Bir Uruk kıralının, Uruk'a değil, Kiş topraklarında bulunan bir mezarlığa gömülmüş olmasını, bay Woolley: “Bu adı bilinmeyen kıral... büyük olasılıkla Uruk’un Sümerli yöneticilerinden birinin vassalıydı” diye gerekçelendirmişti. Bu sözler konumuzu yeterince açıklayamaz.
Burada,
önce, “aidiyet” ilişkileri bakımından Uruk kıralının, kendini 'Kiş’li
kabul ettiğini görüyoruz. Sonra da, Sümer ve Akkad arasında, kurulu
akrabalık ilişkilerine bağlı olarak işleyen, Uruk'ta Kiş'li ve Kiş'te
ise Uruk'lu sayılan bir kıralın var olduğu dönüşümlü bir yönetimin var
olmuş olması gerekliliğini... Bu örnekte, Kiş toprağına ait biri
(veliaht, oğul) akrabalık ve miras sistemi gereğince Uruk kırallığı
yapmış ve ölünce de, 'kendi toprağına' gömülmüş olmalıydı.
Uzmanlarımız
tarafından, Sümer tabletlerindeki yazımı 'Ki en-ki, ki uri' (En-ki
toprağı, Ur toprağı) sesleriyle verilen tanımların Babil tabletlerindeki
karşılığı 'Sümer ve Akkad' diye okunmaktadır. Daha doğrusu, böyle bir
okuma geleneği yerleşmiştir. (1) Bu iki farklı 'toprak'ın birlikte
yazılmaya başlanmış olması onlar arasında bir tür konfederal yönetim
birliğinin varlığına işaret ediyor. Tablet ve dolayısıyla eski tarih
yazıcılar, bu ittifaka bağlı olarak, farklı iki 'toprağı', ayrı ayrı,
yan yana, ama birlikte ifade ediyor; bu dönemin kırallarını da, bu
duruma uygun olarak, 'iki toprağın hükümdarı' hüviyetiyle tanıtıyor
olmalıydılar.
Sümer-Babil
tarihinde, Kiş ile Uruk'un, genel olarak, bir çeşit başkent rolü
oynamış olduğu, uzun zamandır biliniyor. Kuzey Mezopotamya’da Kiş ile
güney Mezopotamya'da Uruk (Erek, Irak), ortak bir yönetim merkezi olarak
öne çıkmış görünüyor. Tabletlerin çözümlenen kısımlarından ve
'kıraliyet listesi'nden çıkan sonuçlara göre, bu iki yerleşim birimi el
değiştirerek 'Ki-En ki' ile 'Ki Uri' yi yönetmiş gibiler. Sümer
kıraliyet listesine göre, Tufan'a kadar geçen süre içinde, 'gökten inen
kıraliyet', sırasıyla;
Eridu, Badtibira, Larak, Sippar ve Suruppak'ı,
dolaşmıştı. Tufan'dan hemen sonra ise, "Kırallık Gök’ten (yeniden) indikten sonra, Kiş, Kırallık (makamı) olmuş”tu.
Kiş
ve Uruk'un öne çıktıklarının tespit edilmesine karşılık, Kiş'in Sümer,
Uruk'un Akkad adına hareket ederek, bu 'iki toprağın' tümü için, bir tür
başkent sayılmalarının nedeni ve daha önemlisi, bu gel-git'li yönetim
düzenine yol açan akrabasal ittifak temeli üzerinde yeterince durulmuş
olduğunu söyleyemeyiz.
Farklı
iki topluluk arasında, yönetim düzeni ve nerede ise sistematik el
değişimini sağlayan temel, bu toplulukların aralarında kurdukları kardeş
karı-kocalık ilişkisi ve buna bağlı şekillenen varislik kurumudur.
'Kardeşlik' akrabalık düzeni, bu toplulukların yönetim düzenin de
temeliydi. Bu nedenle de “karı-koca” olan Sümer-Babil tanrı ile
tanrıçaları, aynı zamanda bir birlerinin 'kız-erkek kardeşleri' olarak
da niteleniyordu. Bu kardeşlik akrabalığı, savaş veya dış yıkım yoluyla
kesintiye uğramış olsa bile, bir kez kurulmuştu ve taraflar, ittifakın
yükümlülüklerine ve gelecekteki sonuçlarına, görünüşe göre, genel olarak
bağlı kalıyor, bir bakıma, katlanıyorlardı.
Akad kıralı büyük Sargon, 'Sümer ve Akkad'ın tamamını artık 'Kuzey yönetmeli' şeklinde gelişen bir isteğin sonunda başa geçmişti. Sargon ve onu destekleyen tapınak güçleri, “Kuzey'den bir kıral”
seçilmesi isteği ile geçmiş dönüşümlü bir geleneğin o anki gereğini
hatırlatmaya çalışıyor gibi görünüyorlar. Kuzey topluluğu, "Sümer ve
Akkad" için böyle bir isteği, ancak, geleneksel bir hakka dayanarak
ileri sürebilirdi. 'Kuzey yönetmeli' isteğinde, Sümer-Akkad arasında
geçmişte var olan Dönüşümlü bir sistemden gelen meşru hak talebinin
varlığı hissediliyor. (2)
En-ki
ve Ur toprakları'nın, Uruk ile Kiş arasında, bir çeşit rotasyon
sistemiyle, el değiştirerek yönetiliyor olması, merkezileşme sürecindeki
konfederal bir yapıyı tanımlamaktadır. “İki toprak” (Aşağı Mısır-Yukarı Mısır), “iki ülke”
ayrımlı eski Mısır'da da merkezi yönetim böyle bir sürecin sonunda
oluşmuştu. Bir süre sonra bu merkezi yönetim “Hanedanlık” biçimiyle
kalıcı bir özellik kazanacaktır. Hanedanlık, eski Mısır'da din ve
yönetim merkezinin, 'iki toprağın' coğrafi orta bölgesinde kurulmasıyla
başlayan bir sürecin sonunda yerine oturabilmişti. Burada, farklı iki
toplum birim tarafından yaratılan zayıf merkezli ve güçlü federal
yönetim tarzından, merkezi bir hanedanlık yönetimine geçiş aşamasında
bulunuyoruz.
Şimdi
iki büyük toplum birim arasında kurulmuş akrabasal birlik olarak
karşımıza çıkan gelişmenin öncesinde, görece küçük toplum birimler ve
aralarında kurulu kardeşlik yani akrabalık ittifakları bulunur. Bu
topluluklar, belirli bir zaman sonra, kaynaşma, erime, bütünleşme
düzeyine ulaşmışlar ve sonra, iki ana guruba ayrışmış olarak yeniden
ittifak kurucular haline gelmişler gibi görünmektedir. Başlangıçta, bu
topluluklar için, sadece kendi küçük toprağı 'toprak'- 'ülke', sadece
kendi aidi birey 'insan' anlamı taşırken, simdi bu 'ülke'ler yan yana
gelmekte, yeni ve görece büyük bir 'ülke' ve topluluk olarak, öteki ile
ittifak kurmaktadır. Eski Mısır'da, 'iki toprağın' , 'tek toprak'; 'iki
ülkenin' de 'tek ülke' haline dönüşmesi ve hanedanlık ile noktalanan
süreç bunu gösteriyor.
İster
daha küçük, isterse daha büyük bileşenli olsunlar, bu iki toplum
birimin kurduğu akrabalık sisteminde, onlardan birisi ötekini, merkezi
yönetim içinde bir temsilci aracılığıyla bulunmaktan men edemiyordu.
Tersine, bu akrabalık ve miras düzeni öyle işliyordu ki, ittifak sürdüğü
sürece, kız ya da erkek temsilci evlat (kıral ile kıraliçe) yoluyla her
iki toplum birim, yönetimde temsil ediliyor ve sonra da, kendi 'oğlu'
veya 'torunu' yoluyla kırallığı ele geçiriyor olmalıydı. En azından,
Sümer 'yaratılış' dönemiyle kesin olarak kurulmuş olması gereken bir
ittifak geleneğine dayanan Sümer ve Babil toplumları arasında, giderek
ortak merkezi bir yönetim düzeni oluşurken, hükmetme erki el
değiştiriyordu.
Kırallığın, teorik olarak, federal taraflardan, bir Güneydeki Sümerlerin eline, bir de Kuzeydeki
Semitik topluluğun eline geçmesine yol açacak temel, sadece, bu
karşılıklı evlilik akrabalığı ve miras (veliaht) sistemi olabilirdi.
Sümer-Babil'de kullanılan 'kardeşler arası evlilik' kavramıyla ifade edilen sistem, Hititlerde 'kıralın kız kardeşinin oğlu'nun yeni kıral olarak atanması vb. geleneği anlamlarını bu eski kardeşlik akrabalık sisteminde bulur.
Bu
akrabalık ve miras sisteminin kalıntılarını Eski Ahit'te, Abraham-Sara,
İsak-Rebekka ile İshak’ın oğulları Esat ile Yakup bağıntısında
izlemiştik. Burada durağan bir ilişki bulunmadığı için bu akrabalık
düzeninin bir de modern 'aile birliği' noktasına ulaşacak olan yanı
bulunuyor. Bu sürecin kalıntısını, kayınbaba ve kaynanaya bakımından,
evli çiftin 'oğul ve kız' kavramlarıyla nitelenmesinde buluruz.
Kayınbaba gelinine 'kızım' dediğine göre, onun kavramları bakımından
“oğlu ile kızı”nı, yani iki 'kardeş'i evlendirmiş oluyor olmalıydı. Eski
toplumda karşılaştığımız 'kardeş karı kocalık' akrabalık kavramından,
bütün bu dönemler bakımından, biyolojik kardeşler arası bir evlilik
sonucu bu yüzden çıkarılamaz.
Daha
eski biçimli toplumda, baba olarak adlandırılan, kadının erkek kardeşi
yani dayı idi. Burada yabancı erkeğin, damadın, adım adım, dayının
konumunu elinden alması sürecini izliyoruz. Bu erkek, bir yandan kendisi
de dayı olduğuna göre, 'dayı'lığı bırakmakta, öte yandan da, karısının
erkek kardeşinin yerine geçerek, karısının çocuklarının babası halini
almakta, dayı için kullanılan baba'lık tanımını ele geçirmekteydi. Bu
süreç, oğulların geçiş törenlerinin iyice gelişmesiyle sonuçlanır.
Hattuşili, karısı olan 'kız kardeşinin oğlu' icin,
"Onu oğlum yaptım, kucakladım ve yükselttim, yücelttim" dediğinde, böyle bir olgudan söz etmiş olmaktaydı.
Abraham'ın
İshak’ı kendi toplum birim aidiyetine geçirmesinde de 'yakmalık sunu',
'kurban' gibi motiflerinden geçeriz. İsak da, sırası gelince, Yakub'u
kutsar.
Rebekka'nin
küçük oğul Yakub’u daha çok sevmesi, Yakup Rebekka'nın toplum birim
aidi olduğu içindi. İsak ise, 'büyük oğul'u daha çok seviyordu, Çünkü
kendi toplum birim aidi ve dolayısıyla mirasçısı bu 'ilk oğul' Esat'tı.
Rebekka'nın toplum biriminin İsak'ın yerine yönetime gelmesi için,
kırallığa Yakup geçmeliydi. Küçük oğul Yakup, 'büyük oğulluk hakkına'
sahip Esad'ın yerine geçerek, büyük oğul Esad'ın elinden 'büyük oğulluk
hakkı'nı alır. Baba da , Yakub'u kutsar, mirasçı oğulluğa onu atar.
Habil ve Kabil'den beri tanıdığımız “büyük-küçük oğul” çelismeşinin
gerisinde, baba ve ana yanından iktidarın alınması çabası vardır.
Fakat
bu akrabalık düzeni öyledir ki, bu kez, iktidarı bir taraf adına ele
geçirme cabası, aynı zamanda, yeni sorunları da beraberinde
taşımaktaydı. Ana birim temsilcisi olarak Yakup, baba'nın yerine kıral
olabilmek için, baba toplum birim aidi haline gelmeliydi ama bu durumda
da Yakup, baba'nın toplum birim aidi haline geldiği için, bu kez, daha
önce evlenmesi kesinlikle yasak olan dayısının kızları ile evlenmek
yükümlülüğü ile karşılaşmıştır. Oysa Yakup ana toplum birim aidi olarak
kalsa idi, kendi dayıkızları ile kesinlikle evlenemeyecekti. Bu kadınlar
onun kandaş kız kardeşleri idi.
Bu
süreç, hanedanlık düzeyinde, biyolojik iki kardeşin evlenmesi noktasına
değin ilerler, hanedanlık tek bir yönetim merkezi olarak yerleştikten
sonra, durur.
Osmanlı'da,
şehzade analarının öne çıktığı her durumda, yeni kırallık
tartışmalarının öne çıkması rastlantı değildir. Bu durumda Osmanlı,
anaları haremin derinliğine atar ve oğul ile ananın bağını kopararak,
onun sadece ve yalnızca baba'ya ait olmasını sağlamaya çalışır.
Sümer
döneminde, iktidar dönüşümünün tam olarak nasıl gerçekleştiğini
bilmiyoruz. Ama baba yerine 'ilk oğul' Dummuzi'nin veliaht sayıldığı
kesin gibidir. Dumuzi bir 'isim' değil, bütün ilk oğulların sınıflayıcı
tanımıydı ve 'yaşayan oğul', 'takip eden döl' gibi baba'nın
mirasçılığını üstlenmiş oğuldu. Bu 'ilk oğul' etkisi bütün Sümer-Babil
tarihinde izlenmektedir. Adem, Adam kavramının da buradan türediğine
bakılırsa, ilk oğul Dumuzi, miras ve ittifak sistemi Sümer tarihinin
erken dönemlerine dayanıyor olmalıdır.
Uzmanlarımızın
genellikle 'Dumuzi' isimli şahıs takip eden tutumları son derece
yanlıştır. Dumuzi, çoban, çiftçi, avcı, balıkçı toplum birimlerin
hepsinde, aynı kavramla veya değişik bir söylenişle tanımlanan ortak,
ilk oğulun sınıflayıcı tanımından başka bir şey değildir. Sümer
kıraliyet listesinde hem 'çoban' Dumuzi hüküm sürmüştü, hem de çok sonra
'balıkçı' Dumuzi. Dumuzi, daha sonra Tammuzi olarak çiftçi hüviyetiyle
de karşımıza çıkar. (3)
Dönüşümlü
yönetim, eski Mısır'da olduğu gibi, mutlaka, merkezi bir hanedanlıkla
sonuçlanmayabilir. Çünkü bu aşamada taraflar, bir yandan birbirleri ile
kaynaşırken, öte yandan ittifakın geleceği için federal özelliklerini,
farklarını, korumaya çalışmak zorundaydılar da. Sümer ve Babil'in, bir
çeşit günümüzdeki yüzü olan Şii ve Sünni topluluklar arasındaki ilişki
sertliği, Sümer ve Akkad arasında, tarihte, Mısır'da olduğu türden bir
kaynaşma ve hanedanlık düzeyine erişilme noktasına ulaşılamamış olduğunu
gösteriyor.
Sümer
'yaratılış'ında, topluluklar birbirinden derin ve kalın çizgilerle
ayrılmıştı ve oluşan ittifakın devam edebilmesi bu farkların ve birey
soy kütüğünün alabildiğine vurgulanmasını gerekiyordu. Sümer ve Akad
birliği, kutsal kitabın Habil ve Kabil'inde olduğu gibi, birbirini
öldüren kardeşlik, düşman kardeşlik akrabalığının ötesine geçememiş
olmalıdır. Tarihin en eski ittifakını oluşturan topluluğun torunları
arasında Ortadoğu'da bu gün yaşanan derin çelişmelerin gerisinde Sümer
ve Akkad toplumlarının varlıklarında taşıdıkları ayrılıklar bulunuyor.
Safa Kaçmaz
Paris, 29.10.2004
Paris, 29.10.2004
(1) Yazılarımda 'Sümer' sözcüğünü kullanıyorsam da, yer yer "Sümer olarak adlandırılan" vurgusunu yapmaktan geri durmuyorum. Bu sözle, bu topluluğun adının "Sümer" olarak adlandırılmasıyla hemfikir olmadığımı anlatmak istiyordum.
Bölge
tarihinin en eski ve en ustun kültürünü oluşturan bir topluluğun, hiç
olmazsa varlık dönemindeki adını pekiştirememiş olması; bir serap gibi
yitip gitmesi hayli garip ve kuvvetli olmayan bir olasılıktır. Eğer, bu
topluluğun adı, eski tabletlerde doğru olarak okunmuş ise, bu bölgede
günümüzde, "Sümer" adına yakın herhangi bir topluluk veya şehir adı
üzerinden kalıntısı yaşıyor olmalıydı.
Avrupa
bilim çevresi, tarihin bu en eski uygarlığına "Sümer" demeyi
kararlaştırmış ve böylece bu topluluk Sümer olarak anılmaya başlamıştır.
Gerisinde Sümer tanımıyla verilen sese uygun ne bir topluluk, ne kasaba
ne şehir bırakan eski uygarlık, böylece bölge halklarının elinden de
çekilip alınmıştır. Sümer tarihi bir söylence, Sümerlerin kendisi de,
torun bırakmayan, gelenek, görenek, dil, kültür bakımından yitmiş bir
eski uygarlık olarak müze dolaplarının süsü kılınmıştır; olgu budur.
Bu
noktada Avrupa bilim dünyasının, Ortadoğu topluluklarına karşı, 'bu
denli geri halkların' geçmişinde böyle ustun bir uygarlık olamayacağı,
olmaması gerektiğinden yola çıkıp çıkmamış olduğunu bir yana bırakalım.
İlginç olan, bu topluluğun bütün dünyada Sümer olarak tanıtılmasına
büyük katkıda bulunan Bay Kramer'in bile Sümer tanımı konusunda rahatsız
olmasıydı. Gerçekten de, eski Sümer-Babil geleneğine dayanan ve o
döneme ilişkin sayısız tarihsel veri içeren Eski Ahit, garip bir
şekilde, Sümer kelimesine yakın tek bir söz barındırmamaktadır.
Sümer-Babil tablet kayıtlarından çok fazla yararlanan Eski Ahit
yazarları, tanımların anlam veya ses değer dönüşümlerinde farklı alfabe
veya dil kullanılmasının doğurduğu zorluklar sonucu hayli yeni kavram
üretmiş; bunları kabul edilebilir hale getiren açıklamaların birçoğu
üretilmiştir; kavramlar bozulmuş, dönüştürülmüştür... Fakat kabul
edilmelidir ki, Eski Ahit; bizim onları kendi yazıları üzerinden
tanıdığımız 20. yy. çok önce Babil, Hitit, Asur vb. uygarlıklarından
bahseden döneminin tek belgesiydi. Fakat Sümerlerden çok etkilenmiş Eski
Ahit, yine de, bir türlü Sümer sözcüğünü kullanmaz.
Bay
Kramer'in tespit ettiği gibi, Eski Ahit'te Sümer'e yakin ses değere
sahip olan kavramlar, Şinnar, Sam, Sem gibi tanımlardır. Kutsal
Kitap'ta, eski bilgilere dayanılarak yapılmış soy kütük dağılımında
şunları okuruz:
"Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet'in öyküsü şudur:
Tufandan sonra bunların birçok oğlu oldu.
Tufandan sonra bunların birçok oğlu oldu.
Yafet'ın oğulları: Gomer, Magog, Meday, Yâvan, Tuval, Mesek, Tiras.
Gomer'ın oğulları: Askenaz, Rifat, Togarma.
Yâvan'ın oğulları: Elİsa, Tarsis, Kittim, Rodanim.
Kıyılarda yasayan insanların ataları bunlardır. Ülkelerinde çeşitli dillere, uluslarında çeşitli boylara bölündüler.
Ham’ın oğulları: Kûs, Misrayim, Pût, Kenan.
Kûs'un oğulları: Seva, Havila, Savta, Raama, Savteka.
Kûş’un Nemrut (bu, Babil'in Marduk'u karşılığıdır) adında bir oğlu oldu. Yiğitliğiyle yeryüzüne ün saldı.
RAB'bin önünde yiğit bir avcıydı. "RAB'bin önünde Nemrut
gibi yiğit avcı" sözü buradan gelir.
gibi yiğit avcı" sözü buradan gelir.
İlkin Sinar topraklarında, Babil, Erek, Akat, Kalne
kentlerinde krallık yaptı.
kentlerinde krallık yaptı.
Sonra Asur'a giderek Ninova, Rehovot-Ir, Kalah kentlerini ve Ninova'yla önemli bir kent olan Kalah arasında Resen'i kurdu.
Misrayim
Ludlular'ın, Anamlılar'ın, Lehavlılar'ın, Naftuhlular'ın,
Patruslular'ın, Filistinliler'in ataları olan Kasluhlular'ın ve
Kaftorlular'ın atasıydı.
Kenan ilk oğlu olan Sidon'un babası ve Hititler'in,
Yevuslular'ın, Amorlular'ın, Gırgaslılar'ın, Hivliler'in,
Arklılar'ın, Sinliler'in, Arvatlılar'ın, Semarlılar'ın,
Hamalılar'ın atasıydı. Kenan boyları daha sonra dağıldı.
Yevuslular'ın, Amorlular'ın, Gırgaslılar'ın, Hivliler'in,
Arklılar'ın, Sinliler'in, Arvatlılar'ın, Semarlılar'ın,
Hamalılar'ın atasıydı. Kenan boyları daha sonra dağıldı.
Kenan sınırı Sayda'dan Gerar, Gazze, Sodom, Gomora, Adma
ve Sevoyim'e doğru Lasa'ya kadar uzanıyordu.
ve Sevoyim'e doğru Lasa'ya kadar uzanıyordu.
Ülkelerinde ve uluslarında çeşitli boylara ve dillere bölünen Hamoğulları bunlardı.
Yafet'in ağabeyi olan Sam’ın da çocukları oldu. Sam bütün
Ever soyunun atasıydı.
Ever soyunun atasıydı.
Sam’ın oğulları: Elam, Asur, Arpaksat, Lud, Aram.
Aram'ın oğulları: Ûs, Hul, Geter, Mas. "
(Eski Ahit)
(2)
Babası belirsiz, anası ise kutsal bir tapınak fahişesi olan Kuzey'li
bir kişiye, Yasal Car, Kanuni hükümdar anlamında, Sargon ( Sar-u-kin,
Sar-u-kan) adının takılması, iki topluluk arasında eski bir hukukunun
varlığına işaret ediyor. Sargon'un, kanun dışı bir yolla iktidarı
alışını gizlemek için 'Yasal Car' adına sığındığını ileri sürmek, pek
tutarlı değil. Çünkü geleneklerin en gerideki iplerini taşıyan tapınak
hiyerarşisi, bu kuzeyi’nin ardındaydı.
Bir
tür önceki İsa olan Sargon, tapınağın desteğiyle, eski geleneğe
dayanarak, 'birleştiren', meşru, yasal bir kıral olarak ortaya çıkmıştı.
Kıral olduktan sonra yaptıkları, bu birlikçi doğrultuya, iki toplumun
kıralı olma gereklerine uyuyor. İsa'ya sadece göksel değil dünyasal
Yahudi kırallığı yetkisini de vermek isteyen sonraki dönem tapınağı,
İsa'nın tanrı oğlu ve tanrı sayılmasına bakmadan, ona Meryem ve Yakup’a
bağlı 32 kuşaklık bir soy ağaç saymıştı.
Aggade,
Aggad dönemindeki Tapınağın, Sargon'da, eski Dönüşümlü yönetim gereğine
dayanan bir meşruiyet bulmuş ve savunmuş olma olasılığı hayli fazladır.
(3)
Bir Sümer tanımı olan Dummuzi’nin öteki eşdeğer tanımları Enkidum,
Kişzidum, Gilgamesh, İsummud vb. idi. Sümer kıraliyet listesinde,
Dummuzi’nin ardından kıralı yetin hemen Gılgamış'a geçmesi, belki de,
Sümer ile Akad geleneği öncelleri arasındaki Dönüşümlü yönetim varlığına
işaret ediyor.