Biyolojide
hücrenin, fizikte atomun oluşturucularının incelenmesi ne önemde
ise insanbilim bakımından, kendi öz yasalarına göre hareket eden
oluşturucu temel toplumsal birimlerin var oluş yasalarının
incelenmesi aynı önemdedir.
Bütün varlığı boyunca insan toplumunun
yönetsel, cinsel ve yiyecek düzeninde karşılaştığımız toplumsal
birimlerin, ortaya çıkarılması ve işleyiş kurallarının anlaşılmasının
sağlanması, sadece eski toplumun değil, modern toplumun tanınması bakımından da
zorunludur.
İnsan toplumunun
işleyiş yasaları denilince, eski dün ile yeni yarın arasındaki insan
toplumu hayatının bütününü kapsayan son derece ağır ve geniş bir konu ile
karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılacaktır. Böyle devasa bir konuyu ele
almanın korkutucu yanı ne denli büyükse de insanın serüveni bir kez izlenmeye
başlanınca, konular giderek avucumuzun içine girmeye başlarlar.
Daha çok,
eski toplum örneği sayılan topluluklara ilişkin çeşitli rapor veya gözlem
sonuçlarına; bize kendilerini kendi yazılı tabletleriyle aktaran Sümer
bulgularına vb. dayanarak, insan toplumunun işleyiş yasalarının, hiç olmazsa
bir bölümünün üzerinde epeydir çalışıyorum.
İnsan toplumunun giderek unutmuş olduğu veya
sosyal bilimcilerimiz tarafından bir bölümü hiç saptanamamış
kimi eski kurumları ortaya çıkararak, eski toplum yapısıyla iç içe
ele almayı deneyen bu çalışmalar, doğal olarak, bir tarih
anlatımının daha ötesindedir.
Toplumsal
kavram ve kurumların yeni tanımlarını veren, çözülmüş sanılan konuların
bazılarında yeni bir yorum sunan ve bana bir kitap öncesi hazırlık
yardımında bulunan bu yazılarım, şimdilik insan bilimle tanışık alanlarda
bulunanların dikkat ve ilgisini kendilerinin yürütecekleri
bağımsız araştırmalara doğru yönlendirebilirse, insan bilimin yeni bir temele
kavuşturulmasının gerekliliğini gösterebilirse, yeterli olacaktır.
Konuların
ana çerçevesinin belirlenmesi aşamasında genel hatlara vurguda bulunmak, insan
topluluklarının farklı uygulamalarının genel paydalarını ortaya çıkarmaya
çalışmak, şu anda daha önemli görünüyor. Ezberlenmiş ispatsız savların
yinelenmesinden daha bunaltıcı bir şey olamaz.
Yaşam için
zorunlu çalışmamdan arta kalan zamanımda hazırladığım bu yazılar,
akademik dünyada, alanlarında son derece yetkin dekan, doçent veya
asistanlarımız arasında, bana yazma lütfunda bulunanlar aracılığıyla edindiğim
izlenime göre, ilgi ile izlenmektedir. Bu ilginin, yazılarda ele alınan
konuların ilerletilmesine yönelik çalışma ortamlarının yaratılmasına
dönüştürülmesi, sevindirici olacaktır. Akademik bünye içinde bulunan
değerli uzmanlarımız, akademik dünya dışından gelen farklı yorum ve
çalışmalara gereken değeri verecek olgunluğu göstermektedirler.
Son yıllarda, düşünce kalıplarının dışına çıkılmasını sağlayabilen
akademik çalışma rahatlığı, eskiden daha katı olan yaklaşımların değişmesini de
beraberinde getirmişe benzemektedir.
Burada,
yazılarımla ilgili olarak bana sorulan ‘kaynaklar’
konusunu yazılarımda açıklanan vargılara ulaşma süreci ile birlikte
ele alarak açıklamam, belki daha yerinde olacaktır.
Akademik
dünyadan gelmeyen birisi olarak ve yazılı hale getirme gibi bir ön amaca
sahip olmadan başladığım, sonuçların doğruluğundan emin olabilmek için
zaman zaman yeniden başlara döndüğüm, insan toplumunun isleyiş
yasalarıyla ilgili okuma çalışmalarım, başlangıçta yalnızca kendi
düşüncelerimin doğruluğunu denetlemekten başka hiç bir hedef gütmüyordu.
Birbiriyle ilişkili farklı alanlara dağılmayı gerektiren okuma ve
araştırma çalışmalarım ana hatlarıyla 90'lı yılların sonlarına
doğru ‘tamam’lanmış sayılabilir.
Bu
çalışma sürecinde eski yanılgılarımı saptamamı sağlayan
ve düşüncelerimi rahatlatan bir zemine ulaşmıştım. 80’li
yılların ortalarından itibaren zihnimi kurcalayan sorulara yanıt bulabilmek
için yoğunlaştığım bu çalışma içinde ulaştığım ve bir kez ulaşınca da
temelleriyle birlikte bütün eski bilgilerimi yeniden şekillendiren
bu vargılar, simdi bir bölümüyle, ancak son bir-iki
yıldır yayınlanmaktadır.
Onların
bulgu ve yorum birikimleri olmasaydı sonuçlarına ulaştırmayı belki de hiç
beceremeyecek olduğum çalışmalarım, görüntülerini hep geride
tutan ve adlarını yeri geldikçe andığım ihtirassız bilim adamlarının, insan
toplumunun eski döneminin açıklığa kavuşturulması yönündeki çabalarına çok şey
borçludur.
Kendileri,
benim onlardan bir okur olarak beklediğim sonuçları, yapmış oldukları
çalışmalar bakımından, açıkça ortaya koymamış, daha doğrusunu söylemek
gerekirse, o sonuçlara hiçbir zaman ulaşamamış olsalar bile
yaşamlarının neredeyse tamamını, bir bilim adamı olarak eski yazıt
çözümlemelerine ayıran B.Hrozny gibi şahısların çalışmalarını
okumak, en sıkıntılı dönemlerimde bile öğrenme mutluluğu tadılan bir zevk
olmuştur.
Avrupalı
bilim adamlarımızın Sümerlere ve onların yazılarına ilişkin
yanlış yorum ve hatalı değerlendirme yönelimleri ne kadar büyük
olursa olsun, bugün Sümerler üzerine ne biliyorsak, bunu daha çok onların
çalışma sonuçlarına borçluyuz. Eğer Avrupalı uzmanlarımızın on yıllarla
ölçülen bireysel ve ortaklaşa çalışmaları olmasaydı, insan
tarihinin en önemli sayfalarından birisinin açılması ve
okunması herhalde gecikmiş olacaktı.
Yazılarımda
Sümerler üzerine, ötekilerin yanı sıra, İngiliz Woolley, Amerikan Krammer
(S.N.KRAMER, Tarih Sümer'de Başlar, İstanbul-1999, Sümerler, Kabalcı, 2002,
Sümer Mitolojisi.Kabalcı1999), Alman Shomekel (Harmut SCHMOKEL. Sumer et la
civilisation sumérienne, Payot, Paris )ve Fransız Delaporte, Huot
(Jean-Louis HUOT, Les Sumériens, Paris), J.Bottéro’nun (L’épopéede Gilgames,
Gallimard) vb.tarihsel bilgilerinden yararlanıyorum. Ayrıntılar
bakımından bilgisi olağanüstü çeşitli olan E.Dhorme’un yeri ötekilerden daha
farklıdır. (E. DHORME, Choix de textes religieux
Assyro-Babyloniens,1906,Les Religions de Babylonie et d’asyrie-1949,Paris)
Bu
eserlerden geniş bilgi aktarmaları yapmakla birlikte
yazarlarının, ağır yanılgılar taşıyan yorum ve yargılarındaki hatalara da
yeri geldikçe işaret etmeye çalışıyorum.
Okura
sunmaya çalıştığım sonuçlar kuşkusuz, daha iyi biçimlerde de hazırlanabilirdi.
Bana hiç hazır olanak sunmayan bitmez bir gezgin yaşam koşulu, çoğu halde,
kayıt ve başvuru kaynaklarımın belirtilmesini engelleyen kötü bir gerekçe
olmuştur. Kitaplarım kartonlarda, defterlerim çekmeceler arasında dolanıp
durmuştu. Yitip gidenler için ise yapılabilecek hiçbir şey yok artık. Mutlaka
yazma ön kaygısıyla yürütülmemiş olan çalışma biçimi, ortaya çıkan bu
sonucun anlaşılmasını da sağlar.
Fakat
yazım ve hazırlama bakımından bu yazılara yansıyan eksikliklere;
iletmeden önce yeterince okuyamadığım zaman ortaya çıkan utandırıcı
imla hatalarına karşın, ulaşmış bulunduğum vargılar artık bu
halleriyle de okur huzuruna çıkabilecek olgunluğa erişmiş
görünüyorlar. On yıldan fazla bir zaman tek bir yazı yayınlamamamın
nedeni, düşüncelerimdeki olgunluğa duyduğum kuşku idi.
Bununla
birlikte yazılarımda, yorumlarımı destekleyen az sayıda ‘kaynak’
bulunmasının asıl nedeni, hiç de yukarıda anlattıklarım değildir.
Yazıların devamlı okurları, fark etmiş olmalılar ki vargıların önemli bir
bölümünün, olumlu ve olumsuz sorumluğu sadece beni ilgilendiriyor. Diyelim ki
Nuh Tufanı ile ilgili yorumlarımda, Sümer-Babil aktarımları ve Kutsal Kitap
gibi ‘kaynak’lardan bahsetmekle birlikte, bir uzman veya yazar ‘kaynak’tan
bahsedemiyorum çünkü açıkça söylemek gerekirse, böyle bir ‘kaynak’
bulunmuyor. Bilim dünyası, ne yazık ki Tufan’a ya kutsal uydurma diye, ya da
Eski Ahit’in aktarımıyla bakmayı sürdürmeye devam ediyor.
Eski
toplumu ve onun tarihini yeniden anlar ve kurarken, dayandığım asıl kaynaklar,
doğrudan doğruya, eski tablet yazıları, sosyolojik bültenlerde eski topluma
ilişkin alan çalışma raporları vb. türündeki birincil kaynaklardır.
Bunları da notlarımda yer almışsa, kitap elimin altında ise, belirtiyorum.
Bunlar L`Homme-Revue Française d`anthropologie, Archiv Orientalni, Revue
d’égyptologie, Journal des Africaniste gibi süreli yayınlardır. Umalım, ilerde,
koşullarım bana, bunlar ve öteki yayınlardan bahsetmemi sağlayacak
olanaklar ortaya çıkarsın. Kutsal Tufan Anlatımları üzerine yazılarımı
okumuş olanlar bu konudaki durumu daha iyi izleyebilirler.
Şimdi
yazmakta olduğum, eski toplumda akrabalık konusunda da,’kaynak’ kıtlığımız,
Kutsal Tufan’daki durumdan daha iyi değildir. Kutsal fahişelik kurumunun
kaynaklarını açıklarken, bunu, aşk tanrıçalarına nedeni belirsiz bir tür
tapınmaya bağlayan (“Le culte qu’on rend à cette divinité, est plutôt une
profanation qu’une religion”) Montesquieu’lerin bu noktada bana bir
‘kaynak’ olamayacağını, ilgili okur daha şimdiden görmüş olmalıdır.
50
yaşındayım; ne dalgalandırıcı vurgu, ne akademik kariyer ve ne de
otoritelere dayanma kaygıları ilgilendiriyor artık beni. Bir yandan bilgi
ve vargılarımın yazıya geçirilmesi, öte yandan sabır ve
ciddiyetle sürdürülmesi gereken çalışmalarım, insan
toplumunun dünü ve yarını arasında kurulacak köprüye bir katkıda bulunuyorsa,
bu bana yeterlidir.