Safa Kaçmaz
01.06.2004 - Paris
"Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. " (Tevrat)
Tevrat’ın Yaratılış bölümünü dikkatlice okuyanlar, ’Yer'i, ’Göğü' ve öteki canlıları yaratan Tanrının, Su’ları yaratmamış olduğunu, Su’ların zaten var olduğundan yola çıktığını göreceklerdir. Bu durum, yaratıcı tanrının sebepsiz bir yanılgısı değildir.
Sümer tabletlerinde yer alan ilahilerde yer alan en eski bilgiler, ilk Sümer yerleşimlerden biri ve kutsal merkez olan Eridu döneminden itibaren başlatılmaktadır. Sümer-Babil ’yaratılış’ ilahisi (Enuma Eliş), bu toplulukların kendi içlerindeki ve birbirleriyle kurdukları ilişki düzenlerinin gerçek tarihsel anlatımının zamanla bozulmuş, kutsal yorumlara uğramış bir biçimidir. Kutsal kabuğun altında, gerçek tarihsel ilişkiler bulunmaktadır. Yere, Göğe, Tanrılara, İnsan’a, ’ad vermek’, ’ayrıştırmak’, ’düzenlemek’ten bahseden Sümer yaratılış aktarımı, tipik idealizmin, tanrı(lar)ın yok’luktan oluşturduğunu düşündüğü bir ‘yaratılış’ gibi ele alınmamıştı. Sümer ve ona dayanan Babil ‘yaratılışı’nda, anlamlarını daha sonra ele alacağımız ‘yer’, ’gök’, ’tatlı ve tuzlu su’ların... zaten var olduğundan yola çıkılmaktaydı; ‘tanrılar’ bile, bu ad vererek ayrıştırıp düzenleme sırasında ‘saptanılmıştı’. Bu bakımdan, Sümer anlatımında ’yer’ ve ’gök’... olarak ifade edilen kavramlar, daha sonra Sümer torunları tarafından değiştirilmeye başlanan ve şimdi anlaşılan anlamıyla ‘yer’ ve ‘gök’ değildir.
Sümer-Babil ‘yaratılış’ı olan Enuma Eliş’in ilk cümleleri şöyle başlamaktaydı:
(Yukarda) adı yokken göğ'ün daha
(Aşağıda) Yer'in daha adı yokken
Babaları okyanus (Apsu) dan
Anaları Tiamat kargaşasına
Suları akıp bir oluyordu. (1)
Sümer ‘yaratılışı’nda, tanrıların yaratılmasından önce, tatlı ve tuzlu sular bulunuyordu; onların temsilcileri de Apsu (bu, ses değer dönüşümünde sıkça karşımıza çıktığı gibi, p-f dönüşümü ile, eski Yunancaya Efes okunuşuyla aktarılacak ve öyle tanınacaktır) ve ‘Tiamat’ sesi ile okunan kelimelerle ifade ediliyordu.
E-Apsu, yani Apsu Evi, Apsu Tapınağı, En-Ki’nin Eridu şehrinde bulunuyordu.
Eridu, Sümerlerin en eski kutsal yerleşimlerinden birisidir ve 40 asır kadar önce yeniden düzenlenen Sümer Kıraliyet Listesinde, kıraliyetin ‘gökten’ gönderildiği ilk birleşik Sümer merkezi yerleşimi olarak tanıtılmaktaydı:
"Eridu'nun Alulim'i zamanında, kıraliyet gökten gönderildiğinde, Eridu'da kıraliyet (zaten) vardı "
Bu demektir ki, konfederatif yapıdan önce de burası kendi içinde düzenini kurmuş bir kutsal yerleşimdi. Enki, derin sular, ulu kuyu tanrısı olduğunda gelip bu E-A tapınağına yerleşmişti.
Babil Tufan anlatımında, Eridu’ya, bu sıralarda, Nuh-Utnapiştim’in gitmek ve yaşamak istediği şehir olarak rastlamaktayız:
‘EA, açıp ağzını, hizmetkârı olan bana dedi ki:
"…şöyle söyleyeceksin sen onlara:
- Biliyorum ki, Bel (Enlil) kötü gözle baktı bana,
nefret etti benden,
barınamam artık şehrinizde,
Alnımı sürmeyeceğim artık Bel (Enlil)'in topraklarına
Okyanus'a (APSU'ya) doğru gideceğim
Benim tanrım EA ile yaşayacağım orada
(je descendrai vers l'Apsu
pour demeurer avec mon seigneur Ea (Enki)
Tufan anlatımında , Nuh’un ‘gemisi’nin ‘okyanus’larda yüzmesi sonucunun çıkarılmasına yol açan bu ilişki, Hıristiyanlıkta su ile kutsama ve takdis, İslamda zemzem kuyu suyu vb. olarak yaşıyor olmalıdır.
Öte yandan şimdiki Eski Ahit’te, büyük olasılıkla farklı tapınakların zamanla değişen ağırlıklarına bağlı olarak, tanrı, bazan Yahve (Yehova), bazan da Elohim olarak yazılmaktadır. Elohim aslında, Eloah (tanrı)nın çoğulu, tanrısallık katı, üstün tanrılık anlamındadır. Farklı ses değerleri ile okuma ve okunan seslerin değişen alfabeler ile yeniden yazılması gibi nedenlerle İlah ve Allah’ın da buradan türemiş olması mümkün görünüyor. Bütün bu eğilimlerin Nuh soyu olarak, Nuh’un tanrısı E-A’nın izine dayanıyor olduğunu düşünmek pek aykırı değildir.
Böylece Tevrat’ın ‘yaratılış’ aktarımı da, doğal olarak, ’su’ların zaten var olduğundan yola çıkan bir aktarım olarak Eapsu ve Tiamat’dan itibaren başlatılmış olmaktadır.
Oysa, üç kutsal dinin bugünkü yorum biçimine göre, tanrı yaratmadan önce gök, yer, su, yeşillik, canlı … bulunmuyor olmalıydı. Ne var ki, Sümer ve Babil Yaratılış’ı olan Enuma Eliş geleneğine dayanan Eski Ahit oluşturucuları, sonradan kısmen düzenlemiş olsalar da, Tevrat’ın başlangıç cümlelerinde, bu eski anlatıma dayandıkları için ‘su’ların var olduğundan yola çıkmak zorunda kalmışlardır.
Eski Ahit, oluşturulduğu sırada, ’yaratma’ kavramını, ‘yoktan varetme’ noktasına değin ulaştırmış ve öyle düşünmüş olsa da, metinde yazılı olanlar Sümer ‘düzenleniş’inin izlerini koruduğu için, Tanrı da, suların zaten var olduğundan yola çıkmayı sürdürmüştür:
‘Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı.
Tanrı'nın Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu’
(Tevrat)
Eski Ahit’te tanrının ‘suyu yaratmış’ olmaması, sadece bir kelime veya deyim yokluğuna dayanmıyor. Kutsal kitap, ’su’ların zaten var olduğundan yola çıktığı için, Tanrı da bu nedenle sadece ‘suların ayrıştırılması’ ve suların gök ve yerden uzaklaştırılmasıyla ilgilenmiştir:
‘Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Tanrı kubbeye "Gök" adını verdi.
Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın ve kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. ’ (Yaratılış)
Demek ki, Tevrat’ın ‘yaratılış’ aktarımında Su’ların zaten var olduğundan yola çıkması, onun Sümer ‘yaratılış’ aktarımına dayandığının kanıtlarından bir ötekidir. Sümer yaratılış aktarımı yeterince bilinmediği veya doğru yorumlanamadığı için, Tevrat’ta, her şeyi yaratan tanrının neden Su’ları zaten var olarak kabul etmiş olduğu üzerinde de durulmamıştır. Hem dinbilginlerimiz ve hem de din karşıtlarımız, Tevrat metninin içeriğini ve onu oluşturan sözleri değil, yaygın olan ‘yoktan varetme’ yorum biçimini temel aldıkları için, yazılı olan sözleri değil, düşündüklerini ‘okumaya’ devam etmişlerdir. (2)
Kutsal metinlerin sözlerinin değiştirilmesi her zaman kolaylıkla sağlanamaz. Eski kutsal kitaplar dini kurulların ortak yeniden gözden geçirimine uğramışlarsa da, oradaki Sümer metinlerinin izlerinin, özellikle ‘Yaratılış’ta sürmeye devam etmiş olduğunu görüyoruz:
‘Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı’ biçimindeki sözler, Eski Ahit oluşturucuları tarafından Sümer metnin en başına eklenmiş olmakla birlikte, farklı Tevrat metinleri, bu eklemenin bile zamanla şimdiki haline ulaşmış, dönüşmüş olduğuna işaret ediyor. Örneğin, bazı eski metinlerde ’gök’ tekil olarak değil de, çoğul haliyle ‘gökler’ biçiminde yer almaktadır. (Au commencement , Dieu créa les cieux et la terre. ) Gökyüzü’nün 7 veya 9 kat ayrımı ‘gök’ kavramının hangi anlamda kullanıldığını incelemek bakımından önem taşımaktadır. Benzer biçimde, burada ‘Tanrı’ olarak kullanılan ‘Dieu’, Eloah, eski Musevi kayıtlarında Elohim olarak çoğul özelliktedir. Bunun bir kelime yanılgısına dayanmadığını da, ’insanın yaratılışı’ bölümdeki sözlerden anlıyoruz:
"Tanrı, ‘İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım’ dedi". (Dieu dit: Faisons l'homme à notre image, selon notre ressemblance)
Sonra şöyle dedi: "Adem, iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu. ("Regardez bien, l'homme est devenu l'un des nôtres, il connaît le bien et le mal. )
Olgular, Eski Ahit’in, ’göklerin’, ’yerlerin’, ’tanrıların’ yer aldığı ve Sümer uygarlığının ilk oluşum dönemlerinin tarih anlatım biçiminin bozulmuş kavramlarla aktarıldığı Enuma Eliş’in bir devamı olduğunu ortaya koymaktadır.
01.06.2004
Notlar...
(1): Enuma Eliş’in ilk satırlarının İngilizce ve Fıransızcaları aşağıdadır:
LORSQUE LÀ-HAUT LE CIEL N'ÉTAIT PAS ENCORE NOMMÉ
ET QU'ICI-BAS LA TERRE-FERME N'ÉTAIT PAS APPELÉE D'UN NOM,
SEULS APSÛ-LE-PREMIER, LEUR PROGÉNITEUR,
ET MÈRE TIAMAT, LEUR GÉNITRICE À TOUS,
MÉLANGEAIENT ENSEMBLE LEURS EAUX.
When in the height heaven was not named,
And the earth beneath did not yet bear a name,
And the primeval Apsu, who begat them,
And chaos, Tiamut, the mother of them both
Their waters were mingled together
(2): Bu yaklaşımı eskiden benim de paylaştığımı yinelemek gerekmez. Bunun yanısıra, çok tanrılıktan tek tanrılığa geçişin felsefi temellerinin oluştuğu eski Yunan topluluklarında, evrenin ‘denizlerden’ veya ’ateşten’ yaratıldığı üzerine ileri sürülen fikirlerin de doğrudan doğruya maddecilik savunusundan kaynaklanmamış olabileceğini eklemeliyim. 1989 yılında ‘Tales Olmak’ başlıklı yazımda, tüm varlıkların ondan türediği ilk öğe olarak Deniz’leri gören İzmir-Balat’lı Tales’i maddeci Yunan bilgesi olarak değerlendirmem, galiba, bir aşırılık içermektedir. Benzer bir şekilde, İÖ. 500 yıllarında yaşayan antik Yunan düşünürü Herakletius da şöyle demişti:
“Bütün şeylerin birliği olan dünya, ne tanrılar ve ne de insanlar tarafından yaratılmıştır, yasalar uyarınca yanan ve sönen ebediyen canlı bir ateşti dünya, bir ateştir ve bir ateş olarak kalacaktır”.
Lenin’in, ‘diyalektik maddecilik ikelerinin çok iyi bir açıklaması’ dediği bu sözlerin, ne ölçüde maddeci olduğu da yeniden gözden geçirilmelidir. Çünkü, Antik Yunan düşünürleri, eski Sümer edebiyatını, onların eski Yunan versiyonları üzerinden tanıdıkları anlaşılıyor. Sümer dinsel anlatımında ‘yaratılış’ın ‘su-deniz’ ve ‘ateş’ten olduğunu varsayan yorumlar Hitit, Assur ve komşu öteki uygarlıklar tarafından veya hatta doğrudan doğruya onlara ulaşmış olmalıdır. Kutsal dinlerde, su ve ateşin kutsiyeti, olimpiyatların södürülmez ateş geleneği, eski Yunanlılarda materyalizm keşfederken itinalı davranılması gerektiğini gösteren belirtilerdir.