16.01.2008

Tufan’ın Kutsal Aşure’si

“Sümer/Akkad” erken “yaratılış” anlatımlarında, (daha sonra eski Yunan tanrılar soy kütüğünde de özetlendiği gibi) üç temel yeniden düzenleniş yer alır. Oradaki her 'Yaratılış' anlatımı, giderek, çevre topluluklarla yapılan yeni anlaşmaları ifade ettiği için büyümenin, Akado-sammaru merkezli erken Mezopotamya’daki topluluklar arasındaki ittifak ilişkilerinin genişlemesinin de bir anlatımıydı.

Eski ilahilerin her 'Yaratılış' anlatımı, uzmanlarımız eski dinlerin kaynaklarını kozmoloji tasvirlerinde arasalar da, son derece maddi unsurların 'yaratılması' anlatımını ifade ederler. Bu “yaratılış”lar, bir ittifak kurmak için kaçınılmaz gereklilik olan karşılıklı tanınmanın bir kavrayış tarzıdır. Bu nedenlerle de totem döneminde:
-Koyun, keçi, eşek;
Ovanın, kırın, toprağın tahılları;
Yeryüzü’nün Yaban otları;
Gök’te uçan kuşlar ;
Yer’de uçmayan kuşlar, vb…
hep bu “yaratılış” anlatımlarının en temel konularını oluştururlar. Aynı nedenle de “yaratılan”lar, genellikle, anlaşma ritüellerinin temel araçları olan “ateş”ten, “toprak”tan, “su”dan “yaratılmış” oluyorlardı. Bunun “Ol !” biçimli varyantı da vardı ki, bunu da “..önce söz vardı” anlatımı üzerinden tanıyoruz.

Eski toplumda her “yaratılış” karşılıklı olarak, toplum birimler arasında yiyecek-içecek ve evlilik şöleni olarak yaşanmıştı. Hayvan/bitki toteme geçmeden önce, toplulukların karşılıklı kurbanları, kendilerine ait “insan kurban”lardan oluşuyordu. Bu topluluklar, dini ilahilerinde, eğer tanrıların 'keçi'yi 'yarattıklarını' yazmışlar ise, bu ifade, bize, ilgili topluluğun insan’ının yerine Keçi kurban etmeye başlama anını ve Keçi totemin devreye girdiği dönemi anlatır. 'Günah keçisi' kavramının, özel olarak keçi, teke, oğlak kurban veya azad’larının, bir kefaret, vergi, insanın kurban olma yükümlülüğünün yerine geçirilmesi olarak, atalarımızın yaşamına girmiş olduğu açıktır.

'Günah', eski toplumda aynı zamanda, bireye ait olan “yükümlülük” anlatımı olarak kullanılmış olmalıydı.Bu nedenle, kendi için “bedel” ödeme çağlarından itibaren, eski “Sümer” tabletlerinde “hiç bir çocuğunun günahsız doğmayacağı” yolunda ifadeler kullanılıyordu. Sadece yetişkinlerin değil, çocukların da, bu 'günah'larından, yani eski kurban edilme yükümlülüklerinden kurtuluşlarının izlerini günümüzde de hala süren bir dizi özel ayin olarak (doğum öncesinden yetişkinliğe geçiş, evlenme ve ölüm noktasına kadar..) tanıyoruz.

Şimdi Hürriyet gazetesinin yemek tarifleri arasında da yer alan Aşure de, eski toplumun en kutsal, dini özellik taşıyan yemeklerinden birisi idi. Ve adını, Babillerin Marduk’unun, Eski Ahit'in Nemrut’unun kült alanı olan Assur topraklarındaki Assur’dan, Asur tanrısı Aşşur’dan almış olmalıydı.

İslam Ansiklopedisi'nde Aşure ile ilgili yapılan 'açıklama', oldukça zayıf olsa bile, bu yiyecek türünün, eski toplumdaki “yiyecek/içecek yasağı ve karşılıklı cinsel ilişki” konusuyla bağlarını göstermektedir.

Sümer/Akkad 'yaratılış'larının her seferinde bir Şölen yani 'Tufan', yani Kıyamet, yani Bayram, yani karşılıklı “insan kurban töreni” gerektirdiğinden uzun zamandır bahsediyoruz.

İslam Ansiklopedisi de, kutsal Aşure yiyeceğinin Nuh Tufanı ile bağlarını belirtmekte, ama bunu ilkokul çocuğu görgüsü ve bakışıyla yapmaktadır.

Aşure içinde yer alan “tahıl”lar, hiç de “Nuh'un Gemisi”nin ambarında kalmış gelişigüzel artıkların toparlanmasına bağlı değildi. Şimdi bile, dini itikat bakımından, Aşure’nin, onun ayinsel sürdürücülerine göre, 7 veya 9 özel farklı tahıl çeşidini içermesi zorunluluğunda olması, “ambarda arta kalanı süpürme” motifinin uydurma değilse de, bilgisizlik, hatta belki konunun üzerini örtme çabası, olduğunu gösteriyor.

Aşure’nin özellikle Şii kesiminde özel bir “matem konusu” olması da, konumuzun sadece Hüseyin meselesiyle ilgili değil, çok daha eski, erken Tufan, erken Kıyamet, erken bayram, erken insan kurban edimleriyle ilgili olduğuna işaret etmekte ve bize, bu ortak Tufan’ın katılımcılarının etnik değilse bile itikat kökenleri hakkında bilgi vermektedir.

Bu karşılıklı insan kurban edimi, muhtemelen sonuncu ortak, geniş katılımlı bir Tufan, bir Kıyamet töreni idi. Avesta’da bu Tufan’ın (oradaki anlatımda ‘Kış’ mevsimi olarak geçer ) aldığı biçimi, ilgili törenlerde ne ölçüde büyük bir insan kurban edimi olduğunu görüyoruz. Bu “Tufan”ı, “Sümer Kıraliyet Listesi”nin Milat kabul ettiğini, bütün tarih çetelesini “Tufan'dan önce” ve “Tufan'dan sonra” biçiminde düzenlemiş olmasından da anlıyoruz.

Bizzat "Milat" kavramı, bu Tufan'da merkez olarak kabul edilen alanın, (eğer Militta tanrıçası adı merkez alınmamış ise ) bugün Malatya olarak tanıdığımız coğrafi alanın isim babası/anasıyla bağlı olabileceğini de gösteriyor. Militta, Lilit vb. biçimlerde tanıdığımız, Uttu’nun kadın biçimi, Uttu’nun "kız kardeşi", öteki topluluklarda İnanna, İştar vb. olan kutsal fahişe tanrıçanın karşıt eşdeğer ikiz kız kardeşi idi.

Uttu olarak tanıdığımız ‘güneş/ateş’ kült temsilcisi, ister Marduk, Nemrut, Assur okunuşlarıyla kullanılsın, ister ‘od’, ‘nar’, ‘alev’, ‘an’, ‘sam’ vb. olarak kullanılsın, çevredeki farklı etnik toplulukların, bir bakıma ayrışma öncesi ortak değerini ( ‘başlangıçtaki ortak ata’) ifade etmekteydi.

Anlatımlarda Nemrut/Cudi dağlarıyla kurulan ilişkisi, söz konusu olan bu geniş ortak katılımlı son Tufan’ın, bu çevrede bulunan topluluklarca anlatılan versiyonuna dayanmaktadır. Bu versiyon, Eski Ahit’te, tanrının başlangıçta yaratmayı “unuttuğu” ve sonradan yarattıklarının ikinci versiyonda yer alır. Havva’nın Âdem’in ‘kaburga kemiği’nden yaratılması ile Tanrı’nın ‘yaban otları’nı, ‘yağmur’u yaratması ve Âdem ile Havva'ya ‘bir meyve türünün ürününü yeme yasağı’ koyması, bu döneme denk gelen Tufan’la ilişkiliydi ve o Tufan’ın, Kıyamet’in, Tören’in özelliklerini de tanımlıyordu.


Eski Ahit’teki bu tarihsel sıralama türü, Sümer/Akkad gerçek tarihi ve ilahi anlatım sıralaması ile de büyük ölçüde uygunluk halindedir.

“Midyat’ın pirinci”, “Malatya’nın bal’ı, süt’ü”, “Mardin’in ‘Kaburga kemiği’ , “Urfa’nın çiğ köftesi’, bu son Tufan’lardan birisinin bu coğrafi alanda gerçekleşmiş olabileceğini; bu ittifakı gerçekleştirenlerin bir bölümü bakımından da ‘cennet’ tanımının bu bölgeye ait olacağını gösteriyor. Eski Ahit’in “nehirlerinden yağ bal akan topraklar”,"Musa’nın atalarına vaad edilmiş topraklar" ifadesi de, geniş olçuleriye, bu bölgeyi işaret ediyor gibidir. En azından İslam’ın Huri’lerinin bulunduğu cennet’ten kastedilen "Aden bahçesi"nin ikisini, şimdiki Malatya ile şimdiki Kars/Van/Ağrı yöresinde aramamız pek yanıltıcı olmayacaktır. Zaten Nuh’un ‘Gemisi’ de, bu nedenlerle ya Cudi’ye, ya da Ağrı dağına "oturmuş"tu. Bu "dağlar", bu yörelerdeki en kutsal ortak mabetlerin adlandırmasıydı. “Cennet”,üzüm, incir ve elma ile bağlantılı olarak, ilgili toplulukların durumuna göre, yaklaşık üç ayrı yere ilişkin bir tanımlamaya benzemektedir ki, bu da zaten “cennet”i bildiğimiz anlamıyla Gökyüzü’nde değil de, “ateş/güneş/gök” tapımcısı toplulukların topraklarında, Tapınaklarında aramak gerektiğini gösteriyor.

Tufan’ın ‘Dağ’ları, kutsal tapınaklar, ortak mabetler idi ve Nuh'un ‘gemi’si ise, bu mabetlerin en gizli kısımlarında muhafaza edilen kurban edilmiş kutsal şahsın “sanduka”sı, "Tabutu Sakine", "anlaşma sandığı" idi. Kavramlar eski kullanım değerlerine taşındığı zaman, Ağrı veya Cudi tepelerinde “bulunamayan” “Nuh’un gemisi”ni, kutsal ortak mabetlerde, örneğin Kudüs’de, onun en gizli 3. odasında, Nippur’un, Lagaş’ın mabetlerinde kolaylıkla bulmuş olacağız. Kudüs tapınmasının, Kıble’nin, anlatıcıya göre erkek veya kadın olan tanrı-ça’nın bu tarihteki yerini daha iyi anlayacağız.


‘Millatta ifadesi herhalde, Sümer/Akkad belgelerinde “Magan ile birlikte, Meluhha” olarak anılan bölgenin adı olmalıydı. Gudea önderliğinde yapılan tapınağa önemli katkıda bulunanlar da Magan ve Meluhha yerleşimleriydi. Bu isimler bize, belki Malatya ve belki Van’ın eski yer adlarını verecektir.

Eski toplumun, yeme, içme ve cinsel ilişki yasağının ardından yeme, içme ve cinsel ilişki bayramları yaşaması geleneği, ilk ve son yaz şenlikleri ve daha sonraki dönemde ‘yeni yıl’ geleneğine bağlı görünüyor. Bunların hepsi ‘kardeşleşme’,dolayısıyla karşılıklı ittifak törenleriydi. Törenin bir yanında bulunan katılımcılar için bu tören,bir “kurban sunma” ; fakat öteki katılımcılar için ise sunulan bu kurbanları yeme idi.İlk bahar’da çoban topluluğu “sunucu” ; Sonbahar’da ise hasadını toparlamış Çiftçi topluluğu.. Bu törenlerin giderek merkezileşmesi, karşılıklı ittifakın iki kutbunun iç içe geçme süreci, önce “yeme-içme ile cinsel ilişki” ve hemen onu takip eden günlerde ise ‘serbesti’,’bayram’ halinde şekillenmiş görünüyor. Bütün o, ‘istiğfar’ törenleri; her dini bayram öncesi Oruç’lar; “güzel elbise”ler giyinme işlemleri falan bu merkezi ritüeller çerçevesinde anlam bulurlar.

Tahıl toplumu olan Asurluların Aşure’sinin içine 7 ayrı tahıl ürünü konmadan önce, bu nedenle 7 ayrı alt Asur topluluğunun farklı insan kurbanları konuluyor olmalıydı. “Kurban” motifinin en çok kullanıldığı din veya mezhepler, bize geçmişte hangi etnik/kültürel toplumun kurban edildiği hakkında az çok bir fikir vermektedir zaten. İsacı Hıristiyanlık, Şii, Alevi jargonunda ‘kurban’ kavramının büyük bir yer işgal etmesi, geçmişte kurban sunan toplumun atalarının da açıklayıcısıdır adeta.

Aşure, -3500 yıllarında, Martu, Assur, Babil toplulukları arasındaki ittifak döneminden kalan kutsal bir yiyecekti ve daha sonra Sümer/Akkad belgelerinde Tahıl tanrı-ça-sı Aşnan vb. olarak göreceğimiz; kadın-erkek cinsel ilişkisini de anıştıran ‘aşna fişna’ veya ‘mercimeği fırına vermek’ gibi deyimlerin ifade ettiği olgu, bu törenlerin aynı zamanda karşılıklı cinsel ilişki törenleri de olmasıydı.


****
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

AŞÛRÂKamerî ayların ilki olan Muharrem'in onuncu günü. Âşûre günü adını alan bu günde oruç tutulurdu. Âşûre orucu denen bu oruç, İslâm'dan önce Araplar'ca bilinirdi. Âşûre kelimesinin İbrânice aşûr'dan geldiği ve o günde Araplar'ın oruç tuttuğu dikkate alınırsa, kelimenin bütün Sâmî diller arasında ortak bir kelime olduğu anlaşılır. (Buhârî, es-Savm, 1; Umdetü'l-Kârî fi Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, V, 351) Bu kelime Yahudîler'de büyük keffâret günü için kullanılmıştır. (Tevrat, Levililer, 16, 29 vd.) Hz. Peygamber Medîne'ye geldiği zaman Yahudiler'in Âşûre günü oruç tuttuklarını gördü ve bunun ne orucu olduğunu sordu. Cevap olarak şöyle dediler:"Bugün, iyi bir gündür. Allah, İsrailoğulları'nı Firavun'un zulmünden bugün kurtarmıştır. Musa (a.s.) Allah'a şükür için bugünde oruç tutmuştur. Biz de tutarız dediler. Hz. Peygamber; "Biz Musa'nın sünnetine sizden daha yakınız, dedi ve o gün oruç tuttu ve ashabına da tutmalarını emir buyurdu. " (Buhârî, es-Savm, 69; Tecrîd-i Sarih, VI, 308, 309)Hz. Âişe'den nakledilen şu hadiste, Allah Resulu'nun Mekke döneminde de aşûre orucu tuttuğu anlaşılır."Cahiliye devrinde Kureyş, Âşûre gününde oruç tutardı. Hicretten önce Hz. Peygamber de aşûre orucu tutardı. Medine'ye hicret ettikten sonra bu oruca devam etti. Ashabına da tutmalarını emretti. Ertesi yıl, Ramazan orucu farz kılınınca, aşûre günü orucunu bıraktı, isteyen bu orucu tuttu, dileyen de bıraktı" (Buhârî, es-Savm, 69; Tecrîd-i Sarîh, VI, 307, 308).İslâm bilginleri aşûre orucunun vacip değil, sünnet olduğunda görüş birliği etmişlerdir. Yalnız İslâm'ın başlangıcındaki hükmü konusunda, Ebû Hanîfe vacip derken, İmam Şâfiî müekked bir sünnet olduğunu söylemiştir. Ramazan orucu farz kılındıktan sonra, bu oruç müstehap olmuştur. Ayrıca Yahudiler'e benzememek için Muharrem'in 9,10 ve 11'nci günlerinde oruç tutmak güzel görülmüştür.Bugün bütün sünnî müslümanlarda Muharrem'in 10'u oruç günü kabul edilirken, bazı tarihi sebeplerden dolayı da mukaddes sayılır. Özellikle Hz. Nûh'un gemisinin bugünde tufandan kurtulup Cudi dağının tepesine oturduğunu anlatan söylentiler önemlidir.Âşûre adlı tatlının menşei de buna dayanır. Gemidekiler o günü kutlamak istemişler ve geminin ambarında arta kalan erzakı karıştırıp bir aş pişirmişler. İşte aşûre pişirme âdeti buradan kalmıştır. Yine Âdem (a.s.)'in tövbesinin bugünde kabul edildiği, Hz. İbrahim'in bugünde ateşten kurtulduğu, Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a bugünde kavuştuğu kaynaklarda kaydedilen rivayetler arasındadır.Şiîler Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edildiği gün olan on Muharrem'i matem günü sayarlar ve Muharrem'in biri ile onu arasında gülmez, et yemez, yeni elbise giymez, yeni bir işe başlamazlar. On Muharrem dövünme ve yas günüdür. Sonra yas bitti mi aşûre törenleri başlar.Âşûre günü sürme çekmek, gusül etmek, kına yakmak, büyükleri, âlimleri, hastaları ziyaret etmek, yetimlerin başını okşamak, hububât ve tatlı pişirmek, İhlâs suresini okumak, sevinmek ve bugünü ayrı bir gün olarak kutlamak İslâm'da olmayan bir davranıştır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)'den gelen ne sahîh ve ne de zayıf bir hadîs vardır. Hadîs diye rivayet edilen bazı sözler tamamen uydurmadır. Sahabeden ve dört mezhep imamından vb. kimselerden de bir rivayet olmadığı gibi, muteber kitapların hiçbirinde de buna dair bir haber yoktur. (İbn Teymiye, Mecmûu'l-Fetâvâ, Kahire 1326, II, 48; es-Subki, el-Menhel, Kahire 1393, X, 209) O hâlde bugünde böyle bir tatlı pişirip yakınlara ve komşulara dağıtmak tamamen bid'at ve İslâmî olmayan bir örftür.


**
'Aleviyim' diyenlerin sayısı 4.5 milyon
19. Yüzyılda BEKTAŞÎLİK-4


Bayram’ların Kökeni Üzerine
“7. Gün Tatili” ,Oruç’un,Bayram’ın Kökenleri

'Tufan' Bir Ayin'di !
Tanrı Yedinci Günü Neden Kutsadı?
Her Toplumda Farklı 'Kutsal Gün'ün temelleri

"Şabat Günü"nün Kuralları

Oruç'un Kökenleri Üzerine
“Hamurlu Ekmek-Hamursuz Ekmek”

Marul Yeme Yasak veya Gereği ...

“Mercimeği Fırına Verdiler”

Yezidi,Rum ve Ermeni ortodoks dinlerinde bazı kutsal/yasak yiyecekler

Fısıh-Pesah'ında Kurban Hazırlık ve Tüketim Tarzı