16.01.2008

Din'ler Nasıl Eleştirilebilir?

Türkiye’de, geçtigimiz 50 yıl boyunca İslam’ın ‘uyuşturucu’, ‘kaderci’ yanı uzerine, hiç olmazsa bir-kaç cümle yazmamış ve bol bol konuşmamış çok az ‘aydın’ var olmalıdır... Çünkü o dönemlerin “münevver”liğinin din olgusuna karşı genel yaklaşımını Batı ‘aydınlanmacılığı’ belirliyordu.

“Doğu İslamı”nın kitleleri uyuşturduğu, kaderciliğe mahkûm ettiği tezleri, Marks’tan çok önce Fıransız aydınlanmacılarının da temel tezleri arasındaydı. Bu ‘aydınlanmacılık türünün Türkiye’deki (ve genel olarak öteki “3. dünya ülkeleri”ndeki) yansıtıcıları da, “din” genel konusunu İslamla eşitleyerek ele almak ve “din eleştirisi”ni basit “İslam eleştirisi” olarak uygulamak için ne lazımsa yaptılar zaten. Bu tür ülkelerde ve Türkiye’de “Din üzerine eleştiri” iddiasıyla ortaya çıkmış kitaplarda “İslam ve Muhammed’in hayatı” ve özel olarak “Muhammed’in cinsel hayatı”nın anlatımının dışına çıkmış pek fazla eser olduğunu sanmıyorum.

Hıristiyan ayinlerinin “kutsal ekmeği”nin “hamurlu mu, yoksa hamursuz mu olduğu”(*1) üzerine, günümüzde Türkiye’de “bilimsel” ders veren akademi mensuplarının bulunuyor olabilmesi gibi sonuçlar pek tesadüf değildir. Yeni Papa’nın bugün Efes’te, yarın da İstanbul’da gerçekleştireceği dinsel ayinlere “garipçe bakan bir izleyici” kitlesi durumunda olmamızın da nedenleri arasında, Museviliğin ve-ya Hıristiyanlığın hem şimdiki söylem biçimlerinin ve hem de tarihteki ön kaynaklarının yeterince tanınmıyor olması gerçeği bulunmaktadır.
Özellikle son yirmi yıldır Türkiye’de, din olgusunu İslamla eşitleyen düşünürler; dinlerin kökenlerini, eski insan toplumun ilişki biçimlerinde değil, ruh dünyasında, hayal âleminde, cahilliklerde arayanlar, günümüzde artık bir şok yasamaya başlamış olmalılar. Çünkü, geçen yarım yüzyıl içinde, “kaderci”, “uyuşuk” İslam savunucuları, en azından bu dinin önemli bir kesimi, bugün, sadece, dünyanın bir numaralı terör tehlike kaynağı ilan edilmekle kalmadılar; üstelik İslam, genel olarak, Doğu’nun Batı’ya bir tür başkaldırısının bayrağı halini de alıverdi.

Dün onu pısırıklıkla eleştirenlerin tümü, neredeyse, şimdi, İstanbul’da yeni Papa’nın Aziz Andrea yortusuna katılıp, İslamın eski uyuşturucu özelliğine yeniden kavuşması için tanrıya el açacaklar.

Eski Yunan ‘doğa felsefesi’ne dayanan “aydınlanmacılık”, Katolik dini ile bir iktidar mücadelesi içinde şekillenmişti. Doğal olarak da, “dine karşı mücadelesi”ni, dinin Katolik kolunun iktidardaki biçimiyle çok fazla eşitleyerek ele almıştı. Din konusundaki eleştirilerini iktidar mücadelesinin gündelik argümanlarıyla çok karıştırmıştı.
Oysa çalışmalarımız boyunca görüyoruz ki, eski Yunan maddeci, “doğa felsefesi”nde, “bütün varlıkların onlardan türediği ilk öğe, arkhe” olarak ileri sürülen ‘ateş’, ‘deniz’, ‘su’, ‘hava’, ‘yer-toprak’ vb. gibi temel kavramların tümü, şimdiki ‘din’lerin de ‘yaratılış’ anlatımlarının ilk temel öğeleridir. Erken yaratılış anlatımlarından olan Enuma Eliş’in “ilk arkhe”leri, “tatlı su”, “tuzlu su” idi! İslam’ın Şeytanını da tanrı, Adem’den çok önce “ateş”ten yaratmıştı! Adem’e gelince… Eski Ahit ve Kuran’ın tanrılarının Adem Babamızı “ cıvık çamur”, “toprak”, “pişmiş kil”, “su” gibi hepsi de elle tutulur “madde”lerden yarattıklarının yazılı olduğunu artık biliyoruz…

Materyalist Lenin, varlığın ilk öğesinin ‘ateş’ olduğunu öne süren eski Yunan bilgelerinden Herakletius’un “ateş arkhe”sine ilişkin sözlerini yere-göğe sığdıramamıştı. Kendisi için tuttuğu notlardan ve okuduğu kitaplardan işaretlediği bölümlerden oluşan Felsefe Defterleri’nde Lenin, Herakletius’un ilgili sözlerini “çok önemli” kaydıyla işaretledikten sonra söyle diyordu:
“Diyalektik maddecilik ilkelerinin çok iyi bir açıklaması” (Felsefe Defterleri. S.294)

Fakat garip bir şekilde, yeni Papa da, 12 Eylül 2006 tarihinde Regensburg Üniversitesinde yaptığı konuşmasında, “yanan çalıdan yükselen söz”den , “Çalıdan başlayan bu süreç”ten bahsederken, Musacılıktaki tanrı kavrayışının temellerinden olan yaratıcı ‘ateş’ kavramına işaret etmiş oluyordu.

Gerçi,varlıkların “ateş”ten, “toprak”tan, “su”dan, “hava”dan yaratıldığını yazan eski dini kitaplar ‘aydınlanmacılık’ sırasında ve sonrasında da vardı ama, dinin bir “uydurmalar toplamı” olduğu ilişkin fikir, bilinçlerde o denli derinlere işlemişti ki, Yunan doğa felsefesinin “ilk maddeci kavramları”nın, bizzat eski dinsel inanışların da “ilk kavramları” olduğu pek hesaba katılmamıştı.

Eskiden bana da doğru görünen bu tür yorum ve yaklaşımları artık bütün temeliyle birlikte yeniden gözden geçirmek gerekiyor.

20. yüzyıldaki çabalarla, şimdi artık önemli ölçüde tanıdığımız Akado Sammaru eski kil tablet çözümleri, “ateş”, “tuzlu ve tatlı su”, “hava-nefes”, “toprak-dünya” gibi temel kavramlarını bize tanıtmıştır ve ,eski toplumun bu “madde”leri “ilk yaratıcı öğeler” olarak ele aldığına bir kuşku bırakmıyor.

O halde Yunan doğa felsefeciliğine de dayanan aydınlanmacılık dönemi ve sonrası materyalizmin, şimdiki dinlerle, en azından kavramsal ortaklığının yol açtığı sorunları yeniden gözden geçirme zamanı artık gelmiştir.
Eski dini inançların kökenlerini insan toplumunun, özel olarak bu dinlere kaynaklık eden Mezopotamya toplumlarının karşılıklı ilişki biçimlerinde, ittifak düzenlenişlerinde ve bu ittifak ilişkilerinde aldıkları rol ve görevlere bağlı olarak şekillenmiş toplumsal yapılarında, buna bağlı olarak şekillenmiş kültürel temellerinde aramayan hiç bir “din çalışması”, başarıya ulaşamaz.

Zaten dinin kaynaklarına ilişkin şu ana kadar ileri sürülenler, genel olarak ‘masal anlatımı’ olmaktan, ne yazık ki, daha ileri gidememiştir ve masalların tükendiği noktada da bu çalışma odalarının kapılarına kilit vurulmuştur.

Doğaüstü yaratıcı bir tanrı hiç bir zaman varolmamıştır. Böyle bir ‘yaratıcı’ya iman, şimdiki dinlerin tanrı kavrayışının farklarını da ifade edemez zaten. Hepimizin “Ortak, aynı tanrısı” gibi sözcükler, en azından şimdilik, basit bir politik oyun sözcüğü olmaktan fazla bir değer taşımıyor. Papa’nın Efes ayini sırasında, İzmir Başpiskoposu Ruggero Franceschini, açılış konuşmasında "Burada tek Allah'ın evlatları olarak toplandık" gibi sözler ederken, bu basit bir politik tutum olabilir… Çünkü “üç din”in ve onların mezheplerinin hiçbirisinin ‘tanrı’ kavrayışı ve kavradıkları şekliyle tanrı ile olan kendi ilişki biçimleri ve kült tarzları aynı değilidi ve böyle olmayışı zaten ortada “ortak bir tanrı” olmadığının da göstergeleridir...
Bu noktaları ilahiyatçılarımızın açıklamasını bekleyemeyiz. İslam’ın “tarihteki kılıç şiddetine” gönderme yapan yeni Papa’ya ‘teolojik’ yanıt vermeye hazırlandıklarını söyleyen Bardakoğlu’nun bir türlü ortaya çıkmayan yanıtlarını da bekleyemeyiz.
Bu alandaki yanıtlar, “tanrı sözcüğünden tiksindiği”ni açıklayan Yalçın Küçük gibi, kendisinin “delilik-dâhilik sınırlarında” dolaştığını farzeden ve fakat sözcük, kavram, meslek veya şecere kayıtlarıyla oynaşarak tarih yazdığını sananlar tarafından da verilemez.
Hem kendi Tanrı’larını ve hem de ona uygun olacak şekilde oluşturulmuş dini çizgilerini bizzat yaratan insan toplumunun, bunu hangi toplumsal gereksinimlerine yanıt olarak ve nasıl yaratmış olduğunu incelemeden, farklı dini topluluklarda, neden farklı tanrı kavrayışları olduğunu da anlayamayız.

Bu noktadaki çözümleyici güç, ancak, tanrıtanımazlığı sağlam toplumsal ve tarihsel temellere oturtabilen bir çalışma ile elde edilebilir.

***


* “Hamurlu Ekmek-Hamursuz Ekmek”

http://toplumvetarih.blogcu.com/1417928/



* “Hamursuz Ekmek” konusunu, E.Şafak da 30 Kasım 2006 Perşembe tarihli yazısında aşağıdaki gibi islemiş.

E. ŞAFAK
Sabah

Ayasofya-BrükselPapa XVI. Benediktus bugün Ayasofya'nın kapısından içeri adımını atarken hiç kuşkusuz uzak seleflerinden birinin İstanbul'a gönderdiği üç temsilcinin 16 Temmuz 1054'te bu görkemli mabetten içeri hışımla girişlerini anımsayacak.
Mustafa İzzet Efendi'nin hat sanatının başyapıtları arasında sayılan yazılarıyla süslenmiş mihrapta Müze Başkanı Ahmet Haluk Dursun'un verdiği bilgileri dinlerken de, gözleriyle yine o üç kişilik Vatikan heyetinin mühürlü bildiriyi astıkları noktayı arayacak.Çünkü, Doğu ve Batı kiliseleri arasında köprüler o ziyaretle havaya uçuruldu. Öyküsü anlatmaya değer.
İlk milenyumun başlarında Vatikan ile Bizans arasında Hıristiyanlığın bazı dogmaları konusunda ciddi yorum ayrılıkları ortaya çıktı: Ayinlerdeki ekmek (hamurlu mu, hamursuz mu), oruç, vaftiz (Hıristiyanlığa kabul edilenler suya 1 kez mi batırılacak, 3 kez mi), ayinlerin dili (Yunanca mı, Latince mi), din adamların sakal bırakıp bırakmaması gibi.
http://www.sabah.com.tr/safak.html



Din Kuralları ile Toplumsal Yapılanma Arasındaki İlişkiler

Din'ler Nasıl Eleştirilebilir?


Belge'ler, Eski Toplum ve Dinler
Belge'nin Hıristiyanlık Kavrayışı...
Belge’ler... ve Eski Toplumu Tanımanın Önemi
“Kötü Toplum”-“ İyi Toplum”

'İyi -Kötü Toplum'dan 'İyi -Kötü Din' Ayrımına...


Murat Belge Nasıl Bir Ateist ?!

Murat Belgelerin Hiristiyanist ‘Ateizm’i ..

Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna
Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna–2
Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna–3
Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna–4
Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna–5
Murat Belge, Hıristiyanlık ve Yuhanna–6


"Dinsizim Elhamdüllah" Çizgisinin Tartışılması..
“Dinsizim Elhamdüllah!”-2



Ahmet Altan’dan Bir İtiraf

“Kötü Toplum”-“ İyi Toplum”

Papa-Patrik deklarasyonu ve bazi İsa'cı yorum-kavramlar ...İsa'cı yorum-kavramlar-2

“Kuzu İsa”nın Öncelleri.. “Kuzu İsa”nın Öncelleri-Açıklamalar-2

“AB'nin Hıristiyan Kökeninin Açıkça Beyanı...”"Ey anamın oğlu, saçımdan sakalımdan tutma!” Incil'de Kutsal Baş Tıraşı Ritüeli

Hiristiyanlığın Su Vaftizinin Biçimleri

Musevilik ve hiristiyanlikta ‘el-ayak yikama’ ayiniHiristiyanlığa Ait Bazı Veriler

“İlk insan Yer'den,İkinci insan gök'ten..”..

Felsefenin Serüveni