22.11.2006

Sümer dil ve kültürü

Irak'ın işgali ve Sümer-Akkad emanetlerinin yıkım ve yağmalanması, dikkatlerin eski kültür değerleri üzerinde toplanmasına yol açtı. Sümer kültürü üzerine yoğunlaşıldığı şu anda, Sümer uygarlığı ile bu uygarlığın etkilediği kültürler arası ilişkilerin karıştırılmasına dikkat etmek gerekiyor.

Mezopotamya topraklarında iki asıl topluluk bulunuyordu; kuzeyde Semitik topluluklar; güneyde ise Sümerler diye adlandırılanlar. Yukarı ve Aşağı Mısır olarak bölünmüş iki topluluk arasında merkezi konfederatif bir yapının bulunması gibi, Kuzey ve Güney Mezopotamya'da da bir çeşit federatif bileşke bulunuyordu.

Kuzey Mezopotamya'da bulunan Semitik Araplar ile güneyde bulunan Sümerler olarak adlandırılanlar, etnik köken bakımdan birbirinden farklıdırlar: Farklı iki dil konuşan ve farklı fiziki yapıya sahip iki topluluktur.
Eski kil tabletlerde Kuzey ve Güney toprakları ''ki En-gi ki-uri'' diye yazılırdı. Ki-en-gi, Sümerleri, Ki-uri ise kuzeydeki Semitik toplulukları anlatıyordu. İlki, 'Enki toprağı', ikincisi ise 'Ur toprağı' anlamına geliyor: Bu ifadeler uzman konsesüsüyle ''Sümmer ve Akkad toprakları'' olarak tercüme edilmeye ve böyle tanıtılmaya başlanmıştır.

Akkad uygarlığı, Aggade, Yasal Sar anlamına gelen Sarukan, (Sargon) kraliyetinin başkentidir ve Kuzey topraklarının tüm Mezopotamya'da egemenliği ele geçirdiği dönemi ifade ediyor. Babil ve Bağdat, Kuzey topraklarının temsilcileridir.

Semitik-Arap toplum Sümerler ile iç içe yaşamış; bu kültürden etkilenmiş, bu kültürü benimseyip ilerletilmesine katkıda bulunmuş olsa da Sümer kültürünün başlangıçtaki yaratıcıları Sümerler olarak adlandırılan ve Semitik topluluktan ayrı bir dile sahip olan topluluktu.

Daha sonra Sümerler olarak adlandırılan bu topluluğun, bu bölgeye 'dışardan' geldiklerini biliyoruz. Fakat nereden geldiklerini bilim henüz çözememiştir: Bu konuda elimizde iki temel veri bulunuyor.

İlki, kazıt bulgularla ele geçen kil tablet yazıları aracılığıyla bu topluluğun dili.

Yazılı ilk tabletler kil veya taş üzerine yazılmış olarak MÖ 3300- 3200 yıllarına denk düsen Uruk IV A kazıtlarında bulunmuştur. Bunlar Sümer dilinde yazılmıştı. Fakat Sümerlerin yazıyı yaratmaları ve kullanmaları, bize tarihin kolayca yazılabilmesi olanağı vermediği gibi, dillerini tüm özellikleriyle tanıyabilme olanağı da sağlamıyor.

Sümer dilinin özelliklerini tanıtan onların kil tablet yazılarıdır.
Çözümlenmesi yorum gerektirmesi bakımından daha zor olan erken dönem eski tabletlerin sayısı gerçekte çok fazla değildir. Bugünkü verilere göre, Uruk kazılarında bulunan MÖ.3200 dönemine ait tabletler en eskiler arasında yer almaktadır. Bir yüzyıl kadar sonra, MÖ.3100-3000 yıllarına, Cemdet Nasr dönemine ait olarak Kiş, Uruk ve Cemdet Nasr yerleşimlerinde bulunanlar daha fazla sayı oluşturuyor. Ur’da bulunanlar MÖ.2800-2700’lü, eski adı Suruppak (Uruffak) olarak okunan Fara tabletleri ise MÖ.2600’lü yıllara aittir. Geç döneme ait ise on binlerce tablet ele geçirilmiştir.

Uzmanlar yazıtların anlamlarını genelde anlaşılır olarak çözümlemişlerse de kelimeleri ses değerleriyle okuma bakımından ciddi sorunlar varlığını sürdürüyor. Sümerce ile günümüzde var olan dil aileleri arasında dil kökensel bağ kurabilme konusu da henüz bir çözüme ulaşmamıştır.
Kelime anlamı doğru verilmekle birlikte okunan seslerden oluşan dil, Sümer tabletlerini hazırlayanların kullandıkları dil olmak zorunda değildir.

Günümüzde Çin alfabesi ile yazılmış gazete ve dergiler, Çin’in her yanında aynı anda okunmakta ve anlaşılmaktadır. Buna karşılık, aynı metni okuyan ve okuduğunu anlayan 80’e yakın farklı diyalekt ve dile sahip Çinliler kendi aralarındaki konuşmada kelimelerin ses değerleri farklı olduğu için birbirlerini anlayamazlar. Tek heceli Çince kelimeyi temsil eden her şekil, aynı anlamı taşımakla birlikte, her bölgede farklı bir sesle okunup konuşulmaktadır.

Uzmanlarımızın, Sümer tabletlerindeki aynı şekil veya kelimeyi farklı ses değerleriyle okumaları, başlangıçta daha farklı okurken sonradan bir başka şekilde okumaya başlamaları, konunun henüz tüm yönleriyle çözümlenmemiş ve üzerinde durmak gerektiğini gösteren belirtilerdir.

Sümerce yalnızca güneyde değil kuzeyde de kültürel egemen dildi. Fakat artık yazı sistemi bilindiğine göre, Semitik Akkadca dilinde de tablet yazılmaya başlanmıştı. Uzmanlarımızın, Mısır yazısına göre Sümer yazısını çok daha kolaylıkla çözümleme başarısını Sümer-Babil çift dilde hazırlanmış tabletlere borçluyuz.

Hartmut Schmokel, Sümer dili konusunda şöyle demektedir:
“Kelime yapısı bakımından Sümerce, heceli bir dildir. Bu tip bir dil Avrupa’da Fin-Uygur ve Asya’da da Türk dilleri tarafından temsil edilir. Genellikle tek heceli ve değişmez bir kökün, kendi başına anlamı olmayan eklerle kullanımından oluşur. Bu dilin bir diğer ayırt edici karakteri, aynı kelimenin çok anlamlı olmasıdır ki örneğin Çin dilinde olduğu gibi, inişli-çıkışlı, ince ve kalın sonlama biçiminde vurgulama gerektirir.”

H.Schmokel, Sümer dilinin sesli harfler bakımından zenginliğine ve bu zenginliğin de onu hoş ve güzel kıldığına dikkat çekmekle birlikte, bu dilde eril-dişil ayırımının olmadığını saptamayı unutuyor. Sümercede dişi ve erkek tanrılar yalnızca tanrı olarak yazılmaktadır. Bu yüzden Bay Schmokel, Sümer metnini tercüme ederken tanrı ve tanrıça ayırımını ayrıca belirlemek zorunda kalmıştır. Sümer dilinde tanrı, dingir olarak okunuyor.

Leonard Woolley ise Sümer dili konusunda şöyle der:
“(Mezopotamya'ya) gelen sonuncu göçmenler Sümerler oldular. Bunlar yazılara ‘kara kafalar” diye aktarılan siyah saçlı bir halktı ve etimolojik bakımdan değilse bile, yapısı bakımından eski Turan Türkçesine benzeyen heceli bir dil konuşuyorlardı.”

Bay Woolley, tabletlerde Sümerlere ilişkin ‘kara kafa’ yazılmış olmasından doğrudan doğruya “kara saçlı bir halk” sonucuna ulaşmakla oldukça tedbirsiz davranmaktadır. Toplum birimlerinin renkler temelinde birbirlerinden ayrılması çok eskidir. “Kızılbaş” denince, kastedilenin saç renkleri olmadığı açıktır. “Karabaşlı halk” deyimi de, ‘siyah saçlı bir halkı’ anlatmak için kullanılmış değildir; beyaz, kırmızı, kara ve mavi renkler topluluk belirleyicileri olarak şimdiki Mezopotamya giysilerinde de toplulukları ayırıcı olmaya devam ediyor.

Sümerologlar daha önce kral karşılığı olan kelimeyi İsaag veya Patesi diye okuyorlardı. Bay Schmokel bir yerde “Enki’nin Sarayı=Etemen-enki” olarak okur, aynı sözcüğü bir başka yerde ise “Enlil’in sarayı=Nemetti-enlil” olarak okur. Bu demektir ki aynı saray sözcüğünü Bay Schmokel, hecesel olarak bir sağdan başlayarak, bir de soldan başlayarak okumaktadır, her seferinde aynı anlamı bulmakta ve fakat her seferinde farklı bir dil kullanmaktadır.

Kısacası Sümer kelimelerinin doğru sesle okunuşu saptanmadan onun köklerinin aranması yönelim olarak bile yanlıştı. Bu durum Sümer etimolojisini “yaşayan ve ölü” hiçbir dile bağlayamamış olan uzmanlarımızın nerede tıkanmakta olduklarını da göstermektedir.

J.Louis Huot, SÜmer dili konusunda Woolley’den 50 yıl sonra benzer şeyleri tekrarlamaktan öteye gitmemektedir:
“Bizim yazıları anlamaya başladığımızdan beri, MÖ. 2500 yılları boyunca yazılan Sümercenin dil kökeni belirsizliğini korumaktadır. Daha 1869’ da, Fransız Jules Oppert, ne Assurca ve ne de Babilce olan bu tablet diline Sümerce demişti. Fakat bu dilin bilimsel bakımdan varlığını temellendirmek ancak 1923 yılında Arno Poebel’in Sümer Gramerini yayınlamasıyla olmuştur. Bu dil, heceli bir dildir ve yapısal olarak diğer bir çoğuna (bu arada örneğin Türkçeye ) benzemektedir. Fakat ses değeri, fonetik bakımdan, ölü veya yaşayan hiçbir benzeri yoktur.”

Bilimsel çaba, karşılaşabilecek olası sonuçlar hesaba katılarak yönlendirilemez. Bay Huot’nun bilimsel bir çalışmada kullandığı “diğer bir çoğu” gibi belirsiz tanımlamalar dikkat çekicidir. Kimlerdir bu bir çoğu? Eğer bu, özellikle yaratılmış bir ‘çokluk' eki değilse, heceli, önek-sonek takılı, eril-dişil ayırımı bulunmayan, tümüyle değilse de az heceli kelimesi fazla olan hangi dil ailesinin bu tanımlara uyan Sümer diline benzediği açıkça ortaya konulmak zorundadır.

Bay Huot’nun, Sümer ülkesini tanımlayan “Toprak. Önder.Kamış” olarak çizilmiş fikir-yazıdaki kelime için önerdiği ‘Ki.en.gi=Kengir’ sesi ile tengri arasında kuşkusuz bir ilişki vardır. Tanrı, Sümerce dingir olarak okunmaktadır. Bay Huot, Sümerlerin ,’yer’e ‘ki’, göğe ‘an’, rüzgara da ‘yil’; yer ve gökten oluşan evrene An-ki dediklerini yineler. Şimdilik şu kadarını biliyoruz ki Türkçe ve Moğolca’da, yer, yir, kır, tan, yel, yil, tengri, tengere sözcükleri, Sümerlerle benzeş ses ve anlamda olmak üzere günümüzde de yaşamaktadır.

Bay Huot’nun Sümer dili ile Türkçe arasında ilişki kurmaktan özellikle çekingen durması anlaşılabilir nedenlere dayanıyor: Mustafa Kemal döneminin “güneş dil” teorisi, çok fazla öne çıkarılmamış bile olsa, Sümer dilinin Türkçe ile benzerliğinin keşfedilmiş olma olgusundan güç almıştı.

Çok satan Sümer kitapları yazarı ABD'li S.Noah Kramer de Sümer dili ile Türkçe arasında dil kökensel benzerliğe işaret edenler arasındadır.
Sümer heykel ve büstleri, bu topluluğun fiziki yapısı hakkında bir fikir veriyor; bu nokta, Sümer atalarının etnik kökenini anlamada elimizde bulunan ikinci veriyi oluşturuyor. Uzmanlar bu verilerden yola çıkarak Sümerlerin brakisefal bir ırk olduğunu öne sürmüşlerdi. 

Mustafa Kemal döneminde son derece yanlış gerekçelendirilen Güneş Dil teorisini savunanlar, birdenbire geri çekilmişlerdir. Bu durumun, Mustafa Kemal'in, Türk ırkı brakisefal bir ırk değildir, demesiyle ortaya çıktığı söyleniyor.

J.P.Roux’nun, coğrafi bir kavram olarak “Altay dil grubu” kategorisine sokmaya çalıştığı Türk dil gurubu Moğolca ile birlikte, dünyanın geniş bir coğrafya toplamında şu anda da yaşayan, konuşulan bir dildir. Buna karşılık Bay Huot, Sümercenin Latince gibi konuşulmayan ölü bir dile dönüştüğünden emindir ve öteki meslektaşları gibi Latince örneğini kalıpsal kelimelerle yineler. Avrupalı aydınlarımızın Sümerce ile Latince arasında kurdukları bağ hiç olmazsa sonuçları bakımından yanlış bir karşılaştırmadır. Latince bütün bir Avrupa'ya dil öğretmenliği yaparak Vatikan’a çekilmişti.

Mezopotamya'da 4000 yıl egemen kültür olarak kalıcılık taşımış Sümer dili, ardında, kendisine ses değer bakımdan “tek bir benzeyen” bırakmadan nereye kaybolmuştur? 

Sümer kültür mirası, birçok yönüyle henüz tam olarak değerlendirilmiş değildir. Sabırlı bilimsel çalışma, bu alanda da yükselen çağrıdır!

Safa Kaçmaz

24.04.2003, Moskova