22.01.2008

TUFAN SONUÇLARI...

Pazartesi, Mayıs 8, 2006

Sonuçta hepsi, eski toplumda, yeni ilişkiler düzenlenmesi demek olan Tufan sonuçları arasında öne çıkanlar şöyle sıralanabilir:

İlki, tanrıların bir daha kesinlikle Tufan yapmama kararı almalarıydı.

Sonra, Tanrılar toplantısında, Nuh ve karısı ölümsüz ve tanrısal kılınmıştı.

En sonunda da Nuh kavminin yeni bir bölgede yaşamaya gönderilmesi, bir anlamda sürgün kavim haline getirilmesiydi.

Tufan’ı tarihte önemli kılan onun bellibaşlı bu tür özellikleri olmuş olmalıdır.

Tufan o denli yıkıcı ve milat değeri sayılacak önemde bir olaydı ki, Tanrılar başlattıkları sırada, Tufan’dan bizzat kendileri ürkmeye başlarlar. Tufan sırasında bile, Bel-Enlil dışındaki tüm tanrılar Tufan yapılmasından pişmanlık duyarlar. Sonunda ise, hiç olmazsa anlatımlara yansıyan biçimiyle, Enlil dahil tüm Tufan Tanrıları bir daha kesin olarak artık Tufan yapmama kararı almışlardır. Tanrıların ağzından aktarılan bu karar, kuşkusuz o dönemdeki toplum birimlerin yargı ve dileklerinin temsilci Tanrılar aracılığıyla dile getirilmiş olmasından başka bir şey değildir.

Nuh Tufanını, tarihte önemli kılan, Sümer topraklarında ilk kez bir Tufan yapılmış olması değil, bu Tufan’ın artık ‘son’ Tufan olması yönündeki Tanrılar Meclisi kararıdır. Tarihte daha önce defalarca Tufan yapılmış olmalıdır. Yeni yıl şenliklerinde, eski toplum birimler arasında geçmişte kurulmuş ittifakların yenilendiği törenlerde insan kurbanı dahil eski töreleri yaşatmak, Mö 3. bin yıllarda, Mezopotamya’da, giderek uzaklaşılmakla birlikte, hala kullanılan ritüellerdi. Bu dönemin yeraltı kiraliyet mezaralarında, mezar kağnısını taşıyan öküzler ve sürücüleri de dahil olmak üzere önemli miktarda kıraliyet görevlisinin, kıral ve kıraliçenin yerleştirildiği mezara canlı olarak götürülmüş olduklarından uzmanlar pek kuşku duymuyorlar.

Adem ve Havva’nın ilk çocuklarının birbirlerini öldürerek işe başlaması, eski toplumdaki insan kurbanı yayğınlığının bir yansıması olmalı. Bay Hrozny, geç zamanlara ait yazıt çözümlemelerinde, tapınak kurban sunuları listesinde kadın, erkek ve cocuk sayıları da verildiğini ortaya koymuştu. Aşil, Patraklos’un cenaze töreninde, dostunun anısına, Turuva gençlerinden dokuzunu boğazlayıp kurban etmişti. Çocuk kurbanının eski toplumda, günümüze çok uzak olmayan dönemlere kadar devam etmiş olduğu Kutsal Kitaplar tarafından da tasdik ediliyor. Eski Yakut-Türk geleneklerinde, bebek eşinin; kimi eski toplum örneklerinde erkek çocuk sünnetinde kesilen etin, törensel yenilmesi, Musa’nın beşiğinin Nil nehrine bırakılması da, tarihteki çocuk yamyamlığının, dönüşmüş sembolik anlatımları olmalıdır.

İnsan kurbanı ve onun önceli yamyamlık, eski toplum yapısında sanıldığından daha önemli bir yer tutar ve modern toplumlara, neredeyse bütün kutsal törenler üzerinden sembolik olarak devredilir. Hayvan ve bitki kutsallıklarının gerisinde, eski toplumun, insanı, hayvan ve bitki ile yer değiştirerek (subtitution) yamyamlığı kendinden uzaklaştırabilme çabasını buluruz.

Eski insanın hayvan ve bitki isimleri alması, bu bakımdan cehalete değil, daha çok, insan kurbanını engelleme çabasına bağlanmalıdır. Bu bakımlardan, bir yanıyla et yeme yasağına da oturan eski Hint dini, günümüzde anlamsız görünse de, onların tarihteki uygarlık yüksekliğine işaret eder; toplum birimlerin kendi içlerinde ve aralarında barışçıl yasamı oluşturabilme çaba ve düzeyini gösterir. Hint yalancılığı ve et yemezliği, yarımadayı, çevre topluluklardan daha önce uygarlık çizgisine taşıyan aynı barışçılık eğiliminin Hint topraklarındaki derinlik ve eskilik kanıtlarından biridir.

Tanrıların bir kez daha Tufan yapmamama kararları, Eski Ahit’e, YHWH’nin bir daha Tufan yapmayacağı sözü vermesi biçiminde yansır. Fakat bu ‘söz’ bir şarta bağlanmıştı:

“Size ahdediyorum; artık hiçbir canlı Tufan ile yokedilmeyecek ve yeryüzünü silen Tufan bir daha olmayacak! (...)

Fakat, canlıları, ruhları yani kanları ile yemeyiniz!

Bu sözlerle sizin her birinizin kanını da kastediyorum.

Bununla, tüm hayvan ve insanları kastediyorum ve insanlar arasında insan ruhunu (yani kanını) kastediyorum.

İnsan kanı akıtan adamın kanı akacaktır!” (Yaratılış)

Tanrı Yehova, onunla kurduğu yeni ‘ittifak’ın bu şartını, Nuh’a söyler ama, yeryüzünde başka canlı kalmadığından yola çıkan Eski Ahit’in Tufan aktarımının mantığına uygun değildir bu.

Bu şart o dönemdeki bütün “Sümer” topluluğuna yöneltilmiş olmalıydı. Fakat, Tanrılar, burada sadece ‘bir daha Tufan yapmama’ kararı almışlardır; bu ise kurban sunuşun sadece bir biçimi ile ‘insanın suda boğularak’ öldürülmesi ile sınırlıdır. Daha sonra Enlil de olacak olan, Babil’in ünlü tanrısı Marduk (Eski Ahit’te Nemrud , bay Kramer’de Martu) , ‘çiğ et yiyen’ ve başka biçimleriyle hazırlanan kurbana doymayan özelliğini devam ettirmiştir. Fakat ne olursa olsun, Tanrıların Sümer topraklarında bir kez daha Tufan yapmama kararları, kurban sunum biçimlerinden sadece birini yasaklamış olsa da, o sıradaki toplumunun uygarlık yolundaki önemli bir adımını temsil eder.

Nuh ve karısının ‘sonsuz yaşam’la tanrılaşmaları, bizzat Enlil (Bel) tarafından, bütün Tufan Tanrıları önünde açıklanıp, onaylamıştı. Sümer tarihindeki Tanrısallık kavramı da, sonraki anlamını başlangıçta taşımaz; onun başlangıç anlamı çoban-güdücü, yönetici veya doğrudan Tan (Gök) , Kir (Yer, Kara) , Tan-Kir (Gök ile Yer temsilcisi) , Din-gir, En-ki (Yer’in Ulusu) biçimleriyle ortaya çıkmıştı .

Bu kavramı doğrudan insan temsilcilerin taşıdıklarına şüphe yok. Yöneticilerin kutsallaşması, “ruhlarının göğe uçması”, bizzat onların ‘tüm insanlık’, daha doğrusu temsil ettikleri toplum birim ’insanlığı’ adına, o toplum birimin eski barbarlık dönemindeki yükümlülüklerini yerine getirmek için feda edilen kişiler olduğunu düşünmeye yöneltiyor.

Bakire Meryem’in oğlu İsa’nın Tanrısallaşması ve Göğ’e çekilmesi de, ancak, somut bir toplum birim anlamındaki “insan”lığın ‘günahları’ yani yükümlülükleri namına, canlı bedenini çarmıhta gerdirmesiyle mümkün olabilmişti. Eski toplumda, başlangıçta, kutsal kişilik yetkileri bir yönüyle de, onların tüm toplum birim adına, “kanlarını ve etlerini kurban etmeleri”ni gerektirir. Sonradan bir bölümü ceza yaptırımı halini alacak olan, el, parmak, burun, kulak kesme veya sünnet uygulamaları, yamyamlık döneminden kurtulma aşamasında yaratılan kutsal adak eylemlerinin parçalarıydı. Günümüzde bile yürürlükte olan, kadın ve erkek hiristiyan din görevlilerinin bir bölümünün, yaşam boyu evlilik yasağına tabi olmaları da bir çeşit ‘adanmış’lıktır ve bu tür ‘fedakarlıklar’ onlara ‘saygın’lık kazandırmaktadır.

İnsan toplumu, geçmişte de, gelişigüzel Kutsal’lık dağıtmayacak kadar eli sıkıdır. Bakire Meryem’in oğlu İsa; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh-nefes (En-lil) olabilmenin bedeli olarak göğe çekilmeden once, 12 havarisine, kendi eti yerine geçmek üzere kutsal ekmeği ve kendi kanı yerine geçmek üzere de kutsal şarabı sunmuştu. İsa’da et-ekmek ve kan-şarap eşitlenlenmesi sembolik özellik taşır. Fakat öteki bulguların yanısıra, eski Sümer tabletlerinde yer alan ‘hayat yiyeceği’ ve ‘hayat içeceği’ kavramları, insan et ve kanının, geçmişte gerçek anlamıyla ele alınmış olduğuna pek şüphe bırakmaz; Türkçede şimdi bile, ittifak, 'ant'laşmak, doğrudan ‘ant içmek’ sözüyle yaşar. İncil yazarları, İsa üzerinden, sonradan sembolik hal alan, bu eski gerçek geleneği ifade etmişlerdi.

Sümer Nuh’u Sisudra’nın, Zeus’a kaynaklık edecek biçimde çevrildigini görmüştük. Homeros yazıtlarında yer alan Agamemnun, Paris gibi kişi adları da, kaynak bakımından Mezopotamya’yı işaret ediyor. Eğer, tarih ve toplum bilim, eski Yunan ögretisine göre , üçüncü kuşak tanrıların babası olan Zeus ve karısı Hera’nın MÖ. üçüncü binli yıllarda Mezopotamya’dan hareket ederek Olimpus dağına tırmanmış olduklarına ilişkin başka bulgular da ortaya koyabilirse, Nuh’u kurban alarak tanrılaştıran Tufan’ın sonuçları başka açılımlar da getirebilir.

Tufan aynı zamanda, “Gök’sel Kıraliyet” yetkilerinin Surrupak’tan Kiş’e aktarılmasıyla da sonuçlanmıştı. Sümer kıraliyet listesi’ne göre:

“Tufandan önce, beş kentte sekiz kıral 241. 200 yıl hüküm sürdü. Tufan’dan sonra (Arki Abubi) Kırallık gökten (yeniden) indirildi, Kıraliyet, Kiş’e verildi. ”

Eski Ahit, geçmiş tarih aktarımında, soy izini sürdürme bakımından çok büyük yanılgıya düşmemiş ise, olayların doğal mantığı, merkezi kiraliyetin yeni merkezi Kiş ile Nuh kavmi arasında bir ilişki kurulmasını gerektiriyor.

İnanna, Uruk’ta Gök tapınağı inşa ettirdikten sonra, Enki’nin Eridusu’na gelmiş, kurban ve içkilerle bezeli tanrısal bir tören düzenlenmiş ve Dingir-Enki; Eridu, E-A, E-Apsu’nun Bilgelik Güçlerini “İnanna’nın kayığı”na (‘gemi’?) yükleterek Sümer yönetiminin Uruk’a devredilmesini sağlamıştı.

Bu durumda doğal olarak, Kiş ile Tufan’ın “mağduru” Nuh kavmi arasındaki ilişki konusuna yönelmek yanlış olmayacaktı. Fakat Kiş Kiraliyet Listesinde, Eski Ahit’in Nuh soyunu doğrulayacak bir görüntü bulunmuyor. Öte yandan Eski Ahit'in Nuh Tufan'ına gelinceye değin, Adem ile Nuh arası ve Nuh ile Abraham arası dönem bakımından sıraladığı soy ağacı büyük bir bulanıklığa da sahiptir.

Eski Ahit, Yaratılış'ın ardından Adem ile Havva'nın oğulları Habil ile Kabil'den bahsettikten sonra Kabil soyunu sıralamaya başlar. Sonra yeniden Adem ile Nuh arasında yer alan soy ağacı sıralamasına geçer ama, bu kez İnsan'ın [(Adam ile İnsan burada açıkça eşit anlam ve aynı kelime söylenişi halini almıştır: “Tanrı, Adam'ı yarattı.. ”)] Havva'dan olan ilk oğullarından hiç bahsetmeden, Adam 130 yaşında iken olan oğlu Seth'den başlayarak Nuh’a ulaşmaya çalışır.

Tufan sırasında Nuh, E-A’nın şehri Eridu’ya (Nun-ki) ulaşmak istiyordu. Nun-ki, Akad’ların Bab-il’i, Eski Ahit’in de “Ke-nan ülkesi” olmuş olabilir. Nuh’un gitmek, yaşamak istediği Nun-ki, Ke-nan toprağı , eski Yahudi din adamları arasında öylesine derinlere kök salmış bir duygu olmalıdır ki, bir süre kayboldukları tarih sahnesine yeniden Abram’la Harran’dan yola çıkarak döndüklerinde, Tanrıların Tufan sırasında Nuh’u sürdükleri toprakları, kendilerine ‘vadedilmiş topraklar’ olarak anımsayacak; Nuh’un gitmek istedigi Nun-ki’yi de (büyük olasılıkla tersten okuma biçimiyle Ke-nan toprakları) olarak hedef alacaklardır.

Kenan ülkesi, Abraham’ın da artık nerede olduğunu bilmediği ve fakat hem ona, hem de Musa ve Harun’a yasallık verecek bir işgal arayışının parçası olmuştur .

İlginçtir ki, bu sürgün ve göçebe kavim, Yahudiliğin bu güçlü dürtüsü ile binlerce yıl dayanabilmiş ve ancak yarım yüzyıl önce şimdiki İsrail’i oluşturabilmiştir.

Eski Ahit’e göre, sonra Abraham (İbrahim) olan Abram’ın erkek kardeşi Haran, yöredeki en büyük din yetkilisi ve Teraş’ın da babası idi. O ölünce Teraş ailesini aldı ve ,

Kanaan=Kenan topraklarına ulaşmak için Şalde=Kalde’ de

bulunan Ur’dan çıkıp gitti.

Haran=Şaran’a geldi ve oraya yerleştiler.”

(Eski Ahit. Yaratılış. 11. 31)

Eski Ahit’in Ur’u, belki de Urfa’dır. Çünkü ‘Tufan şehri’ (Ş)uruppak-Uruffak, bugün Fara olarak biliniyor. Uruffak ise Urfa biçimini alabilir görünmektedir.

Böylece, Uruffak’tan kovulan Nuh soyu, sehirlerini sürgün edildikleri ‘nehirlerin ağzı’na Ur-fa’ya taşımış, Ab-ram’da, daha sonra 'halkların babası' Abraham=İbrahim olarak, işte bu Urfa-Harran’dan yeniden yola çıkmış görünüyor. Fakat bu olasılık yine de, Nuh geleneğinin göçebe semitlik yanından ötürü sorunludur.

Karanlığa gömülü bu tarihte, iki nokta kesin görünüyor: Abram’ın yeniden yola çıktığı yerin Harran olması ve Tufan sonrası Kıraliyetin indirildiği şehrin de Kiş olması.

Nuh ‘gemisi’nin hangi “dağ”a yanaştığı (dağ sözünün “Tanrısal tapınakları” da kastettiği, Sümer çöllerindeki Tanrı tapınaklarına da ‘dağ’ denildiği anımsanmalı) tartışmalı sorun olarak kalmıştır. O zaman, bu ara tarih bölümünün yeniden yapılandırılması gerekiyor.

Ararat, Aratta, Kiş, Magan, Meluhha, Dil-mun, Güneşin ‘doğduğu’, ‘battığı’ yer; nehirlerin ağzı’ kavram ve sözcükleri, kimi yanlarıyla bay B. Hrozny, S. Kramer ve diger Sümerologlar tarafından ele alınarak çözümlenmeye çalışılmıştı.

Bay Kramer’in, Mö. üçüncü bin yıllar için, Aratta (belki Ararat okunabilir) ile birlikte adı geçen Magan ile Meluhha’yı Mısır ve Etiyopya sanarak yorumlaması üzücüdür. (Sümerler. S. 360 vd.) Birbirlerinden 25-100 km. gibi yakın mesafelerde oluşan “ilk Sümer yerleşimleri” döneminde, Mısır ve Etiyopya ile bir ilişkinin hiçbir maddi temeli yoktu.

Mö. 2400’ lerde yapıldığını bildiğimiz Lagaş’ın kutsal bölgesi Girsu’da inşa edilen Ningirsu tapınağı yapılırken

“Dağdan tomruklar taşıdı Makan'lı ve Meluhha'lı”

deniliyordu; bunlar yakın komşu olan ve dağlarında tomruklar bulunan bölgeler olmalıydı.

“Güneş’in doğduğu topraklar” olarak okunabilen sözlerin, bay Kramer tarafından “Doğu” olarak yorumlanması yanıltıcı olmuş gibidir.

Ararat, Kars, Van, Urfa, Nemrut, Malatya bölgelerinin tarihte, “Sümer”lerle ilişki içinde olması gayet doğaldı ve zaten Assur, Urartu, Martu (Nemrut) Ararat’ın tarihte güçlü dinsel yapılanmaları temsil etmeleri ve onların devamının bugün de Hıristiyanlık içinde tek başlarına bir kol, merkez, olarak durmaları buna işaret ediyor.

Tufan’dan sonra Nuh ve üç oğulu, Sem ve Yafet ile Kenan'ın babası Şam, 'Nuh gemi'sinden çıkmışlar , çalışmaya ve çoğalmaya başlamışlardır. Eski Ahit bu gelişmeleri de şöyle aktarır:

“Nuh, üzüm yetiştirmeye başladı.
Şarap içince sarhoş oldu ve çadırında soyundu.

Kenan'ın babası Şam, babası Nuh'un çıplak olduğunu gördü ve dışarıdaki iki kardeşini uyardı. Fakat, Sem ile Cafet (Nuh'un) mantosunu aldılar, kendi omuzlarına geçirdiler ve geri geri yürüyerek babalarını örttüler; başları arkaya dönüktü ve babalarının çıplaklığını görmediler. Nuh sarhoşluğundan ayılınca kendine bu işi yapanın, en küçük oğlu olduğunu öğrendi. Ve dedi ki:

'Lanetlensin Kenan!
Köle olsun kardeşlerine!'
Ve yine dedi ki;
'Yahve, Sem'in tanrısı, kutsansın,
ve Kenan kölesi olsun onun!
Tanrı, dışarıda koysun Yafet'i,
Sem'in çadırlarında yaşasın Tanrı,
ve Kenan kölesi olsun Onun!

Tufan'dan sonra Nuh 350 yıl yaşadı. Nuh'un toplam hayatı 950 yıl oldu, sonra öldü. ”

(Yaratılış. 9-10)

Burada Nuh'un 'manto'su (“kutsal giysi” olmalı) üzerine kopan yeni bir Tufan’ın, gerçekte, eski miras dağılım düzeninin değiştirilmesini; üçlü toplum birim arası yeni ilişkileri anlatmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bütün bunlar, Nuh soyunun sürgün edildikleri bölgede iç yapılarının yeniden nasıl düzenlendiğine ilişkin üzeri giderek kararmış, eski çocuk paylaşım ve miras ilişkilerine; dinsel yetkililerin “çıplak tören uygulamaları”na, toplum birimler arasında “dini ve sivil yetkilerin” ayrışmasına vb. dayanan farklı aktarımların içiçe sunulduğu, belki devşirilmiş, üzeri oldukça küllenmiş gelenek anlatımlarıdır.

Görünüşe göre 'en küçük oğul' babanın doğrudan asıl mirasçısı olma konumundan uzaklaştırılmış; “dini otorite”yi temsil yetkisi Sem'e verilmiştir. Burada adı geçen ve daha sonra Semit olarak anılacak Sem soyunun, bay Kramer’in düşündüğü gibi, Sümerleri kastettigi sorunlu bir iddia gibi görünüyor.

“Tanrı’yı çadırlarda yaşatma”; oraya girme hakkı sadece yetkili dini şahıslara ayrılmış “kutsal çadır” (gezgin tapınak) geleneği, Nuh-Abram-Musa soyunun göçebeliğe dayandığının bir ifadesi olmalıdır.

Şam, Şamaş, An, Anu, Tan, Utu olarak da okunan “Güneş tanrı” ile, Nuh kavmi burada yollarını ayırmışa benzemektedir.

***

Bu yazıda, Tufan’a ilişkin bir çok temel kavram ve konuyu bazı yanlarıyla da olsa, açıklamaya çalıştım. Fakat “Tufan” kavramının kendisini açıklamayı en sona bıraktım. İstedim ki, tek başına bir kavram ile konuyu açıklamak yerine, etrafını aydınlatarak ana noktaya doğru ilerleyelim ve böylece yorumlarımızın doğruluk derecesini de sınamış olalım.

Tufan’ın Abub [ (i) , (a) , (u) ] kelimesi karşılığı olduğu yazıda bir kaç kez belirtilmişti. Tufan, Akad-Babil dilinde Abubi; Sümerce olarak ise a-ma-ru’dur. Bu kelimelerin tam karşılığı, Fırtına, Kuvvetli Rüzgar, Hortum gibi hepsi Yel, Nefes ile ilgili içerik anlamları taşıyorlar. Tufan’ı yapan Tanrı da zaten Bel-Enlil’dir ve En-Lil adının doğrudan doğruya Ulu Yel, Büyük Nefes anlamlarına geldiğini görmüştük.

Demek ki, “rüzgar, fırtına, yağmur ve gemi” yorumlarına bağlı Tufan kavrayışı sonradan oluşmuş ve giderek yerleşmiş olmalıdır. Abubi’nin başlangıçtaki içerik anlamı Enlil’in, Kutsal Güçlü Nefesi’nden başka bir şey değildi ve bu nefes, ritüellerde “kutsal kurban ateşinin yakılması ve söndürülmesi”ni de sağlıyordu.

Eğer Tufan, daha Tufan sırasında öteki Tanrıları pişman ettirecek bir barbarlık geleneğinin devamı ise ve eski toplum bu gelenekten uzaklaşmak için çaba sarfediyorsa, onu mümkün olduğunca soyutlayarak, anlamını bozarak, toplumun gerçek yaşamının dışına itmeye çalışacaktı; öyle de olmuştur zaten. Eski toplumun devam ettirmek istemediği ve yeni yaşam tarzına uygun olmayan eski gelenekler, doğal gelişmenin de zorlamasıyla, sembolik hale dönüşür ve toplumun gerçek yaşamından bu yolla da uzaklaşır.

Yeni yıl Bahar şenliklerinde “ateşin üzerinden zıplayan” ve böylece “arındığını”, yeni yılda artık ‘hastalığa’ vb. yakalanmayacağını uman torunları, atalarının binlerce yıl önce “ateşte yakılarak arındırıldığını” ve böylece “ruhlarının göğe ulaşarak ölümsüzleştiğini” belli ölçülerde bilmek de istemezler zaten. Ölü bedenin, Homeros destanında yer aldığı gibi, yakılacak bile olsa, önce, kazanda kaynatılmış su ile ‘arındırılması’ uygulaması, geçmişte kazan kullanan yamyamlık türünün de yaşanılmış olduğuna işaret eder.

Nuh Tufan’ının, ‘insanları’ hamura-çamura çevirmesinin; ‘gemi’ haline evrilecek olan bu tür kazanlar aracılığıyla olup olmadığına artık okur karar versin.

***

Havva ana, başka birçok olanak varken, tanrı tarafından, Adem’in “kaburga kemiği”nden yaratılmıştı. Bu yaklaşımla alay etmek yerine, Bay Kramer ve öteki kimi Sümerologlar, kendilerine, ‘neden ille de kaburga kemiği?’ sorusunu sorma tavrını takınabildikleri için, araştırma ufuklarını genişletebilmişlerdi. Böylece Sümer tablet çözümlemelerinden yola çıkarak bu soruya yanıtlar bulunabilmiştir:

“Kitabı-mukaddes’e göre adı aşağı yukarı ‘yaşatan dişi’ (yaşatan hanım) anlamına gelen Havva adlı kadının yaratılmasında, İbrani öykü anlatıcıları neden bedenin başka bir organını değil de kaburga kemiğini daha uygun bulmuştur? ... çünkü elimizdeki Sümer şiirinde, Enki’nin hasta organlarından biri kaburga kemiğidir. Kaburga kemiğine Sümerce 'ti' denir. Bu nedenle Enki’nin kaburga kemiğini iyileştirmek için yaratılan tanrıçaya Sümerce Nin-ti, ’Kaburga Kemiği Hanımı’ adı verilmiştir. Fakat Sümercedeki ti sözcüğü aynı zamanda ‘yaşatmak’ anlamını da taşır. Böylece Nin-ti ‘Yaşatan Hanım’ olduğu kadar ‘Kaburga Kemiğinin Hanımı’ anlamına da gelebilir. . . . . ”

(Sümerler. S. 198)

Ya da örneğin, elinde çok daha fazla olanak varken; onlarca cariyesi ile haremini güçlendirmesi ve daha fazla sayıda kadını nikahlaması mümkün iken, Muhammed, erkeği ‘4 yasal eş’ ile sınırlamıştı?

Neden üç veya beş değil ama ille de dört?

Bundan çeyrek yüzyıl önce, Bay İlhan Arsel’in veya daha sonra, barbarca katledilen Turan Dursun’un kitaplarının kendilerine genel olarak sormadıkları bu tür soruları sormak gerekiyor.

Ben okura, yanıtlarda, aydınlarımızın çokça başvurduğu veya en azından düşündüğü, ‘sonuçta kutsal saçmalıklar’ sınırlarının ötesine geçilmesine işaret eden bu tür basit soruları çoğaltması dileğinde bulunuyorum.

Bunlara, ikna edici yanıtlar yalnızca toplum bilim alanında kalınarak verilebilir ve böylece önümüze kavrayış derinliğini artıran geniş bir saha çıkar. Bu sahada kalarak yanıt verme çabası ise, bizi, gerçek insanın, gerçek toplumsal ilişkileri alanına girmeye zorlar.

***

Bu yazıyı bitirirken, bir “Sümer uzmanı” veya dinbilgini olmadığımı da söylemeliyim; fakat bu durum, Tufan sorununu ele almaya engel değil. Tufan aktarım yorumlarımda, yayınlanmasının hemen ardından saptadığım ve gözden geçirim sırasında düzeltilmesi mümkün, bilgi yanlışları da bulunuyor. Fakat zaten ben okura, burada sadece, geçmiş tarihi ve o tarihteki dinsel olguları ele alma tarzımı ve bu tarzı sunarken kullandığım temel vargılarımı tanıtmaya çalıştım. Ölüm ve Cenaze Kültü ve Tufan Anlatımları üzerine yazılarım, insan bilim alanında ulaştığım vargıların, bir çeşit, uygulama örneklerini oluştururlar.

Bu sürecin, başka çabalarla da giderek daha güçlü bir şekilde ilerletileceğine içtenlikle inanıyorum.

Safa Kaçmaz

Paris
11.12.2003

safakacmaz@yahoo. com

BAŞVURULAR

La Sainte Bible-Les editions du cerf. 1956-Paris

P. Edouard DHORME . Choix de textes religieux Assyro-Babyloniens. 1906-Paris

Les Religions de Babbylonie Et d’Assyrie. 1949-Paris

G. CONTENAU. L'épopé de Gilgamesh. Poéme Babylonien. 1939-Paris

Harmut SCHMOKEL. Sumer et la civilisation sumérienne. Payot. Paris

Kadriye YALVAÇ-Mebrure TOSUN. Sümer, Babil, Assur Kanunları. TDK. Ankara

Jean-Louis HUOT. Les Sumériens. Paris

S. N. KRAMER. Tarih Sümer'de Başlar. İstanbul-1999

Sümerler. İstanbul-2002

HOMEROS. İlyada. İstanbul-1997

L`Homme. Revue Française d`anthropologie. Paris.

Bedrich HROZNY. Archiv Orientalni. Praha-Czechoslovakia. 1949

Altı gün sürmüştü Tufan..!

Nuh Dileği...

Töre ve Tören Kaynakları...

Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra

Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra-2

Tufan’dan Önce-Tufan’dan Sonra-3

Tufan'dan Önce- Tufan'dan Sonra-4

Tufan'dan Önce- Tufandan Sonra-5

Tufan'dan Önce- Tufandan Sonra-6

'Tufan' Bir Ayin'di !

Eski Toplumda 'Veba', 'Atsineği' ,'Sağanak Yağmur' (Tufan)...

KUTSAL TUFAN'LAR...-1

Kuran ve Tevrat'ta 'Kutsal Tufan' anlatımı-2

TUFAN KAVRAMLARI

TUFAN SONUÇLARI...

«Yaratılış»tan Tufan’a..

Mezopotamya Erken Dönem Kırallar Listesi

Sümer Oluşumu ve Larsa Kıraliyet Listesi...

Mezopotamya'nın İktisadi Tarihi-4

“Tanrı kâinatı 6 günde yarattı”

Veya

“Tanrı kâinatı Neden 6 günde yarattı”

Tanrı Yedinci Günü Neden Kutsadı?

Her Toplumda Farklı 'Kutsal Gün'ün temelleri

“7. Gün Tatili” ,Oruç’un,Bayram’ın Kökenleri

“7. Gün Tatili” ,Oruç,Bayram...

Oruç'un Kökenleri Üzerine

Sümer Oluşumu ve Larsa Kıraliyet Listesi...

'Sümer-Akkad' Metinlerinde 'Kutsal Tufan' Anlatımı-3

Kutsal Yamyamlıktan, Nuh’un Gemisi’ne

'Tufan'a İlişkin bir Nokta

Kudüs Tapınağında 'Deniz'in Anlamı

Tufan’dan Sonra Tanrı’nın Nuh`la Antlaşma Koşulu

Tufan’ın Kutsal Aşure’si

Akadosumer Takvim Ayları