20.01.2008

Gudea Yazıtı

Gudea Yazıtı

Gudea  ile ilgili bir kil tablet  kayıtı ve bunun yaklaşık tercümesi şöyledir:


1
dingirdumu-zi-abzu (ZU AB)

Abzu’nun Tanrısal
Gerçek Oğlu

2
nin-a-ni

O’nun (Gudea’nın) ulu’suna
3
gù-dé-a


Gudea
4
ensí (PA.TE.SI)

yönetici, önder
5
lagas  (SIR.BUR.LA)ki-ke4

Lagaş toprağı (nın)
6
é-gír-suki-ka-ni

Girsu (‘daki ) tapınağını
7
mu-na-dù

O’na (Dumuzi Abzu’ya)  inşa etti.




















 Dingir: Ses değer  ve anlam bakımlarından, Türk-Moğol  dil alanlarında Tenger, Tengri, Tanrı olarak kullanılan “Dingir”  okunuşlu sözcük, erken ve geç Sümer  (ile Hitit) topluluklarında, aynı anlamda kullanılmıştır. Bu sözcüğün, görünmez  bir yaratıcının tanımı olarak algılanmaya başlanmadan önce, sayısız öteki sözcük gibi, uzun bir evrim dönemi geçirmiş olduğunu biliyoruz.

Erken Sümer ilahileri, sonradan başlangıçtaki durumu yansıtmak için , “tanrılar  henüz saptanmamış, onlara ad verilmemişti” tarzında ifadeler  kullandıklarında, kutsal bir yönetici tanımı olarak  başlayan ‘tanrı’ sözcüğü kullanımının  evrimine de işaret etmiş olurlar.

Sümer ve  sonraki Hitit döneminde  yaşayan yöneticilerin, yaşamları sırasında veya öldükleri zaman ‘tanrılaştıkları’na ilişkin ifadeler  ‘yönetici insan-tanrı’  arasında geçişmenin yaşanmış; tanrı kavramının başlangıçta bir yöneticilik sıfatı  olarak kullanılmaya başlanmış olduğunu gösteriyor. Hıristiyanlıkta, Tanrı kelimesi, ‘senyör’, ‘hükmeden’,  ‘sahip’ anlamında ( Malik,Melek?)  ve toplum yöneticisi olan şahıslar için kullanılan aynı ifadeler  ile de  tanımlanmaktadır.(1)

Dingir sözcüğünün, eski yazıtlarda, sadece, günümüzdeki anlamıyla ‘tanrı’yı değil, ‘tanrısal’ olanı kapsayacak şekilde de kullanılmış olması, bu kavramın başlangıçtaki haliyle, daha çok, ‘kutsal varlık’ anlamlı bir kelime  olarak kullanılmıya başlandığını ve giderek ‘tek yaratıcı’  halinde bir algılanma süreci yaşamış olduğunu  göstermektedir.

 Zi : ‘Gerçek’, ‘yasal’ anlamında kullanılmaktadır. “Dumu-zi” bağıntısında ‘yaşayan oğul’, “gerçek oğul” anlamında da kullanılmışa benzemektedir.

Dumu: Günümüze ‘Âdem’, ‘Adam’ okunuşlarıyla  ve giderek ‘ilk insan’ yorumuyla ulaşan  bu kavram, Sümer topluluklarında, kadının kocasının, karısının doğurduğu  oğulun aidiyetini, kadının toplum biriminin elinden alarak kendi  toplum birimine geçirdiği  evladın bir anlatımı olarak kullanılmış görünüyor. Bunun Akadca karşılığı Mar, Maru idi.

Bu oğul, ana toplum biriminden baba toplum birimine geçiş sürecinde, bir kurban olarak sunulma, ‘kısır’ kılınma, ‘tanrıya adanma’, ‘adanmış olma’ gibi ara  süreçler  geçirdikten sonra, baba toplum birimine, “yaşayan oğul”, “kutsal, tanrısal oğul” olarak adım atmaya başlar.
Öte yandan, süreç içinde, erkek evlatların, bütün olarak, analarının  erkek kardeşlerinin (dayıların) ‘oğul’luğundan çıkarak, analarının  kocasının toplum birim aidiyetine  geçişleri sürdüğü için, başlangıçtaki ilk erkek oğul, ‘fils ainé’, ‘büyük oğul’, ‘premiére ne’, ‘ilk doğan oğul’, ‘fils légitime’, ‘yasal oğul’ özellikleriyle ötekilerden ayrılır.

Dummuzi ve eşdeğerleri olan Kişzidum, Enkidum, Gılgamış gibi  kavramlarla  da tanımlanan bu oğul, artık, babanın asıl mirasçısı, “üretken oğul”, karşı toplum birimin ‘kutsal damadı’ halini almıştır. Sünnetin, bu oğul’un  ‘üretken oğul’ haline gelebilmesi için, cinsel organın bütünüyle kesilmesi (hadim etmek) yerine  bir çözüm olarak ortaya cıkmış olduğunu düşünmek için gerekçeler var.
Enuma Eliş’te yer alan “nu dum mu” kavramı da, bu oğul ile ilişkili olmalıdır ve ‘ilk insan’, ‘insani ilk ortaya çıkaran’  anlamları taşımaktadır.

Dumuzi sözcüğü, Rahip Beroz tarafından, eski Yunan diline, ses uyumu temelinde  yaptığı tercümede  Daonos, Dionos  ses değerleri ile dönüştürülmüştür. Tablet yazıtları, eski Yunan diline ses dönüşümü ile  aktarılırken, B=V, P=R, N=I, M=N, E=YE  gibi  uyumlara bağlı kalındığı anlaşılıyor ki, bunun kalıntılarını, Yunan, Kiril ve Latin alfabeleri arasındaki karşılaştırma doğrulamaktadır.

Sadece sessiz harflerin nakşedildiği yazıt türleri, sessizler arasına  ve başlangıç ve sona sesli harfler yerleştirilerek kullanıldığında, ayni tanımın farklı yazımları ortaya çıkmaktadır. Yunan ve Hitit kültünde Dioniyos, Adaniya, Atenna kelimelerinin ve semit-arap kültünde Tammuz, Tamus, Temmuz, Âdem, Adam kelimeleri, içerik bakımından olduğu kadar, kelime kökeni bakımından da, eski Sümer tabletlerinde uzmanların Dumuzi olarak seslendirdiği kelimenin karşıtı olarak görünüyorlar.

Bunun yanısıra, “soldan sağa  doğru” yazılmış eski kayıtlar, kalıntısını Arapçada gördüğümüz biçimde, “sağdan sola doğru” okunarak kopyalanmış ise, Sümerce a+be+ce  hecelemesi Akadca ce+be+a halini almaktadır. Burada söz konusu olan  ‘kötü niyet’  vb. değil, yazma ve okuma sistemlerinin farklılığıdır.
İngilizce NATO ve AIDS,  Fıransızca olarak OTAN ve SIDA olarak okunup yazılıyorsa, dil yapılarının farkından ötürüdür. Üstelik burada, aynı alfabe kullanılmakta ve bütün kelimelerimiz  aynı harf ile başlamaktadır.

Günümüzün bu tür örneklerini, birçok halde, Sümer kavramlarının Akadca karşılıklarında da görüyoruz. İsummud, büyük olasılıkla, böyle bir yazımın ürünü olarak, Dummuzi’nin ters okunuşu idi.(2)

Uzmanlarımızın  Marduk olarak okudukları kelimeye,bu şekliyle, hem Sümer kayıtlarında rastlamayız ve hem de, Babil döneminde, bu ses değerleriyle kullanılmış olup olmadığını bilmiyoruz. Buna karşılık Babil Marduk’u, yarı-Sümerce olarak  “Mar-utu”, “en-Mar-utu” .. biçimlerinde  yazılıyordu ve bunun anlamı ‘Güneşin büyük oğlu’  idi. Bu kavram  Eski Ahit’e ‘Nemrut’ olarak kaydedilmiştir.
Dumu-zi-abzu: Tabletlerin bu tür kavramları, Sümer tarihinde bir ve tek ‘mitolojik Dumuzi’ bulunduğunu varsayan uzmanlarımızı doğrulamayan  örneklerden bir diğeridir. Dumuzi Abzu, kelime kelime, “Abzu’nun yaşayan, gerçek, asıl oğlu” anlamındadır.

Abzu, apsu: Erken döneme  ait ‘yaratılış’ anlatılarında, Eski Ahit ve Kuran’da, başlangıçta, ‘suları zaten  var  kabul eden’  bir anlatım  bulunmasının nedeni Abzu-Apsu ile Tiamat idi. Apsu ve Tiamat okunuşlu  bu kelimeler  ‘tuzlu su’ ve ‘tatlı su’lar anlamıyla yorumlanmaktadır. Sümer-Akad tarih anlatımı, bir bakıma, bu iki kutsal varlıktan itibaren başlatılır.

Eski Ahit ve Kuran’ın ‘yaratılışı’ Sulardan itibaren başlatmalarının nedeni de budur. Dolayısıyla bunlar  tanıdığımız en eski iki  kutsal öğedir. Bu bakımdan, Eski Yunan doğa felsefecileri ve ya Hesiod  , ‘arkheyi  su veya deniz olarak tanıtmışlarsa, Yunan kültürüne  ait bir yenilik  ileri sürülmüş değildir; bu, tam olarak Sümer kültüründen alınmış mirasın yeni bir düzlemde yansıtılması idi.

Apsu ile Tiamat okunuşlu kelimeler, anlatıcılarımızın yer değiştirmesine göre, karşılıklı olarak tatlı ve tuzlu su (deniz) olarak yer değiştirmişe de benzemektedir. Eski Yunan Okeanos’u ve  semitik hebraik dilde  yer alan  ‘apsey’ ve bunun çogulu olan ephes (efes)  Apsu’ya karşılık düşen ‘deniz’ anlamlı kelimelerdi. Nuh Tufan’ının önceki anlatımlarında da, Sümer veya  Babil Nuh’u, Apsu’ya (E-A, Apsu’nun sonraki  devamıdır) doğru gitmek istemekte, ‘gemisi’ Apsu’da yüzdüğü için, ‘okyanuslarda dalgalandı’ diye vb.  yorumlanmaktaydı.

Buna karşılık, Apsu’, ‘kuyu suyu’, ‘yeraltı kaynağı’, “tatlı su kaynağı” haliyle  göründüğünde, Tiamat  veya Nammu okunuşlu kelime, “tuzlu su”, “deniz”,( ?umman) halini almaktadır.

Hıristiyanlıkta ( ve Bektaşilikte)  tuz’un, İslamda Zemzem suyu’nun  kutsiyeti ile Apsu ve Tiamat arasında, bir ilişki sürekliliği bulunuyor gibidir.

En eski tablet yazıtlarından itibaren Enki’nin “Apsu’nun kıralı” olarak da kutsandığını görüyoruz. Eski Yunan Okeanos’u, Enki’nin ters hecelenmesi üzerine şekillenmiş olmalıdır. Musevi  Yehovası, Yehvah’ı da, Apsu’nun EA biçimli (E-Apsu) yazımının farklı sesle hecelenmesine bağlı görünüyor.

Günümüzde Ebu Sahreyn olan bölgedeki eski Eridu  yerleşiminde E-Apsu, Apsu Evi=Apsu Tapınağı bulunuyordu. Kil tablet anlatımlarına göre, Apsu, daha sonra E-A olarak okunan bir Tanrı tarafından, sihir-büyü ile  ‘uyutulur’ ve zincirlenip, kasları ezilerek  öldürülür, tacı elinden alınır; Apsu artık E-A’nin olmuştur. Bununla birlikte Ea, E-apsu’nun kısa yazım hali de olabilir. E-A, Akad Nuh’unun da tanrısıydı; Akad Nuh’unu uyaran, tanrılar toplantısında alınan Tufan kararını rüyasında ona aktaran ve bir  ‘gemi’ yapmasını söyleyen de, hep  bu E-A tanrıdır.
Öte yandan, Ab-zu, Akadca metinlerde, ters hece okuma  ( ve yazımı) ile  Zu-ab olarak da görünmektedir. Ortaya nasıl çıktığını bilemesek bile, İslamın “Zemzem suyu”, bir olasılıkla, “zi-zu-ab” yazımlı bu  kavramın  Arapça okunuşu ile ilişkili görünmektedir. Eğer böyle ise, ilk iki hece, anlam  çevirisi  olmaksızın kullanılmış; ab ise su karşılığı olarak anlam çevirisi ile devralınmış olmalıdır.

Gu-dea: Tam yazılımıyla  « gu-de-a » Lagaş’ın  bir  yöneticisinin özel adı gibi değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, bu kavramın çözümü, Gudea’nın özel bir isim (nom propre) olamayacağını gösteriyor.

Gu-de, ‘ata(n)mak’, ‘seç(il)mek’, ‘tayin etmek-edilen olmak’ gibi anlamlara sahiptir. ‘A’ eki ile birlikte Gudea, ‘seçilen’, ‘adı çağrılan’, ‘atanan’, ‘tayin edilen’ biçiminde bir anlam doğurmaktadır. Lagaş Gudea’sı, yönetici bir kıraldan çok, dini ve idari yetkilerin birlikte sahibi idi.

Uzmanlarımız bu, dünyevi ve ruhani yetki toplamını, önce ‘pa te si’ olarak, daha sonraları ise, ensi veya isaggu olarak da  okudukları bir kavramla tanıtmaktadırlar. Kıral (Lugal) yerine, ensi veya isaggu  (İran’da Agasi) kavramları, yöneticinin dini lider özelliğini  vurgulayan kavramlardır. Ensi okunuşlu kelime, tanıdığımız  Mesih  kavramının özelliğine  daha uygun düşmektedir ve belki de, geçmişte de, günümüzde yaşayan  bu ses değeri ile  kullanılıyordu.

G=K=H  eşdeğerliği, bu kavramın Kuda, Huda biçimli günümüz kullanımlarıyla da ilişkili olabileceğini gösteriyor. Bunlar, tıpkı İlah, Rab gibi ‘Tanri’ anlamında kullanılan kavramlardı.

Gudea ile Avrupa dillerindeki  ‘Tanrı’  kavramları ( Dieu, Deus, Dea, Die…) arasında  bir ilişki bulunup bulunmadığını   araştırmak da yararlı olabilir.

Lagaş: Lagaş yerleşiminin adı. Bu yerleşimin aynı zamanda “SIR. BUR. LA” olarak da okunabilmesi, bu yerleşim ile “Subur”, “Subar” toprakları (şimdiki İran kesimine doğru) ilişki olabileceğini gösteriyor.
E: Ev,tapınak. Akadca Bitu. Tanrı Evi,Tapınak anlatılmak istendiğinde Bit-ili,Betel veya simdi tanıdığımız sekliyle Beytul..

Gír -suki: Girsu. Lagaş yerleşiminde tapınakların bulunduğu  kutsal mahalin adı. Lagaş ve Girsu geleneklerinde, sonradan İslamda karşımıza çıkan paralellikler bulunması, Lagaş’ın çok daha dikkatli ele alınmasını gerektiriyor.  

Böylece  yukarıdaki yazıtın tercümesi, yaklaşık olarak, şu hali almaktadır:

« Lagaş Mesihi  (peygamberi, Tanrı elçisi) Gudea, koruyucusu  Dumu-zi Abzu için, Girsu’ya tapınak yaptı »




(1)«A cause de cela, voici ce que dit le Seigneur Dieu - Proptérea haec dicit Dominus Deus »

 « Et la parole du Seigneur me fut adressée - Et factus est sermo Domini ad me , dicens »

(Ancien Testament, Ezéchiel,XXIV,25-XXV.. Paris 1906)


(2) Yazının sağdan sola veya tersi okuma-yazma biçimleri, Sümer-Akkad tablet dönüştürmelerinde (tran******ion) eskiden de, önemli zorluklar yaratmış olmalıdır. Burada Akadların, rahip yazıcıların. ‘niyetleri’ pek önem taşıyamaz. Farklı yazı sistemleri ve farklı diller arasında kayıtları dönüştürme sırasında  karşılaşılan  zorluk günümüzde bile son derece reel olarak sürmektedir.