Kutsal
kitaplarda Adem ve Havva'nın büyük oğlunun, küçük erkek kardeşini öldürmüş
olduğu yazılıdır: İnsanlık tarihinin 'ilk kardeş cinayeti'nin nedeni ise daha
da ilginçtir: 'ağabeylik', frére ainée, premiére né, 'ilk oğul olma hakkı'.
Büyük ve
Küçük Oğul arasındaki 'düşman kardeşlik' ilişki anlatımı, sisler arasında,
kutsal kitap boyunca sürüp gider.
Sümer ve
Akkad yasa metinleri ve miras paylaşım kayıtları, büyük-küçük oğul kavgasının,
tarihin gerçek sorunlarından birisi olduğunu gösteriyor.
Eski
toplum, kamusal hak ve yükümlülükler bakımından, yalnızca kız ve erkek çocuklar
arasında değil, frère ainée-frère cadét, 'büyük' ile 'küçük' oğul arasında da
sınıflayıcı ayırımlar yapmıştır.
Eski Sümer
ve Babil kanunlarında çok açık bir şekilde, bir yanda, kadının gelin geldiği ve
öte yanda damadın iç güvey gittiği iki evlilik türü ve buna ilişkin miras
dağılımı nerede ise eşit ağırlıktadır. Orada 40 asır önceki toplumun geçiş
dönemi fotoğrafını buluruz.
Başlangıçta,
kadın, kendi toplum birimine ait bağımsız toprak üzerinde bulunduğu sürece,
iç güveyi gelen damadın çocuklar üzerinde hakkı yoktu; doğan erkek ve kız
çocuklar ananın aidi bulunduğu toprağa, o toprağın 'adaş' dedesine;
kadının erkek kardeşleri, dayılara aitti.
Türklerde
'dayılanma' sözü, bu evlilik türünün bir aşamasında, eski 'babasal hak ve
yükümlülüklerine' dayanarak, artık yeğen sayılan çocuğa dayının sahip çıkma
davranışını anlatır.
Kadının,
'kocaya gitme' sürecinin başlangıcında, doğurduğu çocuklar, kendi toprağına
geri dönüyor olmalıdır. Özellikle kız çocukları, annenin gelin geldiği toplum
birime ait olamazlardı, çünkü baba'nın bulunduğu toplum birimindeki erkekler,
gelinin birimindeki kadınların potansiyel kocalarıydı.
Erken Sümer
tabletleri, kendilerinden kız-alıp veren Gutti-Hititli dağlı ejderhaların,
doğan çocukları Sümerlerin elinden zorla alıp kendi topraklarında Sümerlere
karşı düşmanlıkla yetiştirdiklerini yazmaktadır. O çocuklar için 'baba'lar ve
'anne'ler, Sümerler değil Gutti-Hitit Dayı ve Hala'lardı. Bu süreç, bütün
çocukların baba toplum birimine aidiyetleri yönünde ve fakat aşama aşama,
gelişmiştir.
Aslına
bakılırsa eski toplumda, sürecin bir noktasında, erkek çocuklar arasında Büyük
ağabey-Küçük kardeş ayırımı yapıldığı sosyoloji çevrelerinde uzun zamandan beri biliniyordu. Miras gelenekleri henüz
bozulmamış yerli topluluklarda, erkek kardeşler arasında miras paylaşımındaki
temel farklar da zaman zaman tespit edilip yazılıyordu.
Fakat,
sonuçları miras ve evlilik ilişkilerine doğrudan yansıyan bu konunun kaynakları
üzerine yeterince durulmuş olduğunu söyleyemeyiz.
Ağabey-küçük
erkek kardeş ayrılığı, eski toplumun akrabasal düzenlenişini belirler. Genel ve
Marksist sosyolojinin bu alanda tanıdığı kurumlar olan 'ana yanlı-baba yanlı
soy'la sınırlı alanların ötesi, genel olarak 'la terre inconnu', keşfedilmemiş
topraklar olarak kalmaya devam etmiştir. Örneğin Bay Huot, Kutsal Kitabın
ilk oğullarından küçüğünün, büyüğü tarafindan öldürülmesiyle sonuçlanan keskin
toplumsal nedenlerin en üst düzeylerde yaşandığı Sümer çağları için hâlâ,
«ainés et cadets se livrent à des activités semblables et peu contraignantes»
diyebilmektedir.
Eski
yazıtlarda, Sümer krallar kralı, Lugal Zaggisi: "Utu'nun ad verdiği,
Ninhursag'ın kutsal sütünü emmiş, Uruk tanrıçası Ninabuhadu'nun ilk oğulu"
olarak tanıtılıyordu. Sümer ve Babil'in öteki kral ve yöneticilerinde de
karşılaştığımız bu tarz kalıpsal tanıtımda yer alan 'ad verilme', 'kutsal süt
emme', 'ilk erkek evlat olma' vurguları, eski insanın toplumsal düzenlenişinde,
erkek çocuğun hangi toplum birimine ait olacağı konusunda olağanüstü kilometre
taşlarıdır.
Daha o
zamanlar çoktan kutsal hale gelmiş köklü bir üstünlük geleneğini dile getiren
bu üç vurgu noktasına,tarih ve toplum bilimcilerimiz özel önem vermeliydiler.
Diyelim ki
süt kardeş olan çocuklar arasında evlilik yasağı bulunması, bu noktanın
tarihte, taraflara evlilik yasağı getiren 'kandaşlık' ölçüsünde önemli olduğunu
göstermeye yeter ve özünde 'kandaşlıkla' aynı ayraç parçasıdır: Doğuran kadın
tarafından değil de başkaları tarafından emzirilip büyütülen erkek çocuk, baba
toplum biriminin 'kandaşı' kabul edilir; çocuk, doğal olarak, kendi toplum
biriminin kadınları ile evlilik yasağına tabi olur.
Kutsal
kitabın Habil-Kabil anlatımının ve Sümer-Babil tanrı ile krallarının 'ilk oğul
olma' vurgularının, gerçek hayattaki anlamını, eski toplumun, miras üleşiminde
büyük oğula, öteki oğullara göre payların iki katını vermesinde buluyoruz.
Sümer, Babil ve Asur topluluklarında büyük (ilk) oğul baba mal varlığının
ayrıcalıklı (başlangıçta belki de tek!) mirasçısı idi.
Lipit-İştar
yasalarında, babanın ölümünden sonra varislerden bahsedilen bölümde açık bir
biçimde 'büyük oğul' ayrımı bulunmaktadır. Fakat tablet tam olarak okunamadığı
için bu ayrımın sonuçlara yansıyan anlamını saptama olanağı yok.
Ana İttişu
yasalarında yer alan, babanın oğulu evlatlıktan reddedebilme hakkını açıkça
zorlaştıran ve evlatlar arasında denge kurmaya çalışır görünen Hammurabi
yasalarında ise çocuklar arasındaki miras paylaşımı eşitlenme yönünde
gelişirken, 'ilk oğul'un geçmiş üstünlüğü, pay edilmiş hisseler içinden
istediğini çekip alabilme hakkı biçiminde yaşamaya devam etmektedir:
"170- Eğer
bir adamın karısı ona çocuklar doğurursa,
kadın kölesi de ona çocuklar doğurursa,
baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara 'benim çocuklarım' deyip karısının çocukları ile birlikte sayarsa,
sonra baba kaderine giderse,
baba evinin malını, karısının ve kölenin çocukları eşit olarak
bölüşeceklerdir, karısının ilk oğlu, hisseler içinden (istediğini) seçecek ve alacaktır. "
kadın kölesi de ona çocuklar doğurursa,
baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara 'benim çocuklarım' deyip karısının çocukları ile birlikte sayarsa,
sonra baba kaderine giderse,
baba evinin malını, karısının ve kölenin çocukları eşit olarak
bölüşeceklerdir, karısının ilk oğlu, hisseler içinden (istediğini) seçecek ve alacaktır. "
Eski
Assur'un M.Ö 14-12. asırlar arasına denk düşen kanun metinlerinde de, miras
paylaşımı konusunda şunları okuruz:
-
" [Eğer
bir adamın oğulları mirası bölüşürlerse]
büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğul paylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için kardeşleri ile birlikte kura çekecektir. "
büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğul paylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için kardeşleri ile birlikte kura çekecektir. "
Yarım asır
önce Lubor Mataus'un, M.Ö 2000'li yıllara ait Larsa paylaşım tabletleri üzerine
ve Jozef Klima'nın Sümer miras tabletlerine dayanarak kız çocukların miras
hakları konusunda yaptıkları türden çalışmalar, tarihteki çocuk paylaşımı
sürecini, kutsal kitap ve eski kanun metinlerinin soyut cümleleri halinde
kalmaktan çıkarmış; toplumun gerçek işleyişini gördüğümüz bir alanda, miras
paylaşımında, elle tutulur veriler olarak anlaşılmasına katkıda bulunmuştur
(Archiv Orientalni-Prague 1946 yılı ve sonrası). Gerçi bu araştırıcılar, ele
aldıkları miras konusuyla, çocukların, ana ve baba toplum birimleri arasındaki
paylaşımı arasında bağ kurmamışlar, bu noktadan söz bile etmemişlerdir ama
toparladıkları belgeler, bizim, tarihte toplum birimler arası çocuk paylaşım
sürecini izlemememize olanak sağlamıştır.
Bu
araştırmalarda, konusu doğrudan miras paylaşım antlaşması olan Larsa tabletleri
boyunca, başlangıçta öteki oğullara göre iki kat fazla pay alan ilk oğul'lardan
başlayarak, aynı aile içinde, torun kuşağında, miras paylarının giderek
eşitlenmeye doğru gelişmesini, 150 yıla yaklaşan süre içinde kademeli olarak üç
kez izleriz.
Sümer ve
Babil kayıtlarında miras, daha o zamandan açıkça, menkul ve gayri-menkul
ayırımına tabi tutulmuştu. Kız çocuklar, gayri-menkul mirastan genel olarak pay
alamazlar. Fakat 'yabancı' erkekler için tapınaklarda kutsal fahişe olan kız,
evlenmediği sürece (babasız!) doğan veya doğacak oğluna geçmek üzere mirasta
hak sahibi olabilmekteydi. Tapınak fahişesi olmayan, evlenip gideceği öngörülen
kız çocukların ise gayri-menkul miras üzerinde hiç bir hakları yoktur.
Taşınabilir olan kısım bakımından ise o zaten çeyiz olarak önceden
verilmekteydi; eğer baba bunu hazır etmeden 'kaderine gitmiş' ise kanun koyucu,
genç kızın hakkını saptamaktadır.
Burada, hak
farkına yol açan doğrudan 'cins ayrımı' değildir. Küçük erkek kardeşin, ilk
başlarda miras hakkı bulunmamasında, sonra ise büyük oğulun yarı-hakkı ile
yetinmesinde de cins konusu bir rol oynamaz. İç güveysinin de çocuklar ve ölen
karısının mal varlığı üzerinde hakkı bulunmuyordu.
Kızların
'baba toplum birimine' geçişlerinin daha sonra gerçekleşmesi ve bir 'yabancı'ya
gelin gitme yükümlülükleri, en önemli üretim varlığı olan toprağın
dağıtılmazlığı ilkesi üzerine yükselmiş, eski toplum modelinin miras hukukunu
da şekillendirir.
Miras
konusuna, büyük oğulun öne çıktığı toplum biriminin karşı yanında bulunan ve
dayılık kurumunun ağır bastığı, örneğin eski Türklerin tarafına geçerek
bakarsak, bu kez orada, baba mirasından 'ilk' oğulun hiç bir pay alamadığına
tanık oluruz. Ünlü Türkolog Bay J. P. Roux, yıllar önce, gençliğinde, Türk
ve Moğol miras gelenekleri üzerine yaptığı çalışmalarda, babanın ölümüyle,
kendisini doğuran ana hariç, babasının öteki karıları ile tüm mal varlığının
miras olarak sadece küçük oğula geçtiğini açıklamış, bunu bulgu ve kanıtlarla
ortaya koymuştu.
Sümer-Akkad
toplumlarında 'ilk oğul' lehine gerçekleşen paylaşım ilişkisinin, tam tersinin
hüküm sürdüğü böyle bir geleneğe sahip Osman oğullarının imparatorluk başlangıç
döneminde, işte bu nedenle, yalnızca küçük şehzadeler padişahlık tahtının mirasçısı
olabiliyordu. Şehzade Osman, küçük oğuldu ve beyliğin ileri gelenleri tahta,
ağabey Orhan'ı değil, bu eski miras geleneğinden ötürü şehzade Osman'ı
oturtmayı uygun görmüşlerdi.
Tarihçilerimiz,
Osmanoğlu imparatorluğunun ilanından itibaren, başlangıçtaki ilk 4 asır
boyunca, Padişahlık tahtına neden yalnızca küçük şehzadelerin çıkarıldığını
izah edememişler, saptanabilir olan bu olguya karşı, ağız birliği etmişler gibi
'töre böyleydi' sözlerini yinelemekle yetinmişlerdir. Türk tarihçileri, tarihi
aynı zamanda, töreler ve töre kaynaklarından yola çıkarak yazmaya
çalışan F. Köprülü tarzının çok uzağında durmaktadırlar.
Kimi
Türk-Moğol topluluklarda büyük oğul, anlaşılıyor ki kadının toplum birimine
aitti. Eski toplum birim ilişkilerinin çözülme süreci içinde, dayı'ların artık
kendi çocuklarının babaları haline gelmeye başlamaları ve dolayısıyla oğulun,
ananın gelin olduğu topraklara bağlanamaması koşullarında, büyük oğul baba
toplum biriminde bir çeşit sığıntıya dönüşür.
Bu oğullar,
belirli bir yaşta o birimi terk etmek ve başka topraklara gitmek zorunda
kalırlar. Bu süreç iç güveyliği ve adoption-oğulluk sağlama ile yaklaşık koşut
olarak gelişmiştir. Homeros destanında, kutsal kitaplarda, masal aktarımlarında
'baba toprağı'ndan böyle çıkıp gitmiş birçok şahıs vardır.
Kaba
çizgilerini özetleyebildiğimiz bu süreç, gerçekte binlerce yıla yayılmış bir
çalkantılar, acılar, oğul ve kız kurban etmeler dönemine denk düşer. Orada
sünnet aracılığıyla veya kız elbisesi içinde ve uzun saçlı yetiştirilen
'adanmış' erkek çocuk, kurban edilmekten kurtarılmaya çalışılır.
Bazı topluluklar, dayı toplum birimine hiç
vermeden erkek toplum birimine kabul ettirebilme yolu olarak çocuğu geline
değil, 'erkeğe doğurtma' yolunu keşfetmişlerdi. Hem hamileliği ve hem de doğumu
sembolik olarak üstlenen erkek, bazı Türk boylarında yakından tanıdığımız,
'erkek hamileliği' ve 'erkek lohusalığı' kurumlarını yaratır.
İnsan
yaklaşımı ortak değerlere sahip olduğu için bu kurumlara Afrika yerli
topluluklarında da rastlıyoruz. Böylece doğan çocuğun, erkeğin 'kanından' bir
çocuk olarak tanıtılabilmesi olanağı elde edilir. Bu tarihsel süreç boyunca
kadın, Bakire Meryem gibi bazen, evli olduğu erkeğin köyünün sınırları dışında
doğurur; bazen hamilelik ve doğum dönemini 'baba toprağı'nda geçirir; bazen de
köy içinde doğumu gizleyen gürültüler arasında veya özel kadınlar evinde
doğurur.
Sonuçları
evlilik yasakları getiren 'süt kardeşliği', 'kirvelik'; dede adaşlığı kalıntısı
olarak kulağa gizlice fısıldanan 'göbek adı' uygulamaları, bu alandaki geçiş döneminin
toplumsal sembolizmi olarak karşımıza çıkar.
Bilge Freud,
baba ile oğul arasında bilinçaltı düşmanlık teorilerinin kaynaklarını insan
ruhunun derinliklerinde aramıştı. İnsan bilim ise erkeklerin 'sırt'larından
doğum yapması, doğumdan hemen sonra 'yiten', 'kaçırılan' prenslerin, yağız
delikanlı olarak baba toprağına dönmesi, tanımadığı babasıyla savaşması,
baba-oğulun birbirlerini tanımaları, sonra tahta çıkması gibi tarih içinde
masal motiflerine dönüşmüş olguların gerçek varlığını Sümer ve Babil tablet
yazıtlarında, Hammurabi, önce ve sonrasının kanun taşlarında bulmaktadır.
Bütün bunlar, sonuçları doğrudan miras ve
evlilik hukukuna yansıyan, tarihteki gerçek bir çocuk paylaşım sürecinin
parçalarıdır.
Safa KAÇMAZ
- Paris
04.11.2003
04.11.2003