Türkiye'de
siyasal İslam, türban ve tesettürü bir süredir öne çıkarıyor. Devletin en üst
düzeyinde politik bir bunalım nedeni olarak gösterilmeye başlanan kadınların İslami
giysi biçimlerinin, bugünkü hayatta oynadıkları rol üzerinde çok şey yazıldı;
biz daha çok, konunun tarihsel ve geçmiş sosyolojik anlamı üzerinde durmaya
çalışalım...
Derinlerdeki
siyasal aysbergin su üstü kısmı olarak İslami giysi biçimi, şu anda sadece
kadınlarla sınırlı olarak ele alınıyor. Aslına bakılırsa konu, erkek ve
kadınları kapsayan genel bir giyim tarzının parçasıdır; ne var ki Türk
kılık-kıyafet devriminden bu tarafa epey zaman geçmiş ve siyasal İslam 'medeniyet
yuları' takmaya başlamış erkeklerini şimdilik tartışmanın uzağında atmış
durumda.
Konu
doğrudan doğruya İslami bir giyim biçimine dayanıyor: Herkesin saptayabileceği
bu basit tespit bizi kadınların örtünmesiyle ilgili olarak 'şehvet' ve 'kıskançlık'
gibi sonradan geliştirilmiş yorum sığlığından uzaklaştırmak bakımından önem
taşıyor.
İslam
bilginleri ile laik, materyalist ve ateistler, Muhammed peygamberin kadınları
çarşafa sokma isteğinde, farklı sonuçlara ulaşacak olsalar da temelde erkek
şehvetinin kabarmasını engelleme hedefi olduğunda birleşirler; bu varsayım
üstelik son derece yanlış bir şekilde temellendirilmektedir.
Eğer konu
gerçekten kadın şeklinin görünmesiyle erkek tarafından duyulacak şehvet
duygusunun önlenmesi ise, bütün ruhani kilise erkek görevlilerinin pelerinlere
bürünmesini ve Sümer konfederasyonu döneminde tapınak rahipleri için kapalı
kutsal giysiler kullanılmasını açıklamak mümkün olamaz; bu durumda erkek kapalı
giysi nedenini de doğrudan cinsellik ve şehvet olarak tanımlamak gerekirdi.
Günümüzün Hristiyan
kiliseleri, erkek ruhani görevliler bakımından da geçmişteki kapalı dinsel
giysi örneklerini, en azından kutsal törenlerde hala kullanmaktadırlar.
Öte yandan
çarşaf-türban-tesettür gibi kadın giysi türlerini şehvet ile ilişkilendiren
yaklaşım, kadının takılarının - ziynetin- görünmesi ile şehvet arasındaki
ilgiyi açıklamaktan da uzaktır; oysa Kuran'da örtünme ile kadın ziynetinin
gizlenmesi arasında doğrudan bir bağ kurulmuştur; hatta diyebiliriz ki,
örtünmenin asıl gerekçesi 'süs' diye genelleştirilmiş olan giyim dahil tüm
belirleme araçlarının gizlenmesinden başka bir şey değildir.
M.Ö 15'inci
yüz yılda ki Assur'da, tapınak görevlisi 'kutsal fahişeler' örtülü değil,
başı açık olmak zorundaydı. Böylece o kutsal fahişenin, bir kutsal fahişe
olduğu 'örtünmemiş' olduğu için bilinmekteydi. Kutsal fahişeler, 'yabancı
erkekler'in potansiyel karılarıydı ve dışarıdan gelen erkeklerin başlangıçta
-karşılıksız- cinsel ilişki taleplerini reddedemezlerdi.
Demek ki
örtünmeme kutsal fahişelerin, örtünme ise kutsal fahişe olmayan kadınların
genel tanımlamasını ifade ediyordu. Fahişelik sisteminin başlangıcında, eski
Sümer toplumunda ve sonra Babil'de, fahişe ve fahişeliğin kutsal sayıldığı bir
dönem yaşanmıştır; fakat ne olursa olsun kutsal fahişe şehirde örtülü bir
şekilde dolaşamazdı; örtünmemesi gerekliydi. Tersi davranışa --zaman içinde--
ağır cezalar koymuş olan Asur kanunları, bu konuda hiç bir yanlış anlamaya yer
bırakmayacak kadar açık konuşur; böylece de kadınların öteki bölümünün
örtünerek, bireysel evlilik yolu açılır ve bu hakkı korunmaya, güçlendirilmeye
çalışılır.
Asur
kanunları örtünme ile evlilik arasında bir ilişkiden yola çıkarak şöyle yazar :
"...Eğer
bir adam, Esirtu'sunu (cariyesini) örtmek isterse, beş veya altı arkadaşını
oturtup, onların önünde Esirtu'yu örtecek, 'o benim karımdır' diyecek, Esirtu
onun karısı olacaktır. Adamların önünde örtülmeyen ve kocası 'bu karımdır'
demeyen Esirtu, eş değildir, Esirtu'dur".
Yasa
ifadesinde 'örtmek' ile 'evlenmek' aynı anlamda kullanılmaktadır. Demek ki,
kadın veya genç kız olmak doğrudan doğruya kapanma gerekçesi değildir. Cariyeler
veya kutsal fahişeler evlenmedikleri sürece örtülü değillerdir; burada evlilik
ile başlayan bir kapanma ilişkisi ile karşı karşıyayız.
Bu
Türkiye'de, 'başını bağlamak' şeklindeki deyimler ile nişan veya evlilikle
birlikte başın örtünmeye başlanması olgularında yaşamaya devam etmektedir; baş
bağlama, kadının toplumsal konumu bakımından evlilik dönüşümünü ifade eden bir
töre kalıntısıydı.
Siyasal İslam,
Türk İslamını öteye taşımakta; toplum biriminde kuşak ayırımı yapmamış Arap
toplulukların İslam uygulamalarına dayanarak olgunlaşma çağındaki genç kızlara
da 'örtünme' kuralı getirmeye çalışmaktadır.
Bu nokta
bizi bu törenin toplumsal anlamını; dolayısıyla eski toplumun evlilik
ilişkilerini anlamaya zorlar. Evlilik iki birey arasındaki bir seçim haline
gelmeden önce eski toplumda, değişik evreler geçirmiştir. Burada sadece
konumuzu açıklayıcı olan bir evlilik türü üzerinde duralım.
Bu evlilik
türünde bir toplum birimin tüm kadınları, öteki toplum birimin tüm erkekleri
ile (ve tersi) bir evlilik ilişkisi sürdürme hak ve yükümlülüğü altında
bulunuyordu.
Burada iki
toplum biriminin erkek ve kadınları arasında ya üç kuşak birbirinden ayrılmış
(bazı Türk topluluklarda bu böyledir; boşanma bu yüzden 'üçten dokuza boş ol'
denilerek sağlanır); veya üç kuşak ayırımı yapılmamıştır (Cermenik ve bazı Arap
topluluklarında olduğu gibi). Bu durumda ya bir kuşak kadın denk kuşak erkekle;
ya da ayrım yapılmadan tüm kuşak kadınlar, karşı yanın tüm kuşak erkekleri ile
potansiyel karı-koca ilişkisi hak ve yükümlülüğüne sahip bulunurlar.
Bütün eski
törelerde bu dönemin yaşayan kalıntılarını bulabiliriz. ''Bayana yaşı
sorulmaz'' Cermenik kibarlık öğretisine anlam kazandıran ve Muhammed'in torunu
yaşındaki bir kız çocuğuyla evlenebilmesini olanaklı kılan, içlerinde üç kuşak
ayırımı yapmamış toplumsal birimlerin kadın ve erkekleri arasında öngörülmüş bu
eski evlilik ilişki tarzıdır.
Kuran'da da
bu konu, geçmişe ait olarak birçok kez doğrulanır ve fakat artık eski evlilik
ilişkilerinin uygulanmaması gerektiği söylenir:
''Bir de,
babalarınızın evlenmiş olduğu kadınlarla evlenmeyin! Geçen geçti. Şüphesiz o,
pek çirkin, pek iğrenç idi ve ne kötü bir adetti!
..... Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt hemşireleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, - onlarla zifafa girmemişseniz kızlarıyla evlenmenizde bir sakınca yoktur- ve öz oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi birlikte nikahlayıp, almanız haram kılındı. Ancak geçen geçti, çünkü Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir. '' (Nisa Suresi)
..... Sizlere anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt hemşireleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz kadınlarınızdan evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, - onlarla zifafa girmemişseniz kızlarıyla evlenmenizde bir sakınca yoktur- ve öz oğullarınızın karıları ve iki kız kardeşi birlikte nikahlayıp, almanız haram kılındı. Ancak geçen geçti, çünkü Allah bağışlayıcı ve merhamet edicidir. '' (Nisa Suresi)
Anlaşılıyor ki, M.S 7'inci asırda, en azından peygamberin bulunduğu alanda, daha önce fiilen ve yasal olarak, surelerde sıralanmış tüm evlilik biçimleri bir dönem yürürlükteydi ve zaman içinde bu evlilik tipleri yasaklanmaya başlanmıştır.
Bugünkü
evlilik ilişki biçimlerinin Adem ile Havva'dan beri böyle
olduğuna ilişkin bilim adamlarımızı bile saran dogma, Kuran'da reddedilir.
İnsan toplumu, sayısız kurumu ve bu arada aile ve evlilik ilişki tarzlarını,
tarihsel evreler halinde, dönüştürerek ilerlemektedir.
Burada
konumuza biraz daha yaklaşırız: Bu toplum birimlerinde evlilik ilişkilerinde
taraf olanlar birbirlerini nasıl tanıyorlardı?
Eski
dünyada, bireylerin birbirlerini tanımalarını sağlayan belirlenim araçları
vardır. Henüz en küçük bir örtünme duygusu ve olanağı bulunmayan Amazon veya
Avustralya yerli toplulukları birbirlerini belirleme araçları üzerinden tanırlar.
Her bir
topluluğun erkek ve kadınını, daha gelişmiş hallerde, genç kız veya
delikanlıyı, topluluk aidi erkek veya kadından, dulu öteki kadınlardan ayıran
belirleme sembolleri vardır.
Sayısız
bulgu aktarıcı uzman, yarı-çıplak yaşayan yerli topluluklarda kadın, erkek ve
çocukların, saç, sakal, bıyık biçimleriyle; bireylerin boyun, kol ve
ayaklarındaki takılarla, günümüzün modern kimlik kartlarını oluşturmuş
olduklarını biliyoruz.
Kişinin
hangi toplum birimine ait olduğunu ve toplumsal konumunu, dolayısıyla onun hak
ve ödevlerini belirleyen ve bu yüzden ölene değin sürekli taşımak zorunda
olduğu, bu bakımdan da 'kader' kabul edilen bu tür belirleme araçlarıdır.
Hızma, küpe ve alındaki dövme, saç, sakal, bıyık biçimleri, kolye, bilezik,
alınlık, şapka ve madeni takılar sonradan bozulmuş halleriyle süslenme araçları
haline gelmeden önce, bireyin ait olduğu toplumsal birimi ve kadın ile erkeğin
toplumsal konumunu belirleyen saptama sembollerinin bazılarıdır.
İşte ziynet
tam bu noktada 'şehvet unsuru' halini alır ve Kuran tarafından gizlenmesi
öngörülür: Çünkü alındaki dövme, burundaki hızma, koldaki künye, boyundaki
kolye, o kadının hangi kabile ve boya ait olduğunu gösteren bir belirlenim
aracıdır ve tam da bu nedenle çarşafın altına gizlenmelidir.
Erkek ve
hatta kadın yönünden şehveti ortaya çıkaran doğrudan doğruya, bir kabile
mensubuna, o kadın veya erkek üzerinde cinsel ilişki hakkı veren bireyin aidi
olduğu toplum biriminin göstergelerinin kendisidir.
Çarşaf bu
noktada gizleyici ve dolayısıyla koruyucu olarak ortaya çıkar; herhangi bir
erkeğin, yalnızca kadının ait olduğu toplum birimini öğrenmesiyle cinsel ilişki
hak talebinde bulunabilmesini önler. Hızma kullanan ve dövme yaptıran Arap
topluluklarında peçe kullanma zorunluluğu da buradan kaynaklanır ve bu bakımdan
onların kadınları daha 'kapalı'dır.
Kuran'ın
süs ve kapanma üzerine söyledikleri dikkatlice incelenirse, kapanmanın
gerekçelerinin -- bu uygulamanın gerçek anlamı daha Muhammed zamanında
puslanmış durumdadır-- anlaşılır şekilde aktarılmış olduğu görülmektedir.
Kuran'da
şöyle yazılıdır:
''Ey Adem
oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek ve süs olacak giysi indirdik; fakat
takva elbisesi hepsinden hayırlıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Gerek
ki, düşünüp ibret alırlar." (Araf Suresi)
Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar diye onları indirdik. (Araf Suresi)
İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar; orada altın bileziklerle süslenecekler; ince ve kalın ipeklerden yeşil elbiseler giyecekler; tahtlar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel mükafat, ne güzel kurultay! (Kehf Suresi)
Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını / ırzlarını korusunlar. Süslerini / zîynetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini / başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.
Ey Adem oğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar diye onları indirdik. (Araf Suresi)
İşte onlara Adn cennetleri vardır; altlarından ırmaklar akar; orada altın bileziklerle süslenecekler; ince ve kalın ipeklerden yeşil elbiseler giyecekler; tahtlar üzerine dayanıp kurulacaklar. O ne güzel mükafat, ne güzel kurultay! (Kehf Suresi)
Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını / ırzlarını korusunlar. Süslerini / zîynetlerini, görünen kısımlar müstesna, açmasınlar. Örtülerini / başörtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar.
Süslerini
şu kişilerden başkasına göstermesinler: Kocaları yahut babaları yahut
kocalarının babaları yahut oğulları yahut kocalarının oğulları yahut kardeşleri
yahut kardeşlerinin oğulları yahut kendi kadınları yahut ellerinin altında
bulunanlar yahut ihtiyaç içinde olmayan erkeklerden kendilerinin hizmetinde
bulunanlar yahut kadınların kaygı duyulacak yerlerini henüz anlayacak yaşa
gelmemiş çocuklar.
Süslerinden,
gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler,
Allah'a topluca tövbe edin ki kurtuluşa erebilesiniz! (Nur Suresi*)
Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah, çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. (Ahzab Suresi)
Buradaki bütün 'gizleme'nin; fiziki görüntüden çok, tümüyle belirleme araçlarının, ayaklara takılı ziynetlerle (zillerle) kim olduklarının belli edilmesinin önlenmesine yönelik olduğu açıktır. (**)
Şimdiki siyasal İslam’ın örtüsü ile ortaya çıktığı dönemdeki İslam’ın örtüsü arasında ve bunların gerekçelendirilmesi arasında bir benzerliğin kalmış olduğunu söylemek mümkünse, bütün benzerlik 'örtünme'ye sıkışıp kalmış bu kadarlık bir benzerliktir!
Açıklamalar:
(*) Farklı meal:
Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: Görünmesi zaruri olanların dışında ziynetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; ziynetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.) (Nur Suresi)
(**) Kuran'da bir başka bağıntıda kullanılan;
''Musa: 'Sizinle buluşma vakti süs (bayram) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir' dedi.'' (Taha Suresi)
sözü de açıklayıcıdır. Süs sözü burada, takılarıyla birlikte tüm bir giysi biçimini anlatmaktadır; bayramlarda 'en güzel giysiler giyilir ' diye bizlere uzanmış bu gelenek, özünde her toplum birimin kendi eski töresel giysi ve takılarının yeniden kullanıldığı; eski törenin yılda bir kereye mahsus bayrama dönüştürüldüğü anı aktarmaktadır. Avrupalıların 'maskeli balo' geleneği de birçok yönden bu geleneğe bağlıdır.
Ey peygamber, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, dış elbiselerinden (cilbablarından) üzerlerini sıkıca örtsünler! Bu, onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah, çok bağışlayıcıdır, merhamet edicidir. (Ahzab Suresi)
Buradaki bütün 'gizleme'nin; fiziki görüntüden çok, tümüyle belirleme araçlarının, ayaklara takılı ziynetlerle (zillerle) kim olduklarının belli edilmesinin önlenmesine yönelik olduğu açıktır. (**)
Şimdiki siyasal İslam’ın örtüsü ile ortaya çıktığı dönemdeki İslam’ın örtüsü arasında ve bunların gerekçelendirilmesi arasında bir benzerliğin kalmış olduğunu söylemek mümkünse, bütün benzerlik 'örtünme'ye sıkışıp kalmış bu kadarlık bir benzerliktir!
Açıklamalar:
(*) Farklı meal:
Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini sakınsınlar, ırzlarını korusunlar: Görünmesi zaruri olanların dışında ziynetlerini açmasınlar ve baş örtülerini yakalarının üzerine vursunlar; ziynetlerini, kocalarından veya babalarından yahut kayın babalarından yahut oğullarından yahut üvey oğullarından yahut kardeşlerinden yahut kardeş oğullarından yahut kız kardeş oğullarından yahut kendi kadınlarından yahut sahibi bulundukları cariyelerden veya uyuntu (şehvetten yoksun) erkek hizmetçilerden veya henüz kadınların şehvet uyarıcı taraflarından habersiz çocuklardan başkasına göstermesinler; gizledikleri ziynetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey mü'minler, hepiniz Allah'a tevbe edin ki, mutluluğu bulabilesiniz.) (Nur Suresi)
(**) Kuran'da bir başka bağıntıda kullanılan;
''Musa: 'Sizinle buluşma vakti süs (bayram) günü ve insanların toplanacağı kuşluk vaktidir' dedi.'' (Taha Suresi)
sözü de açıklayıcıdır. Süs sözü burada, takılarıyla birlikte tüm bir giysi biçimini anlatmaktadır; bayramlarda 'en güzel giysiler giyilir ' diye bizlere uzanmış bu gelenek, özünde her toplum birimin kendi eski töresel giysi ve takılarının yeniden kullanıldığı; eski törenin yılda bir kereye mahsus bayrama dönüştürüldüğü anı aktarmaktadır. Avrupalıların 'maskeli balo' geleneği de birçok yönden bu geleneğe bağlıdır.
Safa Kaçmaz
28.04.2003, Moskova
28.04.2003, Moskova