22.11.2006

Sümer kültürünün değeri...


Tarihsel Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında kalan ve Greklerin bu nedenle Mezopotamya ismini verdikleri topraklar üzerinde, 5000 yıl önce çağın en gelişkin kültür temsilcisi olarak Sümerler yaşıyordu. Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi'nden yağmalanan bütün değerler böyle bir uygarlıktan kalan emanetin parçalarıdır...

Pennsylvania Üniversitesi'nden Doktor J.P.Peters ve ekibi, ABD adına 1889 yılında - bu emanetlerin bir kısmının daha ortaya çıkarılması için-- Nippur'da kazı çalışmaları başlatmışlardı. Aynı topraklara ABD, 20 Mart 2003'de, bu kez askeri işgalci olarak geldi ve Sümer uygarlığının gerçek boyutları ve değerini öğrenmek için asırlardır yürütülen çaba ürünlerinin vahşice yağmalanmasına yol açtı.

Avrupa ve ABD bilim dünyasının da Sümer emanetine çok boyutlu yöneltilmiş bu saldırıyı lanetleyeceğine; Bağdat'taki yağma saldırısını, Irak'ta işlenen diğer insanlık suçları kapsamında değerlendireceğine inanıyoruz.

Bununla birlikte 'Sümer emanetleri', yağmalanan müzeye sığamayacak ve yağmacıların yok edemeyeceği kadar büyüktür; çünkü bugünkü uygarlık çizgisi doğrudan doğruya Sümer kültürel sürecinin de devamından başka bir şey değildir.

 ''Tarih Sümerle Başlar" türünden kitaplarda "Sümer İlkleri"ni sıralayan ve bu arada onlara bir 'balık akvaryumu' bile yaptıran ABD'li S.Noah Kramer veya dünyanın bütün kültürel gelişmesinin kaynağını bu topraklarda aramaya eğilimli Sümerologlar bazen aşırıya kaçmışlardır ama eski Sümer topluluğunun bulunduğu seviye, özellikle zamanın diğer kültürleriyle karşılaştırıldığında gerçekten göz kamaştırıcıdır.

Denilebilir ki eski Yunan toplulukları ve Mısır üzerinden ulaşmış olsa bile, günümüzün Batı kültürünün her alanında, değişik düzeylerde, Sümer katkısını buluruz. Yunan baş tanrısı Zeus'un adı da Sümer kaynaklıdır ve Sümer kültür zemini, katkılarını ispatlayabilecek çok sayıda kanıta sahiptir.

Sümerler, 21 yüzyıl insanına kültürel gelişmelerinin her aşamasını, kazıt bilim bulguları yardımıyla ele geçen arkeolojik bulgular ve ondan daha önemlisi, kendilerinin yazdıkları kil ve taş tabletler aracılığıyla izleyebilme olanağı sunmaktadır. Bu yönüyle, insan toplumu tarihini incelemek isteyenlere kapılarını sonuna kadar açmış, tek değilse bile, en önemli uygarlığı temsil ediyor Sümer uygarlığı...
Eski Mısır ve piramitlerinin 'giz'lerini dile dolamış bazı Avrupalı yazarların safsata yazılarından birisine bile kendisini konu ettirmemiş olması,
 Sümer topluluğunun denetlenebilir ve yazılı belgelere dayanan bu üstün yanından kaynaklanır.

Avrupalı bilim adamlarının, Sümerlere ve onların yazılarına ilişkin yanlış yorum ve hatalı değerlendirme yönelimleri ne kadar büyük olursa olsun, bugün Sümerler üzerine ne biliyorsak -- Türk Sümerologlarının da ciddi katkıları olmakla birlikte-- bunu daha çok onların çalışma sonuçlarına borçluyuz. Eğer Avrupalı uzmanlarımızın özellikle 1850' lerden bu yana, on yıllarla ölçülen bireysel ve ortaklaşa çalışmaları olmasaydı, insan tarihinin en önemli sayfalarından birisinin açılması ve okunması herhalde gecikmiş olacaktı.

Sümerlerde henüz yorumlanamayan veya yanlış yorumlanan hala pek çok yan bulunuyorsa, bu durumun sorumlusu Sümerler değildir. Sümerlerin maddi yaşam biçimleri kadar düşünsel gelişmeleri de tümüyle doğal bir çizgi üzerinde yürür. 5000 yıl önceki eski insana ve onun toplumsal yapılanmasına nasıl yaklaşılması gerekiyorsa öyle yaklaşıldığında şimdi «giz» olarak tanıtılan bütün olgular, kendiliğinden, anlaşılabilir toplumsal kurum ve ilişki biçimleri halini almaya başlar.

Sümerleri doğal insan mantığının taşıyıcıları ve tarihi de toplum birimler arası ilişkilerin belirgin yasalarınca oluşan süreçler toplamı olarak ele alırsak, Sümer tarihi, yaşanarak yazılmış dünyanın en büyük ilk toplumsal ansiklopedisi değerindedir.

Günümüzün üç büyük dininin, Eski Ahit'çilik, Hristiyanlık ve İslam’ın -- belli ölçülerde lamacı Budizmin -- ruhani kaynaklarının Sümerlerden devralınmış mirasa dayanıyor olması, yalnızca bu nokta bile, Sümer kültür emanetinin kapsamlı boyutunu hissetmeye yeter.

Çünkü din olarak karşımıza çıkan toplumsal olgu, başlangıçtaki yapısıyla, toplum birim ile birey ve karşıtları arasındaki hak ve yükümlülük tanımlarını ifade eden paylaşım kuralları şeklinde ortaya çıkar; dolayısıyla topluluğun bütün yaşam örgütlenmesine yayılmış ilişkilerin en gerçekçi ilk hallerinin saptanmış yasaları olarak insan yaşamına girer. Şimdiki modern hukukun eski temelleri olarak Urukagina, Lipit İştar veya onların daha gelişmiş hali olan sonraki Hammurabi Yasaları, din ve hukukun birliktelikten ayrışmaya uzanan sürecini yansıtan örnekler olarak Sümer uygarlık düzeyini göstermektedir.

Eski toplumun ilişkilerinin sözlü, ilahisel anlatım geleneğinden anımsananlar Sümerler tarafından 5300 yıl kadar önce -- yazının kullanılabilir düzeye ulaştırılmasıyla -- taş kaidelere ve kil tabletlere kaydedilmeye başlanmıştı. Değişik asırlara ait yazıtlar, kimi söz ve anlatımların zaman içinde farklılaşmış olduğuna kuşku bırakmıyor.

Eski Ahit'te 'yerin ve göğün yaratılışı', 'insanın çamurdan var edilişi', 'Nuh Tufanı' olarak yer alan anlatımların doğrudan kaynağı Sümer uygarlığıdır. Kutsal kitabın bu konudaki anlatımları, Sümer toprağını 'dünya'; sadece kendi topluluğunu 'insan' kabul eden, 40 veya 60 kişilik erkek içeren toplum birimlerin aralarında ittifak düzeni kurma tarihçelerinin zaman içinde bozulmuş biçimlerini yansıtmaktadır... Sümer topluluğunun ilk oluşum dönemleri, en eski Yaratılış ilahilerinden birinde şöyle anlatılmaktaydı:

''Adı yokken göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları okyanustan
Anaları Tiamat kargaşasına
Sular akıp bir oluyordu.
Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar
Görülmemişti öbek öbek kamışlar
Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha
Ad konmamıştı hiçbir şeye
Alına kader damgası vurulmamıştı daha''

Burada Sümerler, Tanrılara yaratma görevi değil, düzenleme görevi vermişlerdir; hatta Sümerler henüz tanrılarını bile belirlemiş değillerdi. Yer ve göğün yaratılışından önce 'hiç'lik olduğu ve 'hiçbir şey' bulunmadığı biçimindeki kutsal kitap yorumları, 'hiç bir şeye ad konmamıştı' biçimindeki Sümer sözlerinin bozulmuş anlamına dayanıyor.

Yukarıdaki eski ilahinin tercümesini doğru bir şekilde yapan Bay P.Dhorme bile yayınladığı çalışmanın dip notunda (Choix de textes religieux Assyro-Babyloniens) bu ifadelerin, başlangıçta 'hiçbir şey yoktu' anlamında yorumlanması gerektiğini yinelemektedir.

Oysa Sümerler, tarihsel ilahilerinde, 'yoktu' sözü yerine 'ad verilmemişti', 'sınıflandırılmamıştı', 'ayrıştırılmamıştı' anlamını - başka tabletlerde de bu konu benzer sözlerle yinelenir - kullanmaya devam ederler. Aslına bakılırsa, 6000 yıl önceki Sümerlerin, bizim şimdi anladığımız anlamda, gök ve dünya ile; 'insanın nasıl yaratıldığı' ile fazla bir ilgileri olamazdı; bütün eski insan toplulukları gibi, onlar, kendi gerçek yaşamsal sorunlarına çözüm arıyor ve oluşturuyorlardı.

Uygarlık yoluna girebilmek için, barbarlığın hiç olmazsa bazı biçimlerini yasaklamalı; barışçıl ittifak kurmaya çalışmalıydılar ve bu amaçla da toplum birimler kendilerini ayrıştırmalı; farklılıklarını belirlemeliydi: Böylece kara, mavi, kırmızı, beyaz ve yeşil renklere ayrıştırılmış toplum birimler arasında karşılıklı hak ve yükümlülük ilişkileri daha kolaylıkla düzenlenmiş olmalıdır.

Sümerlerin kendi gerçek tarihlerinde anlattıkları bu olgular, daha sonraları torunlar tarafından dünya, sema, güneş, orman vb. olarak soyutlanmış anlamlara dönüştürülmüş olsa bile, sözünü ettiğimiz bu renkler bütün Mezopotamya ve ora kaynaklı kültürlerin baş tacı, başörtüsü ve bayrakları olarak 6000 yıldır yaşamaya devam etmektedir.

 Bilim adamlarımız, Orta Doğu'da toplulukları birbirinden ayıran renklere, diyelim ki Irak bayrağına bakabilselerdi, belki de 'kara' yerine 'dünya'yı; mavi yerine 'sema'yı; yeşil yerine ağaç ve ormanı 'yaratan' Sümerleri daha kolay ve doğru olarak anlayabileceklerdi. Sümer mirası, ortaya çıktığı şartlara bağlı kalarak kavranabilir.

10 ve 60'lık matematik değerlerini bize emanet edenler de Sümerlerdir. Bu miras zemini şimdi de bütün matematik ve zaman değerlerin temeli olmaya devam ediyor. Daha eski kayıtları, 4000 yıl kadar önce yeniden kopyalayan ve bize Sümer Kraliyet listeleri ve süreleri hazırlayan Sümer torunları ve bu tabletleri çözümleyen uzmanların eski zaman değerlerini yanlış okumaları genel olarak Sümer atalarına mal edilemez. Sümer tabletlerini çözümleyen uzmanlarımız, rakamların geçtiği yerlerde, genel olarak 60'ın katlarıyla ifade edilen değerlerle karşılaşırlar: Enlil, Urnammu'yu ''36.000 kişi arasından çekip krallığa'' oturtmuştur!

Umma'lılar Larsa'nın ''3600 Gur arpasını çalmışlardır''! Eski tabletler Sümer Nuh'u Siuzudra'nın yönetim süresini "36.000 sene"; Kutsal Eski Ahit ise 600 sene diye aktarır. Tufan Öncesi (Lam abubi) Kraliyetler listesinde de hükümranlık süreleri, 8 Sar=28.800 yıl ,10 Sar=36.000yıl, 12 Sar=43.200 yıl gibi 60 ve katları temelinde hesaplanmış bilgilerle karşılaşırız.

Sümerler, oluşmakta olan bütün kültürlerde görüleceği gibi, zaman içinde hem yazım biçimlerini ve hem de rakamsal değerleri dönüştürmüşlerdir. Üstelik 60'lık değer ölçüsünü (bu da tamamen toplum birimlerdeki erkek savaşçı sayısına göre son derece gerçek bir paylaşım öğesidir; Kral Priamos'un 50 oğulu olması; Rus veya Roma Senatosu'nda 100'ler meclisi bulunması gibi..) temel aldıkları için 1 ve 60 rakamlarını aynı işaretle gösteriyorlardı. Binlerce yıl içinde rakam ifade şekillerinin de farklı değerler kazanmış olması kadar doğal bir şey yoktur.

Sümer emanetinin değeri sanıldığından daha kapsamlıdır ve henüz bütün yönleriyle değerlendirilmiş olmaktan uzaktır. ABD Başkanı G.W.Bush'un, kutsal kitapların ilk yaratıcılarının Sümerler olduğunu bildiği çok şüphelidir; bu konudaki Sümer mirasının anlamı, Hristiyan ve İslam dünyasının tamamına henüz aktarılabilmiş değildir. Matematikte, astronomide, tarihte, ilişki aracı olarak yazının kullanılmaya başlanması ve onun edebiyata doğru evrimleşmesinde, tarım ve mimari teknikte Sümerlerin insanlığa kazandırmış olduklarının büyüklüğünün anlaşılması için ciddi bir öğrenim çabası gerekiyor.

Sümer toprağındaki kazıt çalışmaları sırasında ele geçen bulguların önemli bir kısmı -- şu ya da bu yolla -- Londra, Paris, New York ve Berlin'e aktarılmış olsa da Türkiye müze depolarına da kazılarda bulunan binlerce kil tablet yığılmıştır. Ne yazık ki yüzyıla yakın zamandır, Avrupalı ve ABD'li uzmanlarla karşılaştırıldığında yöresel dil, kültür ve coğrafyayı çok daha yakından tanımak üstünlüğüne sahip aydınlarımız tarafından bu alandaki çalışmalarda ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir.

Üstelik genel olarak Sümerologlar,Sümer dili ile Türkçe arasında, yapısallık veya dil-kökeni bakımından benzerlik saptamışlardır; bu benzerlik ilişkisinin denetlenmesi, bir çok halde Sümer tabletlerinde son derece yanlış okunan ve dolayısıyla sağlıklı değerlendirmelerin önünü tıkayan noktaları aşmak bakımından yardımcı olabilseydi, yalnızca bu bile insan tarihinin aydınlatılması bakımından önemli bir gelişme olacaktı.

Bugün değişik müze depolarında henüz okunmamış yüz binlerce kil tablet bulunuyor ve dikkatle yürütülmesi gereken kazıt çalışmaları da henüz son bulmamıştır. Elde bulunan kil tablet çözümlemeleri üzerindeki çalışmalar ise yeni nesillerce sürdürülmeyi bekliyor.

Sümer emaneti, fiziki kalıtlarıyla ve hem de günümüzdeki bilim ve töre temelleri olarak insanlığın bilgi hazinesidir; hiçbir yağma saldırısı bu gerçeği değiştiremeyecektir.

Safa Kaçmaz - Moskova
21.04.2003