18.01.2008

"Medeniyetler" Çatışması Ve "Medeniyetler" İttifakı...

"Medeniyetler Çatışması" Ve "Medeniyetler İttifakı"…..


Bunlar “küresel dönem”in giderek alışmaya başladığımız kavramlarından bazıları...
Gelişmelere bakılınca, öyle görünüyor ki, 'Medeniyetler’e ilişkin ne ‘çatışma’ teorisi bir ‘masal’dı; ne de ‘medeniyetler ittifakı’ bir “müsamere denemesi” olarak kalacaktır...

Artık mumyalanmış bir ceset halindeki Birleşmiş Milletler Örgütün’ün sözcüsü, Genel Sekreter Kofi Annan tarafından, onun himayesinde, onun kuruluş duyurusu ile tanıtılan ve “Müslüman Türkiye” ile “Katolik İspanya” arasında, onların şimdiki Başbakanları, Recep Tayyib Erdoğan ile Jose Louis Rodriguez'in katılımıyla oluşturulan “Medeniyetler İttifakı” uluslararası girişimine boş vakitler değerlendirme çabası veya ilkokul müsameresi gözüyle bakmak gerçekçi olmaz.

Her şeyden önce, “medeniyet” kavramının geçirmekte olduğu yeniden bir 'kavram-değer' belirginleşim süreci yaşıyoruz.

Bu kavramı, göreceli değerle konuşan eski Samarru-Akad tabletlerinden bu yana tanıyoruz: Tahılı öğütüp kutsal somun ekmeğini yapan; ölüsünü “toprağa verme” törenini artık düzenleyip biçimlendirmiş; kutsal ağlayıcı - ilahi söyleyici- ekibini kurmuş bir topluluk için, örneğin orada Ateş-Güneş tapımcısı Maruttu toplulukları; un öğütmeyi veya ev yapmayı bilmeyen, ölüsünü gömmeyen (“toprağa vermeyen”), üstelik de, çiğ et yiyen 'barbar'lar olarak tanımlanıyordu. Eski Yunan ve sonra eski Roma için, 'Medeniyet' tanımını, kendilerinin bulundukları ekonomik, siyasi, ahlaksal seviye ile eşitleniyor; bundan daha farklı olan bütün öteki topluluklara "barbar" nitelemesi uygun görülüyordu.
Bu kavram, 'civilisation', eski toplumda, şehirleşme, yerleşik düzene geçişle birlikte göreceli bir değer ifade etme aracı olarak kullanılmaya başlanmış olmalıdır. Jüstinyenci hukuktan bu yana, bütün Doğu, "barbarlık" tanımı içinde yer almaya başlamıştır.

19 ve 20. yy. ların ‘medeniyet’ kavramında öne çıkan yan, Batı’nın endüstri devletlerinin daha çok kapitalist sanayisine ait teknik kategorilerdi: Örneğin M.Kemal’in “muasır medeniyet” tanımında, gelişkin sınaî toplumların söz konusu edildiği çok açıktır.

Önceki ‘Medeniyet’ tanımlamalarında, elbette, ilgili toplumların geniş ölçüleriyle din kültürlerine, çok daha önceki örgütleniş kural ve biçimlerine dayanan ve giderek ‘ulusal kültür’ diye adlandırılan davranış ve algılama türlerine ilişkin çizgiler de bulunuyordu. Kastedilen 'medeniyet', üzerinde yükseldiği ilgili toplulukların, yeni haliyle Hıristiyan dini özellikleriyle de birlikte var olabilen, yaşam düzey ve ilişkilerinin bir genel ifadesi idi.

Günümüzde, ulusaşırı sermayenin ‘ulus’ sınırlarını aşması; dünyanın bütün ülkelerinin bütün toplumsal yaşamına, artık engel gördüğü ‘ulus’ sınırlarını yıkarak girmesi ve girmeye devam etmesi, ulusaşırı, küresel olguların güçlenmesi ve hayat bulması ile şöyle-böyle eşzamanlı bir süreç olarak yaşanıyor. Bu, sadece tek tek ‘ülkeler’in yerini almakta olan AB gibi bir “birleşik devlet’ modeli olarak veya ’ulusal banka’lar bırakmayarak ilerleyen bir ulusaşırı finansal kurum halindeki bir süreç değil; “ulusal futbol takımları”nın ‘ulusal’lığını bile bozarak, etnik temelini ortadan kaldırarak ilerleyen bir süreç...

Dolayısıyla, sadece siyasi, ekonomik boyutlarıyla değil, en sıradan insanın bütün yaşamının her alanında etkilendiği köklü bir yeniden yapılanma.

Böyle köklü süreçleri var kılan özelliklerin henüz belirginleşmekte olduğu dönemlerde, yaşanılan o anda, gelişmelere yön verebilecek sonraki kurumların yapıları, başlangıçta belirsizlikler, anlaşılması güç çizgiler taşıyabilir; bu kurumların ilan edilmiş amaçlarında zamanla değişiklikler yaşanabilir. Fakat o tür kurumlar, yeni dönemin ihtiyaçlarına yanıt olarak doğmuşlar veya doğmak istiyorlarsa, onu bebek halleriyle, hatta ana rahmindeki biçimleriyle tanımak için, günümüzde tıbbın aştığı bir sorun gibi, bizim de çaba göstermemiz gereklidir.

Günümüzde ‘medeniyet’ artık, boyutları bakımından dünyasal (üç kutsal ) dinlerin ve onların taraftarlarının genel bir ifadesi halini almakta olan bir kavramdır ve “ulus bağları”nın zayıflamasıyla, insan topluluklarının dinsel saflaşma olgusu bakımından da anlaşılabilir bir gelişmedir.

Din eğitimli başbakan Recep Tayyib Erdoğan’ın konuşmalarında,
''bizler, adına dünya denilen şu insanlık bahçesini,
farklı lezzetler ve farklı renklerimizle zenginleştiren ağaçlar gibiyiz''
türünden Eski ilahisel sözcükleri işitince, medeniyetler ittifakı girişimini ‘müsamere’ olarak değerlendirmek, bu girişimin ciddiyetinden şüphelenmek yerine; ‘medeniyet’ kavramının günümüzde artık “üç tek tanrılı din”lerle eşitlenme süreci yaşamakta olduğunu anlamak ve bu tür girişimleri yaşamakta olduğumuz süreç bakımından ele almak çok daha yararlı olacaktır.

Türk medyası, gelişmeler karşısında ‘akil’lik bakımından son derece yetersiz kalıyor. Fransa’nın ‘soykırım inkâr suçu yasası’nda, yasanın bütünüyle siyasi hedefler taşıyan temel özelliği de bu yüzden, “konuşma ve fikir özgürlüğü” gibi, Türkiye’nin ve medyasının pek sahip olmadığı bir alanda aranılmaya kalkışılmıştı.

Neyse ki, atı alan henüz Üsküdar’ı tamamen geçmeden Tahkim Kuruluna gitme gibi girişimler başlatılacak görünüyor*. Ermeni konusunu tartışılacak bir konu olmaktan çıkarmaya yönelik Fransız yasası, fikir özgürlüğüne darbe vurma girişimini örgütleme değildi; Ermeniler tarafından, Türkiye’den toprak ve tazminat isteğinin, uluslararası düzeyde, açıkça formüle edilme aşamasına geçişi sağlayacak bir siyasal tutumun ifadesi idi. Türk medyası ve kurumların önemli bir bölümü, bu gerçeği saptamak yerine, kendilerinin en az sahip oldukları bir alanda, “özgürce fikir ifade edebilme” noktasında, Fransa’ya yüklenmeye kalkışmışlardı...

Yeni Papa’nın programatik Almanya konuşmasında Muhammed’le bağlantılı olarak kullandığı cümleleri, Recep Tayyib Erdoğan, “…benim peygamberime hakaret!” olarak değerlendirmiş; Türk basınının ‘akil’leri ve kurumların geneli de, bu konuşmanın asıl içeriğini anlamaya çalışmak yerine, değerlendirmelerinde, “İslama hakaret” çerçevesini pek aşamamışlardı...

Şimdi önlerinde, eski dar değerlendirme hatasını düzeltme olanağı var. Papa 16. Benediktus'un konuşmasında Bizans imparatoru Paleologus'tan alıntı yapmasının ardında,
“Katolik dünyasını kendi içinde bir yorum türü etrafında toparlama; Katolik Batı Avrupa ile ve doğu Ortodoks dünyasını birleştirme; Türkiye’ye yapacağı ziyaretin ana hedefinin de bu olduğu”
gerçeği saptanmalı ve bu temel özellik ışığında, o konuşma yeniden değerlendirilmelidir.

***
("Medeniyetler İttifakı" veya “savası” konusuna devam edeceğiz...)
***(*)http://www.milliyet.com.tr/2006/11/17/siyaset/siy04.html

Medeniyetler Çatışması Ve Medeniyetler İttifakı

Medeniyetler Çatışması- Medeniyetler İttifakı-1

Medeniyetler Çatışması- Medeniyetler İttifakı-2

PAPA XVI. BENEDİKT'İN KONUŞMASI
PAPA XVI. BENEDİKT'İN KONUŞMASI'NA EK

Papa Türkiye’ye neden geliyor ?

Papa XVI. Benedikt: 'Hıristiyan Kökenlere Vurgu'

“AB'nin Hıristiyan Kökeninin Açıkça Beyanı...”

Papa-Patrik deklarasyonu ve bazı İsa'cı yorum-kavramlar

Papa ayin ve giysilerinin anlamları

Papa ayin ve giysilerinin anlamları-2

Kamuoyu 'aydınlatma' ve resmi politika ..

“Papa İstanbul'a turistik bir şeyle gelmiyor”muş!

Bizansa doğru yelken açmak

Bardakoğlu Papa’da Ne Eleştiriyor?

Papa,'Medeniyetler İttifaki',Huntington

Papa Gelmeden... 'Faturası'...