22.11.2006

Eski Ahit'te "kısır"lık...

29.09.2004

Eski Ahit'te, Abraham'ın 'kız kardeşi' olan karısı Sara'nın 'kısır'lık motifi ile de karşılaşıyoruz. Kutsal Kitap'ta, Sara dönemi ile birlikte, 'kızkardeşim, karım' akrabalık terimine, 'kısır' olmak motifi de eklenmektedir. Kutsal Kitaba göre Sara, Sara'nın gelini Rebekka ve Rebekka'nın gelini Rasel, hep 'kısır'dı. Adem ve Nuh soyunu sürdüren peygamberler olan Abraham, onun oğlu İshak, İshak'ın oğlu Yakup, 'kısır' olan bu kadınlarla evlenmişlerdi. Sara, Rebekka ve Rasel'in 'kısır'lıkları kutsal kitapta üstelik özel bir vurgu konusudur.

Abraham, oğlu İsak ve torunu Yakup'un karılarının bu 'kısır, kızkardeş, eş' özelliklerinin birarada buluşması ve üç kuşak boyunca sürmesi olgusu, din bilginlerimizin ve toplumbilim uzmanlarımızın dikkatini yeterince çekmemıştır. Eski Ahit'in 'kısır, kızkardeş, eş' özellikli kadınlarının üç kuşak boyunca sistemli devamı, bir tesadüfe bağlanamaz. Kutsal Kitabın din adamları bu 'kısır' kadınların hepsi sonradan 'çocuk sahibi oldukları' için, konuyu tanrısal mucizeler kapsamında ele almış ve orada da durmuşlardı. (*1)

İnsan bilim bakımından 'kısır, kızkardeş, eş' motifinin temellerini ortaya koymak gerekiyor. Eski yazılı yasaların açıklayıcı hükümleri ile dini kurumlar içinde muhafaza edilmiş geleneğin günümüze taşıdığı, rahip ve rahibeler için genel olarak kullanılan 'erkek kardeş', 'kız kardeş' akrabalık terimleri, bu konuyu irdelerken bize önemli ip uçları vermekte, yol göstermektedir.

Tapınaklara adanmış ve ödevi yabancı toplum birim erkekleri ile yatmak olan kutsal fahişeler, süreç içinde hiyerarşik bir yapı kazanmış ve kendi içinde farklı özellik taşıyan kutsal kadın alt kategorileri oluşmuştu. Hammurabi yasalarında, Entüm, Sugitum, Naditum, Sal. Zikrum, Kadistum veya Kulmasitum olarak anılan 'Kutsal Fahişe'ler, gelisme içinde hıristiyan tapınak ve manastırlarında 'kız kardeş' rahibe olarak da karşımıza cıkacak olan kadınlardan başkası değildir.

Kutsal fahişelerin her alt kategorisinin tüm özelliklerini eski yazılı yasalardan tam olarak ortaya cıkarmak mumkun değilse de, yine de, özellikle Hammurabi Yasaları, bu noktada bilgi vericidir. Ornegin, eski yazılı yasalarda, sonradan 'kısırlık' olarak yorumlanacak olan, 'kocasına çocuk temin et(me)mek' biçimli ifade, Kutsal Fahişe'lerle ilgili hükümler içerisinde yer alıyordu.

Tapınak veya manastır kutsal fahişelerinin başlangıçta, özel evlilik haklarının bulunmadığı hemen hemen kesindir. Onlar, yabancı erkeklerle cinsel ilişki yükümlülüğünde olan ve bir tek erkeğe ait olamayacak olan 'genel kadın'lardı. Buna karşılık, Hammurabi Yasaları döneminde ise, öyle anlaşılıyor ki, Kutsal Fahişelerin en azından bir bölümü, tek bir bir erkekle evlenebilme hakkına kavusmus durumdadır. Bu yasalarda, kutsal fahişelerin Sugitum olan bölümu, doğurduğu çocuğu kocasına verebilmekte, 'kocasına çocuk doğurmak'taydı. Fakat, daha eski geleneklerin onlar uzerinde toparlanmıs gibi göründüğü Naditum olarak adlandırılan Kutsal Fahişeler, simdi artık evlenebiliyor olsalarda, ya onların çocuk yapma yenetekleri ortadan kaldırılmıstı, ya da, doğurduklari çocukları kocalarina değil, ait olduğu toplum birimine veya Tapınak veya manastırlara devretmek zorundaydılar. Eski toplumda, süreç icinde asil egilim halini alan , bir kadının, kocasına çocuk verme yükümlülüğü, Naditum olan kutsal fahişenin, bir cariye aracılığıyla, 'kocasına çocuk temin etmek' yükümlülüğü biçimiyle aşılmış gibidir. Bu bakımdan, Sümer-Babil toplumunda, 'çocuk doğurmak' ile 'çocuk temin etmek' birbirinin tersi, ziddi iki kavram olarak yasa diline girmisti. 'Çocuk doğurmak' ve 'çocuk temin etmek' kalipsal terimleri, bu yasa metinlerinde itina ile birbirinden ayrılmış ve farklı fiiller olarak kullanılmıştır. Hammurabi Yasaları, 'doğurmak' ve ' temin etmek' farklı fiillerini yanyana kullandığı bir hükümde şöyle demekteydi:

"§ 137 -Eğer bir adam, ona çocuk doğuran bir Sugitum'u veya ona çocuk temin eden bir Naditum 'u boşamaya karar verirse, ...."

Demek ki, Sugitum, kocasına 'çocuk doğuran', Naditum ise kocasına 'çocuk temin eden' kutsal kadın idi. Naditum olan kutsal fahişenin, 'doğurmak' değil, 'çocuk temin etmek' yükümlüsü olduğu, Hammurabi yasalarında yinelenmektedir:

"§ 145 -Eğer bir adam bir Naditum ile evlenirse ve (Naditum) ona çocuk temin etmezse...."


Kocasına çocuk temin etme yükümlülüğünü Naditum, parasını kendi ödeyerek sahip olduğu cariyenin, kocasından çocuk doğurmasını sağlayarak yerine getiriyordu. Hammurabi yasası, Naditum'un 'kocasına çocuk temin etme' yükümlülüğünü nasıl yerine getireceğini şöyle ortaya koymaktadır:

"§ 144 - Eğer bir adam bir Naditum ile evlenirse ve o Naditum kocasına bir kadın köle verirse ve o köle doğurursa..... "

Demek ki, bir Naditum'un cariyesinin doğurduğu çocuk, Naditum'un 'kocasına temin ettiği çocuk' olmaktadır. Cariyesinin Naditum'un kocasından doğurduğu çocuk, eski toplumun akrabalık kavramları uyarınca, bizzat Naditum'un da çocuğu idi. Hammurabi yasalarının bütün bu hükümleri, Eski Ahit'in kutsal anlatimi içinde bir bir doğrulanmaktadır (*2):

"Saray kısırdı, çocuğu olmuyordu. (Yaratılış-BÖLÜM 11)
Karısı Saray Avram'a çocuk verememişti.
Saray'ın Hacer adında Mısırlı bir cariyesi vardı.
Saray Avram'a, "RAB çocuk sahibi olmamı engelledi" dedi,
"Lütfen, cariyemle yat. Belki bu yoldan bir çocuk sahibi olabilirim. " Avram Saray'ın sözünü dinledi.
Saray Mısırlı cariyesi Hacer'i kocası Avram'a karı olarak verdi. Bu olay Avram Kenan'da on yıl yaşadıktan sonra oldu.
Avram Hacer'le yattı, Hacer hamile kaldı" (Yaratılış-BÖLÜM 16)

.....

İshak,... Rebeka'yla evlendiginde kırk yaşındaydı.
İshak karısı için RAB'be yakardı, çünkü karısı kısırdı" (Bölüm 25)
...

Yakup Rahel'le de yattı.... Oysa Rahel kısırdı...
Rahel,
- 'İşte cariyem Bilha, onunla yat, benim için
çocuk doğursun, ben de aile kurayım' dedi.

Yakup onunla yattı. Bilha hamile kalıp Yakup'a bir erkek çocuk doğurdu.
Rahel,
- 'Tanrı beni haklı çıkardı, yakarışımı duyup
bana bir oğul verdi' dedi. (Yaratılış-BÖLÜM 30)


.....

Kutsal Kitabın günümüzdeki biçiminde yer alan 'kısır'lık terimi, eski toplumda, sadece 'doğurmama'nın değil, Hammurabi hükümlerinde yer alan anlamıyla 'kocasına çocuk vermemek' deyiminin de karşılığı gibidir. Sümer-Babil toplumunda 'doğurma'nın karşıtı olarak kullanılan 'çocuk temin etmeyen', 'çocuk vermeyen' kavramları, zamanla 'kısır' kavramıyla özdeşleşmiş; Naditum kelimesi, 'kocasına çocuk doğurmayan', 'kocasına çocuk vermeyen' yani 'kısır' terimini anıştırır olmuş olmalıdır. Demek ki, Eski Ahit yazarları, dayandıkları eski kayıtlarda yer alan 'Naditum' tanımını ya da, 'kocasına çocuk vermeyen' şeklindeki nitelemeyi okuduklarında, buradan doğrudan doğruya 'kocasına çocuk doğurmayan' , 'kısır olan' kadın sonucuna varmış olmalılar. Böylece, hepsi de peygamber karısı ve Tapınağa adanmış Naditum olmuş olması gereken, Sara, Rebekka, Rahel, kelimenin günümüzdeki anlamı bakımından 'kısır' olarak yorumlanmış ve 'çocuk sahibi' oluşları ise, kolaylıkla Tanrısal mucizeler alanına kaydedilmiştir.

Eski Ahit yazarlarının, Naditum'lara kutsal fahişe dememek için 'kısır'lık motifine başvurmuş olabileceklerini düşünmek için elimizde veri bulunmuyor. Eski Ahit, yeri geldiğinde İsrail'in başına gecen bir fahişenin oğlu olan Yiftah'dan bahsetmekten çekinmemiştir. (Hakimler, Bölüm 11) O halde, buradaki konu daha çok Naditum'u 'kısır' ile anlamdaş kavramaktan kaynaklanan bir tutumdan kaynaklanmışa benzemektedir. Sümerlerin, değisik kutsal fahişe kategorilerine ait olarak geliştirdikleri atasözleri içinde kocaya çocuk doğuran kutsal fahişeleri olumlamaları, bazı kutsal fahişe alt türlerini olumsuzlamaları da bu konuyla ilgili olmalıdır.

Sara'nın, Rebekka veya Rasel'in 'kutsal fahişe', Naditum olmaları eski toplumun değer yargıları bakımından, onları küçültmek şurada kalsın, bir üstünlük belgisiydi de. (*3)

Kutsal fahişeliğin, manastır hücresi ile sokak arasında ayrışarak, rahibelik ve fahişelik (sokak kadınlığı) biçimini alması sürecinde, fahişelik kısmı gözden düşmüş olsa da, erken Uruk döneminde, Tanrıça İnanna, tartışmasız olarak Yüce, Kutsal Fahişe idi. Fahişelik kavramı, burada kutsiyetinin doruk noktasındaydı. İnanna'nın 'kutsal bakireliği' de, kutsal fahişelikle anlamdaştır. Eski toplum, kızlık zarı ile bakirelik arasındaki ilişkiyi henüz kurabilmiş değildi. Bakire İnanna, kutsal evlilik törenlerinin zifafa giren Ulu hatun'u, çiftçi veya çoban Dumuzi, Giszida, Enkidu, Gılgamış ile evlenmiş de olsa, bakire olma özelliğini hiç yitirmiyordu. Eski toplumda evlenme veya cinsel ilişki ile ortadan kalkmayan 'bakirelik' günümüzdeki anlama sahip değildi ve sadece 'çocuksuz' olmayı ifade ediyor olmalıydı. Bu 'çocuksuzluk' ise, çocuğu kocaya devretmemek anlamındaydı. Gerçekten de, Dumuzi ve İnanna'nın ortak 'çocukları'ndan haberdar değiliz. Bildiğim kadarıyla, eski tabletlerde, İnanna ile Dumuzi'nin ortak çocuklarından bahseden bir bölüm, bulunmuyor. Buna karşılık İnanna-İştar'in çocukları vardı. Tufan sırasında İştar, yarattığı çocuklarına gözyaşı döküyordu. İsa'nın anası "Meryem'in bakireliği" biçimiyle süren 'bakire'lik kavramı, tanrıça İnanna'nın tanımlarından biridir ve manastırların 'yüksek sınıfından' (baş) rahibelerinde 'bakire'lik geleneği biçiminde devam etmiş olmalıdır. (*4) Bu "üst sınıftan rahibe", evlense ve çocuk doğursa bile, çocuğunu evlendiği erkeğe vermeme anlamında 'bakireliğini'; 'kızlığını' sürdürüyor olmalıydı. Yeni Ahit, bakire Meryem'e bir koca vermiş olsa bile, İsa, tanrı tarafından hamile bırakılan Meryem'den doğan tanrı oğlu olarak tanımlanmaya, Meryem'in kocasına verilmemeye devam edilmiştir. Meryem öyküsünde izlenen, tanrıça İnanna'nin solmuş, dönüşmüş, bozulmuş bir dizi özelliğidir. Bu durum bizi, Bakire İnanna'nin da, 'kısır' kutsal fahişe olarak değerlendirildiği sonucuna doğru taşımaktadır.

Safa Kaçmaz
Paris, 29.09.2004

e-posta: safakacmaz@yahoo.com


Açıklayıcı Notlar:

(*1) Sara'nin, gelini Rebekka'nın ve Rebekka'nın gelini Rasel'in, 'kadın doğurganlık eksikliği' anlamında 'kısır' olmadıklarını ileri sürme olanağına sahip değiliz. Çünkü Eski yazılı Yasalar, kocanın boşanma gerekceleri arasında, bir kadının çocuk doğurmamasi halinde kocanın boşama hakkına kapıyı açıyordu:

"§ 138 - Eğer bir adam, kendisine çocuk doğurmayan karısını bırakırsa (boşarsa), başlığı kadar gümüşü ona verecek ve babasının evinden getirdiği çeyizi ona tam olarak verecek ve onu (öyle) boşayacaktır. " (Hammurabi yasası)

Fakat şurası da açıktır ki, üç kuşak boyunca ortaya çıkan 'kısır'lık, basitçe, bu üç kadının metabolizma bozukluğu ile açıklanamaz.

---

( *2) Hammurabi Yasasında, her ikisi de kutsal fahişe olan Sugitum ile Naditum arasındaki belirleyici farklardan birisi, 'çocuk doğuran Sugitum' ile 'adama ... çocuk temin eden Naditum' olarak formüle edilmişti. Yasanın ilgili hükümleri hayli açıklayıcıdır.

"§ 137 - Eğer bir adam, ona çocuk doğuran bir Sugitum'u veya ona çocuk temin eden bir Naditum'u boşamaya karar verirse, o kadına çeyizi geri verilecek ve tarlanın, bahçenin, mal ve mülkün yarısı ona verilecek (0 da) evlatlarını büyütecektir. Çocuklarını büyüttükten sonra, çocuklarına verilen maldan varismiş gibi, bir hisse kendisine verilip, gönlünün istediği bir kocaya varacaktır. "

§ 144 - Eğer bir adam bir Naditum ile evlenirse ve o Naditum kocasına bir kadın köle verirse ve o köle doğurursa, (fakat) bu adam (yine de) bir Sugitum ile evlenmeye karar verirse, o adama müsaade etmeyeceklerdir, Sugitum'u alamayacaktır.

§ 145 - Eğer bir adam bir Naditum ile evlenirse ve ona çocuk temin etmezse ve (0 adam) Sugitum ile evlenmegi kafasına korsa, o adam Sugitum'u alacaktır. Onu evine sokacaktır (fakat) o Sugitum, Naditum ile yarışmayacaktır.

§ 146 - Eğer bir adam Naditum ile evlenirse ve bu Naditum kocasına bir kadın köle verirse, köle çocuk doğurursa, sonra o köle çocuk doğurdu diye hanımı ile eşitlik iddia ederse, hanımı (sahibesi) onu para karşılığı veremiyecektir (satamıyacaktır); fakat ona kölelik (nişanı) koyacaktır, onu kölelerden sayacaktır.

§ 147 -Eğer çocuk doğurmazsa, sahibesi onu gümüş karşılığı verecektir (satacaktır).

§ 181 - Eğer bir baba, Naditum, Kadistum veya Kulmasitum (olan kızını) tanrıya adarken ona çeyiz vermezse, sonra baba kaderine gittiginde baba evinin malından varislik hissesinin 1/3'nü alacak, yaşadığı sürece faydalanabilecek, kendinden sonra terekesi (erkek) kardeşlerinindir.

§ 182 - Eğer bir baba, Babil'li Marduk'un Naditu'su olan kızına çeyiz vermezse, ona mühürlü bir belge yazmazsa, baba kaderine gittiginde baba evi malindan kardeşleri ile birlikte 1/3 hisse bölüsecektir . Timar sorumlulugunu yüklenmeyecektir . Marduk Naditu'su terekesini istedigine verecektir.

§ 183 - Eğer bir baba, Sugitum olan kızını kocaya verirken çeyizler ve mühürlü belge yazarsa, baba kaderine gittigi zaman baba evi malindan hisse almayacaktır.

§ 184 - Eğer bir adam, Sugitum olan kızına çeyiz vermez (ve) kocaya (da) vermezse baba kaderine gittigi zaman, baba evinin gücüne göre( erkek) kardeşleri ona çeyiz verecekler , onu kocaya vereceklerdir .

§ 192 - Eğer saraya ait bir hizmetlinin veya bir SAL. ZIKRUM'un oğlu, kendisini büyüten babaşına ve anasına 'sen babam değilsin, sen anam değilsin' derse dilini keseceklerdir .

§ 193 - Eğer, saraya ait bir hizmetlinin veya SAL. ZIKRUM'un oğlu, öz babasının evini ögrenirse, onu büyüten baba ve anadan nefret edip (kendi) babasının evine giderse gözünü oyacaklardır.

---

(*3) En eski yazılı yasa metinlerine göre, Sümer-Babil toplumunda, 'baba evi'nde oturmaya devam edebilecek ve baba mirasindan-bir bölümu Hammurabi Yasasında açıklandığı şekliyle - yararlanabilecek olan kız evlat, bütün kız evlatlar değil, sadece Kutsal Fahişe olan kız evlattı. Bu dönemdeki toplumda, kadınlar arasında miras hakkı bulunanlar sadece kutsal fahişe özelliği bulunanlardır. Bu durum, kutsal fahişe olan kız evlatların o toplumda sahip olduğu üstün konuma işaret ediyor.

Lipitİştar (İştarin sevgilisi, kocası) Yasasında şöyle deniyordu:

"§ 22- Eğer baba hayatta ise, ister yüksek sınıftan bir rahibe, ister din sınıfindan diğer bir rahibe olsun, kızı varis gibi kendi (baba) evinde oturacaktır. "

Tapınaklara adanmış, Tapınak aidi kutsal fahişeler, onların da içinde 'yüksek sınıftan olan'ların doğurdukları çocuklar Tanrısal, Tanrı evladı olarak değerlendiriliyordu. Eski Yunan döneminde Zeus'a adanmış Tapınaklarda hamile kalan birçok kadın, bu nedenle, babalari Zeus olan Tanrısal evlatlar doğurmuşlardı. Babil önceli Akkad (Aggade, Baggade, Bagdat) hükümdarı Sargon, anasının bir Tapınak fahişesi olduğunu bir övünç unsuru olarak açıklamıştı. Musa ve İsa'nın analarının, kutsal Tapınak görevlileri olduğunu düşündüren veriler bulunmaktadır. İsa'nın Tanrı oğlu ve hatta Tanrının kendisi olarak değerlendirilmesi bu eski geleneğe ve artık manastır rahibeliğine de dönüşmüş kutsal fahişeliğin, eski etkili gücüne bir anıştırmadır. Rahibelerin evlilik yasağı ve 'Tanrı ile evli olmaları' biçimindeki savunma, kutsiyet ve fahişelik birleşik olgusunun, fahişelik ile kutsallık biçimindeki ayrışmasından geriye kalmış olgulardır.

---

(*4) Eski Ahit'te Sara'nın kısırlığını aktardığı bölüm soykütük bakımından ilginçtir:

"Avram, (Abram, Ibram) 'la Nahor evlendiler.
Avram'ın karısının adı Saray,
Nahor'unkinin adı Milka'ydı.
Milka Yiska'nın babası Haran'ın kızıydı.
Saray kısırdı, çocuğu olmuyordu"

Abraham ve Nahor'un karılarının tanıtıldığı bölümün kurgusuna göre, Milka'nin soy kütüğü verilince, doğal olara bunun ardından Sara'nın soy-sop bilgisinin gelmesi beklentisi oluşmaktadır. Fakat Eski Ahit, bu noktada, sadece 'Saray kısırdı' diye soyağacını değil 'kısır'lığını tanıtıcı olarak kullanmaktadır. Daha eski dönemlerde Naditumlar, Tanrısal olduklari için bir soy kütüğe bağlanmıyor olmalı; Naditum sözü onu tanımlamaya yetiyor olmalıydı. Bu durum, Eski Ahit'teki 'kısır'lık kavramının, anlam olarak, Sara'yı tanımlayan bir başka kavramın yerine kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Bu kavram büyük olasılıkla 'Saray bir Naditumdu' biçiminde olmuş olmalıdır. Eski Ahit yazarları, eski yazılarda okudukları bu sözü 'kısır' olarak yorumlamış olmalılar.