22.11.2006

Eski Toplumda Büyük-Küçük Oğul Paylaşımı...


Kutsal kitaplarda Adem ve Havva'nın büyük oğlunun, küçük erkek kardeşini öldürmüş olduğu yazılıdır: İnsanlık tarihinin 'ilk kardeş cinayeti'nin nedeni ise daha da ilginçtir: 'ağabeylik', frére ainée, premiére né, 'ilk oğul olma hakkı'.

Büyük ve Küçük Oğul arasındaki 'düşman kardeşlik' ilişki anlatımı, sisler arasında, kutsal kitap boyunca sürüp gider.

Sümer ve Akkad yasa metinleri ve miras paylaşım kayıtları, büyük-küçük oğul kavgasının, tarihin gerçek sorunlarından birisi olduğunu gösteriyor.

Eski toplum, kamusal hak ve yükümlülükler bakımından, yalnızca kız ve erkek çocuklar arasında değil, frère ainée-frère cadét, 'büyük' ile 'küçük' oğul arasında da sınıflayıcı ayırımlar yapmıştır.

Eski Sümer ve Babil kanunlarında çok açık bir şekilde, bir yanda, kadının gelin geldiği ve öte yanda damadın iç güvey gittiği iki evlilik türü ve buna ilişkin miras dağılımı nerede ise eşit ağırlıktadır. Orada 40 asır önceki toplumun geçiş dönemi fotoğrafını buluruz.

Başlangıçta, kadın, kendi toplum birimine ait bağımsız toprak üzerinde bulunduğu sürece, iç güveyi gelen damadın çocuklar üzerinde hakkı yoktu; doğan erkek ve kız çocuklar ananın aidi bulunduğu toprağa, o toprağın 'adaş' dedesine; kadının erkek kardeşleri, dayılara aitti.

Türklerde 'dayılanma' sözü, bu evlilik türünün bir aşamasında, eski 'babasal hak ve yükümlülüklerine' dayanarak, artık yeğen sayılan çocuğa dayının sahip çıkma davranışını anlatır.

Kadının, 'kocaya gitme' sürecinin başlangıcında, doğurduğu çocuklar, kendi toprağına geri dönüyor olmalıdır. Özellikle kız çocukları, annenin gelin geldiği toplum birime ait olamazlardı, çünkü baba'nın bulunduğu toplum birimindeki erkekler, gelinin birimindeki kadınların potansiyel kocalarıydı.

Erken Sümer tabletleri, kendilerinden kız-alıp veren Gutti-Hititli dağlı ejderhaların, doğan çocukları Sümerlerin elinden zorla alıp kendi topraklarında Sümerlere karşı düşmanlıkla yetiştirdiklerini yazmaktadır. O çocuklar için 'baba'lar ve 'anne'ler, Sümerler değil Gutti-Hitit Dayı ve Hala'lardı. Bu süreç, bütün çocukların baba toplum birimine aidiyetleri yönünde ve fakat aşama aşama, gelişmiştir.

Aslına bakılırsa eski toplumda, sürecin bir noktasında, erkek çocuklar arasında Büyük ağabey-Küçük kardeş ayırımı yapıldığı sosyoloji çevrelerinde uzun zamandan  beri biliniyordu. Miras gelenekleri henüz bozulmamış yerli topluluklarda, erkek kardeşler arasında miras paylaşımındaki temel farklar da zaman zaman tespit edilip yazılıyordu.
Fakat, sonuçları miras ve evlilik ilişkilerine doğrudan yansıyan bu konunun kaynakları üzerine yeterince durulmuş olduğunu söyleyemeyiz.

Ağabey-küçük erkek kardeş ayrılığı, eski toplumun akrabasal düzenlenişini belirler. Genel ve Marksist sosyolojinin bu alanda tanıdığı kurumlar olan 'ana yanlı-baba yanlı soy'la sınırlı alanların ötesi, genel olarak 'la terre inconnu', keşfedilmemiş topraklar olarak kalmaya devam etmiştir. Örneğin Bay Huot, Kutsal Kitabın ilk oğullarından küçüğünün, büyüğü tarafindan öldürülmesiyle sonuçlanan keskin toplumsal nedenlerin en üst düzeylerde yaşandığı Sümer çağları için hâlâ, «ainés et cadets se livrent à des activités semblables et peu contraignantes» diyebilmektedir.

Eski yazıtlarda, Sümer krallar kralı, Lugal Zaggisi: "Utu'nun ad verdiği, Ninhursag'ın kutsal sütünü emmiş, Uruk tanrıçası Ninabuhadu'nun ilk oğulu" olarak tanıtılıyordu. Sümer ve Babil'in öteki kral ve yöneticilerinde de karşılaştığımız bu tarz kalıpsal tanıtımda yer alan 'ad verilme', 'kutsal süt emme', 'ilk erkek evlat olma' vurguları, eski insanın toplumsal düzenlenişinde, erkek çocuğun hangi toplum birimine ait olacağı konusunda olağanüstü kilometre taşlarıdır.

Daha o zamanlar çoktan kutsal hale gelmiş köklü bir üstünlük geleneğini dile getiren bu üç vurgu noktasına,tarih ve toplum bilimcilerimiz özel önem vermeliydiler.

Diyelim ki süt kardeş olan çocuklar arasında evlilik yasağı bulunması, bu noktanın tarihte, taraflara evlilik yasağı getiren 'kandaşlık' ölçüsünde önemli olduğunu göstermeye yeter ve özünde 'kandaşlıkla' aynı ayraç parçasıdır: Doğuran kadın tarafından değil de başkaları tarafından emzirilip büyütülen erkek çocuk, baba toplum biriminin 'kandaşı' kabul edilir; çocuk, doğal olarak, kendi toplum biriminin kadınları ile evlilik yasağına tabi olur.

Kutsal kitabın Habil-Kabil anlatımının ve Sümer-Babil tanrı ile krallarının 'ilk oğul olma' vurgularının, gerçek hayattaki anlamını, eski toplumun, miras üleşiminde büyük oğula, öteki oğullara göre payların iki katını vermesinde buluyoruz. Sümer, Babil ve Asur topluluklarında büyük (ilk) oğul baba mal varlığının ayrıcalıklı (başlangıçta belki de tek!) mirasçısı idi.

Lipit-İştar yasalarında, babanın ölümünden sonra varislerden bahsedilen bölümde açık bir biçimde 'büyük oğul' ayrımı bulunmaktadır. Fakat tablet tam olarak okunamadığı için bu ayrımın sonuçlara yansıyan anlamını saptama olanağı yok.

Ana İttişu yasalarında yer alan, babanın oğulu evlatlıktan reddedebilme hakkını açıkça zorlaştıran ve evlatlar arasında denge kurmaya çalışır görünen Hammurabi yasalarında ise çocuklar arasındaki miras paylaşımı eşitlenme yönünde gelişirken, 'ilk oğul'un geçmiş üstünlüğü, pay edilmiş hisseler içinden istediğini çekip alabilme hakkı biçiminde yaşamaya devam etmektedir:

"170- Eğer bir adamın karısı ona çocuklar doğurursa,
kadın kölesi de ona çocuklar doğurursa,
baba sağlığında kölenin ona doğurduğu çocuklara 'benim çocuklarım' deyip karısının çocukları ile birlikte sayarsa,
sonra baba kaderine giderse,
baba evinin malını, karısının ve kölenin çocukları eşit olarak
bölüşeceklerdir, karısının ilk oğlu, hisseler içinden (istediğini) seçecek ve alacaktır. "

Eski Assur'un M.Ö 14-12. asırlar arasına denk düşen kanun metinlerinde de, miras paylaşımı konusunda şunları okuruz:

-         " [Eğer bir adamın oğulları mirası bölüşürlerse]
büyük oğul mülkten [bahçeler ve kuyulardan] iki hisseyi [kendi hissesi olarak] seçecek ve alacaktır.
Kardeşleri birer birer sonradan seçecek ve alacaklardır.
Her bir ekili tarlanın ve hasadın ürünlerini küçük oğul paylara bölecek, büyük oğul bir hissesini seçip alacaktır, öteki ikinci hissesi için kardeşleri ile birlikte kura çekecektir. "

Yarım asır önce Lubor Mataus'un, M.Ö 2000'li yıllara ait Larsa paylaşım tabletleri üzerine ve Jozef Klima'nın Sümer miras tabletlerine dayanarak kız çocukların miras hakları konusunda yaptıkları türden çalışmalar, tarihteki çocuk paylaşımı sürecini, kutsal kitap ve eski kanun metinlerinin soyut cümleleri halinde kalmaktan çıkarmış; toplumun gerçek işleyişini gördüğümüz bir alanda, miras paylaşımında, elle tutulur veriler olarak anlaşılmasına katkıda bulunmuştur (Archiv Orientalni-Prague 1946 yılı ve sonrası). Gerçi bu araştırıcılar, ele aldıkları miras konusuyla, çocukların, ana ve baba toplum birimleri arasındaki paylaşımı arasında bağ kurmamışlar, bu noktadan söz bile etmemişlerdir ama toparladıkları belgeler, bizim, tarihte toplum birimler arası çocuk paylaşım sürecini izlemememize olanak sağlamıştır.

Bu araştırmalarda, konusu doğrudan miras paylaşım antlaşması olan Larsa tabletleri boyunca, başlangıçta öteki oğullara göre iki kat fazla pay alan ilk oğul'lardan başlayarak, aynı aile içinde, torun kuşağında, miras paylarının giderek eşitlenmeye doğru gelişmesini, 150 yıla yaklaşan süre içinde kademeli olarak üç kez izleriz.

Sümer ve Babil kayıtlarında miras, daha o zamandan açıkça, menkul ve gayri-menkul ayırımına tabi tutulmuştu. Kız çocuklar, gayri-menkul mirastan genel olarak pay alamazlar. Fakat 'yabancı' erkekler için tapınaklarda kutsal fahişe olan kız, evlenmediği sürece (babasız!) doğan veya doğacak oğluna geçmek üzere mirasta hak sahibi olabilmekteydi. Tapınak fahişesi olmayan, evlenip gideceği öngörülen kız çocukların ise gayri-menkul miras üzerinde hiç bir hakları yoktur. Taşınabilir olan kısım bakımından ise o zaten çeyiz olarak önceden verilmekteydi; eğer baba bunu hazır etmeden 'kaderine gitmiş' ise kanun koyucu, genç kızın hakkını saptamaktadır.

Burada, hak farkına yol açan doğrudan 'cins ayrımı' değildir. Küçük erkek kardeşin, ilk başlarda miras hakkı bulunmamasında, sonra ise büyük oğulun yarı-hakkı ile yetinmesinde de cins konusu bir rol oynamaz. İç güveysinin de çocuklar ve ölen karısının mal varlığı üzerinde hakkı bulunmuyordu.

Kızların 'baba toplum birimine' geçişlerinin daha sonra gerçekleşmesi ve bir 'yabancı'ya gelin gitme yükümlülükleri, en önemli üretim varlığı olan toprağın dağıtılmazlığı ilkesi üzerine yükselmiş, eski toplum modelinin miras hukukunu da şekillendirir.

Miras konusuna, büyük oğulun öne çıktığı toplum biriminin karşı yanında bulunan ve dayılık kurumunun ağır bastığı, örneğin eski Türklerin tarafına geçerek bakarsak, bu kez orada, baba mirasından 'ilk' oğulun hiç bir pay alamadığına tanık oluruz. Ünlü Türkolog Bay J. P. Roux, yıllar önce, gençliğinde, Türk ve Moğol miras gelenekleri üzerine yaptığı çalışmalarda, babanın ölümüyle, kendisini doğuran ana hariç, babasının öteki karıları ile tüm mal varlığının miras olarak sadece küçük oğula geçtiğini açıklamış, bunu bulgu ve kanıtlarla ortaya koymuştu.

Sümer-Akkad toplumlarında 'ilk oğul' lehine gerçekleşen paylaşım ilişkisinin, tam tersinin hüküm sürdüğü böyle bir geleneğe sahip Osman oğullarının imparatorluk başlangıç döneminde, işte bu nedenle, yalnızca küçük şehzadeler padişahlık tahtının mirasçısı olabiliyordu. Şehzade Osman, küçük oğuldu ve beyliğin ileri gelenleri tahta, ağabey Orhan'ı değil, bu eski miras geleneğinden ötürü şehzade Osman'ı oturtmayı uygun görmüşlerdi.

Tarihçilerimiz, Osmanoğlu imparatorluğunun ilanından itibaren, başlangıçtaki ilk 4 asır boyunca, Padişahlık tahtına neden yalnızca küçük şehzadelerin çıkarıldığını izah edememişler, saptanabilir olan bu olguya karşı, ağız birliği etmişler gibi 'töre böyleydi' sözlerini yinelemekle yetinmişlerdir. Türk tarihçileri, tarihi aynı zamanda, töreler ve töre kaynaklarından yola çıkarak yazmaya çalışan F. Köprülü tarzının çok uzağında durmaktadırlar.

Kimi Türk-Moğol topluluklarda büyük oğul, anlaşılıyor ki kadının toplum birimine aitti. Eski toplum birim ilişkilerinin çözülme süreci içinde, dayı'ların artık kendi çocuklarının babaları haline gelmeye başlamaları ve dolayısıyla oğulun, ananın gelin olduğu topraklara bağlanamaması koşullarında, büyük oğul baba toplum biriminde bir çeşit sığıntıya dönüşür.

Bu oğullar, belirli bir yaşta o birimi terk etmek ve başka topraklara gitmek zorunda kalırlar. Bu süreç iç güveyliği ve adoption-oğulluk sağlama ile yaklaşık koşut olarak gelişmiştir. Homeros destanında, kutsal kitaplarda, masal aktarımlarında 'baba toprağı'ndan böyle çıkıp gitmiş birçok şahıs vardır.

Kaba çizgilerini özetleyebildiğimiz bu süreç, gerçekte binlerce yıla yayılmış bir çalkantılar, acılar, oğul ve kız kurban etmeler dönemine denk düşer. Orada sünnet aracılığıyla veya kız elbisesi içinde ve uzun saçlı yetiştirilen 'adanmış' erkek çocuk, kurban edilmekten kurtarılmaya çalışılır.

 Bazı topluluklar, dayı toplum birimine hiç vermeden erkek toplum birimine kabul ettirebilme yolu olarak çocuğu geline değil, 'erkeğe doğurtma' yolunu keşfetmişlerdi. Hem hamileliği ve hem de doğumu sembolik olarak üstlenen erkek, bazı Türk boylarında yakından tanıdığımız, 'erkek hamileliği' ve 'erkek lohusalığı' kurumlarını yaratır.

İnsan yaklaşımı ortak değerlere sahip olduğu için bu kurumlara Afrika yerli topluluklarında da rastlıyoruz. Böylece doğan çocuğun, erkeğin 'kanından' bir çocuk olarak tanıtılabilmesi olanağı elde edilir. Bu tarihsel süreç boyunca kadın, Bakire Meryem gibi bazen, evli olduğu erkeğin köyünün sınırları dışında doğurur; bazen hamilelik ve doğum dönemini 'baba toprağı'nda geçirir; bazen de köy içinde doğumu gizleyen gürültüler arasında veya özel kadınlar evinde doğurur.

Sonuçları evlilik yasakları getiren 'süt kardeşliği', 'kirvelik'; dede adaşlığı kalıntısı olarak kulağa gizlice fısıldanan 'göbek adı' uygulamaları, bu alandaki geçiş döneminin toplumsal sembolizmi olarak karşımıza çıkar.

Bilge Freud, baba ile oğul arasında bilinçaltı düşmanlık teorilerinin kaynaklarını insan ruhunun derinliklerinde aramıştı. İnsan bilim ise erkeklerin 'sırt'larından doğum yapması, doğumdan hemen sonra 'yiten', 'kaçırılan' prenslerin, yağız delikanlı olarak baba toprağına dönmesi, tanımadığı babasıyla savaşması, baba-oğulun birbirlerini tanımaları, sonra tahta çıkması gibi tarih içinde masal motiflerine dönüşmüş olguların gerçek varlığını Sümer ve Babil tablet yazıtlarında, Hammurabi, önce ve sonrasının kanun taşlarında bulmaktadır.

 Bütün bunlar, sonuçları doğrudan miras ve evlilik hukukuna yansıyan, tarihteki gerçek bir çocuk paylaşım sürecinin parçalarıdır.

Safa KAÇMAZ - Paris
04.11.2003