24.11.2006

Enki'nin Taşlanması Ve Şeytan Taşlama


Safa Kaçmaz
02.04.05
 


Kurdukları kardeşlik  ittifakı, aralarındaki   zıtlıkların korunmasını gerektiriyor olsa ve bu nedenle  her biri  kendi öz törelerine bağlı kalmaya çalışıyor olsalar  da, yine de, eski toplum birimler  arasındaki  ittifak yaşamı,  tarafların  kaçınılmaz  bir yakınlaşması  ile sonuçlanmış olmalıdır. Tıpkı günümüzde farklı ulusal topluluklar arasındaki kaynaşma eğilimine karşı durulamaması gibi.

Eski toplumda tanrıların tekleşme süreci, bu bakımdan, törelerin de ‘bütünleşme’  süreci demektir aynı zamanda. Tıpkı günümüzde farklı dinlerin tek bir din halinde evirilme süreci yaşıyor  olmaları ve ulusal, yöresel, dinsel farklı törelerden bazıları elenirken, bazılarının  evrensel kabul yönünde ilerlemekte olması  gibi.

Eski toplumda, ittifak kurucu  görece küçük toplum birimler, bu süreç içinde, geçişme, kaynaşma yoluyla yeni bir toplum birim halinde   şekillenirlerken; bu arada her birine ait önceki toplumsal kurumlar da (töreler) birbirleri içine geçmeye başlarlar. Hiç olmazsa, yeni nesiller, farklı törelerin  orada alt bileşenler halini aldığı bir ‘tek’ ritüelin sahibi olmuşlardır artık. Modern dönemin ‘bir tek ritüeli’ içinde, kaynakları bakımından birbirine özünde  zıt  kurumların da  var olabilmesinin nedeni budur. Tamamen farklı  toplumsal dönem ve işlevlere ait olan kurumların birbirine ulanmış, birbiri içinde erimiş  örneklerini, diyelim ki, düğün tören’lerinde  bastan sona izlemek mümkündür. Böyle durumlarda ayinle ilgili  sürecinin analitik yorumu, kaynaklara ulaşma  bakımından, çok daha gerekli hale gelir.

Eski Ahit’e göre Abraham, oğlunu, İshak’ı kurban etmek  istediğinde, başını vücudundan ayıracak  ve sonra da kutsal  ateşe atacaktı. Buradaki haliyle ‘tek’ bir ayinle ilgili süreci olarak tanımlanan bu tören, kurbanın başını  keserek (‘kan  akıtarak’) ve ateşte  yakarak öldürme  biçimli farklı iki ritüelden   oluşmaktaydı. Anlaşılıyor ki, daha Abraham sırasında, önceki ittifaklar  böyle bir kaynaşmanın ürününü vermişti. Eski Ahit’in  İsak’a ilişkin sunum anlatımı, daha önceki çağların iki  farklı ritüelinin   a+b olarak birbirine ulanmış, ‘tek’leşmiş halidir.

İslami yorumda, Abraham’ın kurban edilecek  oğulu İsmail’dir ve  kurban ritüelinde  ‘ateşte yakma’ sunum biçiminden söz bile  edilmez. Ateş kültünü, ittifak halinde olduğu karşıt topluluğa ait gören bir geleneğe dayanan (“insan topluluğu ve cin-melek topluluğu”; “insanoğlu ve tanrıoğlu”... gibi ayrımlar buna bağlıdır) İslam’da ateş, bu nedenle, şeytan’ın yaratılış  ve cehennemin  eza aracıdır; bir kutsama aracı ise, hiç değildir. Şiilik veya Aleviliğin İslam içindeki yerini, su-suzluk motifli Kerbela; Ali, Ömer vb.kişilik öğeleri ile değil de, Sümer-Akad eski gelenek kökenleri temelinde anlamaya çalıştıkça, bu konunun, “Su ile Ateş”, “Gök ile Yer”  ikili kült birliği halinde sürüp gelen ana çizgilerin İslam içine yansımış halinden başka bir şey olmadığını  göreceğiz.

Abraham’ın oğul kurban sunum anlatımlarında, sunumundan önce veya sonra, kurbanın  (sunucunun değil) su ile gerçekleşen  kutsal  bir arınma işleminden de bahsedilseydi; Sümer-Akad geleneğinde başlangıcından bu yana  tanımış olduğumuz üç önemli farklı sunum biçimini, ‘tek’ bir ayinle ilgili içinde  birbirine eklenmiş haliyle de  tanımış olacaktık. Yakılarak veya toprağa gömülerek defnedilen ölü bedenin, bu törenlerden  önce  mutlaka   yıkanması kuralını, İlyada anlatımları ve İslam uygulaması tamamlar.

İslam dinini, Muhammed’in varlığı, sözleri ve davranışlarıyla açıklama tarzı, garip bir şekilde, böyle davranmanın amaçlarına da  ters olarak, Muhammed’in önemini öne çıkarır. Oysa İslam, tıpkı öteki kutsal Mezopotamya dinleri gibi, Sümer-Akkad  kaynaklı eğilimlerden birinin sadece yeniden  şekillendirilmesinden ibarettir. Bu bakımdan, Müslümanların Hac sırasında Şeytan Taşlama rituelininin kaynaklarını,
“putperestlik döneminden kalma eski bir Arap geleneği”nde, kutsal saçmalıklarda, vb.degil, Sümer-Akad kaynaklı kültür alanlarında aramaya  çalışmak gerekecektir. Toplumsal bir geleneğin nedenleri ve anlamı, onun bir önceki dönem  geleneklerinin devamı olduğuna atıfta bulunularak  açıklanmış sayılmaz. Putperestlik dönemi geleneklerinin de önceli ve bir kaynağı olması gerekliydi. Sözü çok edilen  ‘bilimsel yanıt’,bu bakımdan gelenek öncellerinin kaynakları ortaya çıkarılarak  oluşturulabilir. Şeytan Taşlama ritüeli, hem ‘taşlama’ yönü ve hem de ‘şeytan, melek, ejderha, ikiz-kardeş, ikili karşıt toplum birliği’ yönü bakımlarından, İslam veya  ondan önceki ‘Arap putperestlik dönemi’nde  ortaya çıkmış değildir; daha öncesi vardır.

Şeytan Taşlama  ile ilgili olabilecek bir taşlama  motifine, simdi Kâbe olan kara taş’a da ad vermiş olması gereken Enki ile ilgili eski bir ilahide rastlıyoruz. Bu ilahi şöyleydi:

“Geçmiş günlerde,
Geçmiş uzak günlerde,
Geçmiş gecelerde,
Geçmiş uzak gecelerde,
Geçmiş günlerde,
Geçmiş  uzak günlerde,
Geçmiş günlerde,
Gerekli her şey var edildikten sonra,
Gerekli her şey   emredildikten sonra
Tapınaklarda ekmek yendikten sonra
Fırınlarda ekmek piştikten sonra,
Gök  Yer’den  uzaklaştıktan sonra,
Yer Gök’ten uzaklaştıktan sonra,
İnsan’a ad verildikten sonra,
An Gök’ü  aldıktan sonra,
Enlil Yer’i aldıktan sonra
Ereşkigal’e ölüler diyarı (yeraltı) verildikten sonra,
Yelken  açtıktan sonra,
Yelken  açtıktan sonra,
Enki Baba, Kur’a (Ölüler Diyarı-Yer Altı’na) yelken açtıktan sonra,
Kırala (Enki Baba’ya)  karşı  küçükler atıldı
Enki'ye karşı büyükler   fırlatıldı.
Küçükler, elin taşları,
Büyükler, kamışların „dans eden"  taşları,
Enki'nin gemisinin omurgası,
Savaşta hücum eden fırtına  gibi gömüldü;
Kırala karşı sular geminin tepesinde
Kurt gibi yuttu,
Enki'ye karşı sular geminin arkasına
Aslan gibi çarptı.”

İlahimiz  bu haliyle ve burada kullanılan  ‘Yer, Gök, Gemi’ gibi   kavramların günümüzde anlaşılan  ‘Yer, Gök, Gemi’yi  anlatmış olduğu  varsayılırsa, Enki’nin ‘gemi’sinin  taşlanması olayı, garip bir anlatım olarak  görünmektedir. Zaten Bay Kramer dahil, öteki yorumcularımız, ilahilerin  kullandığı ‘Gök’ kavramının gök’ü, Yer kavramının yer’i, daha çok da ‘kozmik yer ve kozmik gök’ü anlattıklarını düşünmekte; ‘gemi’ kavramının da bir ‘gemi’yi anlattığından yola çıkmaktadırlar. Bay Kramer bu ilahide, Enki’nin Kur’a karşı bir sefer düzenlediği, Kur (Yer altı,Cehennem)  ile yürüttüğü  savaşın işlendiği kanısındadır.
Fakat kendimize  sorma zamanı gelmiştir: Eski   ilahi metinleri, gerçekten, hep,  ‘kozmik dünyaların’ hayali tanımlamaları olarak mı ortaya çıkmıştır? Böyle düşünmeyi gerektiren kanıtlar nerede bulunuyor? Apış arasını  henüz örtmüş ‘ilkeller’,nasıl oluyor da 21. yüzyıl insanının bir türlü yorumlayamadığı, anlamakta zorlandığı  zenginlikte  ‘hayal ürünleri’ ortaya çıkarabiliyorlar?

Arkeolojik bulgular hesaba katılırsa, ortaya çıkışından, en az 10–15 asır sonra, ezber olarak anımsanan biçimiyle ve bu arada kavramların değişen yorumları temelinde  yazıya kaydedilmeye başlanmış olması gereken Sümer-Akkad ilahileri, başlangıçtaki yapıları bakımından, eski toplumun en gerçek ilişkilerini tanımlayan  birer  tarih aktarım biçimleriydi. Bu olguyu bir kez saptayınca, bütün bu ilahi  anlatımları veya  o sırada hala  yarı-barbar yaşayan eski insanın ruh derinliklerinde nasılsa şekillenmiş, şimdi bile çözümü güç  ‘kozmik dünya’ya ilişkin garip ürünler olmaktan çıkmaya;  ana yapıları itibariyle, Sümer-Akad  topluluklarının yaşamış oldukları gerçek tarihin, zamanla doğal olarak bozulmuş, anlatımları olarak şekillenmeye; eski tarihi daha yakından tanımamıza yardımcı araçlar olmaya  başlarlar.

Yukarıdaki  ilahi, “Yer’in Gök’ten ayrılması” ve “İnsana ad verilmesi” ile ilgili dizelerden daha önce, “Tapınaklarda ekmek yenmesi”nden bahsetmeyi daha önemli görmüş ise, bu durumu bir  nedene bağlayarak açıklamaya çalışmak gerekmez mi?

İlahinin sunumu ve  dizelerin önem sıralaması, hiç olmazsa bir an  düşünmeyi  gerektirmiyor mu? “Gök’ün yerden ayrılması, Yer’in Gök’ten ayrılması, “İnsana ad verilmesi”  gibi önemli ‘kozmik’  olaylar  ile ‘Tapınaklarda ekmek yenmesi’ gibi son derece basit ve fakat somut  bir olgu arasında nasıl bir bağlantı bulunmuş olabileceğini çözümlemek gerekmez mi?

Gök ve Yer’in, neden ancak “Tapınaklarda ekmek yenmesinden” sonra “birbirinden ayrılmış” olduğu konusunu çözümlemeye çalışmak, bu yönde çözüm denemelerinde bulunmak, uzmanlarımızı, bir anda, konunun gerçek özüne taşıyabilirdi. Çünkü böyle bir ‘kozmik düzenleme’yi , ‘tapınaklarda ekmek yemek’ ile sağlayan eski toplumun, bu sözlerinin, ancak  ortak törensel, kutsal  ziyafetle taçlanan bir ittifak toplantısını anlatmış olabileceği belki görülmüş olabilecekti. (1)

Eski ilahilerde yer alan ve Sümer torunları tarafından  ‘gemi’ diye  aktarılmış bu kelimenin, bir başka içerikten ‘gemi’ tanımına  doğru evrilmiş  olabileceğini düşündüren noktalardan daha önce bahsetmiştik.

Nuh Tufan anlatımınında , üzerinde şekillendiği  bu ‘gemi’ tanımı, Eski Ahit’te, bir çatısı, çatısında bacası olan, 3 katlı  bir yapı  halinde idi ve yapım ölçüleri ile  Enki-EA tanrı tarafından  toprağa  çizilen deseni bakımından ise, daha çok, 50 asır  kadar önceki tapınakları anlatıyor gibiydi. Sümer-Akad anlatımlarında, Tufan’ın, önce,‘bütün tapınaklarda’ başlayan bir  yıkım olarak yer alması da, ‘gemi’- tapınak eşitlemesini onaylar nitelikteydi.

Eski ilahilerde ‘kayık-gemi-sandal’ kavramı, erkek ile kadın arasında  cinsel ilişkisi bağıntısında kullanılan  bir araç olarak da  karşımıza çıkmaktadır. Hem Enlil, hem Enki ‘gençliklerinde’ yani erken dönemlerde, sonraki İnanna veya İştar’ın öncülleri olan  genç kızlarla, nehir kıyısında ve mutlaka bir ‘kayık’  içinde sevişiyorlardı.

‘Kayık’ kavramına, İnanna’nın istekli bir  kutsal çiftleşme anlatımını içeren bir başka ilahide de  rastlıyoruz:

“Vahşi boğa için, bey için, yıkandığım zaman,
Çoban Dumuzi için, yıkandığım zaman,
Yanlarımı  kremle (?) bezediğim  zaman
Ağzımı amberle kapladığım zaman
Gözlerimi kömürle boyadığım zaman,
Onun güzel elinde arslanım şekil aldığı  zaman,
Bey, kutsal İnanna’nın yanında yattığı  zaman,
Çoban Dumuzi,
Süt ve kaymakla kucağı yumuşatacak,
Kadınlık organıma o elini koyduğu zaman,
Onun kara gemisi gibi  o… yaptığı zaman,
Onun "dar" gemisi gibi  o…   yaptığı  zaman
Beni yatakta öptüğü zaman,
Beyimi öpeceğim, ona tatlı  bir kader vereceğim,
Sulgi 'yi, sadık  çobanı öpeceğim,
Ona tatlı  bir kader vereceğim,
Onun arslanını okşayacağım, ülkenin çobanlığını,
Onun kaderi olarak vereceğim.“(Kramer.TSB. S.248)

Hangi  etimolojik ve ayin türü ile  ilgili  bağların, kadın cinsel organı ve  kutsal mekân ile  ‘kayık’ sözcüğü    arasında,  zamana dayalı bir anlamdaşlık sureci ortaya çıkarmış olduğunu bütün yanları  bakımından   şu anda  tam olarak bilemiyoruz. Veriler, Sümer-Akad ataları tarafından  kullanılan “tapınak, kazan, kadın cinsel” organı ile bağlantı halindeki bir kavramın zamanla  “kayık”  olarak  yorumlanmış olabileceğine işaret etmektedir. Bu bakımdan, Enki’nin ‘gemisi’, daha çok kutsal bir mekân tanımı gibidir.

İlahinin  öteki kilit kavramları açıklığa kavuştukça, bu kutsal mekân ve taşlamanın anlamı da belirginleşmiş olacaktır.


(1)İlahinin bu anlamını keşfetmek için, aşiret yapılarının sürdüğü alanlarda, kan veya toprak  davalarının  ‘barış yemekleri’ ile çözümlendiğini arada bir  yazan Bab-i Ali haberleri bile uyarıcı olabilirdi  belki  aslında.