kavramlarını, "yalancıktan akrabalık" sepetinde toparlayan bilim adamlarımız gerçekte yalnızca kendilerini aldatmış; toplumsal yapılanmalarının anlaşılması için "ilkellerin" onlara sunduğu geniş çözüm bahçesinin kapısını elleriyle örtmüş olurlar.

Oğluna 'baba' diyen erkek bir iç güveydi ve damat geldiği toplum biriminde, en azından başlangıçta, fazlaca bir güce sahip değildi. Bu tür bir toplulukta kayınbaba'nın yasal mirasçısı, kızının doğurduğu oğul, yani erkek torun idi. Bu torun dede'sinin adı ve yetkilerini olduğu gibi devralıyor ve toplum birim, kendisini sistematik olarak sonraki yüzyıllara devredebiliyordu. Türklerde 'göbek adı' olarak anısı kalan 'adaş dede-torun' ilişkisinde, torun bütün yetkileriyle dede'nin takipçisi ise, anneanne'nin de 'torunun karısı' sayılmış olması gerekliydi.

Eski Türk topluluğunun masallarında, baba, oğlunun beşiğini sallar ve bu ilişkiyi, "ben babamın beşiğini tengir-mengir sallarken" diye tanıtırken, aslında o sırada yürürlükte olan gerçek bir akrabalık ilişkisi dile getirilmiş olmaktaydı. Bazı Türk toplulukları erkeklerinin, hem kayınbabaya ve hem de karısının doğurduğu erkek çocuğa 'baba' dedikleri bir akrabalık düzeninden geçmiş oldukları anlaşılıyor. Eski Türk anlatımlarında yer alan 'gurbete çıkma' motifi, evlilik düzeniyle, erkeğin içgüveyi olması ile bağıntılıdır. Türklerde, oğul'un ana toplum birim aidiyetinden baba toplum birim aidiyetine geçişinin izlerini, Oğuz Kağan destanında da buluruz. Oğul, sembolik kavgalardan sonra, bir ritüel eşliğinde, Kam'ların aracılığıyla, ad'lanır, Oğuz giysisine bürünür ve Oğuz'lanır. Burada, erkeğin, doğacak oğula sahip olabilmek uğruna, 'erkek hamileliği' ve 'erkek lohusalığı' aşamalarından da geçmesi gerekiyordu ki, bu kurumların eski Türk toplumlarında da var olduğu, bilinmektedir.

Bu akrabalık düzeni, giderek damadın oğula sahip olması yönünde ilerlerken, kadının erkek kardeşinin, yani dayı'nın da bir süre 'baba'lık yetkilerini üstlendiği bir aşamadan da geçildiği, Türkler arasında kullanılan 'dayılanmak' sözüyle de doğrulanıyor. Burada 'dayılanmak' deyimi, yeğeni sahiplenmek anlamındadır ve dayı ile yeğen arasındaki, bir tarihsel dönemin eski yakın ilişkilerini anlatmaktadır.

Safa Kaçmaz
Paris, 01.09.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo.com

(1). Bay A. R. Radcliffe-Brown, "Structure et fonction dans la société primitive" isimli eserinde (1968) hala şöyle demekteydi; "L'unité de structure, à partir de laquelle un systeme de parenté est construit, est le groupe que j'appellerai la « famille élémentaire », constituée par un homme, son épouse et leurs enfants, qu'ils vivent ensemble ou non. En ce sens, un couple marié sans enfants ne constitue pas une famille. "