22.11.2006

Hitit Kraliçesinin 'Kardeş Kocası'


12.09.2004

Hitit ve eski Mısır yönetim erkinde, kıraliçelerin, kıralın yanı sıra ve bir bakıma, onun karşısında, bağımsız bir etkinliğe geç dönemlerde ulaşması olgusu, eskiden bu yana ilgi uyandıran ve şaşkınlık yaratan konulardan birisi olmuştur. Hitit tarih araştırmasına yıllar adayan araştırıcılarımız, yazıtların çözümlenmesine bağlı olarak, kimi Hitit kıraliçelerinin üst yönetimde güç kazanmasını; Mısır tanrı firavunlarına, kıral mühürü bile olmadan, tek başlarına damgalayarak mektup gönderebilecek güce erişmelerini; kıral kocalarından aynı zamanda 'erkek kardeşim' diye bahsetmelerini yorumlamakta epey zorluk çekmişlerdir. Bir süre sonra da bu konu, 'karmaşık konu'lar arasında yerini almakta gecikmemiştir.

Bay Ekrem Memiş, tam da bu nedenle, ''Hitit kanunlarından öğrendiğimize göre, kardeşler arasındaki evlilik şöyle dursun, birinci dereceden akrabalar arasında gerçekleşebilecek bir evlilik dahi ölümle cezalandırılırdı. O halde, bu karmaşık mesele nasıl çözümlenecektir?'' diye sormaktadır.

Bu gerçek soru, konuyu daha kapsamlı olarak ele almak için bir fırsat kabul edilebilirdi. Ne var ki, kimi Avrupalı ve onları yineleyen Türk uzmanlarımız, karı ve koca olan kıral ve kıraliçenin birbirlerine 'kız kardeşim', 'erkek kardeşim' diye hitap etmeleri olgusunun kaynaklarını ortaya çıkarmak için kavram içeriklerine yönelmek yerine, 'onlar olsa olsa üvey kardeş olabilirlerdi' sınırlarında dolaşan 'ahlaki' bir yanıt oluşturmayı daha uygun bulmuşlardı. Ne yazık ki, Hitit tarihini inceleyen, ünlü araştırıcılarımız bay Ekrem Akurgal ve bay Ekrem Memiş, Hitit kıraliçesinin 'kıral kocasının kızkardeşi' olarak tanıtılmış olmasını 'ahlaksal' ülküler üzerinden açıklamaya çalışan Avrupalı uzmanlar H.Otten ve T.Beran gibi, 'secere kayıdı' incelemesinin bir adım ilerisine gidememişlerdir.

"O halde, bu karmaşık mesele nasıl çözümlenecektir?" diye soran bay Ekrem Memiş bu konuda şunları yazmıştı:

"Yeni Hitit Devleti'nin erken dönemlerinde karşımıza çıkan ikinci kıraliçe, yukarda sözünü ettiğimiz Kıraliçe Nikalmati'nin kızı olan Aşmunikal olup, 1. Arnuvanda'nın eşidir. Bu kıraliçeye ait ilgi çekici birçok belgeyi tanıyoruz ki, bunlardan biri, SAL.SUHUR.LAL unvanlı Kuvatalla adlı bir kadına toprak bağışı yapıldığını bildiren ve hükümdar çiftinin mührünü taşıyan belgedir .Bu vakıf protokolünde kıraliçe, kıralın yanında eşit bir mevkide yer almaktadır. KBo V, 7'de... neşredilen metnin ortasında, oldukça bozuk bir vaziyette, kıraliçe Aşmunikal'in eşi kral Arnuvanda ile ortak mühür baskısını görüyoruz. Mühür baskısının çivi yazılı, içiçe çember şeklindeki lejand kısmında, kıral unvanları 'tabarna' ve 'tavananna' ile özel adları da zikredilmektedir: 'Tabarna Arnuvanda LU- GAL. GAL ve Tavananna Asmunikal SAL.LUGAL.GAL'. Aynı lejandda kıraliçenin şeceresi de verilmiş olup, kendisinin Nikalmati ile II. Tuthalya'nın kızı olduğu anlaşılmaktadır. l. Arnuvanda da II. Tuthalya'nın oğlu ve halefi olduğuna göre, demek oluyor ki, adı geçen kıraliçe, kardeşi ile evlenmiş oluyordu. Halbuki, Hitit kanunlarından öğrendiğimize göre, kardeşler arasındaki evlilik şöyle dursun, birinci dereceden akrabalar arasında gerçekleşebilecek bir evlilik dahi ölümle cezalandırılırdı. O halde, bu karmaşık mesele nasıl çözümlenecektir?"

H.Otten, konuyla ilgili olarak şu ihtimalleri düşünmektedir:

a) Tuthalya ve Nikalmati Arnuvanda'yı evlat(lık) edinmişlerdir.
b) Arnuvanda, Tuthalya'nın başka bir kadından doğan çocuğudur ve iki üvey kardeş kırallığı beraber yönetmişlerdir .
c) İki üvey kardeş birbiriyle evli idi.

Ekrem Akurgal, bunlardan akla en uygun teklifin, Arnuvanda'nın Tuthalya ile Nikalmati tarafından evlat edinilmiş olması ihtimali olduğunu düşünmektedir.

Buna karşılık Thomas Beran, daha değişik bir görüş ileri sürmekte: Anlaşıldıgı kadarıyla Tavananna Nikalmati, kocası II. Tuthalya'nın sağlığında ölmüş ve Hitit kıralı bir daha evlenmemiştir ve oğulları da olmadığı için, yegane varisleri pirenses Aşmunikal'dir ve o da henüz bekardır. Bu sebepten Aşmunikal, annesinin ölümü üzerine doğrudan doğruya tavananna olarak tayin edilmiştir. Bu sıfatla O, hem babası hem de sonradan üvey kardeşi döneminde (yani Arnuvanda ile beraber) Tavananna olarak hüküm sürmüştür.' (1)

"İlk insan" olan Adem ve Havva' nın oğul ve kızlarının birbiriyle evlenmiş olma mantıksal çıkarımını 20. yüzyıl ahlakı bakımından ele almayan araştırıcılarımızın, ortak ana-babadan olma anlamındaki bugünkü kardeşlik kavrami ile fazlaca ilişkisi olmayan ve farklı iki toplum birim arasındaki "ittifak yani evlilik" yoluyla elde edilmiş bir kardeşliğin altında ahlaka aykırılık bularak secere kayıtlarına yönelmelerine ne demeli!

Uzmanlarımız söz konusu olayda, Hitit kıralı Hattuşili'nin karısının onun 'kız kardeşi' değil de olsa olsa 'üvey' kız kardeşi olmuş olabileceğini, secere kayıtları üzerinden belki doğrulayabildiklerini varsayalım. Bununla birlikte, böyle davranarak, Sümer tarihinde, orta ve geç Hitit döneminde, eski Yunan topluluklarında karşılaştığımız kıral ile kraliçe veya tanrı ile tanrıçanın, karı-koca olmalarının yanısıra, 'erkek ve kız kardeş' olarak nitelenmeleri genel olgusuna yanıt verilmiş olamaz.Tarihte,birbirlerini 'erkek ve kız kardeş' olarak tanıtan birçok tanrı ile tanrıçaya, kıral ile kıraliçeye, secere kayıtları yoluyla, "olsa olsa üvey kardeş olan" bir ilişki bulmak olanaksızdır. Kaldı ki, 'üvey kardeş'lik deyimi, herhalde, görece olarak, yeni bir deyimdi. Mesela, İlyada'da çocuklar ya 'kusursuz'du ya da Türkçeye 'piç' olarak çevrilen, yani 'kusurlu' olan çocuklardı.

'Kardeş' kavramıyla tanımlanan Sümer-Babil tanrı ve tanrıçaları arasında birçok (karı-koca) evlilik örneği bulunduğunu biliyoruz. Eski Ahit'te Hevva, Hava, Eva.... olarak karşımıza çıkacak olan ve farklı toplum birimler tarafından değisik isimlerle anılan; İştar, Lugal Banda, E-anna, Damgal-nuna, Gest-İnanna, Baba, Wawa, Ninella, Nintur veya Ninhursag gibi isimler altında anılan Sümer-Babil tanrıçası İnanna kocalarını ' erkek kardeş' olarak da niteliyordu.

Aşnunna yerleşim biriminde Lugal-banda olarak karşımıza çıkan Tanrıça İnanna'nın erkek kardeşi ve kocası olan Dumuzi'nin yerini, Eridu'da, bilge ve sabırlı Enki tanrı alıyordu. Ninella, Nintur veya Ninhursag, Enki tanrının karısı ve aynı zamanda kızkardeşi olarak tanıtılıyordu. Lagaş Hudea'sının bazı yazıtlarında, Akad'lılar zamanında ortaya çıkan adıyla "Lagaş Ensi'si", Alla'nın da (Allah?!) Kutsal Damat, kutsal nişanlı olduğunu biliyoruz. Eannatum'un Kartal Kayası yazıtında Alla, İnanna'nın sevgili kocası olarak da tanıtılıyordu.

Tel-Amarna arşivlerinde bulunan bir yazıtta, Nergal'in Ereskigal'in kocası haline gelmesini anlatan bir yazıt bulunmuştu. Burada, öteki gelişmelerin yanısıra, Nergal ile Ereskigal arasındaki çatışma anlatılıyordu. Nergal bu kavga sırasında, Ereskigali saçlarından kavramış, tam kafasını vücudundan ayıracakken, Ereskigal yalvarmaya başlayarak şöyle demişti:

"Öldürme beni erkek kardeşim,
Sana bir çift söz diyeceğim!
Kocam ol benim, ben de karın olayım,
Geniş topraklar üzerindeki kırallığı sana vereyim,
Bilgelik tabletini eline vereyim,
Sen kıral olacaksın, ben de kıraliçe!" (2)

Anlaşılıyor ki, Mezopotamya ve Anadolu uygarlık toprakları üzerindeki eski toplumda, bir tarihsel dönemde, karı-koca olmak ile 'kardeş' olmak arasında bir uyumsuzluk veya ahlaksızlık görülmüyordu. Hatta, ahlaksal ve aynı zamanda yasal da olan, birbirleriyle kardeşleşmiş toplum birimlerden birisinin kadınlarının öteki toplum birimin 'kardeş erkekleri' ile evliliği idi. Eski toplumlarda, geçiş döneminde, günümüzde anlaşılan anlamıyla, ortak ana veya babadan olma kız ve erkek kardeşler arasında bir evlilik ilişkisi de var olmuş olmakla birlikte, burada ele aldığımız 'kardeş karı-koca'lık ilişkisinde, böyle bir biyolojik akrabalık söz konusu değildir. Hititlerdeki 'yakın akraba evlilik yasağı', iç evliliği ilgilendiren bir konu idi. Burada söz konusu olan ise, Hitit kıralına gelin gelmiş bir yabancı 'kardeş'tir. Buradaki 'kardeşlik' kavramı, bir başka toplum birim ile kurulmuş 'kardeşlik' ilişkisini anlatmaktadir. Bu bakımlardan, bay Akurgal, çalışmalarında, Hitit kıraliyet yönetimlerini ve vasiyetleri irdelerken, 'kız kardeş', 'yeğen', 'oğul' gibi birçok akrabalık kavramına 20. yy. kabulü temelinde yaklaşarak, son derece yanıltıcı yorumlara ulaşmak zorunda kalmıştır.

Sümerler döneminde, M.Ö. 2400' lerde, Lagaş kıralı Entemena ile Uruk kıralı Kinise Dudu arasında gerçekleşen bir "kardeşlik" antlaşma metni ise şöyleydi:

"Entemena, Lagaş kıralı, tapınak duvarına bu yazının asılmasını emretti: Şu anda, Entemena (Lagaş kıralı) ile Lu-gal.Kinise.Dudu (Uruk Kıralı) kardeşlik antlaşması yapmışlardır."

Bu tablet metninin çoğaltılmış örneğinden 46 adeti, değişik yer ve farklı kazı zamanlarında bulunmuştur. Önem verilmiş, tapınak duvarlarına asılması emredilmiş etkili bir antlaşmaya benzemektedir. Bu tür antlaşmalar yoluyla, 'kardeşleşme'nin, iki birey arasında gerçekleşen bir edim olmaktan daha geniş bir anlam taşıdığı açıktır. Burada, iki temsilci aracılığı ile 'kardeşleşme', iki toplum birime aid olanların tümünün arasında gerçekleşen bir edimdi.

Eski toplumda kardeşleşmenin iki toplum birim arasındaki bir ittifak konusu olarak ele alınıyor olması, 'kardeş' kavramının, ortak bir ana-babaya sahip bireyler arası akrabalık ilişkisi olarak kavranmaya başlanmasından daha önceki bir doneme ait olduğunu ortaya koyuyor. Modern dünyanın hep öyle olduğunu sandığı, ailesel akrabalık kavramları, kadın ve erkek arasındaki evlilik ilişkisi sistemlerinin değişmesine paralel olarak, kadın ve erkeğin ait oldukları toplum birim tarafindan çocukların pay edilme sürecindeki değişimlere göre içerik kazanmış olmalıydı. Mezopotamya ve özel olarak Sümer akrabalık kavramlarını kısmen ele aldığımız önceki yazılarda, eski toplumun kız ve erkek çocuk paylaşımına, erkek çocuklar arasında 'ilk ve en küçük oğul' ayırımına ve bu ayırımın, örneğin miras paylaşımındaki yansımalarına değinmiştik. "Dumu-us" olarak da okunmuş veya tarihte, benzer bir okunuşla kullanılmış bu kavram, şimdi okunan haliyle Dumuzi, aslında babanın, evlendiği karısının toplum biriminin elinden çekip aldığı ilk erkek çocuktur. (3) Bu, baba bakımından ise, başlangıçta, tek evlat, tek oğuldu. Eski Sümer topluluklarındaki baba'nın ilk ve tek oğul'unun sınıflayıcı tanımlaması olan Dumuzi, Eski Ahit geleneğinde Adam veya Adem haliyle okunarak yer almış ve daha sonra da bu kavram 'ilk insan' olarak yorumlanmaya başlanmıştı. Bu dönemdeki evlilik ilişkilerinden doğan çocukların, baba toplum birim aidiyetine doğru yol almaları epey zaman almış olmalıdır. Ortak ana-babaya sahip olan bireyler bakımından bile, yakın çağlara kadar, kız çocukların evlat sayısı içinde sayılmaması geleneği, kadın cinsinin küçümsenmesi nedeniyle ortaya çıkmış değildir. Evlatların, ananın yer aldığı toplum birim aidiyetinden baba'nın yer aldığı toplum birim aidiyetine doğru geçişme süreci içinde, hiç olmazsa eski gelenekler bakımından, karısının toplum birim aidiyetinde kalmaya devam ettikleri için, kız evlatlar, baba'nın evlatları içinde sayılamazlardı. 'İlk oğul'un ardından artık, giderek hepsi baba'nın evladı sayılmaya başlanmış olan erkek evlatlar bakımından ise, bu kız çocukları, analarının geldiği karşı toplum birim aidiyetindeki muhtemel karıları arasında yer almaya devam ediyor olmalıydılar. Bu dönemde, baba'nın evladı sayılan kız çocuğu, evlenmesi veya cinsel ilişki kurulması baba'nın ait olduğu toplum birim erkeklerine yasaklanmış olan ve sadece yabancı erkeklerle cinsel ilişki ödeviyle yükümlendirilmiş kutsal fahişe olan kız evlattı. Bunlar, çeşitli tapınaklara 'adanmış' olan kızlardır. Eski toplumda erkek ve kız çocuk ayrımının ve bu ayrımların giderek silinmesini süreci yaklaşık olarak böyle gerçekleşmiştir.

Henüz baba'nın evladı sayılmayan kız çocuklarının, özellikle genç kızlık aşamasında, erkek evlatların ('kardeşlerin') karıları olmasının engellenmesi, aşılması en güç geleneklerden biri olmuş olmalıdır. Geleneğe göre, bu kızlar, karşı yanın kadınları olarak, babanın ait olduğu toplum birimin erkeklerinin muhtemel karılarıydı. Eski toplum, şimdi artık değişmiş olan evlilik sistemi şartlarında, geçmiste birbirlerine karı-koca olmak 'kaderi' biçilmiş bu evlatların evliliklerinin engellenmesinin yolunu, bu genç kızların yeni aile yapısı içinde, baba ve erkek 'kardeşleri' tarafindan aşağılanması, horlanmasında bulmuştu. Böylece, toplum birimler arası eski kesin ayırımların silinmesine ve onların başka özellikli toplum birimler içinde yeniden yapılanmalarına bağlı bir süreç içinde, kardeşlik kavramı, karşılıklı muhtemel 'karı' veya 'koca'lık özelliğinden giderek uzaklaşmış ve günümüzde, tipik haliyle, iki farklı aileye mensup kadın ve erkeğin çocukları arasındaki akrabalık kavramı halini almış gibi görünmektedir.

Eski toplumda, daha çok, kutsal renklerle ya da coğrafi bir sınırla ayrışmış iki toplum biriminin kadınlarının eş olarak gidecekleri karşı toplum birim erkeklerini 'kardeş' kavramıyla da değerlendirmeleri, kardeşlik ilişkilerinin mantıki bir çıkarımı idi. Hitit kıraliçelerinin, adeta sistematik olarak, Babil hükümdar kızları olmuş olması olgusu, Hitit ve Babil veya onların öncelleri arasındaki eski evlilik ittifakının üst yönetimdeki yansımasını vermektedir. Eğer bir secere incelemesi yapılacak idi ise, bu, kadın ve erkeğin ait olduklari toplum birimler bakımından yapılmalıydı. Sümerler adı verilen topluluğun, Mezopotamyanın kuzey ve güney yerleşimleri arasındaki, karşılıklı evlilik ilişkisiyle tamamlanan bir çeşit rotasyonel konfederasyon biçimli şekillenmesinin tarihsel devamını, örneğin, evlilik yoluyla gerçekleşen Avusturya-Macaristan imparatorluk yapısına değin izleyebiliriz.

Benzer kardeşleşme küçük Asya ve Mezopotamya kırallarıyla Mısır firavunları arasında da gerçekleşmekteydi. Kahire'nin güneyindeki Tel Amarna'da bulunan Sümer çivi yazılı tablet çözümlemelerinde, Amenophis III ve IV (MO.1413-1358) zamanında yürüyen "kardeş"lik antlaşmaları bunu gösteriyor. Mısır Firavunları, Anadolu Hititleri ve Babil hükümdarlarıyla yazışmalarında, kıraliçe ve kırallara daima, bu nedenlerle, 'kardeşim' diye hitap ediyorlardı.

Eski uygulamalara göre, ilgili topluluklar arasındaki kardeşlik antlaşmaları, Kassit veya Babil kıral kızlarından birisinin Firavun'un haremine gönderilmesiyle sağlandığı için, Babil kıralı Karaindaş'ın oğlu Kadaşmansarb-I 'kardeşlik' antlaşmasının bir parçası olarak, bu kez, Firavun'un kızı veya kız kardeşinin kendisine gönderilmesini istemişti. Fakat, Kadasmansarp-I, sadece onlardan kız alarak kardeşleşen Mısırlılardan, "Mısır kıralının kızı, bir başkasına asla verilmemiştir" diye sert bir yanıt almıştı. Çünkü, anlaşılıyor ki, eski Mısır, kendi kardeşleşmesini, sadece, aşağı ve yukarı Mısır arasındaki karşılıklı evlilik düzeniyle sağlıyordu. Merkezi yönetimin pekişmesine bağlı olarak, bu eski gelenek, Firavunların, artık yeni içeriğiyle, bazan, kendi biyolojik 'kız kardeş'iyle evliliği biçiminde yürümüş gibidir.Onlar bunda ahlaka aykırılık bulmak şurda kalsın, en eski geleneklerden arta kalmış birleştirici bir kutsiyet buluyorlardı ve böylece merkezi Hükümdarlık bir süreklilik sağlamış da oluyordu. (4)

Yönetim düzeni bakımından ise, kardeşleşen iki toplum birimin adına kıral ve kıraliçe evlilikleri, eski toplumun merkezileşme dönemine işaret eder. Fakat daha eski haliyle, iki farklı Sümer veya Babil toplum birim arasında, kadınlar ile erkeklerin karşılıklı olarak evlilik ilişkisi hakkı anlamına gelen kardeşleşme, bir bakıma, basitçe, bir dizi nedenle savaşmak yerine, barış ortamında paylaşım ilişkisi kurmak anlamı taşımaktadır. Bu ittifakların, tarımsal takvimlerle bağlantılı olarak, bahar veya güz'ün veya sadece Mart-Nisan aylarındaki Yeni Yıl törenleri olarak kutlanan 'bereket, bolluk ve üreme' bayramları olarak kutlanması, bu kardeşleşmenin, evlilik ilişkisiyle olduğu kadar, barışçıl ekonomik üleşim ile de bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Safa Kaçmaz
Paris, 12.09.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo.com


(1) Ekrem Memiş - Belleten. (Eskiden almış olduğum bu notlarda, Belleten'in yıl, sayı ve sayfa numaralarını bulamadım. Anımsadığım kadarıyla, 1980' li yıllara ait bir Belleten idi.)

(2) (Eduard DHORME.Les Religions De Babylonie Et D'assyrie. Page 40)

(3) "Dumuzi", kelime anlamı olarak, yaşayan - gerçek oğul, takip eden döl anlamında ve babanın, başlangıçta tek, sonra da 'ilk doğan', 'büyük oğlu'dur.
Bir Sümer kavramı olan Dumuzi, bir süre sonra yerini, Kuzeylilerin, yani yükselen uygarlık olarak Uruk'un (sonradan Babil kanadı) Gılgamış kavramına terk eder. Gılgamış'ın daha önceki hali, Gis-bil-ga-mes şeklindeydi.
Sümerlerde Dumuzi-Gis-zida ikilisi; Uruk-Babil geleneğinde Gılgames-Enkidu halindedir. İslamın Lokman Hekimi'nde de Gılgamış motiflerini buluyoruz.
Bütün bunlar bir birey ismi değildir. Altı aylık sürelerde birinin ölüp, ötekinin dirilmesi; yaz ve kış veya güz ve bahar bayramlarıyla ilgili oluşları, Tanrıça İnanna'nın bu 'ikiz'lerden bir ona, bir ötekine göz kırpması; her iki sınıflayıcı kavramın, eski toplumun erkeğinin mirasçı tek oğulunu anlatmasıyla ilgilidir.
Musevilik geleneğinde tanrısal Dumuzi; Adam, Adem ve nihayet ilk insan halinde evrilirken, Dumuzi kavramı eski Yunan geleneği ve Anadolu uygarlıklarında Adonis, Atena, Atanois olarak karşımıza çıkmaktadır.
Dumuzi, öte yandan Asurlar ve İsrael oğulları topluluklarında Tammuzi, Temmuz haliyle takvim ayı olarak yaşamaktadır.
Dumuzi-Giszida veya Gılgamış-Enkidu ikilisi, tanıdığımız en eski 'ikizler' sembolüdür. Öte yandan, Enkidu'nun, bağlılık - sadakat anlamındaki Kittu ve Gılgames'in doğruluk anlamındaki Misaru ile bağı olabileceğini söyleyen Amable AUDIN, herhalde pek yanılmamaktadır. (Archiv Orientalni. Marc 1949, pages 265-276)
Hukuk kavramının Fıransızların dilinde 'sağ yön' (droit) kavramı olarak kullanılması, İslamın sağ ve sol yandaki melekler olarak, hesap sorucu, sevap yazıcılardan bahsetmesi bu eski gelenekle bağlı olsa gerektir.
Eski ve yeni alfabe ve yazım biçimleri üzerine yapılacak karşılaştırmalı bir çalışma, Sümer-Babil kaynaklarında 'isim' olarak okunan birçok kavramın günümüzde yaşayan kalıntılarıyla genellikle kurulamayan bağlarının kurulmasına da katkıda bulunacaktır.

(4) Merkezi hükümdarlığa giden yolda bir tarihsel ara durak olarak karşılaştığımız "Çifte Kıraliyet" sistemindeki evlilik ilişki biçiminde, kırallığa yasal olarak hak kazanan çocuğun hangi birim namına merkezi Kıral ilan edileceği, ittifaktaki toplum birimlerin miras hukukuna çok bağlıdır. Buna göre Baba'nın başlangıçta tek ve sonra da asil mirasçısı, ya kimi eski Türk ve Moğol topluluklarında olduğu gibi 'en küçük şehzede', ya da Sümer-Babil topluluklarında olduğu gibi 'ilk erkek oğul'du. Bu duruma bağlı olarak oluşan Çifte kıraliyet yönetim düzeninde nesilden nesile, iki toplum birim bakımından bir el değiştirme olacaktır. Rotasyonel yönetim; eski toplumun kurduğu akrabalık sisteminin doğasından gelen bir uygulamaydı. Sargon'un, yönetime gelişinin 'Kuzey yönetecek' şiari altında gerçeklestiğini biliyoruz. 'Kuzey', Güney'li Sümer topluluklarına karşı; artık gelişmekte olan Akad'lıların; Babil, Uruk geleneğinin yöresini ifade ediyordu. Üstelik, kişi adı gibi bilinen Sargon, düpedüz, 'Yasal Sar' anlamına geliyordu. Sargon, bir kutsal fahişenin oğluydu ve İsa ve İsa'ya maledilen yasallık özelliğiyle birçok paralellikler taşımaktadır. Burada 'yasallık' ve 'Kuzey yönetmeli' iddialarının ardında, Sümer ve Babil toplulukları arasında kurulmuş eski geleneksel ittifak, bunun rotasyonel yönetim biçimi çağrıştırımı bulunmaktadır. Rotasyonel yönetim ve ittifakın daha eski biçimi, altı aylık süreler halinde çoban ve tarımcı, dağlı ve ovalının; Yaz ve Kış'ın temsilcisi olan Dumuzi'lerin, Gılgamış'ların, Enkidu veya Giszida'ların ölüm veya dirilim motiflerine değin uzatılabilir.
Mezopotamya kazıları sırasında bay Woolley, Uruk kıralını, Kış kraliyet mezarlığında gömülü bulmuştu. Herkesin kendi toprağına gömülme geleneğinin eski ve köklü oluşu hesaba katıldığında, 'Uruk Kıralı' sanı taşıyan birisinin neden Kış toprağının yeraltı saray mezarında bulunduğunun anlaşılabilir açıklaması, Uruk kıralının Uruk toprağının değil, Kış toprağının evladı kabul edilmiş olmasıydı.