17.01.2008

Dinlerin Oluşumunda İnsan Kurban Ediminin Yeri


İsa'nın eti yerine ekmek,kanı yerine şarap, ayinlerin en temel iki aracı..
Akadosammaru kayitlarinda bunları 'yaşam yiyeceği'-'yaşam içeceği' olarak
buluyoruz. Hititler'de de ayin, 'ekmek yemek/su içmek' olarak ifade ediliyordu.



Etimolojik bakımdan, Ehl-i Beyt ( Tanrı Evi) üzerinde durmuştuk… “Tanrı Evi”nin sorumluları, Dede, Sâki, Çerâğcı, Meydancı, Ekmekçi, Aşçı dedeler... olarak “post sahipleri”, sağlam, ayrıntılı bir yönetim düzeninin unsurları olarak görünürler.

Bu tür temel kavramların ve Bektaşi ayinlerinin içeriklerinin tanınması, (bu gelenekler, eski tabletlerde rastladığımız ve Enuma Eliş’in doğru ve anlaşılır bir çevirisi için önemli olan kavram ve kurumların tanınması için de) gereklidir. Çünkü ayin tarzı ile kullandığı kavramlar ve iç ilişki biçimleri bakımından Bektaşiliğin, erken dönem geleneklerine değin uzanan bir özelliği bulunmaktadır. Bu bakımdan denilebilir ki, Bektaşilik, tarihsel olarak İslam’dan çok daha önce şekillenmiş bir örgütlenmenin, zaman içinde dönüşmüş, karışmış özelliklerinin bir yansıtıcısıdır. Eski “İnsan-tanrı kurban” edimleriyle ilişkili görünmektedir.

Gece vakti yapılan, Ehl-i Beyt kapısında gözcülerin bulunduğu bir Bektaşi (ikrar) ayini ve gerçekleşen geçiş ritüeli, daha önce Akado-sammaru tabletlerinden geniş haliyle çevirmeye çalıştığımız, “küçük tanrıların kurban edilme”si ve bu kurbanın diğer tanrılar tarafından, kutsal bir edim haliyle, birlikte-ortaklaşa yenilmesi; kurban edilen bu tanrının anılarının unutulmaması için ona övgüler dizilmesi biçimindeki erken dönemin kavramları, uygulamaları ve anlatım tarzı ile büyük paralellikler göstermektedir.Bu tür ayinlerde, ki Hıristiyan ayinleri de ‘yeme/içme’ sembollüdür, kurban edilen “insan-tanrının kanını içme” ve “etini yeme” yamyamlık ediminin, nasıl, giderek ayrıntılı bir örgütlenme üzerinden gerçekleştirildiğini gösteriyor. Yeni Papa’nın İstanbul ayininde de bütün işlem, Papa’nın kaldırdığı kadeh ve kutsal yiyecek etrafına örülüydü.

İncil’de İsa’nın, kadehteki şarapta “kendi kanı”nın, “kutsal ekmek” (parçasında) ise “kendi eti”nin bulunduğunu söylediğini biliyoruz. Demek ki, bu ayin, özünde, İsa’nın tanrılığa ulaşması ve “insanlık namına” kurban ettiği kendi eti ve kanı’nın, kilise ruhani kesimi arasında (12 havari) tüketilmesi töreninden başka bir şey değildi.

Bunu yiyen ve içenlerin de İsa’laşması, eski toplumun tanrıda vücut bulma, tapınak görevlilerinin tanrılaşması kavrayışının da nasıl oluştuğu hakkında fikir vericidir.

Tanıdığımız haliyle Bektaşi geçiş töreninde, kişi, kendi yerine çoktan bir hayvan kurbanı sunmuş durumdadır, ama yine de hayvan kurbanın fiilen kesilmesi dışında, hayvan kurbanın başına gelenlerin aynısı, sembolik olarak, bu ayinde, ‘geçiş işlemini’ sağlamak isteyen talibin de başına gelmektedir; hayvan kurban için gerçekleşen “kesime hazırlık” ve bizzat “kesim işlemi”ni, birey, sembolik olarak yaşamaktadır. Geçiş törenlerinin evrensel yapısında bulunan, semolik “ölüm” ve ardından sembolik “diriliş”, o kişinin eski toplumda gerçekten kurban edilmesinin sembolik özelliğe bürünmesi süreci içinde oluşmuştu.
İnsan toplumunun “yamyamlık edimi”ni dışlaması süreci içinde oluşan sembolizmin giderek felsefi boyutlar da kazanacak olması çok doğaldı. Bu bakımdan, ayinlerin etrafına örüldüğü felsefi kavramları, yine felsefi alanda durarak açıklama çabası, eski toplumun dinsel oluşumunun açıklanmasında bizi bir adım bile ilerletemez. Böyle bir metot, inceleme çalışmasının tamamen başasağı edilmesine dayanmaktadır.Buna karşılık, bir kez, bize çok güçlü bir kült bırakmış olan ve bütün çevrelerini, bu arada eski Yunan, İon kültünü de, derinden etkilemiş olan Akado-sammaru topluluklarının, karşılıklı örgütlenmesini, ilişki tarzlarını; (bu, gerçek bir toplumda nasıl olabilir ise, o şekilde) ortaya çıkarabildiğimiz ölçüde, sadece günümüzün siyasi kurumlarını ve devlet örgütlenme ve işlerlik yapısını değil, aynı zamanda onlarla ortak temele sahip dini inanışlarının oluşma sürecini de ortaya çıkarmış olabiliriz.
Hücreyi, maddenin en küçük parçalarını ayrıştırıp ortaya çıkarabilen günümüz bilim dünyasının dinlerin kaynaklarını sağlam bir şekilde ortaya koyamamış olmasının nedeni, başka noktaların yanısıra, eski topluma yukarda açıkladığımız şekilde yaklaşamamış olmasındandır. Dinlerin kaynaklarının, insan toplumunun “ruh dünyası”nda, “cehalet”inde, “sırlar alanı”nda aranması çalışması, bu çalışmada hiç bir işe yaramaz; sonraki algılama tarzlarının soyut denizinde dolaşmak ve boğulmakla sonuçlanır. Günümüze kadar gerçekleşen de bundan başka bir şey değildir zaten.

Bu noktaları açıkca saptamadan ve aynı açıklıkla ifade etmeden , bu alanda bir ilerleme sağlayabilmek olanaksızdır.

Söylemeye gerek yok ki, herhangi bir dini inancı, sadece, onun kendi kavram ve uygulama alanında ve onun yansıtış tarzına bağlı kalarak, ele aldığımız sürece, ele alınan bu inancın kökenleri hakkında herhangi bir ciddi ilerleme kaydedilemez. Bu bakımdan, biz, çalışmalarımızda, yalıtık tarzda bir dini inancın ele alınması metodunu kullanmıyor; diğerleri ile kendi arasında karsılaştırmalı bir değerlendirmeye önem veriyoruz ; onlara kaynak olan erken Mezopotamya topluluklarının kayıt ve bulgularını değerlendirmelerde çıkış noktası olarak ele almaya çalışıyoruz.
Elbette, bu noktada da, eski tabletlerin doğru bir şekilde okunması, algılanması ve yorumlanması önem kazanmaktadır.

Örneğin bu tabletlerde karsılaştığımız erken dönem kutsal varlıkları arasında “Anunnaki”ler vardı. Bu kavramın anlattığı kişi-varlıkların yaptığı işler, yükümlülükleri, sürekli çalışmaları vb. hesaba katılarak, uzmanlarımız onları “isçi tanrılar” diye tanımlamışlardı. Hatta bunlar ‘sıradan tanrı’lardı.
Bu “sıradan tanrılar”ın özelliği,onların, tapınakların hizmetinde iş görenler, gerektiğinde “kurban edilen” ve böylece ‘büyük tanrılar’ haline geçebilen varlıklar olmalarıydı. “Anunnaki” kavramının kendisi, kelime bazında çözümlenememiştir henüz. Ben, ondan “Yer-Kara” topluluğundan Ateş/Güneş/Anu topluluğuna devredilmiş, sunulmuş, köle kılınmış temsilcileri; Musevilerin tanrıya adanmış “ilk oğul”larını, Bektaşiliğin “tekke hizmetlileri”ni, manastırların “çilekeş kesiş”lerini, İslami toplulukların “Abdal, fakr, Derviş”lerini anlamak gerektiğini düşünüyorum. Bunlara, Nuh Tufanı anlatımında,”kölelerin kölesi” olmakla yükümlendirilmiş kesimler olarak da rastlıyoruz.

“Anunnaki” üzerindeki terim bulanıklığını kaldırırsak, bunlar Tanrıya adanmışlar ve bu adanmışların hizmetindeki adanmışları kapsadığı anlaşılmaktadır ki, bunların hepsi, bir gezgin tapınak olarak ‘tanrı ile buluşma çadırı’nın ve inşa edilmiş ‘tanrı evi-beyt’lerin ‘ahalisi’ni oluşturanlar olmalıydı.Tanrısal evlerin,E-Kur’ların, tapınakların, tekkelerin şekillenmesinden itibaren artık, onların “kurban edilip” ortaklaşa yenilmesi, herhalde ender günlere, daha o zamandan kutsal hale gelmiş ‘bahar ve sonbahar’ veya ‘yıl ortası’ ayin günlerine doğru gerilemiş olmalıdır. Başlangıçta ise, bunlar, basbayağı, tapınakların gündelik yiyecekleri halinde görünüyorlar.

Hıristiyanlığın, her yemek ve ayininin, sadece ‘şükür’ değil, “Pardon” duasıyla da açılması, yamyamlığın artık “Pardon” gerektiren bir işlem olduğunun bilincine ulaşıldığını bir anda bulunduğumuzu gösteriyor.
Öte yandan, kişinin “kendi getirdiği hediyeden yememe”/içmeme tutumu ile getirilen bu hediyeyi “ye ve iç” talimatı alan karşı toplumla karşıp sentezleşmiş bir toplumla da karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılıyor. “Pardon” ve “Şükür-Teşekkür”ün iç içe geçmesi bunu anlatıyor olmalıydı.

“Yaşam yiyeceği” ve “Yaşam içeceği”ni, karşı topluluğa, onun temsilcilerine sunan topluluk için bunlar “ölüm yiyeceği” ve “ölüm içeceği” anlamı taşıyor olmalıydı ki, biz bunu, şimdiki dinlerde kendi müminlerine ‘helal’ veya ‘haram’ direktifleri olarak da buluyoruz. Haram’ın temelinde, kendi etdaşı/kandaşının etini yememe, kanını içmeme biçimindeki “iç yamyamlığı yasaklama” kuralı bulunur.

Eğer Hıristiyanlığın bazı kollarında ‘haram’ kavramı büyük ölçüde kullanılmıyor ise, bu önkaynağın geçmişinde iç yamyamlığın bulunuyor olmasından, “iç yamyamlık yasağı” kullanılmamasından ötürüdür. Domuz, Tavşan veya Deve, hayvansal özelliklerinden ötürü yasaklanmış değildirlerdi. Onlar üzerinden yasaklanan, Domuz, Tavsan ve Deve sembollü toplum birim aidi insanların yenilme yasağı idi. İneğin yenilme yasağında da ‘İnek’ sembollü topluluk aidi bireyin yenilme yasağını buluruz. Anlamsız, sonradan uydurulmuş gerekçeler değil!
Daha önce incelediğimiz gibi, bazı eski tabletlerde, bunların da en erken döneme ait olanlarında,
-“sana sunulan hediyeyi, yeme!”,
-“sana sunulan içkiyi, içme!”
biçimli tanrısal talimatlar da vardı. Şimdi daha açık olarak anlıyoruz ki, bunlar, ilgili kişilere, kendi kandaş/etdaş topluluğuna ait birinin etinin yenilmemesi ve kanının içilmemesi talimatı idi.

Örneğin, Musevi geleneğinde içi görünmeyen kadehten içmeme gibi bir gelenek varken,buna karşılık Bektaşi ayinlerine ilişkin bilgilerde, ayin sırasında, kadehlerin “kapalı, örtülü, içi görünmeyen” özellikte olmasına özel itina gösterildiğini görüyoruz. Bunlar, “kan içimi” ile ilgili toplumsal denetim mekanizması ve “kan içim yasağı” ve “kan içim gereği”nin de yansıtıcılarıydı. Musevi Tufanındaki Tanrı’nın, Nuh’la yaptığı en önemli anlaşma maddesi, artık Nuh soyunun “insan kanı içmemesi ve insan eti yememesi”ydi. Buna karşılık, Bektaşilik, günümüze değin “Dem”lenme edebiyatı ve uygulamasını, Dem= Kan’ı şarap veya rakıya dönüştürerek, kullanmaya devam etmiştir.

İç ve dış yamyamlığı sürdüren topluluklarda ise, bu kuralların,
-“sana sunulan hediyeyi, ye!”,
-“sana sunulan içkiyi, iç!”
biçiminde formüle edilmiş olduğunu görüyoruz. Hititlerin “Ekmek yiyin, Su için!” direktifleri, ekmek ve Su-şaraba dönüşmüş eski insan kurbanın et ve kanı ile ilgiliydi. Yezidiliğin “Tükürme yasağı”nda, bir temizlik öğesi değil, yamyamlık direktifi bulunur. Buna karşılık tükürme-istiğfar edimini kutsal gören öteki dinler, “Tükürmeyi” bir gereklilik olarak, yediği kurbanı çıkarma veya kurbandan yememe edimini yansıtırlar.

Bütün bu noktalarda, onların başlangıcında olmayan bir takım felsefi temeller aramanın bizi götürebileceği bir yer olmaz. Çünkü bu işlemler, doğrudan doğruya insan kurbanı ve kurbanın kanının içimi ile ilgili idi.

Ant töreninin, kandaş kardeşlik ilişkisinin, karşılıklı kan içimi ile gerçekleştiğini biliyoruz. Karşılıklı evlilik akrabalığı yoluyla kardeşleşme çözümünün keşfedilmesinden önceki dönemlerin ‘kardeşlik kurma’ biçimi, karşılıklı olarak “insan kurban” sunumuna dayanıyordu.

**
Kitaplarda ‘Gök’ Kavramı-4 Kutsal Kitaplarda ‘Yer-dunya’ Kavramı-1Kutsal Kitaplarda ‘Yer-dunya’ Kavramı-2Tanrı Yedinci Günü Neden Kutsadı?

Hiristiyanlığın Su Vaftizinin BiçimleriMusevilik ve hiristiyanlikta ‘el-ayak yikama’ ayiniHiristiyanlığa Ait Bazı Veriler
‘Cin Topluluğu’ ve ‘İnsanoğlu Topluluğu’ ‘Cin Topluluğu’ ve ‘İnsanoğlu Topluluğu’-2
Sofra Kültürü Farklarının Kaynakları Fısıh-Pesah'ında Kurban Hazırlık ve Tüketim Tarzı...Ve Adem 'Meyveyi' Yiyince Gözleri Açıldı.. “Mercimeği Fırına Verdiler”Ekmek Teknesi'nden Nuh’un Gemisine....
Dinlerin Oluşumunda İnsan Kurban Ediminin Yeri
** “Mercimeği Fırına Verdiler”

Eski Ahit'te Özdeyişlerde Bazı Temel Kavramlar Sofra Kültürü Farklarının Kaynakları
Fısıh-Pesah'ında Kurban Hazırlık ve Tüketim Tarzı
...Ve Adem 'Meyveyi' Yiyince Gözleri Açıldı.. Ekmek Teknesi'nden Nuh’un Gemisine....