22.11.2006

'İlk Ürün' Örnekleri...

Safa Kaçmaz
13.04.2004, Paris

Eski toplumda tahılın, meyvenin, şarabın, biranın, zeytinyağının, hamurun veya koyun yapağasının ‘ilk’inden, evcil hayvanların ilk yavrusuna ve ilk yaban avına değin uzanan bir kutsal “ilk”ler uygulaması bulunuyor. İlk ürünün veya sürüde doğan ilk hayvanın kurban veya sunu olması eski toplumun şimdi kaybolmuş olan, bir öteki toplum birimine vermekle yükümlü olduğu, ürün takası geleneğine dayanmaktadır. Tanrılara, kutsal sunaklara, idari veya dini temsilciye sembolik bir sunu aracılığıyla, topluluk, böylece eski sorumluluğunu yerine getirmiş olmanın rahatlığına ulaşır ve ürünleri üzerinde serbest tasarruf noktasına kavuşur; yeni mahsul ve sürü hayvan yavruları üzerindeki ‘dokunulmazlık’ tabusu kalkmıştır artık.

Eski toplumun karşılıklı yükümlerinin yalnızca yetiştirilen ürünlerle ilgili olmadığını, ilk (erkek) çocuğun kurban edilmesinden, erkeğin ‘ilk eş’inin ayrıcalıklı konumundan, günümüze zifaf gecesi olarak ulaşan ‘ilk gece hakkı’nın kutsal veya asil şahsiyetlerce kullanılmış olmasından... da anlıyoruz. Modern veya geri bütün topluluklarda kalıntılarını bulduğumuz bu “ilk”lerin kutsallık kökeni, öncelikle, eski toplumun ürün paylaşım ilişkisine; bireyin, aidiyet geçiş sistemi ve yamyamlıktan kurtulma çabasına dayanmaktadır. Karşımıza çıkan tören veya töreler, birçok halde bütün bunların içiçe geçmiş olduğu bir yapı arzeder. Bu böyle olmakla birlikte, eski toplumsal uygulamaların görenekler halindeki sembolik kalıntılarını ‘hurafe’, ’hayal’ veya ’ilkellik’le açıklamak adeti sürmeye yine de devam etmektedir. Uzmanlarımız genellikle, tarihteki gerçek uygulamaların kalıntılarını eski toplumun ‘ilkel düşünce özelliğine’ veya ‘kurgularına’ bağlayarak ele almayı sürdürüyorlar. Böyle olunca da, bu konulardaki bütün incelemelerden ’doyurucu sonuç vermeyen’ bir ‘sonuç’un doğması kaçınılmazdı. İlk ürün sunumunun öteki ayağı olan hayvan kurbanı konusuyla ilgili olarak AnaBritannica, bunu açık yüreklice ilan etmiştir:

“Özellikle E. B. Taylor, W. Robertson Smith ve J. G. Frazer'ın bu konudaki araştırmaları kurban geleneğinin anlaşılmasına büyük katkılarda bulunmuş, ama doyurucu sonuç vermemiştir.” (1)

Eski toplumun ‘ilk ürün’ kutsallığının kaynağı, örneğin evlilikteki ‘ilk gece hakkı’ ile veya ‘ilk (erkek) çocuk kurbanı’ ile de aynı paylaşım ilişkisi temeline oturur. Ortaçağ Avrupasında senyörün kullandığı, evlenen kadınla ‘ilk gece hakkı’, nasıl bütün öteki erkekler namına, kadın üzerinde cinsel ilişki hakkı olan erkeklerin eski haklarının sembolik bir ifadesi idi ise, ilk ürün de, eski toplum birimlerin karşılıklı ürün takas yükümlülüğünün sembolik yerine getirilişinden başka bir şey değildir. Sümer, Babil ve eski Yunan topluluklarında, kadının yılda bir kez (giderek bütün yaşamı boyunca bir kez) tapınakta kendini yabancı bir erkeğe sunma kutsal yükümlülüğü, yabancı erkeklerin kendi üzerindeki evlilik-cinsel ilişki hakkının sembolik olarak yerine getirilmesini sağlıyordu. Dünyanın her yanında örneği bulunan kutsal ilk ürün uygulamaların biçimsel örtülerinin hemen altında, eski insanın ürün paylaşım yükümlülüğünün derinlere sinmiş varlığını buluruz.

Bay Hilmi Ömer’in bu konuda Kutsal Kitapların yanısıra, gerçek dünyadan toparladığı örnekler, ilk ürün kutsallığının yaygınlığı göstermesinin ötesinde, bu uygulamanın kaynaklarının anlaşılabilmesi bakımından da önem taşıyor. Bay Ömer’in, konuyla ilgili makalesinin dipnotları olarak verdiği bu örneklerini de sadeleştirip düzenleyerek özetleyelim. (2)

***

Dünyanın birçok yerinde, ilk ürünün bir parçası törenle yenilinceye kadar, o üründen yenilmez. Örneğin Yeni Gine’de Kiriwina’da kabile reisi önce bütün Yam mahsulünün tabu olduğunu ilan eder. Birkaç gün oruç tutulduktan sonra ziyafetler başlar. Bu ziyafetlere yam’larınki de dahil olmak üzere bütün ruhlar iştirak ederler. (Brown, Melanesians and Polinesians, Londra, 1910, s. 413)

Tahiti’de bağ, bahçe ve domuzların ilk mahsülleri (turfanda ürün ve ilk yavrular) Tanrılara takdim edilir. Bu sunu yapılmaz ise mahsul sahibinin öleceğine inanılır. (Ellis, Polynes. Researches I, s. 350)

İzlanda’da ilk mahsulat “Tani sana yiyecek bir şey getirdim” denilerek Tani Tanrıya sunulur. (Teyeman ve Bennet, Journ. of voyages and travels, I, s. 284)

İlk ürün sunumu (‘takdimesi’), baştanbaşa bütün Polinezya’da vardır. Bagandalarda yeni bir bahçenin gelecekteki ürünlerinin kutsanmış olabilmesi için ilk mahsulat Tanrıya takdim edilir. (Roscoe, Baganda, London, s. 428)

Basutoslar mahsülü harman edip ayırdıktan sonra biraz buğday kaynatarak “Tanrılar, size teşekkür ederiz. Yarın da ekmeklerimizi verin” diyerek sunu da bulunurlar. Buğday, ancak bu takdimeden sonra serbestçe yenebilir. (E. Casalis, The Basutos, s. 221)

Eski Hindistan’da Agranayesti yani ilk mahsulat takdimesi, ilkbaharda arpa, sonbaharda pirinç için yapılır. Turfanda ürünler İndra Agni, Visve Davas, sema (gök) ve arza (yer) takdim edilir. Bu tören için arpadan yapılmış ekmek-çörekler hazırlanır. Bu tür takdimelerde bulunduğu takdirde tahılın güzel ve sağlam olacağı düşünülür. Çünkü hububatı Asurasların zehirinden kurtarmak için, en önce bizzat Allahların böyle bir sunum başlatmış olduklarına inanılmaktadır. (Sacred Books of the East, The Satapatha Brahmana, Translates by Julius Eggeling, Part. IP. 191, 3691)

Bugünkü kabilelerin birçoğu ilk mahsulatı, yapılan ilk şarap ve zeytinyağını, Kuzeybatı Hindistan eyaletlerinde olduğu gibi, ürünü haşarat ve farelerden koruması için Tanrılara yahut ruhlara takdim ederler. (W. Crook, Popular religion and folklore of Northern India, I, s. 104-105) Moorcraft ve Trabeck, Travels in the Himalayan provinces, I, 317) veya (Atkinson, Himalayan Districs of North-Western provinces of India, Allahabad, II, 825; Thomas Shaw, Asiatic Researches, IV, s. 56)

Hindistan’da da bazı kabileler, ilk mahsulatı atalarının ruhlarına takdim ederler. Örneğin Bengal’in Uraonsları ilk pirinç mahsulünü ecdat-ata ruhlarına takdim ve atalarının gelip kendileriyle ilgilenmelerini rica ederler. (P. Dehon, Religion and customs of the Uraons, Calcutta, 1906, s. 137)

Hindistan’da da ilk mahsulat kutsal surette yenir. Bihar’da ilk mahsulat kesildiği yahut toplandığı vakit yeni tanelerden birazı eve götürülüp bazı merasimler yapıldıktan sonra yenir. (Grierson, Bihar Peasant Life, Kalküta, s. 398)

Güney Hindistan Hindularında, yeni pirinç pongol adı verilen ailevi bir ziyafette yenir. Yeni bir kapta pişirilen ürünün bir kısmı Gamesa’ya takdim edilir, artanı da aile tarafından yenir. (Gover, Journal of the Royal Asiatic Society, Yeni seri V, s. 91) veya (Wilson, Essays, II, 169. )

Hindistan’ın kuzey batısında ilk mahsulat aile Tanrılarına takdim edilir. Bu takdimenin süt ve şekerle karıştırılan diğer bir kısmını da ailenin bütün azası yedi defa tadar. (3) (Elliot, History of New W. Provinces, I, s. 197)

Kuzey Hindistan’ın Coorgslarında ilk pirinç mahsulü sırasında, güneş batınca ev halkı ve orakçı sıcak su ile yıkandıktan sonra pirinç tarlasına giderler ve pirinci keserler. Bu pirinçten yapılan çörekten herkes bir parça alır. (4) (Gover, Folk-Songs of India, Londra, s. 105 )

Hindi Çini’de Binh-Thuan Chamslarında hususi merasimle ekilip yetiştirilen ve “gizli ziraat tarlaları” adı verilen mukaddes tarladan toplanmış ilk mahsulat, önce ziraat kutsalı olan Pe-Nagar’a takdim edildikten sonra yenir. Bu zamana kadar, ne bu mukaddes tarla ve ne de diğer tarlalar hasat edilebilir. (Aymonier, Revue de l’Histoire des religions, XXIV, 1891, s. 272)

Borneo’da pirinç olgunlaştığı zaman, bir demet yapılarak bir mezbahaya konur. (5)İki gün oruç tutulup ardından ziyafet verilir. Ancak bundan sonra mahsul toplanmaya başlanır. (St. John, Forest of Far East, Londra, I, s. 191)

Babil’de de, hasat ziyafeti yapılırdı. Her mahsülün hakiki sahibi Tanrılar olduğu için, bunların turfandaları kutsal varlıklara takdim edilirdi. (6) (Prof. A. H. Sayce, Religion of ancient Egypte and Bab. , s. 466-473; Jastrow, Aspects of religions belief and practice in Bab. And Assyria, New-York, 1911, s. 343)

Eski Mısırda, Min, tabiatın asıl kuvveti idi. Mısırlıların şükran için hasat ziyafetleri, bu Tanrıya takdim edilirdi. Aynı şekilde ilk mahsülat da Min’e veya mahalli kutsal varlıklara takdim edilirdi. Yeni bir hükümdar da önce Tanrıya kurban takdim eder, kutsal boğanın önüne yeni buğday mahsülünden bir başak koyardı. (Wiedemann, Religion of Ancient Egypte, s. 127; Erman, Life in Ancient Egypte, s. 66, 245, 272)

Cermenlerde, ilk mahsülat ve ilk tutulan balık Curcho Tanrıya takdim edilirdi. (Grimm, Teut. Myth. , Londra, s. 39-42; de la Saussay, Manuel de l’histoire des religion, Paris, s. 184)

Eski Roma’da, Romalılar buğdayın ilk başaklarını Ceres’e, yeni şarabın ilkini de Liber’e takdim ederlerdi. Pline, dini erkan tarafından ilk ürün Ceres veya Liber’e takdim edilinceye kadar Romalıların bu yeni mahsülden yiyip içmediklerini anlatmaktadır. (7) (Pline, Histoire Naturelle, XVIII, 2, Çev. Litre) Eski İtalya’nın birçok yerinde, bağ bozumuna ayinlerden sonra başlanırdı.

Çin’de aile reisi, bağday ve mısırın ilk mahsülünü yazın birinci ve ikinci aylarında Göğün Oğlu’na takdim ediyordu. (Sacred Books of the East, XXVII, s. 271, 274)

Meksika ve Peru’da, ilk mahsülat Tanrılara sunulur. (Müller, Amer. Urrelg. , Basel, s. 374, 626)

Yabani ürünler bakımından da, onun bir parçası da doğaya hükmeden ruhlara takdim edilinceye kadar yenilemez. Britanya Kolombiyası’nın bazı kabileleri, bu şekilde yabani olarak yetişmiş taneler, kökler vb. den bir bölümünü ruhlara takdim etmeden evvel bunları ne toplamağa, ne de yemeğe cesaret edebilirler. (Hill-Tout, JAR, XII (1911) s. 132; James Teit, Thopson Indians of British Columbia, New-York, s. 5) (The Jesup North Pacific Expedition, Memoir American Museum of Naturel History, May, 1900)

Salomon Adalarında ilk yam’lar, öncelikle ataların ruhlarına takdim edilir. Takdimden önce hiç kimse bu mahsulatı toplayamaz ve yiyemez. (Woodford, A naturalist among the Headhunters being an account of three visits the Salomon Islands, Londra, 1891, s. 132)

Salomon Adalarının sahil toplulukları, fındık mahsulünün olgunlaştığı sırada Süreyya yıldızları görünürse, hem bir takdime ve hem de fındık mahsulünü devşirme sırasında kazalara mani olması için ilk mahsul ruhlara takdim olunur. Şayet fındıklar, Süreyya yıldızı görünmeden evvel olgunlaşmışsa, bu yıldızlar görünüp, semadaki yerlerine gelinceye kadar hiç kimse fındık mahsulünden yiyemez. (Brown, Melanesians and Polinesians, Londra, 1910, s. 210)

Afrika’daki A-Kamba’da, hizmetlerinden dolayı ruhlar yemeğe davet edilerek kendilerine teşekkür edilir. ve yeni mahsulü herkesin yiyebilmesi için müsaadeleri rica edilir. (Hobley, Ethnol. Of A-Kamba, mb, 1910, s. 85 f. ; Mockler-Ferryman, Up the Niger, Londra, 1892, s. 141)

Fiji’de ilk yam (yenilir bir kök) mahsulü, Nanga’ya takdim edilir. İlk mahsul takdim edilmeden hiç kimse bu gibi köklerden yiyemez. (Lorimer Fison, The Nanga, or sacred one Enclosure of Wainimala, Fiji, JAY, XIV, s. 27)

Tanna’da ilk mahsulat, ölmüş atalarının ruhuna takdim edilerek toplumun müşfik olması rica edilir. (Turner, Nineteen years in Polinesia, Londra, s. 88; Mariner, Tonga Island, Londra, II, s. 196)

Assam’ın Kochları ilk mahsulatı atalarına takdim ederler. (E. T. Dalton, Descriptive Ethnology of Bengal Descriptive Ethnology of Bengal, Kalküta, 1906, s. 91)

Mealezya’nın Reef adalarında yeni mahsul, bütün yiyecek şeylere hükümran olan ruhlara teşekkür edilerek yenir. (O’Farell, Journal of Anthropological Institute, XXXIV, s. 230)

Buru ve Celebes adalarında, pirinç hasadının nihayetinde, hazırlanması için topluluğun her üyesinin bir parça yeni pirinç getirmeye mecbur bulunduğu bir yemeği yemek için toplanırlar. Bu yemeğe “pirincin canını yemek” diye ad vermişlerdir. Ruhlara da bir miktar pirinç takdim olunur. (G. J. Frazer, The Golden Bough, Pt. V. Cilt II, s. 54)

Borneo’nun Kayanslarında da, pirincin ruhuna itikat edilir. Papazların birkaç pirinç tanesi yemelerinin ardından ziyafet başlar. (Nieuwen Huis, In Central Borneo, Leyden, 1900, I, s. 156)

Japonya’nın Aynularında, darıların(mısırların) erkek ve dişisi olduğuna inanılır. Hepsine birden “İlahi Koca ve Hububat Karı” adı verilir. Önce mısırın kutsiyetine ibadet edildikten sonra, önce ihtiyarlar yeni mahsülden bir miktar yerler. Bundan sonra da halk yer. (J. Batchelor, The Ainu and the Folk-Lore, Londra, 1901, s. 204, 206)

Natal ve Zululand’ın Kaffreslarında, yeni ürünü kıral bizzat herkesin ağzına koyar. Bu ayinden evvel yeni mahsulden bir şey yiyen idam edilir. (Grout, Zululand, s. 161)

Güney Afrika’da Bantuların diğer bir kabilesi olan Matabele’de yeni mahsulü evvela hükümdar yer. Bu münasebetle birçok öküz kurban edilir. Bu merasimin dördüncü günü halk hekimi (şaman, büyücü) yeni mahsulü herkese dağıtır. Bundan evvel yeni mahsulden yemeye cesaret edenler idam edilirler. (Decle, Three years in South Africa, Londra, 1898, s. 157)

Nijer’de Onitshalarda şaman, yeni Yam mahsulünden bir parçayı birisinin ağzına koyar. Bundan sonra, bu mahsulün gerisini yemeye müsaade olunduğu için teşekkür ederek yerler. (Cowther and Tylor, Gospel on the Banks of the Niger, Londra, s. 287)

Bagandalarda fasulye olgunlaştığı zaman, bir ailede anne ilk pişirdiği fasulyeleri büyük oğluna yedirir. Bunu ihmal ettiği takdirde Tanrıların hiddetini çekerek hastalanacağına inanılır. Ancak bundan sonra herkes fasulya yiyebilir. (Roscoe, Baganda, London, s. 428)

Amerika’nın birçok yerli kabilesinde yeni mahsul, merasimle ve öncesinde de oruç tutulduktan sonra, yahut mukayyi bir bulamaç içildikten sonra yenir. (Mas Caulay’s, “Seminole Indians of Florida”, Fifth Annual Report of the Bureau of Ethnology, II, s. 522, f. ; Speck, Ethnology of Yuchi Indians, Philadelphia, 1809, s. 86)

Natechezlerde (Misssissipi), evvelce hiç ekilmemiş bir yere bazı özel kurallarla ekilen buğday tohumlarından yeni buğday mahsulü ‘buğday ziyafeti’ denilen büyük bir ziyafet merasimiyle yenir. Bu ziyafetten bir kaç gün evvel “Büyük Güneş” yani topluluğun büyük reisi ziyafet gününü tayin eder. Yeni ateş yakılır. Buğday piştikten sonra da yenmesi için Büyük Güneş emir verir. (Bull. Wadhington, s. 113)

Bu tür adetlerin Avrupa köylülerindeki kalıntıları da hala müşahade edilmektedir: Örneğin Litvanya’da, yeni patates yahut yeni buğdaydan yapılmış ekmek yeneceği zaman sofrada bulunanlar birbirlerinin saçlarını çekerler. (8)

Oesel Adasındaki Estonyalıların birçoğu, buğday ruhunu tehlikesiz bir hale getirmek için, demir bir kap içindeki ekmekten bir parça yiyinceye kadar yeni buğdayla pişirilmiş bir yemek yemezler. (Ruhlara karşı koymak için demir kullanılmasına dair. J. G. Frazer, Taboo and the Perils of the soul, s. 232 )

İskoçya’da (Sutherlandshire), yeni patateslerin saklanmak üzere gömülmesi sırasında, “patateslerdeki ruhların gücenip, patatesleri çürütmemeleri için” (9) bütün aile bunlardan biraz tadar. (Folk-Lore Journal, VIII, 1889, s. 50)

Yorkshire’ın bir kısmında, yeni buğdayı papazın kesmesi hala âdettir. (Folk-Lore Journal, VIII, 1889, s. 50)Bu âdeti Frazer’e bildirmiş olan Rev. J. J. C. Yarborough, papazın kestiği bu buğdayla “huzur ekmeği (=eucharist) yapıldığını zannetmektedir.

Volga nehrinin sol sahilinde yerleşik Çeremişlerde, yeni buğdaydan pişmiş ilk ekmek yenileceği vakit, köylüler aralarındaki en yaşlı sahsın evinde toplanırlar. Evin doğu tarafındaki kapısı açık bırakılır. Herkes yüzünü bu tarafa çevirerek dua eder. Sihirbaz yahut papaz herkese bir bardak bira verir, bunu herkes içer. Bir somun ekmekten birer parça keserek herkese dağıtır. Orada hazır bulunanlar yerler. Nihayet gençler büyüklere ziyarete gidip önlerinde yere eğilerek: “Allah’ın bize gelecek senelerde de buğday vermesi ve sizin yaşamanızı Tanrıdan niyaz ederiz” derler. Diğer bir bilgiye göre ise, her Çeremiş ev sahibi, bu münasebetle, yıkandıktan sonra çörek ve içki ile her nevi buğdayı karıştırarak güneşe tutar ve iyi şeyler ihsan ettiği için Tanrılara teşekkür eder. (Frazer, The Golden Bough, Spirits of the corn and of the wild, Pt. Cilt II, s. 51-52)

Doğu Afrika Britanya Nandilerinde aile kadınları bir sepet yeni buğday toplayıp tavanda kuruturlar. Tavanın çatlaklarından düşen buğdaylar ateşe dökülür. Buğdaylar patladığı takdirde, ölü ruhlarının takdimelerini kabul ettiği anlaşılır. Ateşe dökülen bu buğdaylardan birkaç gün sonra bir nevi tatlı çorba yapılıp akşam yemeğinde yenir. Duvarlara ve dam üstüne sürülür. Merasimde hazır bulunanlar bunları ağızlarına koyarak doğu yönüne doğru tükürürler. (10)Aile reisi ise bir miktar elinde buğday tutarak sıhhat ve kuvvet, süt vb. için dua eder. (A. C. Hollis, Nandi, Oksford, 1909, s. 46)

Batı Afrika Eweslerinde yeni Yam mamullerinin yenmesi, senenin en büyük ziyafetidir. Yeni mahsul evvela Agbasia’ya takdim edildikten sonra yemekte yenir. (Spieth, The Ewe Stämme, s. 304)

Aşağı Kongo kabilelerinde mısır, fasulye benzeri ürünlerin ilk mahsulünün bir kısmını doğan güneşe atarlar. Diğer kısmını ise “İlelebet bunu yiyeceğiz” diyerek yerler. (Weeks, Fl. XX, 1909, 311)

Musquakie yerlileri ‘Yeşil Buğday Dansı’nda bereketin çoğalması için Manitou’ya buğday yakma takdimesinde bulunurlar. Bu takdimede bulunduktan sonra buğday pişirilerek ziyafet yapılır. (Owen, Folk-Lore of Musquakie Indians, Londra, 1902, s. 52)

Halk, ilk mahsul yemeden evvel oruç tutar. (Ramseyer ve Kühne, Four years in Ashantee, Londra, s. 147)

Kuzey Amerika Creekslerinde önce oruç tutulduktan yahut mükayi ilaçlar içildikten sonra yapılan büyük ilk mahsulat ziyafeti, özel olarak hazırlanmış yemekle, ilk mahsulat kurbanını beraber yemekten ibarettir. (James Adair, History of the Amer. Indians, Londra, s. 69; F. G. Speck, Ethnology of the Yuchi Indians, Philadelphia, 1909)

Yeni Kaledonya’da mevsimin ilk mahsulünün yenmesi, resmi bir merasimdir. Özel kaplar içinde pişirilen bu mahsul, reis yahut yaşlı şahıs her yıl iyi mahsul olsun diye dua ettikten sonra yenir. (Glaumont, “La culture de l’igname et du Taro en Nouvelle-Calédonie”, l’Antropologie, VIII, 1897, s. 43)

Nilgri Hills’in (Madras) Badagasları, ilk demette bulunan buğdaylarla ekmek-çörek yapıp bunu ilk kurban, turfanda olarak takdim ederler. Bu çöreği aile yer. (Harkness, Discription of a singular Aboriginal race inhabiting the summit of Nelgerry Hills, Londra, s. 56)

İlk mahsulatı bazen yalnız hükümdar veya reis yiyebilir. Doğu ve batı Afrika kabilelerinde böyledir. (A. B. Ellis, Tshi-Speaking peoples of the Gold Coast, Londra, s. 229)

Halk, ilk mahsulden tatmadan evvel, Bantu reisi merasimle ilk mahsulü yer. (Werner, British Central Africa, Londra, 1906, s. 147 f. )

Burma’da pangati meyvalarından birazı hükümdara takdim edilir. Bu mahsulü hükümdardan önce hiç kimse yiyemez. (Bastian, Die Völker des östlischen Asien, Leipzig, II, s. 105)

Samoa Adalarında ilk mahsulat reise takdim edilir. Aksi takdirde felaket gelir. (Turner, Nineteen years in Polynesia, s. 327)

Madagaskar’da , Betsileo’da topluluktan toparlanan ilk mahsulat, hükümdarın gelirinin bir kısmını oluşturur. (11) (Frazer, The Golden Bough, Spirits of the corn and of the wild, Pt. V, Cilt II, 116)

13.04.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo. com


NOTLAR...

(1) Dinlerin ve eski töre uygulamalarının kökenlerini açıklamak için, ’büyük ölçüde kurguya dayanmak zorunda’ olduğumuzu düşünen AnaBritannica şöyle demektedir:

“Kurban ayinleri pek çok değişik bi­çim ve amaç taşımasına karşın

hepsinin temel anlamı kutsal güçle zorunlu ve etkili bir ilişki kurmak, insanın

ve dünyasının kutsal düzendeki yerini pekiştirmektir.

İnsanın kutsal gerçekliğe ilişkin deneyimi­nin bir görünümü olarak kurbanın dinsel bilinçte derin kökleri vardır. Bu nedenle kurban geleneğinin olası kökenleriyle ilgili her önerme, dinin kökenleriyle ilgili öner­meler gibi büyük ölçüde kurguya dayanmak zorundadır. Özellikle E. B. Taylor, W. Ro­bertson Smith ve J. G. Frazer'ın bu konuda­ki araştırmaları kurban geleneğinin anlaşıl­masına büyük katkılarda bulunmuş, ama doyurucu sonuç vermemiştir. ”(AnaBritannica, Türkçe 1989 baskısı, C. 14, S. 72)

2) Makaledeki bilgilere göre, “Dinler Tarihi Müderris Muavini” olan bay Hilmi Ömer’in “Sami dinlerde kurbanın mahiyyet ve faaliyeti” başlıklı makalesi, İlahiyat Fakültesi Mecmuası’nın 8. sayısında yayınlanmıştır; hangi yılda yayınlandığını bilmiyorum. Bu makalenin yayınladığımız bölümlerinin yeni Türkçeye çevrimini, büyük bir titizlikle, Aydın Arıcıoğlu yapmıştır. Makalenin tamamı için bkz. www. alewiten. com

(3) Bir davranışın 3, 7 veya 9 kez tekrarlanması, o birey veya ailenin, aidleri olduğu toplum birimin ittifak kurduğu topluluk sayısıyla ilgilidir. Burada, bir söz veya davranışın belli sayıda tekrarı, bu söz veya davranışı gösteren birey veya topluluğun, tüm ötekiler adında da hareket ederek, eski gerçek uygulamaları sembolik olarak yerine getirme isteğini yansıtır.

(4) Sunu ve kurban ile gece veya gündüz vakti arasında da bir ilişki bulunmaktadır. Burada ayrıca ‘yıkanma’ ile yıkanılan suyun soğuk-sıcak ayrımı dikkat çekmektedir.

(5) Pirincin mezbahaneye konması bilgisi, eğer doğru ise, burada çok eski bir uygulama örneği ile karşı karşıyayız demektir. Eski toplumda yiyeceklerin bir çeşit, cinsiyete sahip olarak değerlendirildiği örnekleri görmüştük. Bu inancın gerisinde, yiyecek paylaşımını sağlayan iki toplum birimin düzenlenişi bulunur. Örneğin ikili bir ittifak yapısı içinde bulunan bir toplum birimi , karşı tarafın kadınları ile evlilik hakkına sahip ise ve kayın toplum birimi onların nohut ve bakla ihtiyacını karşılıyorsa, nohut ve bakla, buradaki toplum birimine daima dişiliği anımsatır ve bu yiyeceklerle ilgili aktarım veya törelerinde, nohut ve bakla daima dişisel bir simge de taşır.

Eski toplumda ürünler, cinsiyet taşımanın da ötesinde, tıpkı hayvan kurbanında olduğu gibi, insanla özdeşleşirler; böylece, eğer örneğimiz doğru ise, pirincin, bir kurban hayvan veya kurban insan gibi değerlendirilerek mezbahaneye konulması anlaşılır. Burada Bitki-insan geçişmesini izleriz. Bu Japonların ‘erkek-kadın mısır’ ilişkisinde de görülüyor. Bu yaklaşım biçimi ile, kök ecdat anlatımlarının neden hayvan-bitki motifleri ile içiçe geçmiş olduğu konusu da berraklaşır.

(6) Bay Dhorme daha Sümerler döneminde tapınaklarda özel olarak birbirinden ayrı iki sunu masası bulunduğunu açıklıyor: Birisi kurban ve içecekler için, öteki de ‘çiçekler için’(pour les fleurs). (Les Religions de Babylonie et d’Assyrie. P. 222)

Modern toplumlarda karşılıklı sunulan ‘bir demet çiçek’ göreneğinin gerisinde ‘bir tahıl demeti’ bulunduğundan kuşku duymak için fazla neden yok. Bay Dhorme’un tanrılara sunu masasındaki ‘çiçekleri’ büyük olasılıkla turfanda ürünü ifade eden tahıl veya hurma demetleriydi. Çünkü yanyana duran üç tahıl demetinin eski tabletlerde tanrılara ‘kurban’ ve ‘sunu’yu ifade etmek için kullanıldığını biliyoruz. Turfanda ürünü temsil eden bir deste başak sunusu Eski Ahit’de de devam ettiğine göre, bir deste çiçek sunumunun gerisinde, eski toplumun ilk ürün geleneği bulunmaktadır.

(7) Fıransızca da hububat’ın céréale; içecek sunumunun da libation olarak ifadesi bu eski kutsal varlıklarla ilgili olmalıdır.

(8) Bay Hilmi Ömer, ’Bu âdetin manası meçhul olmakla beraber, bir zamanlar Litvanyalıların resmi kurbanlarında buna uygun bir merasim yaptıkları muhakkaktır’ diyor. Bay Ömer burada , bir ’adetin manasını’ başka bir adete bağlayarak açıklamaya çalışmış. Bu bir açıklama tarzı değildir.

Bu noktada şimdilik söylenebilecek olan şey, eski toplum kült örneklerinde sembolik savaş ve kavga araç ve görüntülerinin hayli önemli bir yer tuttuğu ve Litvanya geleneğinin belki bununla bağlantılı olabileceğidir.

(9) Burada sunu veya kurbanın, topluluklarca ifade edilen ‘gerekçesi’ her seferinde değişmektedir . Her topluluk, davranışını akla uygun bir gerekçe ile sunmaktadır: Örneğin ilk ürün sunusunun gerekçesi bir yerde ‘fındık mahsulünü devşirme sırasında kazalara mani olunsun’ diye; bir başka yerde mahsul haşerelerden korunsun diye veya patatesler çürümesin diye vb. gerekçelendirilmektedir. Bu bakımdan, ifade edilen gerekçeler, bütün bir uygulama toplamı ile karşılaştırmalı tarzda ele alınarak değerlendirilmelidir.

(10) Yenilenlerin kusulması, galiba kusma uygulaması kalıntısı olan nedensiz tükürme alışkanlığı ve tuh’lama, yerli topluluklarda diş(leri) kırma geleneği (veya daha sonra, kırma yerine geçmek üzere dişe altın kaplama yapılması), kadın boynunu uzatan(ve boğazını daraltan) halkalar takılması vb. eski toplumun yiyecek paylaşımı konusuyla da ilgili olduğunu sandığım bazı uygulamalarıdır.

(11) Tapınak veya ruhani yönetimin maddi bakımdan zenginleşmesi süreci, toplum birimlerin eski yükümlülüklerinin sembolik karşılıklarının, ürün ve giderek para olarak, onlarda toparlanmasına da bağlı olarak gelişmiştir.