21 günde
düşen Bağdat...
Ortadan kaybolan Saddam...
Yalnızca Saddam da değil, bütün bir rejim üst yönetimi...
Köşe
yazarları, özellikle doğru bir tutumla 'demokratik koalisyon'un Irak
işgaline karşı çıkanlar, bu sonuç karşısında, şok olmamışlarsa bile haklı bir
şaşkınlık içine düşmüşlerdir.
10 Nisan
gecesi ATV'deki Siyaset Meydanı'nda eski harp akademileri komutanı,
emekli Türk generali, şaşırmış vaziyette, neredeyse feryat ediyordu:
"Bu
nasıl şey anlamadım; askerlikte ben böyle şey görmedim, 400 tane tank, 300 bin
muhafız, 200- 300 uçak sanki yer yarıldı içine girdi! Böyle askerlik olmaz,
böyle vatan savunması olmaz!"
Gerçekten de koalisyon güçleri Bağdat'ta Filistin Oteli'nde gazetecileri öldürdükten bir gün sonra ve neredeyse tek bir direniş kurşunu atılmadan, tanklar eşliğinde 3- 5 bin kişilik askeri bir güçle doğrudan Firdevs Meydanı'na ilerlediler; büyük bölümü ABD taşeronu "Özgür Irak Ordusu" militanlarından oluşan 150-200 kişilik "Bağdatlı topluluk" önünde Saddam heykeli devrildi;
Gerçekten de koalisyon güçleri Bağdat'ta Filistin Oteli'nde gazetecileri öldürdükten bir gün sonra ve neredeyse tek bir direniş kurşunu atılmadan, tanklar eşliğinde 3- 5 bin kişilik askeri bir güçle doğrudan Firdevs Meydanı'na ilerlediler; büyük bölümü ABD taşeronu "Özgür Irak Ordusu" militanlarından oluşan 150-200 kişilik "Bağdatlı topluluk" önünde
bu sahne bütün dünyaya ve bu arada ABD'ye canlı olarak yansıtıldı ve
Bağdat düştü! Hepsi bu kadar!
Önümüzdeki
günlerde, beklenenin tam tersine, Saddam ve Bağdatlıların direniş
yokluğu etkileri azaldıkça, ABD'nin 3-5 bin askerle doğrudan Bağdat merkezine
ilerleme askeri taktiğinin savaş siyaseti bakımından anlamı da
değerlendirilmeye başlanacaktır kuşkusuz.
Bu noktada,
Saddam Hüseyin ile ABD arasında 20 yıl öncesinden bu yana var olan ilişkilerin
yeni bir anlaşma ile devam etmiş olması olasılığı da hiç yabana atılmamalı. Bu
tür olgular ABD sicilinde bulunduğu gibi, Ortadoğu kaypak alanında da vardır.
Burada şok
geçiren aslında beklentilerdi: Herkes dünyayı kendi kültür değerleri
bakımından değerlendirerek yorumluyor ve tavır takınıyor. ABD yanında
savaşa girilmesi gerektiğini savunanlar şimdi daha bir zafer kazanmış olma
rahatlığı ile esip yağıyorlar: Konuya insan değerleri bakımından değil; ABD ile
olmanın maddi ve siyasi getirileri yönünden yaklaşıyorlar.
Veya kırk
yıllık gazeteci Ç. Altan ve oğulları, başka değerlerden yola
çıkıyorlar; ABD saldırganlığının dünyaya refah yolu açacağını veya açmakta
olduğunu düşünerek hareket ediyorlar.
Şaşırtan
yalnızca Irak ve Saddam olmadı. İşgalin hazırlık ve yürütülmesi
aşamasında ABD’nin tutumu da pervasızlığı, gaddarlığı, faydacılığı bakımından
birçok kesimi şaşırtmıştır.
Bütün
bunlar, toplulukların kimliklerini belirleyen özelliklerini kavramanın önemini
gösteriyor. Çünkü toplumsal kültürler hala belirleyici kendine özgülükler
taşıyor ve o değerler anlaşılmadan saptanmış beklentiler genellikle boşa
çıkmaktadır.
Orta doğu
Arap toplumlarında var olan güce tapma, şimdi daha çok vurgulanmaya
başlanmıştır.' "Güce tapmayı'' doğru bulmayabilirsiniz. Ama bu
bir olgudur ve yok sayılarak değerlendirme yapılamaz. Güce tapma ve yalancılık
kültürü, eski Sümer topraklarının üzerinde şekillenmiş bir dönemin yüksek
kültürünün derin kalıntılarını taşır ve yöre topluluklarının davranışlarını
şekillendirmeye devam ediyor.
Kölecilik
döneminin en ihtişamlı kültürü Roma ve Bizans'ta bulunuyordu. Şimdi geriye dönüp
bakıldığında görülüyor ki Roma ve Bizans, aslında, ne denli entrikacı ve
yalancı ise o denli de hitabet ve siyaset sanatkarı ve uygardı; buna karşılık
aynı dönemin Cermenleri, ne denli yalansız ise o denli de sert ve barbardı. 'Sen
de mi, Brütüs?' sözüyle ünlü entrikacı Roma kaynakları bunu, hiç olmazsa
barbar Cermenler bakımından bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
Yalancılık
ve dilenciliği kurumlaştırarak uygarlık oluşturan eski Hintlilerin
Hindistan'ının Gandi'si İngiliz sömürgecilerini tek bir kurşun sıkmadan
dize getirdi. Çünkü yalancılık ve dilencilik kültürü, tarihte bir uygarlık
dönemine denk düşer ve saldırganlık ile zor alım yerine geçirilmiş ve toplumca
onaylanmış bir süreç içinde kültürel öge olur.
(Bakınız: Yalancılık kültürü! Barbarlık ve uygarlık başlıklı yazımız...)
Orta Doğu'da Araplar arasında, yalan yere yemin etmenin toplumsal bir özellik göstermesi, Arap dilenciliğinin kutsanması, kökeni eski toplumda bulunan bir kültür faktörüdür. Bugünkü bireyin hasletleri bakımından ele alınarak yargılanan yalan kültürünün bazı topluluklardaki yaygın özelliğini, günümüzün ırkçı ve diyelim ki Orta Doğu'da, anti-İslam söylemlerine alet etmekten özellikle sakınmak gerekir.
(Bakınız: Yalancılık kültürü! Barbarlık ve uygarlık başlıklı yazımız...)
Orta Doğu'da Araplar arasında, yalan yere yemin etmenin toplumsal bir özellik göstermesi, Arap dilenciliğinin kutsanması, kökeni eski toplumda bulunan bir kültür faktörüdür. Bugünkü bireyin hasletleri bakımından ele alınarak yargılanan yalan kültürünün bazı topluluklardaki yaygın özelliğini, günümüzün ırkçı ve diyelim ki Orta Doğu'da, anti-İslam söylemlerine alet etmekten özellikle sakınmak gerekir.
Çünkü bu
olgular, kaynağını İslam'dan almaz; kültürel temel 40- 50 asır öncelerine
dayanmaktadır ve bütün kültürler gibi tutunduğu dönem bakımından olumlu, ileri
bir rol oynamışlardır. Fakat toplum dokusuna işleyen bir kültürel öge,
varlığını gelecek yüzyıllara uzatıyor ve artık olumsuz bir engelleyici halini
alabiliyor.
Eski
Sümer-Akkad uygarlığında, 4000 yıl kadar önce yalancılık Mezopotamya
topraklarında o denli derinlere işlemiş bir olgudur ki, Hammurabi yasalarının
ilk maddeleri, en ağır şekliyle 'yalancılığı' hedef almak zorunda
kalmıştı.
''Krallığın
ebedi tohumu,
kuvvetli kral,
Babil'in güneşi,
Sumer ve Akkad memleketleri üzerine nur yağdıran,
Dört cihana boyun eğdiren kral,
İştar'ın sevgilisi''
kuvvetli kral,
Babil'in güneşi,
Sumer ve Akkad memleketleri üzerine nur yağdıran,
Dört cihana boyun eğdiren kral,
İştar'ın sevgilisi''
Hammurabi döneminin
yasalarının ilk üç maddesi şöyleydi:
''1- Eğer bir adam, bir adamı cinayetle suçlar ve bunu ispat edemezse, suçlayan kimse öldürülecektir.
2- Eğer bir
adam, bir adamı büyücülükle itham eder ve onu ispat edemezse, üzerine büyücülük
iftirası atılan adam, nehre gidecek, (nehre dalacaktır). Eğer nehir onu çekerse
(boğulup, ölürse) iftira eden onun evini (mülkünü) alacak (sahiplenecektir).
Eğer o adamı nehir temize ve selamete çıkarırsa ona iftira eden adam
öldürülecektir. Nehrin selamete çıkardığı (adam) iftiracının malına mülküne
sahip olacaktır.
3- Eğer bir adam, bir davada yalancı şahitliğe (yalancı şahit olarak) çıkıp söylediği sözleri ispat edemezse ve eğer bu dava can davası ise (canla ilgili bir dava ise), o adam öldürülecektir.''
Yalan
kültürünün toplumsal derinliği ile toplumdaki bireylerin barışçıl özelliği
arasında da bir paralellik bulunmaktadır.Yalancılık ve dilencilik kültünün
bulunduğu Hindistan, Arap Yarımadası ve eski Mezopotamya topluluk insanlarında
barışçılık eğilimi baş eğme özelliği ile ortaya çıkıyor. Buna karşılık eski Cermenik
kökenden gelen, Anglo-Sakson uygarlığının devamı olan topluluklarda sertlik ve
savaşçılık eğiliminin varlığını saptamak da yanlış olmayacaktır.Bunlar bizi 'dünya
realitesi'nin saptanmasında, ekonomik sistemlerin belirleyiciliğiyle
sınırlanmış bakışların ötesine götürür.
Bütün ülke
topluluklarının kendilerine has kültürleri, kültür farklılıkları vardır
kuşkusuz. Bu bakımdan 'ABD kendine has bir toplum oluşturur' demek
yeni bir şey söylemek değildir.
Ama ABD
kültürü, kendi başına onu bugüne taşıyan belirleyici yanlara sahip bir
kültürdür ve birçok halde, ortak ele alınmış konularda yaşlı Avrupa'dan da
farklı tepkiler vermektedir.
ABD, gerçek
bir tarihsel birliğe sahip olmayan insanların 15.yy'dan itibaren oluşturdukları
bir ulustur. Onların gerçekçilikleri, vahşilikleri, fethetme düşkünlükleri,
toprak ilhakı sevdaları, bahçelerini çitle çevirmemeleri, ayaküstü yeme ve
bunun parçası 'Amerikan mutfağı' mimarisi, dinsel kültürün etkisi, mezhep
yaygınlığı, güç ve kuvvet gösterisine yatkınlıkları, silah sevgisi son beş
yüzyılda yaşayarak varlıklarına sindirdikleri tarihsel dönemin özelliklerinin
çarpıcı yansıtıcılarıdır.
Türk
hükümeti ABD başkanlarının, bakanlarının verdikleri sözlere şüpheyle bakıyor.
ABD yetkililerin 'söz sadakati' de onlara özeldir; aynı kapitalist düzene sahip
Almanya veya Japonya yetkilileri uluslararası ilişkilerde benzer bir
güvensizliği yansıtmıyorlar...
ABD kültürü
yok etme üzerine kurulmuştur: 10 milyonlarca Amerika yerlisinin katliam kültü
üzerine yükselen bir Anglo-Sakson barbarlığıyla karşı karşıyayız. Köleciliğin
Avrupa'da yitip gitmesinden çağlar sonra, köleciliği yeniden canlandıran da ABD
toplumu olmuştur.
Avrupa
bugün de uygarlığın temsilcisi olmaya devam ediyor. Bununla birlikte yeni
süreç, Doğu ve Batı kültürlerini temelleriyle birlikte yeniden ele alıp
değerlendirmeyi gerektiriyor.
Aydınların
kütlelerden kopuk olduğu kırgınlığı hep dile getirilir. "Türk"
sözünün nereden geldiğini bilmeyen ve fakat 'kara bıyıklı Türkler' diye
diye ömrünü tüketmiş, kendine güvensiz Türk aydını, sırtındaki kamburlarını
düzeltmediği sürece daha çok uzun süre sızlanacağa benzer.
ABD-İngiltere
tarafından Ortadoğu'da Irak'a başlatılan işgal sürecini, ''Bush ile Saddam
düellosu''nun ötesindeki değerlerle ve fakat yalnızca ekonomik olmayan,
kültürel yönleriyle de anlamaya çalışmamız gerekiyor: Batı ve Doğu
kültürleriyle de karşı karşıyadır şimdi Irak topraklarında...
11.04.2003