Tarihsel
Dicle ve Fırat nehirlerinin arasında kalan ve Greklerin bu nedenle Mezopotamya ismini
verdikleri topraklar üzerinde, 5000 yıl önce çağın en gelişkin kültür
temsilcisi olarak Sümerler yaşıyordu. Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi'nden
yağmalanan bütün değerler böyle bir uygarlıktan kalan emanetin parçalarıdır...
Pennsylvania
Üniversitesi'nden Doktor J.P.Peters ve ekibi, ABD adına 1889 yılında
- bu emanetlerin bir kısmının daha ortaya çıkarılması için-- Nippur'da kazı
çalışmaları başlatmışlardı. Aynı topraklara ABD, 20 Mart 2003'de, bu kez askeri
işgalci olarak geldi ve Sümer uygarlığının gerçek boyutları ve değerini
öğrenmek için asırlardır yürütülen çaba ürünlerinin vahşice yağmalanmasına yol
açtı.
Avrupa ve
ABD bilim dünyasının da Sümer emanetine çok boyutlu yöneltilmiş bu saldırıyı
lanetleyeceğine; Bağdat'taki yağma saldırısını, Irak'ta işlenen diğer insanlık
suçları kapsamında değerlendireceğine inanıyoruz.
Bununla
birlikte 'Sümer emanetleri', yağmalanan müzeye sığamayacak ve yağmacıların
yok edemeyeceği kadar büyüktür; çünkü bugünkü uygarlık çizgisi doğrudan doğruya
Sümer kültürel sürecinin de devamından başka bir şey değildir.
''Tarih
Sümerle Başlar" türünden kitaplarda "Sümer İlkleri"ni
sıralayan ve bu arada onlara bir 'balık akvaryumu' bile yaptıran
ABD'li S.Noah Kramer veya dünyanın bütün kültürel gelişmesinin
kaynağını bu topraklarda aramaya eğilimli Sümerologlar bazen aşırıya
kaçmışlardır ama eski Sümer topluluğunun bulunduğu seviye, özellikle zamanın
diğer kültürleriyle karşılaştırıldığında gerçekten göz kamaştırıcıdır.
Denilebilir
ki eski Yunan toplulukları ve Mısır üzerinden ulaşmış olsa bile, günümüzün Batı
kültürünün her alanında, değişik düzeylerde, Sümer katkısını buluruz. Yunan baş
tanrısı Zeus'un adı da Sümer kaynaklıdır ve Sümer kültür zemini,
katkılarını ispatlayabilecek çok sayıda kanıta sahiptir.
Sümerler,
21 yüzyıl insanına kültürel gelişmelerinin her aşamasını, kazıt bilim bulguları
yardımıyla ele geçen arkeolojik bulgular ve ondan daha önemlisi, kendilerinin
yazdıkları kil ve taş tabletler aracılığıyla izleyebilme olanağı sunmaktadır.
Bu yönüyle, insan toplumu tarihini incelemek isteyenlere kapılarını sonuna
kadar açmış, tek değilse bile, en önemli uygarlığı temsil ediyor Sümer
uygarlığı...
Eski Mısır
ve piramitlerinin 'giz'lerini dile dolamış bazı Avrupalı yazarların
safsata yazılarından birisine bile kendisini konu ettirmemiş olması,
Sümer topluluğunun denetlenebilir ve yazılı
belgelere dayanan bu üstün yanından kaynaklanır.
Avrupalı
bilim adamlarının, Sümerlere ve onların yazılarına ilişkin yanlış yorum ve
hatalı değerlendirme yönelimleri ne kadar büyük olursa olsun, bugün Sümerler
üzerine ne biliyorsak -- Türk Sümerologlarının da ciddi katkıları olmakla
birlikte-- bunu daha çok onların çalışma sonuçlarına borçluyuz. Eğer Avrupalı
uzmanlarımızın özellikle 1850' lerden bu yana, on yıllarla ölçülen bireysel ve
ortaklaşa çalışmaları olmasaydı, insan tarihinin en önemli sayfalarından
birisinin açılması ve okunması herhalde gecikmiş olacaktı.
Sümerlerde
henüz yorumlanamayan veya yanlış yorumlanan hala pek çok yan bulunuyorsa, bu
durumun sorumlusu Sümerler değildir. Sümerlerin maddi yaşam biçimleri kadar
düşünsel gelişmeleri de tümüyle doğal bir çizgi üzerinde yürür. 5000 yıl önceki
eski insana ve onun toplumsal yapılanmasına nasıl yaklaşılması gerekiyorsa öyle
yaklaşıldığında şimdi «giz» olarak tanıtılan bütün olgular, kendiliğinden,
anlaşılabilir toplumsal kurum ve ilişki biçimleri halini almaya başlar.
Sümerleri
doğal insan mantığının taşıyıcıları ve tarihi de toplum birimler arası
ilişkilerin belirgin yasalarınca oluşan süreçler toplamı olarak ele alırsak,
Sümer tarihi, yaşanarak yazılmış dünyanın en büyük ilk toplumsal ansiklopedisi
değerindedir.
Günümüzün
üç büyük dininin, Eski Ahit'çilik, Hristiyanlık ve İslam’ın -- belli ölçülerde
lamacı Budizmin -- ruhani kaynaklarının Sümerlerden devralınmış mirasa
dayanıyor olması, yalnızca bu nokta bile, Sümer kültür emanetinin kapsamlı
boyutunu hissetmeye yeter.
Çünkü din
olarak karşımıza çıkan toplumsal olgu, başlangıçtaki yapısıyla, toplum birim
ile birey ve karşıtları arasındaki hak ve yükümlülük tanımlarını ifade eden
paylaşım kuralları şeklinde ortaya çıkar; dolayısıyla topluluğun bütün yaşam
örgütlenmesine yayılmış ilişkilerin en gerçekçi ilk hallerinin saptanmış
yasaları olarak insan yaşamına girer. Şimdiki modern hukukun eski temelleri
olarak Urukagina, Lipit İştar veya onların daha gelişmiş hali olan sonraki
Hammurabi Yasaları, din ve hukukun birliktelikten ayrışmaya uzanan sürecini
yansıtan örnekler olarak Sümer uygarlık düzeyini göstermektedir.
Eski
toplumun ilişkilerinin sözlü, ilahisel anlatım geleneğinden anımsananlar Sümerler
tarafından 5300 yıl kadar önce -- yazının kullanılabilir düzeye
ulaştırılmasıyla -- taş kaidelere ve kil tabletlere kaydedilmeye başlanmıştı.
Değişik asırlara ait yazıtlar, kimi söz ve anlatımların zaman içinde
farklılaşmış olduğuna kuşku bırakmıyor.
Eski
Ahit'te 'yerin ve göğün yaratılışı', 'insanın çamurdan var edilişi',
'Nuh Tufanı' olarak yer alan anlatımların doğrudan kaynağı Sümer
uygarlığıdır. Kutsal kitabın bu konudaki anlatımları, Sümer toprağını 'dünya';
sadece kendi topluluğunu 'insan' kabul eden, 40 veya 60 kişilik erkek
içeren toplum birimlerin aralarında ittifak düzeni kurma tarihçelerinin zaman
içinde bozulmuş biçimlerini yansıtmaktadır... Sümer topluluğunun ilk oluşum
dönemleri, en eski Yaratılış ilahilerinden birinde şöyle anlatılmaktaydı:
''Adı
yokken göğ'ün daha
Yer'in daha adı yokken
Babaları okyanustan
Anaları Tiamat kargaşasına
Sular akıp bir oluyordu.
Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar
Görülmemişti öbek öbek kamışlar
Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha
Ad konmamıştı hiçbir şeye
Alına kader damgası vurulmamıştı daha''
Yer'in daha adı yokken
Babaları okyanustan
Anaları Tiamat kargaşasına
Sular akıp bir oluyordu.
Saptanmamıştı arpa buğday tahıllar
Görülmemişti öbek öbek kamışlar
Hiçbir Tanrı yaratılmamıştı henüz daha
Ad konmamıştı hiçbir şeye
Alına kader damgası vurulmamıştı daha''
Burada
Sümerler, Tanrılara yaratma görevi değil, düzenleme görevi vermişlerdir; hatta
Sümerler henüz tanrılarını bile belirlemiş değillerdi. Yer ve göğün
yaratılışından önce 'hiç'lik olduğu ve 'hiçbir şey' bulunmadığı biçimindeki
kutsal kitap yorumları, 'hiç bir şeye ad konmamıştı' biçimindeki Sümer
sözlerinin bozulmuş anlamına dayanıyor.
Yukarıdaki
eski ilahinin tercümesini doğru bir şekilde yapan Bay P.Dhorme bile
yayınladığı çalışmanın dip notunda (Choix de textes religieux
Assyro-Babyloniens) bu ifadelerin, başlangıçta 'hiçbir şey yoktu' anlamında
yorumlanması gerektiğini yinelemektedir.
Oysa Sümerler, tarihsel ilahilerinde, 'yoktu' sözü yerine 'ad verilmemişti', 'sınıflandırılmamıştı', 'ayrıştırılmamıştı' anlamını - başka tabletlerde de bu konu benzer sözlerle yinelenir - kullanmaya devam ederler. Aslına bakılırsa, 6000 yıl önceki Sümerlerin, bizim şimdi anladığımız anlamda, gök ve dünya ile; 'insanın nasıl yaratıldığı' ile fazla bir ilgileri olamazdı; bütün eski insan toplulukları gibi, onlar, kendi gerçek yaşamsal sorunlarına çözüm arıyor ve oluşturuyorlardı.
Oysa Sümerler, tarihsel ilahilerinde, 'yoktu' sözü yerine 'ad verilmemişti', 'sınıflandırılmamıştı', 'ayrıştırılmamıştı' anlamını - başka tabletlerde de bu konu benzer sözlerle yinelenir - kullanmaya devam ederler. Aslına bakılırsa, 6000 yıl önceki Sümerlerin, bizim şimdi anladığımız anlamda, gök ve dünya ile; 'insanın nasıl yaratıldığı' ile fazla bir ilgileri olamazdı; bütün eski insan toplulukları gibi, onlar, kendi gerçek yaşamsal sorunlarına çözüm arıyor ve oluşturuyorlardı.
Uygarlık
yoluna girebilmek için, barbarlığın hiç olmazsa bazı biçimlerini yasaklamalı;
barışçıl ittifak kurmaya çalışmalıydılar ve bu amaçla da toplum birimler
kendilerini ayrıştırmalı; farklılıklarını belirlemeliydi: Böylece kara, mavi,
kırmızı, beyaz ve yeşil renklere ayrıştırılmış toplum birimler arasında
karşılıklı hak ve yükümlülük ilişkileri daha kolaylıkla düzenlenmiş olmalıdır.
Sümerlerin
kendi gerçek tarihlerinde anlattıkları bu olgular, daha sonraları torunlar
tarafından dünya, sema, güneş, orman vb. olarak soyutlanmış anlamlara
dönüştürülmüş olsa bile, sözünü ettiğimiz bu renkler bütün Mezopotamya ve ora
kaynaklı kültürlerin baş tacı, başörtüsü ve bayrakları olarak 6000 yıldır
yaşamaya devam etmektedir.
Bilim adamlarımız, Orta Doğu'da toplulukları
birbirinden ayıran renklere, diyelim ki Irak bayrağına bakabilselerdi, belki de 'kara' yerine 'dünya'yı;
mavi yerine 'sema'yı; yeşil yerine ağaç ve ormanı 'yaratan' Sümerleri
daha kolay ve doğru olarak anlayabileceklerdi. Sümer mirası, ortaya çıktığı
şartlara bağlı kalarak kavranabilir.
10 ve
60'lık matematik değerlerini bize emanet edenler de Sümerlerdir. Bu miras
zemini şimdi de bütün matematik ve zaman değerlerin temeli olmaya devam ediyor.
Daha eski kayıtları, 4000 yıl kadar önce yeniden kopyalayan ve bize Sümer Kraliyet
listeleri ve süreleri hazırlayan Sümer torunları ve bu tabletleri çözümleyen
uzmanların eski zaman değerlerini yanlış okumaları genel olarak Sümer atalarına
mal edilemez. Sümer tabletlerini çözümleyen uzmanlarımız, rakamların geçtiği
yerlerde, genel olarak 60'ın katlarıyla ifade edilen değerlerle karşılaşırlar:
Enlil, Urnammu'yu ''36.000 kişi arasından çekip krallığa'' oturtmuştur!
Umma'lılar
Larsa'nın ''3600 Gur arpasını çalmışlardır''! Eski tabletler Sümer Nuh'u
Siuzudra'nın yönetim süresini "36.000 sene"; Kutsal Eski Ahit
ise 600 sene diye aktarır. Tufan Öncesi (Lam abubi) Kraliyetler listesinde de
hükümranlık süreleri, 8 Sar=28.800 yıl ,10 Sar=36.000yıl, 12 Sar=43.200 yıl
gibi 60 ve katları temelinde hesaplanmış bilgilerle karşılaşırız.
Sümerler,
oluşmakta olan bütün kültürlerde görüleceği gibi, zaman içinde hem yazım
biçimlerini ve hem de rakamsal değerleri dönüştürmüşlerdir. Üstelik 60'lık
değer ölçüsünü (bu da tamamen toplum birimlerdeki erkek savaşçı sayısına göre
son derece gerçek bir paylaşım öğesidir; Kral Priamos'un 50 oğulu olması; Rus
veya Roma Senatosu'nda 100'ler meclisi bulunması gibi..) temel aldıkları için 1
ve 60 rakamlarını aynı işaretle gösteriyorlardı. Binlerce yıl içinde rakam
ifade şekillerinin de farklı değerler kazanmış olması kadar doğal bir şey
yoktur.
Sümer
emanetinin değeri sanıldığından daha kapsamlıdır ve henüz bütün yönleriyle
değerlendirilmiş olmaktan uzaktır. ABD Başkanı G.W.Bush'un, kutsal
kitapların ilk yaratıcılarının Sümerler olduğunu bildiği çok şüphelidir; bu
konudaki Sümer mirasının anlamı, Hristiyan ve İslam dünyasının tamamına henüz
aktarılabilmiş değildir. Matematikte, astronomide, tarihte, ilişki aracı olarak
yazının kullanılmaya başlanması ve onun edebiyata doğru evrimleşmesinde, tarım
ve mimari teknikte Sümerlerin insanlığa kazandırmış olduklarının büyüklüğünün
anlaşılması için ciddi bir öğrenim çabası gerekiyor.
Sümer
toprağındaki kazıt çalışmaları sırasında ele geçen bulguların önemli bir kısmı
-- şu ya da bu yolla -- Londra, Paris, New York ve Berlin'e aktarılmış olsa da
Türkiye müze depolarına da kazılarda bulunan binlerce kil tablet yığılmıştır.
Ne yazık ki yüzyıla yakın zamandır, Avrupalı ve ABD'li uzmanlarla
karşılaştırıldığında yöresel dil, kültür ve coğrafyayı çok daha yakından
tanımak üstünlüğüne sahip aydınlarımız tarafından bu alandaki çalışmalarda
ciddi bir ilerleme kaydedilememiştir.
Üstelik
genel olarak Sümerologlar,Sümer dili ile Türkçe arasında, yapısallık veya
dil-kökeni bakımından benzerlik saptamışlardır; bu benzerlik ilişkisinin
denetlenmesi, bir çok halde Sümer tabletlerinde son derece yanlış okunan ve
dolayısıyla sağlıklı değerlendirmelerin önünü tıkayan noktaları aşmak
bakımından yardımcı olabilseydi, yalnızca bu bile insan tarihinin
aydınlatılması bakımından önemli bir gelişme olacaktı.
Bugün
değişik müze depolarında henüz okunmamış yüz binlerce kil tablet bulunuyor ve
dikkatle yürütülmesi gereken kazıt çalışmaları da henüz son bulmamıştır. Elde
bulunan kil tablet çözümlemeleri üzerindeki çalışmalar ise yeni nesillerce
sürdürülmeyi bekliyor.
Sümer
emaneti, fiziki kalıtlarıyla ve hem de günümüzdeki bilim ve töre temelleri
olarak insanlığın bilgi hazinesidir; hiçbir yağma saldırısı bu gerçeği
değiştiremeyecektir.
Safa Kaçmaz
- Moskova
21.04.2003
21.04.2003