ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un,
"Türkiye'de iç politika ve medyada her zaman belli miktar kakofoni olsa bile, ufukta benim güçlü, laik, istikrarlı bir demokrasi olarak Türkiye'nin geleceğinden kaygı duymamı gerektiren hiçbir şey yok!"
dediğini öğrendik.
Türkiye’de devletin en üst düzeyinin; Cumhurbaşkanı, kuvvet komutanları ve nihayet genelkurmay başkanının, AK Parti hükümetini, AB yetkililerini ve hatta ABD’nin şimdiki politikalarını, neredeyse açıkça hedef alan konuşmaları, hangi nedenlerle ‘kakofoni’ olarak değerlendiriliyor?
Hürriyet gazetesinin bu sözcüğün en ılımlı anlamını vermek için özel gayretine karşın, burada, sadece, yürüyen tartışmanın düzey ve metotlarının derin bir aşağılanması olmadığı bellidir.
Büyükelçi’nin, eğer tartışmanın yöntem ve düzeyini kastetmiş ise, bu değerlendirmesini belki en çok hak eden ve hedefin yarısını oluşturan Türk medyasından, bu ağır aşağılamayı üstlenenler pek çıkmadı. Bu sabah okuduklarım arasında, Türk nihilizminin yineleyicisi Çetin Altan, “her kafadan çıkan tutarsız ses bolluğu” başlığı attığı yazısında, bu noktada da, ABD elçisinin yanında yer aldığını göstermiş oldu. Elçinin sözlerinden “ulusal gururu” incinmiş olanlar arasında -Oktay Ekşi ve Derya Sazak gibi - çıkan bir kaç cılız ses ise, bu aşağılamanın medya bölümü hedefini hiç duymamış gibi davranmış görünüyorlar.
Elçi R. Wilson’un ‘kakofoni’ sözcüğüyle hedef aldığı “iç politika” ifadesinde, Cumhurbaşkanı ve askerlerin konuşması bulunduğu açıktır. Gazeteciler, elçi’ye, doğrudan bu konuşmalarla ilgili soru sormuşlar ve o da doğrudan bu konuşmaları kastetmişti. O kadar ki, araya “medya” sözünü eklemiş olması, sadece tepkileri yumuşatma amaçlı olabilir.
Elçi, çok açık bir şekilde, Türkiye’nin en hayati konularıyla ilgili yürüyen mücadelenin bir yanını oluşturan romantik Türk ulusalcılığının Cumhurbaşkanı ve askerler tarafından dile getirilmiş direnişini aşağılamaya, önemsiz göstermeye, hesaba katmıyor olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. “Laiklik gidiyor” haykırışını, "Türkiye’de böyle bir tehlike bulunmuyor" diyerek, şimdiye kadarki Başbakanlar arasında, Erbakan dâhil, en serinkanlı ve kendine güven duyan bir eda içinde, yanıtlayan Erdoğan’ın yanında bulunduğunu açıklamış olmaktadır. Oktay Ekşi’nin ‘yontulmamışlar’ kapsamında ele aldığı bu elçi, gerçekte, son derece ‘yontulmuş’, ince ve açık bir tutum sergilemektedir. Bu sözler, ABD’nin bugünkü yönetiminin devlet politikasının açığa vurumudur ve tam da bu nedenle, hangi hafifletici ‘sözlük’ açıklaması getirilirse getirilsin, içeriği son derece ağır bir aşağılama taşıyan ‘kakofoni’ değerlendirmesine karşı, Türk medyasına ölü toprağı serpilivermiş olması hiç rastlantı değildir.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını, özetini, yayınlamıştık.
Orada,1920’lerin kavram ve değerlendirmelerinin temel alındığı, bir çeşit yeni siyasal program ifade edilmektedir. Cumhurbaşkanı’nın kişisel dürüstlüğü tartışma konusu edilemez. İçtenliği de. Bununla birlikte, şimdiki dünya ve onun içinde bulunduğu Türkiye’nin gerçek sorunlarına romantik özlemli bir Kemalizm’in çözüm olarak sunulamayacağı artık ortadadır.
Cumhurbaşkanı ve askerlerin ‘laik’lik çağrılarına yol açan gelişmeler, sadece, geçmişte yaygın olan yaklaşımların basit açıklama tarzı olan “Al Baraka rüşvetleri”yle yetişmiş olanların başımıza açtığı bir sorun değildir. Bütün dünyada dini yükseliş, küresel ekonominin yok ettiği etnik değerlerin yerini dolduran daha güçlü bir birleştirici değer olarak yeniden gündeme gelmektedir. Din ve mezhep ayrılıklarının engel bir rol oynayacağı ulusal devletlerin kuruluş çağında, geçen yüzyıllarda, laik devlet yapısıyla aşılmaya çalışılan ‘din’ler, günümüzde, yıkılan ulusal sınırlar içindeki kitleleri toparlayıcı olarak öne çıkmakta ve çıkarılmaktadır. Gelişmenin bu küresel elemanını, baskı tedbirleriyle engellemenin ciddi ve kalıcı bir çözüm olmayacağı ortada.
ABD yönetiminin, “yeni” Ortadoğu ve Irak deneme haritalarında yer alan ‘devlet’lerin, etnik köken yanında ve hatta etnik unsurdan bağımsız olarak, Sünni, Şii gibi dinsel özellikler temelinde şekillendirme çabası; bugünkü ABD yönetiminin AK Parti ile yollarını birleştiren temel nokta olarak görünüyor.
Hoca Efendi dahil olmak üzere, ABD yönetimi ile başbakan Erdoğan arasındaki uyum, ‘kişisel çıkarlar’ gibi basit argümanlarla açıklanamaz. Bu uyum, önümüzdeki dönemde, dinsel ayraç ve birleştirenin, şimdilik Ortadoğu’da, giderek Avrupa ve öteki ilklerde, çok daha önemli hale geleceğini gösteriyor. Yeni Papa’nın 12 Eylül 2006 tarihinde Regensburg Üniversitesinde yaptığı konuşma, bu nedenle haddini bilmeyen bir din görevlisinin, İslam’a saldırı amaçlı konuşması değildi. Avrupa’da yeni bir İsacılık yorumu temelinde programatik ittifakın son derece hazırlıklı ilk ön metinlerinden birisi idi. Türk yetkililerin ve medyanın henüz bilincinde oldukları kuşkulu bu içerik, şimdi IHT gibi gazetelerde, dini formasyona sahip gazeteciler tarafından da, açıkça ifade edilmeye başlanmıştır.
Değişen dünyada, eğer çözümleyici alternatif politikalar geliştirilemezse, uzun vadede, yeniden, farklı halde şekillenmesi kaçınılmaz görünen şimdiki Türkiye’de, Cumhurbaşkanının, ‘ulusal sermaye’ üzerine sözleri, sadece “özlem” özellikleri taşıyabilir. Bir devlet başkanı olarak Sayın Sezer’in, yapısal ve sınırsal değişikliklerin hedefi olduğu bir anda, 21. yüzyılın Türkiyesi için söylediklerine bakalım:
“Ulusal sermayenin bir ülkenin büyümesinin en temel itici gücü olduğu gerçeği hiçbir zaman akıllardan çıkarılmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, ulusal sermaye, aynı zamanda bir ülkenin mali sektörünün de omurgasıdır. Ulusal sermayenin büyütülmesi ve geliştirilmesi için ulusal tasarrufların özendirilmesi ve verimli kullanılması zorunludur.”
“Ulusal sermaye” gibi, varlığı çoktan gökyüzüne ulaşmış bu tür kavramların ifade ettiği anakronizmin, günümüzde, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 1919 yılındaki koşulları anımsatması dışında çözümleyici bir değeri bulunmuyor. Sayın Sezer’in “Küreselleşme adı altında uluslararası tekelci sermaye”yi hedefleyen bu devrimci çıkışı, ne yazık ki, çoktan yutulmuş ‘ulusal sermaye’nin, artık sözü edilmeye değmeyen bir noktaya itilmiş olduğu gerçeğiyle buluşturulamamıştır.
Bugün ‘sosyal devlet’, ‘ulusal sermaye’ gibi olguları önüne katıp götüren ‘küreselleşme’ selinden, romantik Kemalizm dalına sarılarak kurtulabilmek artık olanaksız.
Öteki noktalarıyla birlikte, bir program değeri taşıyan bu konuşma, görev süresi dolmakta olan bir Cumhurbaskanı’nın, yerine getirilmiş olması gereken bir ‘görev’ konuşması değildi.
Sayın Sezer’in içtenlikli, yurtsever yapısının bütün kaygı ve duyarlığının yer aldığı, Türkiye’nin geniş kitleleri adına gerçek bir ‘imdat’ çağrısıydı da.
Fakat asıl trajedi, henüz başlamış değil.
Perde giderek açılıyor.
Cumhurbaşkanı’nın bu konuşmasının içeriğindeki önemli yanlışları kişilikli bir tarzda ve yeni çözüm yolları bulmak üzere tartışmak yerine, sadece bu tartışmayı değil, bu tartışma isteğini de ‘kakofoni’ olarak değerlendiren Elçi’nin bulunduğu Washington’un, 5 vakit kıble edinilmesine bağlı olarak, bu dünyasal tiyatro oyunu baş döndürücü bir hızla başlayacak gibi.
***
'Küresel' Dünya 'Küresel' Din İstiyor!
Ya Savaşacak Tanrılar, Ya Da Barışacak!
PAPA XVI. BENEDİKT'İN KONUŞMASI'NA EK
Cumhurbaşkanı Sezer'in Konuşması
Rejim Değişikliği Sancıları
Barzani, Erdoğan ve MGK Sonuçları
'Laik Devlet'ten 'Ümmet Cemahiriyesi'ne Geçiş Sürecindeki Türkiye
Ümmet Cemahiriyesine Doğru...
Ümmet Cemahiriyesine Doğru…Yeşil Gıravatlılar...
Dini devlete doğru giderken...
"İki Türkiye" bir Olgu Değil mi?...
ABD'nin zihin dünyasında Kürt sorunu
Türkiye: 'İslami Cumhuriyet' Yolunda
Türkiye’den Musul’a kadar İslami birlik!
Uluslardan Ümmetlere Ve Mit Açıklaması
Genelkurmay Başkanlığı’ndan Muhtıra!
Siyasal Rejim Tehlikesinin Temelleri.
"İki Türkiye" bir Olgu Değil mi?
'Artık iki Türkiye var'
İslami, seviyesiz 'demokrasi'den Demokrasi çıkar mı?
Karşı Karşıya Olan Büyü kanıt ve Hükümet mi?
“Padişahım Çok Yaşa!”
Önemli Bir Şubat MGK'sı Daha
Türkiye'de 'askeri darbe olur mu' ?