Gudea Yazıtı
Gudea ile ilgili bir kil tablet kayıtı ve bunun yaklaşık tercümesi şöyledir:
1
|
dingirdumu-zi-abzu (ZU AB)
|
Abzu’nun Tanrısal
Gerçek Oğlu
|
2
|
nin-a-ni
|
O’nun (Gudea’nın) ulu’suna
|
3
|
gù-dé-a
|
Gudea
|
4
|
ensí (PA.TE.SI)
|
yönetici, önder
|
5
|
lagas (SIR.BUR.LA)ki-ke4
|
Lagaş toprağı (nın)
|
6
|
é-gír-suki-ka-ni
|
Girsu (‘daki ) tapınağını
|
7
|
mu-na-dù
|
O’na (Dumuzi Abzu’ya) inşa etti.
|
Dingir: Ses
değer ve anlam bakımlarından, Türk-Moğol dil alanlarında Tenger,
Tengri, Tanrı olarak kullanılan “Dingir” okunuşlu sözcük, erken ve geç
Sümer (ile Hitit) topluluklarında, aynı anlamda kullanılmıştır. Bu
sözcüğün, görünmez bir yaratıcının tanımı olarak algılanmaya
başlanmadan önce, sayısız öteki sözcük gibi, uzun bir evrim dönemi
geçirmiş olduğunu biliyoruz.
Erken Sümer ilahileri, sonradan başlangıçtaki durumu yansıtmak için , “tanrılar henüz saptanmamış, onlara ad verilmemişti”
tarzında ifadeler kullandıklarında, kutsal bir yönetici tanımı olarak
başlayan ‘tanrı’ sözcüğü kullanımının evrimine de işaret etmiş
olurlar.
Sümer
ve sonraki Hitit döneminde yaşayan yöneticilerin, yaşamları sırasında
veya öldükleri zaman ‘tanrılaştıkları’na ilişkin ifadeler ‘yönetici
insan-tanrı’ arasında geçişmenin yaşanmış; tanrı kavramının başlangıçta
bir yöneticilik sıfatı olarak kullanılmaya başlanmış olduğunu
gösteriyor. Hıristiyanlıkta, Tanrı kelimesi, ‘senyör’, ‘hükmeden’, ‘sahip’ anlamında ( Malik,Melek?) ve toplum yöneticisi olan şahıslar için kullanılan aynı ifadeler ile de tanımlanmaktadır.(1)
Dingir
sözcüğünün, eski yazıtlarda, sadece, günümüzdeki anlamıyla ‘tanrı’yı
değil, ‘tanrısal’ olanı kapsayacak şekilde de kullanılmış olması, bu
kavramın başlangıçtaki haliyle, daha çok, ‘kutsal varlık’ anlamlı bir
kelime olarak kullanılmıya başlandığını ve giderek ‘tek yaratıcı’
halinde bir algılanma süreci yaşamış olduğunu göstermektedir.
Zi :
‘Gerçek’, ‘yasal’ anlamında kullanılmaktadır. “Dumu-zi” bağıntısında
‘yaşayan oğul’, “gerçek oğul” anlamında da kullanılmışa benzemektedir.
Dumu:
Günümüze ‘Âdem’, ‘Adam’ okunuşlarıyla ve giderek ‘ilk insan’ yorumuyla
ulaşan bu kavram, Sümer topluluklarında, kadının kocasının, karısının
doğurduğu oğulun aidiyetini, kadının toplum biriminin elinden alarak
kendi toplum birimine geçirdiği evladın bir anlatımı olarak
kullanılmış görünüyor. Bunun Akadca karşılığı Mar, Maru idi.
Bu
oğul, ana toplum biriminden baba toplum birimine geçiş sürecinde, bir
kurban olarak sunulma, ‘kısır’ kılınma, ‘tanrıya adanma’, ‘adanmış olma’
gibi ara süreçler geçirdikten sonra, baba toplum birimine, “yaşayan
oğul”, “kutsal, tanrısal oğul” olarak adım atmaya başlar.
Öte
yandan, süreç içinde, erkek evlatların, bütün olarak, analarının erkek
kardeşlerinin (dayıların) ‘oğul’luğundan çıkarak, analarının kocasının
toplum birim aidiyetine geçişleri sürdüğü için, başlangıçtaki ilk
erkek oğul, ‘fils ainé’, ‘büyük oğul’, ‘premiére ne’, ‘ilk doğan oğul’,
‘fils légitime’, ‘yasal oğul’ özellikleriyle ötekilerden ayrılır.
Dummuzi
ve eşdeğerleri olan Kişzidum, Enkidum, Gılgamış gibi kavramlarla da
tanımlanan bu oğul, artık, babanın asıl mirasçısı, “üretken oğul”, karşı
toplum birimin ‘kutsal damadı’ halini almıştır. Sünnetin, bu oğul’un
‘üretken oğul’ haline gelebilmesi için, cinsel organın bütünüyle
kesilmesi (hadim etmek) yerine bir çözüm olarak ortaya cıkmış olduğunu
düşünmek için gerekçeler var.
Enuma Eliş’te yer alan “nu dum mu” kavramı da, bu oğul ile ilişkili olmalıdır ve ‘ilk insan’, ‘insani ilk ortaya çıkaran’ anlamları taşımaktadır.
Dumuzi
sözcüğü, Rahip Beroz tarafından, eski Yunan diline, ses uyumu
temelinde yaptığı tercümede Daonos, Dionos ses değerleri ile
dönüştürülmüştür. Tablet yazıtları, eski Yunan diline ses dönüşümü ile
aktarılırken, B=V, P=R, N=I, M=N, E=YE gibi
uyumlara bağlı kalındığı anlaşılıyor ki, bunun kalıntılarını, Yunan,
Kiril ve Latin alfabeleri arasındaki karşılaştırma doğrulamaktadır.
Sadece
sessiz harflerin nakşedildiği yazıt türleri, sessizler arasına ve
başlangıç ve sona sesli harfler yerleştirilerek kullanıldığında, ayni
tanımın farklı yazımları ortaya çıkmaktadır. Yunan ve Hitit kültünde
Dioniyos, Adaniya, Atenna kelimelerinin ve semit-arap kültünde Tammuz,
Tamus, Temmuz, Âdem, Adam kelimeleri, içerik bakımından olduğu kadar,
kelime kökeni bakımından da, eski Sümer tabletlerinde uzmanların Dumuzi
olarak seslendirdiği kelimenin karşıtı olarak görünüyorlar.
Bunun
yanısıra, “soldan sağa doğru” yazılmış eski kayıtlar, kalıntısını
Arapçada gördüğümüz biçimde, “sağdan sola doğru” okunarak kopyalanmış
ise, Sümerce a+be+ce hecelemesi Akadca ce+be+a halini almaktadır.
Burada söz konusu olan ‘kötü niyet’ vb. değil, yazma ve okuma
sistemlerinin farklılığıdır.
İngilizce NATO ve AIDS, Fıransızca olarak OTAN ve SIDA
olarak okunup yazılıyorsa, dil yapılarının farkından ötürüdür. Üstelik
burada, aynı alfabe kullanılmakta ve bütün kelimelerimiz aynı harf ile
başlamaktadır.
Günümüzün bu tür örneklerini, birçok halde, Sümer kavramlarının Akadca karşılıklarında da görüyoruz. İsummud, büyük olasılıkla, böyle bir yazımın ürünü olarak, Dummuzi’nin ters okunuşu idi.(2)
Uzmanlarımızın
Marduk olarak okudukları kelimeye,bu şekliyle, hem Sümer kayıtlarında
rastlamayız ve hem de, Babil döneminde, bu ses değerleriyle kullanılmış
olup olmadığını bilmiyoruz. Buna karşılık Babil Marduk’u, yarı-Sümerce
olarak “Mar-utu”, “en-Mar-utu” .. biçimlerinde yazılıyordu ve bunun
anlamı ‘Güneşin büyük oğlu’ idi. Bu kavram Eski Ahit’e ‘Nemrut’ olarak
kaydedilmiştir.
Dumu-zi-abzu:
Tabletlerin bu tür kavramları, Sümer tarihinde bir ve tek ‘mitolojik
Dumuzi’ bulunduğunu varsayan uzmanlarımızı doğrulamayan örneklerden bir
diğeridir. Dumuzi Abzu, kelime kelime, “Abzu’nun yaşayan, gerçek, asıl
oğlu” anlamındadır.
Abzu, apsu: Erken döneme ait ‘yaratılış’ anlatılarında, Eski Ahit ve Kuran’da, başlangıçta, ‘suları zaten var kabul eden’ bir anlatım bulunmasının nedeni Abzu-Apsu ile Tiamat idi. Apsu ve Tiamat okunuşlu bu kelimeler ‘tuzlu su’ ve ‘tatlı su’lar anlamıyla yorumlanmaktadır. Sümer-Akad tarih anlatımı, bir bakıma, bu iki kutsal varlıktan itibaren başlatılır.
Eski
Ahit ve Kuran’ın ‘yaratılışı’ Sulardan itibaren başlatmalarının nedeni
de budur. Dolayısıyla bunlar tanıdığımız en eski iki kutsal öğedir. Bu
bakımdan, Eski Yunan doğa felsefecileri ve ya Hesiod , ‘arkheyi su veya deniz olarak
tanıtmışlarsa, Yunan kültürüne ait bir yenilik ileri sürülmüş
değildir; bu, tam olarak Sümer kültüründen alınmış mirasın yeni bir
düzlemde yansıtılması idi.
Apsu
ile Tiamat okunuşlu kelimeler, anlatıcılarımızın yer değiştirmesine
göre, karşılıklı olarak tatlı ve tuzlu su (deniz) olarak yer
değiştirmişe de benzemektedir. Eski Yunan Okeanos’u ve semitik hebraik
dilde yer alan ‘apsey’ ve bunun çogulu olan ephes (efes) Apsu’ya karşılık düşen ‘deniz’
anlamlı kelimelerdi. Nuh Tufan’ının önceki anlatımlarında da, Sümer
veya Babil Nuh’u, Apsu’ya (E-A, Apsu’nun sonraki devamıdır) doğru
gitmek istemekte, ‘gemisi’ Apsu’da yüzdüğü için, ‘okyanuslarda dalgalandı’ diye vb. yorumlanmaktaydı.
Buna
karşılık, Apsu’, ‘kuyu suyu’, ‘yeraltı kaynağı’, “tatlı su kaynağı”
haliyle göründüğünde, Tiamat veya Nammu okunuşlu kelime, “tuzlu su”,
“deniz”,( ?umman) halini almaktadır.
Hıristiyanlıkta ( ve Bektaşilikte) tuz’un, İslamda Zemzem suyu’nun kutsiyeti ile Apsu ve Tiamat arasında, bir ilişki sürekliliği bulunuyor gibidir.
En eski tablet yazıtlarından itibaren Enki’nin “Apsu’nun kıralı” olarak da kutsandığını görüyoruz. Eski Yunan Okeanos’u, Enki’nin ters hecelenmesi üzerine şekillenmiş olmalıdır. Musevi Yehovası, Yehvah’ı da, Apsu’nun EA biçimli (E-Apsu) yazımının farklı sesle hecelenmesine bağlı görünüyor.
Günümüzde Ebu Sahreyn olan bölgedeki eski Eridu yerleşiminde E-Apsu, Apsu Evi=Apsu Tapınağı bulunuyordu. Kil tablet anlatımlarına göre, Apsu, daha sonra E-A olarak okunan bir Tanrı tarafından, sihir-büyü ile ‘uyutulur’ ve zincirlenip, kasları ezilerek öldürülür, tacı elinden alınır; Apsu artık E-A’nin olmuştur. Bununla birlikte Ea, E-apsu’nun kısa yazım hali de olabilir. E-A, Akad Nuh’unun da tanrısıydı; Akad Nuh’unu uyaran, tanrılar toplantısında alınan Tufan kararını rüyasında ona aktaran ve bir ‘gemi’ yapmasını söyleyen de, hep bu E-A tanrıdır.
Öte
yandan, Ab-zu, Akadca metinlerde, ters hece okuma ( ve yazımı) ile
Zu-ab olarak da görünmektedir. Ortaya nasıl çıktığını bilemesek bile,
İslamın “Zemzem suyu”, bir olasılıkla, “zi-zu-ab” yazımlı
bu kavramın Arapça okunuşu ile ilişkili görünmektedir. Eğer böyle
ise, ilk iki hece, anlam çevirisi olmaksızın kullanılmış; ab ise su karşılığı olarak anlam çevirisi ile devralınmış olmalıdır.
Gu-dea:
Tam yazılımıyla « gu-de-a » Lagaş’ın bir yöneticisinin özel adı gibi
değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, bu kavramın çözümü, Gudea’nın
özel bir isim (nom propre) olamayacağını gösteriyor.
Gu-de,
‘ata(n)mak’, ‘seç(il)mek’, ‘tayin etmek-edilen olmak’ gibi anlamlara
sahiptir. ‘A’ eki ile birlikte Gudea, ‘seçilen’, ‘adı çağrılan’,
‘atanan’, ‘tayin edilen’ biçiminde bir anlam doğurmaktadır. Lagaş
Gudea’sı, yönetici bir kıraldan çok, dini ve idari yetkilerin birlikte
sahibi idi.
Uzmanlarımız bu, dünyevi ve ruhani yetki toplamını, önce ‘pa te si’ olarak, daha sonraları ise, ensi veya isaggu
olarak da okudukları bir kavramla tanıtmaktadırlar. Kıral (Lugal)
yerine, ensi veya isaggu (İran’da Agasi) kavramları, yöneticinin dini
lider özelliğini vurgulayan kavramlardır. Ensi okunuşlu kelime,
tanıdığımız Mesih kavramının özelliğine daha uygun düşmektedir ve
belki de, geçmişte de, günümüzde yaşayan bu ses değeri ile
kullanılıyordu.
G=K=H
eşdeğerliği, bu kavramın Kuda, Huda biçimli günümüz kullanımlarıyla da
ilişkili olabileceğini gösteriyor. Bunlar, tıpkı İlah, Rab gibi ‘Tanri’
anlamında kullanılan kavramlardı.
Gudea
ile Avrupa dillerindeki ‘Tanrı’ kavramları ( Dieu, Deus, Dea, Die…)
arasında bir ilişki bulunup bulunmadığını araştırmak da yararlı
olabilir.
Lagaş: Lagaş
yerleşiminin adı. Bu yerleşimin aynı zamanda “SIR. BUR. LA” olarak da
okunabilmesi, bu yerleşim ile “Subur”, “Subar” toprakları (şimdiki İran
kesimine doğru) ilişki olabileceğini gösteriyor.
E: Ev,tapınak. Akadca Bitu. Tanrı Evi,Tapınak anlatılmak istendiğinde Bit-ili,Betel veya simdi tanıdığımız sekliyle Beytul..
Gír -suki:
Girsu. Lagaş yerleşiminde tapınakların bulunduğu kutsal mahalin adı.
Lagaş ve Girsu geleneklerinde, sonradan İslamda karşımıza çıkan
paralellikler bulunması, Lagaş’ın çok daha dikkatli ele alınmasını
gerektiriyor.
Böylece yukarıdaki yazıtın tercümesi, yaklaşık olarak, şu hali almaktadır:
« Lagaş Mesihi (peygamberi, Tanrı elçisi) Gudea, koruyucusu Dumu-zi Abzu için, Girsu’ya tapınak yaptı »
(1)«A cause de cela, voici ce que dit le Seigneur Dieu - Proptérea haec dicit Dominus Deus »
« Et la parole du Seigneur me fut adressée - Et factus est sermo Domini ad me , dicens »
(Ancien Testament, Ezéchiel,XXIV,25-XXV.. Paris 1906)
(2)
Yazının sağdan sola veya tersi okuma-yazma biçimleri, Sümer-Akkad
tablet dönüştürmelerinde (tran******ion) eskiden de, önemli zorluklar
yaratmış olmalıdır. Burada Akadların, rahip yazıcıların. ‘niyetleri’ pek
önem taşıyamaz. Farklı yazı sistemleri ve farklı diller arasında
kayıtları dönüştürme sırasında karşılaşılan zorluk günümüzde bile son
derece reel olarak sürmektedir.