Pazartesi, Ocak 21, 2008
“Olağanüstü kuvvetli fırtınaların hepsi bir olup saldırdılar,
Aynı anda Tufan ibadet merkezlerini kapladı.”
Benim, eski toplumun ilişkilerini anlama çalışmam özel olarak ‘Sümer’leri öğrenme isteği olarak şekillenmedi….Bugünkü toplumu, onun davranış kaynaklarını, inançlarını kavrama çabası içinde, yazılı kaynaklar bakımından bilinen en eski uygarlık alanı olarak, Mezopotamya topluluklarına zamanla ulaştım.
Bu geç kalmış bir çalışmadır. Sadece kendi bakımımdan değil fakat…
Avrupa aydınlanmacılığı, dine karşı tutumunu politik nedenlere çok dayandırmıştı. Marksist formasyona bağlı akımlar içinde, eski topluma karşı, eli yüzü düzgün bir çalışmaya yönelimin bulunmuyor olması da bir rastlantı değil. F.Engels’in, sağlığında keşfedilen Turuva’ya karşı ölü suskunluğu, orada, kendi teorilerinin eksik temellerine yönelmiş bir tarihsel yanıt bulunuyor olmasına bağlıydı herhalde. Turuva’nın keşfinin aynı zaman diliminde Amerikalı Morgan’a, Darvin’e kapılarını sonuna kadar açan Engels, Turuva’nin keşfini geçiştirmişti.
Turuva'nın keşfi, bir hayaller toplamı olarak ele alındığı ölçüde, mitolojinin sonudur. Gerçekten de mitoloji kavramına öylesine kötü anlamlar yüklenmiştir ki, onu kullanmaktan korkuyorum.
Eski toplum, kendi tarihini anlatır. Kendi tarihine üstelik, yapısal düzenlenişinin devamı için, çok sıkı bir şekilde bağlı kalmak da zorundaydı. Yazının olmadığı toplumlarda bu, sözel ilahi, şarkılar biçiminde, ezberlenmesi kolay tarzlarda, babadan-oğula, nesilden nesile aktarılıyor olmalıydı. Her topluluğun veya tercih ettiğim kavramlarla, her “toplum birim”in kendi özel bir “tarih çetelesi” ve buna bağlı “tarih anlatımı” bulunuyor olması çok doğaldı.
Birey, orada, ancak, bu tarih çetelesi ve bu tarih anlatımı ile var olabilir. Onun toplum birim içindeki ve toplum birimler karşısındaki bütün hak ve ödevlerinin anahtarı, onun aidi olduğu toplum birimin tarih çetelesinde ve tarih aktarımında bulunuyordu.
Dünyanın en köklü, en zengin müzik kültürlerinden birisine sahip olan Araplar arasında ‘müziğin yasaklama’ çabası, Muhammed’in “gericilik yapma” isteğine bağlı şekillenmemiş olmalıdır.. Bunu, nihilizmi kişilik kaybı olarak yaşayan ve yaşatmak isteyen Altan soykutüğüne sahip olanlar türünden kişiler düşünebilir.
Kuran’ın kendisi de bir şarkı, ilahi türü anlatımdı ve MS. 7. yüzyılarda bir dizi farklı ilah arasında bölünmüş toplulukları birleştirmek için onların tarih aktarım biçimlerinin devamını merkezi bir din için sakıncalı gördüğünden yasaklamaya çalışmış olmalıydı. Bu yasaktan sonra, 1400 yıl sonra bile, müziğin Arap yaşamında, ekmek kadar vazgeçilmez parçası olarak bulunmaya devam ediyor olması, zaten bu yasağın eski mantığını da ortaya koyar.
Eski Mezopotamya toplumları arasında, “Sümer” ses değerleriyle okunan kavram ile ifade edilen bir toplum var olmuş mudur? Bu sözcüğün bize bir “Avrupa hediyesi” olduğunu düşünüyorum. Onların niyetlerinden bağımsız olarak böyle bir sözcük, eski Mezopotamya topluluklarının, kendi kendi ata kültürlerinden koparılmasına yol açmıştır ve tarihin izlenmesinde kesinti yaratmıştır. Çünkü bu algılama tarzında, Avrupa hediyesi “Sümer”ler, torunlarının arasındaki izlerini, kavramlarını, varlıkları bir çantaya toplayıp, serap dünyasına uçuverirler. Böylece gerideki “barbar Ortadoğu”lularla hiçbir alışverişleri kalmaz…
Gerçek tarihte ise, bu böyle olmamıştı. Olamazdı da zaten. Onlara ilişkin asıl bilgileri ortaya çıkaran, bize tanıtan, kişisel olarak benim bu alandaki çalışmalarımda daima başvurduğum kaynak konumunda bulunan Avrupa bilim dünyasına her zaman müteşekkir kalacağız. Ama artık, onun eski topluma, “Sümer” adı verdikleri topluluğun yanlış tanıtımına karşı çıkmadan, bu alanda daha fazla ilerleme olamaz. Nitekim neredeyse son yarım yüzyıldır bu alandaki çalışmalar, daha ilerisine gidemediği bir noktaya gelip dayanmıştır.
Bize ‘Sümer’ adıyla ulaşan bu topluluk “ateş-güneş kült topluluğu” ve sadece bir dildeki ifadesi olarak, “Sam” veya “Şam oğulları” olmalıydı ki, bunu bütün “kara renk” motiflerini kutsal sayan topluluklar üzerinden de izleyeceğiz*.
Bunların torunları, günümüzde de Ortadoğu dâhil, var olmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla “Sümer” dil ve kültürü seraba karışmış değildir. Tabii ki, dönüşmüş, karışmış, bozulmuş bir halde varlık sürdürebilirdi ama, kaybolma teorisi sadece “tarihte kopukluk” yaratma teorisidir ve Ortadoğu toplumlarının küçümsenip aşağılanmasında kullanılmak için yaratılmışa benzemektedir.
Eski Şammarru-Akad tabletlerinin yeni bir yorum temelinde, çalışma araçları olarak kullanılması çok önemli. Bunlarsız ne eski ve ne de dolayısıyla yeni dinler anlaşılabilir. Bunlarsız ne eski toplumun ekonomik, siyasi, askeri örgütlenme temelleri ve ne de dolayısıyla şimdiki ‘küresel toplum’un ekonomik, siyasi, dini örgütlenme özellik ve yönelimleri çözümlenebilir.
Gelgelelim, yeni peygamberler olarak ortaya çıkan bay Hardt ve bay Negri, İmparatorluk’larında en fazla eski Roma’ya kadar sürebilen bir yolculuk yapmışlardır. Oysa gümüş’ün 'para' karşılığı olarak ortak değer kullanımı ilk kez bu toplumlarda görünmüştü. Altın ile gümüş madenleri bu toplumların hayatında başlangıçta ise, sadece dini nedenlerle bulunuyordu. Ayni verginin ilk biçimleri de tamamen bir dini edim halindeydi ve onu Eski Ahit'in Âdem’le Havva’sının ilk oğullarının tanrıya sundukları ürünlerinin 'ilk ağız’ı olarak da, “insan kurban”ın yerine geçmek üzere de oluşmuş bitki-hayvan totem sunu ve kurban edimleri olarak görmeye başlarız.
Bir kaç gündür, Archiv Orientalni’de yer alan bazı çalışmaları yayınlıyorum. Bunlar alanlarındaki ender çalışmalardır ve bize, -3. ve 2. binli yıllar arasında, o toplulukların gerçek ekonomik yaşam ve ilişkilerine, işçi ücretlerine, “kölelik düzeni”ne geçişin, bir önceki koşullara göre, bir uygarlık adımı olarak nasıl şekillenmiş olabileceğine ilişkin, benim çok etkilendiğim, olguları aktarırlar.
Dışardan baktığımız zaman, başın arkasına iliştirilmiş avuç içi kadar olan Yahudi Kippa’sının kutsiyetinin ve varlığının anlamını çözemeyiz. Muhammed dininde abdest alırken neden, sadece başın ön kısmının avuç içi kaderlik kısmının “mesh edilmesi” gerektiği yönündeki kuralını da… Sadece erkek çocuk sünnetinin değil, kızlık zarının, bekâret’in kullanımının, eski toplumda neden bir “uygarlık adımı” olarak ortaya çıkmış olabileceğini de…. Sadece erkek çocuk sünneti ile ilgili olabileceğini varsayan uzmanlarımızın, sünnet tanımayan Ermeniler arasında da bulup şaşırdığı Kirvelik’in, Hıristiyanlıkta vaftiz sırasında karsılaştığımız vaftiz ‘annelik-babalık’i kurumlarıyla aynı toplumsal fonksiyona sahip olduğunu da...
Bu belgelerde, eski toplumun gerçek örgütlenişinin ‘mitolojisini’ buluruz ve eski anlamıyla mitoloji hayaller dünyasından gerçek yaşam dünyasına iner ve eski anlamını kaybeder.
Söylemeye gerek yok ki, bu çok geniş ve zor bir çalışma alanı. Ama şunu memnuniyetle söylemeliyim ki, eski toplumun değişik yanlarının parça parça gerçek görüntülerini sunmaya çalıştığım geçtiğimiz yıllar boyunca Toplum ve Tarih okuyucuları için, simdi artık İlhan Arsel’in, Turan Dursun’un yazı türleri son derece, zayıf ve hatta yanlış bir içerik halinde görünmeye başlamış durumdadır. Bu ise geleceğe olan güven artırıcı bir işaret. Umuyor ve diliyorum ki, özellikle genç akademisyen çevreler bu çabayı devam ettireceklerdir.
Ben bu çalışmalarda, kendileri yazılarını yazdıkları sırada, iyi-kötü yine de geniş bir Şammarru-akad belge yığını bulunmasına karşın, bunlardan tek bir sözcük etmeyen; bunlara dayanmak için çaba göstermeyen bilgelerimize fazla dayanmıyor; onlardan söz etmiyorum… Gücünü, bu eski tarihe dayanmış verilerden almayan beyinler, bir takım vargılarında doğruya yaklaşmış olsalar da, ben, kavramlar etrafına örülen her türlü tarih ve sosyal teoriye dayanmak yerine, tanıdığımız en eski yazılı belgelere sahip gerçek toplumun verilerine dayanmayı yeğlerim.
Bu eski tarihin yeniden kurgulanması gerekiyor. Bu kurgu türünde de, eski toplumun kullandığı değerleri temel almak durumundayız.
Eskli tarih anlatımlarında birden fazla ‘yaratılış’ türü yer aldığı gibi, birden fazla ‘Tufan’ da bulunur. Fakat bunların içinde bir tanesi bize kadar ulaşmış Tufan varyantını yansıtmaktadır ve işte o Tufan, eski tarih çizelgelerinde, sayın Prof. Dr. Yahya Sezai Tezel’in düşüncesinin tersine, bir ‘milat’ olarak da kullanılıyordu.
Bu Tufan’ın “milat” tarihinin yaklaşık olarak ortaya çıkarılması, bizim geriye ve ileriye doğru tarihsel hareketlerimizde bir kolaylık sağlayacaktır.
Bu Tufan’ın “tanrısal bir afet” olduğu inancını sürdürmeyi, ilahiyatçılarımız isterlerse sürdürsünler. Onlara tavsiyem, Kuran’da Tufan sırasında “kazanın kızması”, “ısınması” gibi kavramların anlamı üzerine birtaz düşünmeleridir. “Kazan kaldırmak”, bir anlaşmazlık ifadesi ise, doğal olarak “kazan kaynatmak” da bir “anlaşma”nın ifadesi idi. Bütün eski tapınakların, eski Kudüs tapınağının önündeki “kazan”lar; gündelik yaşamın bütün ‘kazan’ edebiyatı, Bektaşiliğin kutsal kazanları, eski toplumun Tufan adını verdiği ritüel, “kutsal anlaşma”ların, “ittifak toplantı”larının aracı idi ve Muhammed’in, Tufan’ı kazanla ilişkilendirmesi bu bakımdan, eski kayıtlara bağlı kaldığı için, son derece normaldi. Yoksa o tarihlerde henüz ‘buharlı gemi kazanı’nın bulunmadığını biliyoruz…
Öteki tür bilim adamlarımız bakımından ise, belki bir Tufan olmasına olmuştur ama bu “Tufan” olsa olsa bir “sel felaketi”, belki bir “Tsunami” falan olabilir. Sayın Çığ da, son yıllarda pek revaçta olan “Karadeniz Tsunamisi”ni Tufan’la bağdaştırarak sunma sırasına girmiş görünüyor.
Olabilir… İsteyen istediğini yazsın…
Biz Şammarru-Akad belgelerine tabi kalacağız ve onların Tufan’ının, önce, neden “ibadet merkezlerin”de, yani “tapınaklar”da başlamış olduğunu ele alarak, Tufan’ın, bize ulaşan biçiminin bir “insan kurban ritüeli” olduğunu; bunun yılda iki kez özel bir tören olarak yinelendiğini; bu nedenle her toplum birimin farklı bir Tufan algılayışı bulunduğunu ortaya koyacağız.
*********
*Şammarru tam olarak Şam+oğul, bu ise “Ateş-güneş oğlu” anlamına gelir.
Şam kavramı farklı dilerde Sem, Od, Nar, Har, olarak ateş-güneş karşılığı olarak kullanılmış ve giderek ‘gök’ ile de eşitlenmiştir. Kutsal yazılarda ‘gök’ bu külte ait topluluğun bir anlatım tarzı olarak yer alır. Tabletlerde bu topluluğun oturduğu topraklar Şummeru ki enki vb. biçimlerinde de yer almıştır. Samara kavramı oluğu kadar 'Kenan toprakları' kavramı doğrudan "ki enki" (enki toprağı) kavramının gerçek ses değer karşılıkları olarak görünüyor.
Semah ayinleri, Semitik, Semavi kavramları daima bu ateş-güneş-gök kavramlarıyla ilgilidir.
Türkiye’de şimdi de kullanılan “Şom ağızlı”, “Şam oğlanı”, “Somun ekmeği”, “40 fırın ekmek-somun yemek” gibi kavramların, herhalde, bu eski kavramla ilgisi var görünüyor.
“Somun ekmek”, bu topluluğun ön kült dönemine ait olarak Musevi ve Hıristiyanların kutsal sofrasında bulunmaya devam eder.
Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra
Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra-2
Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra-3
Eski Toplumda 'Veba', 'Atsineği' ,'Sağanak Yağmur'(Tufan)...
Kuran ve Tevrat'ta 'Kutsal Tufan' anlatımı-2
Mezopotamya Erken Dönem Kırallar Listesi