24.01.2008

“Karabasli”lar ve Lu çizimi



                 
                            “Karabaşlı”lar ve Lu çiziminin anlamları
                                                                                                                                     
Pazar, Ekim 8, 2006

Sekil-1


Resim-2/3



Dilbilimin incelenmesinde, eski toplumun ‘isim’lendirme sisteminin kurallarının ve bu kuralların süreç içindeki dönüşümlerinin ortaya çıkarılması önemli bir nokta olarak karsımıza çıkıyor. Değişik örnekler üzerinde ilerlerken, eski toplumun bu noktadaki doğal mantığını saptamak ve incelemede kullanmak gerekiyor.
"Soy isim" kanununu birkaç yüzyıldır tanıyan modern toplumun nedenlerinin 6 bin yıl önceki toplumda aynı olduğunu düşünmek uygun değil elbette.
İsim ve soy isim, ‘birey’ ile içinde yer aldığı toplum birimin ilişkisine bağlı olarak, özelleşir ve çeşitlenir.
Eski toplumda, erken dönemde, ‘birey’in aidi olduğu toplum birimin tanımı ile ifade edildiğini düşünmemiz için nedenlerimiz var. Bu, toplum birimin hem kendini isimlendirmesine bağlı idi ve hem de komşu toplulukların, o topluluğu coğrafi bölgesine, dağlı veya ovalı oluşuna, çoban veya çiftçi olusuna vb. bağlı olarak ele alınıyordu.
Kutsal yazılara “insanoğlu” biçiminde geçen karşıtlığın öbür yüzünde “tanrısal oğul” bulunmaktadır. Bu, basit dinsel literatüre,‘insanoğlu” ve ‘cin, melek, şeytan’ ikilemi olarak geçmiştir. Bunun, başlangıçtaki kaynağının “yer” ve “gök” ayrımı olduğunu ileri sürebiliriz. Çünkü bu belirgin tanımlama biçimi ve onun izleri, günümüze kadar gelmiş bir derinlik taşımaktadır.
Eski toplum, bitki / hayvan toteme geçişle birlikte, bir hayvan / bitki ismi ile anılmaya başlamış görünüyor. Bitki / hayvan toteme geçişin temel nedeni, eski insan kurban sunumuna son verme amacı olduğu için, bu büyük bir sevk ve hırsla gerçekleştirilmiş olmalıdır.’Sümer’-Akkad tanrılarının, erken özelliklerinde hayvan / bitki yan bulunmuyor olmakla birlikte,-4.binli yıllara ait tanıdığımız tanrıların hepsi, hayvan / bitki ismi ile de anılmaya başlamışlardı. Onların “Gezegen”lerle eşitlenmeye başlamaları, daha sonraki süreçte ortaya çıkıyor.
Burçlarda yer alan hayvan/bitki totem kalıntıları, eski ‘Sümer’-Akkad metinlerindeki hayvan / bitki totemlere tamamen denk düşmektedir. Açık haliyle “akrep insan”, “yengeç insan” gibi ifadeleri tanıyoruz. Öküz, inek, eşek gibi hayvanlar, ilgili tanrıların da tanımlarıydı aynı zamanda.
Eski toplumun karşılıklı yapılanması ve bu ilişki içinde, tarafların kendilerine ‘insan’,ötekilere ‘hayvan / bitki’ gözüyle bakmalarına bağlı olarak, örneğin, “akrep” veya “yengeç” toplum birim için “insanlık” , “Al. lul. lu” olarak ifade edilebilirdi; bu kavram aynı zamanda “yengeç insan” anlamını veriyordu. Allulim kavramı aynı zamanda, erken ittifakın “gökten inen” ilk yönetimin de ‘yöneticisi’dir. ‘Aleluya” şimdiki Hıristiyanlığın da ilk ‘tanrısı’ düzeyindedir ve Hititlerde de aynı kavramı görüyoruz.
Eski toplumun, medüz, yılan, akrep, yengeç, ‘sülük/solucan’ türü hayvanlarla çok içli dışlı olduğunu, sadece kalıntıları bize ulaşan burçlar yoluyla bilmiyoruz. Musa’nın yiyecek yasakları kapsamında bunların ayrıntılarını tanıdığımız gibi, Eski Ahit anlatımları, önceki ilahilere bağlı olarak, Tanrı’nın ilk yaratış ve kahrediş anından itibaren “yerdeki sürüngenler”le,” “denizdeki hayvanlar”la çok ilgilenmiş olduğunu ortaya koyuyor. “Yılan”ın bütün hayvanların en kötüsü olma özelliği kazanması, onun doğasal özelliğinden değil, kutsal totem olmasından kaynaklanıyordu. Şeytan’la eşitlenen Yılan, aynı zamanda erken dönem Enki’nin (Kenan, Yehova’nın) da bir özelliğiydi ve çok sonra,-12. yy; larda, çölde karşısına aldığı Musa’nın asasını Tanrının bir yılan’a, bir asa’ya çevirmesi, ona sihir gücünü öğretmesi, erken dönem Enki’ye ait bir özelliğin anımsanması anlamına geliyordu.
Bize, bütün alfabe ve yazı sistemini devreden eski toplum, gerçek bir toplumdur ve bu alandaki ilk şekil çizimlerinin, tıpkı günümüzün bir ilkokul öğrencisinin basitliğiyle başlatmış olmaları, insan toplumunun doğallığına tamamen uygundur.
‘Sümer’-Akkad uzmanlarının bu temel noktaları yeterince dikkate aldıklarını, ne yazık ki birçok halde göremiyoruz.
Şekil-1’de görülen çizim, eski insanın alfabe yolundaki ilk çizim örneklerinden birisidir. Bu çizim ‘insan’ anlamında kullanılıyordu.
Peki, bu resim ile ‘insan’ arasında nasıl bir ilişki vardı?
O şekli çizme yetkinliğine ulaşmış eski insan, örneklerini bildiğimiz gibi, ‘insanın’ basit görünümünü de çizebiliyordu. Fakat baktığımız zaman ‘insan’a ait olduğunu hemen anlayabileceğimiz basit ‘kafa-yüz-burun” çizimli portreye “kafa, baş” diyor; buna karşılık “insan” anlamında yorumlanan çizimi ise Şekil-1’deki gibi yapıyordu.
Bay Kramer, sorunlu bu erken dönem çizimlerinde, iş çizimlerin anlamını yorumlamaya geldiğinde, genel olarak yeterli olmaktan uzak kalmaktadır. Yukarıdaki Şekil-1'e ilişkin, yaptığı açıklamada şöyle diyor: “İnsan gövdesinin üst kısmının az çok uyarlanmış resmi olabilir”(SM. s,190)
Şekil-1'i bu sözlerle yorumlayabilmek, ancak zorlama ile ve eski toplumun izlerini, adeta yemin etmişçesine, modern toplumda aramama kararlılığı ile mümkündür.
Şekil–1,eski toplumun baş örtme aracı ile ilgiliydi.
Resim–2 ve 3, Ermeni, Ortodoks kilisesinin günümüzdeki dini liderlerine ilişkindir ve aradaki bağlantı açıktır. Ermeni kilisesi ve Ortodoksluk, bizi tarihe bağlamada yetkindir ve giyim-kuşam tarzlarıyla da bünyesinde 6 bin yıllık tarihi barındırması olanaksız değildir.
‘Sümer’-Akkad erken döneminde ‘insan’ anlamı ile ele alınan bu çizimin, farklı topluluklarca, farklı bir şekilde algılanıyor ve seslendiriliyor olması gerekli idi.
Konvansiyonel tutuma göre, bu çizim şekli ‘insan’ı anlatıyor ve ‘Lu’ sesiyle okunuyor.
‘Sümerce’ olarak ‘Lu’ okumasının Akkadca karşılığı aw/melu; Hititçe karşılığı ise antuhsa idi.
Nam-lu-u-lu, awīlum, melutu, genel olarak ‘insanlık’ anlamına geliyordu.
Fakat mesela, Al. Lul. lu veya Usumgallu denildiğinde, sırasıyla “yengeç adam”, “ejderha adam” gibi değerlendirmeler anlaşılıyordu. Hayvan veya ejderha ile ilgili vurguyu yapanlar, genel olarak, karşıt toplum birim olduğu için, “Allullu” veya “Uşumgallu” topluluklarının, bu kavramları, kendileri bakımından ‘insanlık’ anlamıyla kullanmış olmaları, kelime kuruluş ve kullanım mantığı bakımından olanaksız değildi. Günümüzde biz, anlatıcı ve egemen olan toplum birimin değerlerine çok bağlı hareket etmek durumundayız. Fakat dilbilimini incelemeye başladığımızda, bu bağımlılığın kırılması gereklidir.
İlerde ele alabileceğimiz bir örneği geçerken belirtelim. Doğal olarak ‘Dumuzi’ ‘erkek’ bir varlıktı. Buna karşılık İnanna,’dişi’.Fakat tabletlerde, İnanna için kullanılan ve bizim dişi cinse ait olarak Şahmaran karşılığı kullandığımız “Göğün kutsal ejderha annesi” anlamına gelen “Amma uşumgal anna” nitelemesi, bir dizi tabletçe, aynı zamanda Dumuzi için kullanılıyordu. Bu durum, sadece, aynı tanrının, farklı iki toplum birim tarafından zıt yönleriyle ifadesine bağlı açıklanabilir. Bir yazım yanlışını değil, eski toplumun zıtlık taşıyan yapısını yansıtır.
Şekil-1’deki çizim, aynı zamanda, ‘Sümer’ler için kullanılan “karabaşlılar”, “karabaşlı topluluk” tanımları ile de ilişkili görünüyor. Bu şaşırtıcı değildir. ‘Sümer’ adı verilen topluluğun, en azından dinsel kalıntılarını aramak için, bölgede ve dinsel hiyerarşide ‘kara’ renge bakmak ve keşfetmek, genel olarak, bizi hedefe yaklaştırır. Bunlar günümüzün Şii toplumları, Musevilik ve Ortodoks Hıristiyanlıktır.
“Karabaşlılar” ifadesi, ‘karabaşlı’lar tarafından ‘insanlık’ karşılığı olarak kullanılıyorsa, karşıtı olan ‘gök’sel topluluklar (Yeni Ahit İsacılığında ‘göksel baba’, ‘göklerin kraliyeti’ kadar çok kullanılan az sayıda kavram bulunur) tarafından ‘ejderha, hayvan’ vb. olarak ele alınıyor olmalıydı.
“Karabaş” kavramı, ‘Sümerce’ bire bir olarak “Sag+gi” biçiminde okunmaktadır. Kelimelerin tam karşılığı “Sag=kafa, bas+ ki/ gi/ kir/ kar= kara, siyah”)dir.
Akadca olarak “qaqqa” ve çoğul olarak “qaqqadim”, “qaqadisu” biçimlerinde yazılıyor olmalıdır. “Kakka-dum”, “karabaşların evladı” anlamında çoğullaştırılmış olabilir.
Son olarak eklemek gerekir ki, Avrupa’da Türkler için, bir aşağılama olarak, kullanılan “karakafalı” tanımı, tarihin böylesine derin dehlizlerinden geçerek Türk’leri bulmuştur.
Bu tanımın saç rengi ile vb. hiçbir şekilde ilgisi yoktur. Ne yazık ki, ‘Sümer’ otoriteleri arasında ‘karabaşlı’ tanımını ‘saçı kara olan halk’ biçiminde ‘tercüme eden’ ve onların ‘kara saç renkli bir halk’ olduğu sonucunu ilan edenler de çıkmıştır. Bu tür bir değerlendirme metodunun aşılması gerekiyor.
Türklere karşı kullanılan bu tanım, hem Avrupa toplumlarının Ortadoğu, Hitit-Aryen kaynak anılarına bir işarettir ve hem de Doğu’yu, ancak bin yıl kadardır “Türkler üzerinden”, coğrafi anlamda, tanıyan Avrupa’nın önyargılarına...