22.11.2006

Eski Toplumda 'Yakın Akraba' Evlilik Yasağı...


Safa Kaçmaz
Paris, 24.02.2004

İki toplum birimin 'kardeşleşmesi' ile oluşan akrabalık düzeninde çocukların bu toplum birimler arasında pay edilmeleri süreci, aynı zamanda, 'çift başlı', 'çift ülkeli' federal yönetim tarzından merkezi hükümranlığa geçiş sürecidir. Bu dönemde, akrabalık kavramlarının eski akrabalık sisteminden ayrışmasını ve yeni içeriklerini kazanmakta olmalarını da izleriz. 'Baba ile kızın', 'ana ile oğulun ', 'kızkardeş ile erkek kardeşin' evlilikleri konusu bu sürecin, ahlaki kaygılarla fazla öne çıkarılmayan, fakat bilinen bazı yanlarıdır. "Anasoylu" denilen akrabalık düzeninden "babasoylu" denilen düzene geçiş olarak da ifade edilen bu dönemde, toplumun eski miras ve akrabalık sistemleri büyük bir gürültü ve çalkantı içinde yıkılmakta; bunun yerini 'ana, baba ve çocuklardan oluşan çekirdek aile' almaya başlamaktadır. Bu sırada bay Freud'ün tezlerini dayandırdığı, baba ile oğul arasındaki çatışma, giderek yerini uyuma doğru bırakmaya başlar.

Burada, tarihte çok derin izler bırakan "çift Dumuzi", "çift Enkidu", "çift Gılgamış", "çift kıral", "çift toprak"lı ('ikizler burcu', 'çoban ve çiftçi', 'Habil ve Kabil' olarak da ulaşmıştır) bir düzenden, "çift başlı tek balta", "çift ağızlı tek Ali kılıcı", "çift başlı tek kartal" bayraklı sembollerle temsil edilen merkezi hükümranlık aşamasına doğru ilerleyiş halinde bulunuyoruz. Yine bu dönemde, eski toplumda, iki toplum birimi arasındaki rotasyonel yönetimin ve değişken miras düzeninin, tarihteki hem en karmaşık ve hem de son derece demokratik örneklerinin şekillendiklerini de göreceğiz. "Çift topraklı Mısır", "çift kırallı Siparta", "Çift konsüllü Atina ve Roma" bu dönemlerden kalma siyasal devlet düzenine işaret ederler. Geç dönem Hititlerin Mezopotamya ve Mısır ile ittifak kurduğu sırada ortaya çıkan bu oluşum, yönetim mevkiinde "kardeş karı- koca kıral ve kıraliçe" olarak, Dumuzi döneminden çok sonra, bir kez daha şekillenmişti. Aidi olduğu toplum birimin bir temsilcisi olarak, Hitit gelin kıraliçesi, kendine ait özel bir mühürle yaptırım gücünün doruğuna, yukardaki açıklamalar çerçevesinde, bu noktada ulaşır. Kayın ve damadın birleştirici öğesi olan gelin kıraliçe, iki toplum birimini kardeşleştiren evlilik düzenin temsilci sembolüdür de aynı zamanda.

Eski toplumun bu yeni akrabalık düzenine geçiş sürecinde, Sümer ve Babil tabletlerinde, eski Yunan panteonunda, geç Hitit, Asur ve eski Mısır'da birbirleriyle 'kardeş karı- koca' olan tanrı, kıral ve insanlara rastlıyoruz.

Eski Sümer tabletlerine göre tanrıça Inanna (Istar), Dumuzi'nin hem karısı ve hem de kız kardeşiydi. Ninella, Nintur, Ninhursag adlı tanrıçalar Semitlerin EA'sı olan en eski tanrılardan Enki'nin hem karılari, hem de aynı zamanda kız kardeşleriydi. İnek gözlü tanrıça Here de , tanrılar tanrısı baba Zeus'un hem kız kardeşi ve hem de karısıydı. Havva ve Adem'in oğul ve kızları da 'kardeş karı-koca'lar olmalıdır. Harran'dan yola çıkıp 10 yıl Kenan ülkesinde kalan Abraham, Sara'nın hem kocası ve hem de aynı zamanda erkek kardeşiydi. Hitit kırallarından Arnuvanda, kıraliçe Asmunikal'in; Hattusili de kıraliçe Hastayar'ın hem kocaları ve hem de erkek kardeşleri olarak tanıtılıyordu. Tanrısal veya gerçek olan bu evlilikler, en azından tabletlere, Kutsal kitaba, eski yazıtlara böyle yansıtılmaktaydı. (*1)

Ne var ki bunların önemli bir bölümü , düşünülenin tersine, hiçbir şekilde, bugün kabul gören anlamdaki 'incéste' kapsamına giren 'evlilik' türü değildir; aslında burada birçok halde söz konusu olan şey, iki birey arası evlilik bile değildir. Bununla birlikte, bu uzun geçiş döneminde, bizim şimdiki akrabalık kavramlarımıza göre 'incéste' kapsamında bulunan hatırı sayılır miktarda örnekler bulunduğunu da görüyoruz. Geçiş dönemini bütün yönleriyle tanımadan bu evlilik türlerini ve toplumlarin yönetsel düzenleniş şekillerini kavramak oldukça zordur.

Değerlendirmelerimize, yakın akraba evliliği, 'incéste' ile başlayalım.

Gerçekten de bütün eski toplum düzenlerinde 'yakın akrabalar arası' cinsel ilişki veya evlilik yasakları bulunmaktadır. Uzmanlarımız buna genel bir şekilde "yakın akraba evlilik yasağı", ("la prohibition de l'incéste") demektedirler. Fakat bu kavramın kullanımıyla birlikte, kavrama yüklenilen anlam bakımından, ciddi sorunlar da başlamaktadır. Çünkü eski toplumda birbirinden farklı olan akrabalık sistemleri bulunmaktaydı ve anne, baba, kardeş, amca, hala, yeğen gibi akrabalık terimleri ortak şekilde kullanılıyor olsa bile, bu terimler her seferinde bireye göre farklı yerlerde duran kişileri ifade etmekteydi. Geçiş dönemi içinde gördük ki, giderek babanın kızı haline gelmekte olan kişi, bir önceki akrabalık düzenine göre onun karısı olarak değerlendirilen kişi idi! Baba'ya 'kızıyla yatmayı' yasaklayan Hammurabi'nin mahkeme kadıları , suçlanan birçok baba'dan 'kızıyla değil de karısıyla yatmış olduğu' biçiminde savunma işitmis iseler, bu hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü bu sanık için,"adamın kızı", hakimlerin 'kızın' dedikleri kişi değil, kızkardeşlerinin doğurduğu kız çocuklar, yani kız yeğenler idi. (*2)

"Totem ve Tabu" adlı kitabına 'inceste korkusu' (la peur de l'incéste) ile başlayan bay S. Freud, orada, yerli toplumlar arasında baba ile kız, ana ile oğul arası cinsel ilişki yasaklarına ilişkin bulgular sıralamaktadır.

Bilge Freud'un bütün topluluklarda 'yakın akraba evlilik yasağı' bulunduğu ve bu yasakların sonradan oluşturulduğu yönündeki önemli saptaması dışında dayandığı bütün örnekler tek yanlıdır. Çünkü yerli topluluklar arasında, bizim şimdi kullandığımız kavramlar anlamında, ana ile oğul, baba ile kız, kız ile erkek kardeş arasında cinsel ilişkinin yasaklandığı çok sayıda örnek bulunmasına karşılık, bu ilişkilere yönelik bir tek yasağın olmadığı başka örnekler de bulunmaktaydı. Buna karşılık, o toplulukta, amca- dayı ile kız yeğen arasında; oğul ile hala ve hala kızı arasındaki cinsel ilişkiler tam olarak yasak kapsamındaydı.

Süt akrabalığı kurumunun biyolojik 'ortak ana- baba' anlamında kandaşlıkla bir ilgisi bulunmadığını ve buna rağmen taraflara bir evlilik- cinsel ilişki yasağı doğurduğunu da görmüştük.

Yerlilerinin bazıları arasında damat ile kaynana cinsel ilişkisi de büyük bir yasak altındaydı. Fakat süt kardeşler ile süt anne ve süt oğul arasındaki cinsel ilişki yasağında veya damat ile kaynana arası cinsel ilişki yasağında, bay Freud, kutsal dinler ve modern tıbbın sözünü ettiği türden bir 'kandaş'lık gerekçesi keşfedemeyiz.

Fakat kimi yerliler arasında, Avrupa cermenik topluluklarında da olduğu gibi, damat ile kaynana ilişkisine yönelik herhangi bir yasak kaydı bulunmamaktaydı. Bilge Freud, kitabında, hiç olmazsa bu noktadaki sorudan kurtulamaz. Avrupa toplumlarında, kaynana ile damat arası cinsel ilişkiyle ilgili olarak:
"...bu tür bir ilişkiye yönelik hiç bir yasaklama olmadığı kesindir ama, eğer benzer bir yasak onların alışkanlıkları arasında olsaydı, birçok tatsız durum ve tartışmadan da kaçınılmış olurdu" (Totem ve Tabu, s. 3O)
diyerek konunun özünden uzaklaşmayı yeğler.

Bütün topluluklarda ana ile oğul, baba ile kız ve kız ile erkek kardeşler arasında evlilik yasağı bulunmakla birlikte, bireylerin karşılıklı ilişki düzenini tanımlayan bu kavramlar, değişik akrabalık sistemlerinde tamamen farklı kişileri anlatırlar. Bizim şimdiki kavramlarımızla, ana ile oğul veya baba ile kızı arasında cinsel ilişkinin doğal bulunduğu topluluklar bakımından, bilim adamının ödevi, 'cinsel ilişki yasağının' yönlendirici ortak yanını bulmaya çalışmak olmalıydı. 'Ortak yasa' olarak 'kandaş'lık kavramına başvuran ve bu 'kandaşlığı' da 'aynı kan gurubu' noktasına değin indirgeyen bir çalışma, 'süt kardeşler arası' ve 'kirvelik kurumu' tarafları arası evlilik yasağı' nedenini hiçbir şekilde açıklayamaz. Zaten bilge Freud de bu noktalara değinmemiştir bile.

Bay C. Lewi Strauss'un, insan topluluğunun, bir gurubun kendi içinde kızkardeş ve kızlara yönelik cinsel ilişki yasağı koyarak bu kadınları karşı guruba göndermesi ve karşı gurubun da aynı şeyi gerçekleştirmesi sayesinde, yani bir 'inceste yasağı' aracılığıyla oluşmuş olduğu yönündeki açıklaması, kuşkusuz önemli ve doğru idi. . (C. Lewi Strauss. Antropologie Structurale P. 29, etc. )

Fakat, cinsel ilişki yasaklarının insanların toplumsal örgütlenme biçimleriyle yakın ilişki içinde bulunduğu epey zamandır zaten bilinen bir olgudur; burada açıklığa kavuşurulması gerekli olan şey, bizim bugünkü akrabalık kavramlarımıza göre, 'kızları ve anaları' ile cinsel ilişkiyi doğal, hatta zorunlu gören 'ilkel topluluk'ların 'bir insan topluluğu' oluşturup oluşturmadıkları olmalıydı. (*3)

1934 yılında, onlar henüz Fıransız sömürgesi iken adi Senufo olan Fildişi- Gana- Togo- Burkina ülkelerinde, Fıransa adına görevli bay Vendeix'in verdiği bir rapor bu bakımdan öğretici yanlar taşımaktadır. (Bulletin du comite d'études historiques et scientifiques de L'afrique Occidentals Française. 1934. Page: 589, etc. )

Yöneticimiz önce bizi bir konuda temin eder:
"Senufo'lar ilkel olmalarına karşın, alışkanlıkları, töreleri, hak ve ödevleri, adaleti, şefleri ve hiyerarşik yapısıyla iyi örgütlenmiş bir toplum oluştururlar."
Bu sözler, aynı zamanda, yöneticimizin, bilmeden bay Strauss'a verdigi bir yanıt gibidir.

Bay Vendeix, daha sonra 'incéste' konusu üzerindeki genel sözler ırmağındaki gezintisini fazla uzatmadan konuya girer: "Açık söylemek gerekirse, Senufo' lar değil de, onların kırması olan Markas'larda 'incéste' vardır".

Bu 'incéste'in ne olduğunu da yanlış anlamaya meydan vermeyecek biçimde tanımlar:

"Baba kızıyla, ana oğluyla ve erkek ile kız kardeş birbirIeriyle çiftleşmektedir." (S. 680)

Fakat raporun ilerleyen bölümlerinden öğreniriz ki , bu toplulukta sınırlanmamış bir cinsel ilişki düzeni yoktur; aynı topluluk arasında kati evlilik yasaklarının yürürlükte olduğu ilişkiler de vardı. Orada "ana veya baba yanından kardeş olanlar arasında (yani amca, hala, teyze çocukları), amca- dayı ile yeğen arasında, hala- teyze (*4) ile yeğen arasında "kesin evlilik yasakları bulunmaktaydı.

Rapor'un ilerleyen kısımlarında, kadının ölmesi veya boşanma durumlarında 'çocuğun' (erkek çocuk olmalı?) hiçbir şekilde ana yanlı toplumbirimine devredilmediğini anlıyoruz. Erkeğin ölmesi durumunda ise kadın, mirastan pay almak bir yana, kendisi bir mirastır. Dul kadın, ölen adamın küçük erkek kardeşi öncelik taşımak üzere, erkek kardeşlerden birisiyle evliliği sürdürmektedir. Ölen adamın bir erkek kardeşi yoksa, dul kadın bu durumda, en büyük yeğen ilk önceliği almak üzere, yeğenlerden (bu, onlarda oğul'dur) birisi ile evlilik sürdürmek zorundadır.

Bu topluluğun miras ilişkilerini inceledigimiz zaman karşımızda bulunan akrabalık sisteminin anahatları şekillenmeye başlamaktadır: Kadın, erkeğin toplumbirimine geçme hakkını, bu topluluğun bir üyesi olma bakımından henüz ele geçirememiştir. Fakat erkek çocuk, ana- dayı toplumbiriminden baba- hala toplumbirimine bir üye olarak geçişini tamamlamıştır.

Kız çocuklar baba toplumbirim toprağında kalmaktadırlar ama, ana- dayı toplumbiriminin aidi olarak değerlendirilmeye devam edilmektedirler.

Böylece erkek ve kadın arasındaki evlilik ittifakının bir yanında Baba- Hala, öte yanında Ana- dayı toplumbirimleri bulunmaktadır. Böyle bir durumda, bizim kavramlarımıza göre Hala'sı, erkek çocuğun Ana'sıdır. Kız çocuk bakımından ise, bizim kavramlarımıza göre dayı'sı, Baba sayılır. Burada herşey gücünü bu düzenli örgütlenmeden alan yapı içinde anlam bulur: Baba'nın kız kardeşi Hala, elbette aynı toplum birim içindeki bir Ana olarak olarak oğlu, yani yeğeniyle cinsel ilişki kuramaz. Dayı ise babası olduğuna göre kız'ı yani kız yeğeni ile cinsel ilişkiden uzak durmak zorundaydı. Ama oğul ve baba bakımından bizim kavramlarımızın ana ve kız'ı, kendi toplum birimlerinden değil, karşı toplum birimdendirler; bu yüzden en küçük bir yasağa uğramadan 'ana ve kızla' cinsel ilişki kurabilirler. Çünkü baba ve oğlu bakımından, 'ana ile kız', ana ve kız değil, önceden saptanmış akrabalık düzenine göre, onların potansiyel karılarıdır.

Toplumbirimler eğer kuşaklar arasında bir dede- baba- oğul, nene ana- kız ayrımına tabi tutulmamışlarsa, bu ayrımların olmadığı toplumlarda A toplumbirimin tüm erkeklerinin B toplumbirimin tüm kadınları üzerinde cinsel ilişki hakları bulunmaktaydı ve B toplumbiriminin erkekleri için de durum bunun tersiydi.

Kız çocuğun, çocuk sayısına dahil edilmemesi, onun dayı-ana topluluğuna ait sayıldığı dönemin 'Doğu Barbarlığı' kalıntılarını veriyorsa, kadının yaşının sorulmaması 'Batı Kibarlığı' da, baba ve oğulun aynı kadın üzerinde cinsel ilişki hak sahibi olduğu kuşaklara ayrılmış Cermenik toplumsal kadın düzenlenişini verir.

Miras ve 'incéste' örneklerinde gördügümüz gibi, evlilik ve akrabalık sistemleri, daima, iki toplum birim arasındaki bireyin aidiyet konumlanışına göre anlam kazanmaktadır. Bu konunun, 'aile' ve cinsler arası ilişki temeline oturtarak açıklanma çabası her seferinde çıkmazla karşılaşmasına rağmen, bay Racdliff Brown hiçbir ciddi sonuca ulaşamadığı yüzlerce sayfalık yazı ve şemalarına temel olarak yine de 'aile birimi'ni almaktan vazgeçmez: Bir erkek ile onun karısı ve mutlaka çocuklardan oluşması gereken bir 'famille élémantaire..!' (R. Brown. Étude des system de Parenté . P. 117)

24.02.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo. com

(*1) Yitirdiğimiz değerli bilim adamı bay Ekrem Akurgal, 'kardeş karı- koca kıral ve kıraliçe' ilişkisinin tarihteki genel özelliğini ne yazık ki eserlerinde ortaya koyamamıştır. Bu nedenle de birbirlerini, açıkça, kardeş karı- koca olarak tanımlayan kıral Arnuvanda ile kıraliçe Asmukigal'in ilişkilerini, daha çok 'üvey kardeş'lik, 'evlatlık' olasılıkları temelinde yapılan açıklamalara yönelmişti. Aynı nedenlerle bay Akurgal, Hattusili'nin ünlü vasiyetnamesini de, akrabalık ilişkileri bakımından, baştan aşağı yanlış yorumlamıştı. (Bkz. E. Akurgal. Anadolu Kültür Tarihi; Hatti ve Hitit uygarliklari, vd.)

(*2) Eski yasalarda, bir 'adamın kız yeğeni' (olan 'kızı') ile cinsel ilişki yasağına rastlanmıyor. Herhalde, yeğen 'kız'lar ile cinsel ilişki yasağı, orada, çok önceden beri yürürlükte olduğu için, bir bakıma içselleşmişti. Hammurabi yasaları, 'yeni' olan durumu ifade etmekte ve yeni'yi savunmaktadır.

(*3) Konuyu böyle sunmak beni çok rahatsız etmektedir, çünkü, bizim 'anası ve kızı' ile cinsel ilişki kuruyor olmakla suçladığımız yerli topluluklar, o kadınları 'ana ve kız' olarak değerlendirmemektedirler. Onların 'ana ve kız' diye tanımladıkları bireyler, Hala ile kız yeğendir. Bu bakımdan o yerli topluluklar bu yasaya, yani 'ana ve kız'larıyla cinsel ilişki kurma yasağına sonuna kadar bağlıdırlar. Bu durumda yerli topluluklara ilişkin bütün 'incéste' haykırışları, aslında
bir bakıma sansasyonel gazetecilik düzeyini belki bir parça geçmektedir.

(*4) Amca ve dayı (oncle) ile hala ve teyze (tente) terimleri, Fıransızlarda bir ve aynı kelime ile, ve olarak ifade edildiği için raporda bu ayrıntıyı tam öğrenemiyoruz. Bir akrabalık teriminin, 'gelişkin' olması veya olmaması, ayrıntıları önemseyen geçmiş akrabalık sisteminin özelliğini verir. Türklerde ise 'yeğen' terimi ayrıntıları doğrudan açıklayan gelişkinliğe sahip değildir ve kendi eski akrabalık düzeninin yapısına işaret eder.