Din denilince
bundan doğaüstü bir yaratıcının, nasılsa kendisiyle birebir konuşma
yeteneğindeki peygamberler aracılığıyla ilettiği vahiyler demetini
anlayan ilahiyatçı ne kadar bilim dışında duruyor ise, bütün bu
'vahiy'lerin bir kutsal uydurmalar yığını olduğunu düşünen de o kadar bilim
dışında duruyor demektir.
On binlerce yıllık insan
toplumunun örgütlenme ve Uygarlaşma gidişinde, onu kurallar, kurumlar yönetiyordu.
Bu tür kuralların, kurumların erken biçimlerini,'kutsal me'ler vb. olarak
tanıdıkça, din fenomeninin, başlangıçtaki yapılanmasının eski toplumun kurallar
düzeni olarak sekilenmeye başlamış olduğunu görüyoruz. Din fenomeninin
varoluş gerekçesi, erken dönemin barışçıl düzen oluşturma çabası
içinde anlam bulur. Sonraki yapısı ve anlamı, bütün toplumsal kurumlar gibi,
özellik değiştirecek olsa da, bugünkü yönetim makamlarının, bugünkü
adalet kurumlarının, bugünkü tıbbın, bugünkü eczacılığın... Kısaca bugünkü
toplumsal düzenin bütün şekilsel ve içeriksel özelliklerinde en
eski dinsel motiflerin renk, kavram ve yapısal olarak
özelliklerinin bulunuyor olmasının nedenleri bunlardır.
Aslında, sabah yatağından
kalktığı andan itibaren, doğumundan ölümüne değin geçen süreyi içinde
geçireceği şimdiki modern topluma ait her kişi, sadece
genetik olarak değil, bütün bir toplumsal varoluşun her alandaki parçası
olarak, davranış, duygu ve kavramlarıyla kendisini atalarına yeniden
bağlar. Şimdi ona basit bir kibarlık gibi görünen 'günaydın', 'selam', 'merhaba' sözcüğü, hiç
olmazsa kaynak ve kayıtlarını inceleme olanağı bulduğumuz 6000 yıl kadar önceki
erken Mezopotamya toplumlarının aralarında ittifak kurmak üzere 'barış' kurmaya
yöneldikleri dönemlerin en yüce ilkesel sözcüğü olarak ortaya çıkmıştı.
İnsanoğlunun, bütün uygarlık çabasının kısa tanımı, onun şiddet
eğilimli doğal yapısını, yamyamsal özelliğini sınırlama, geriletme
çabasından başka bir şey değildir. Eğer eski ve onun uzantısı modern toplumun
hücrelerinin en derinlerinde yer etmiş dinsel duygular tarihte bu
denli etkili olmuş ise, kendisinin sabah vakti önüne gelene söylediği
'günaydın', 'selam' sözcüğünün, atalarının bir 'barış antlaşması' olarak
yarattığı dinlerin de en temel sözcüğünün 'barış' olmasından ötürüdür.
Eski toplumun özellikleri
kavranılmadan, onun dinlerinin temelleri de kavranılamaz. Bir yaratıcı üstün
varlık hiç bir zaman olmamıştır. Din, insanın bizzat yarattığı, tanrı ve
tanrıçalarını oluşturduğu bir düzenleniş anlatımıdır. Bu nokta çoktandır
biliniyor zaten. Şimdi yapılması gereken, dinsel yazıların tam olarak nasıl
şekillendiğini, kavramlarını, özelliklerini eski toplumun gerçek yapısı içinde
tanımaktır. Bilim adamları bakımından Türkiye’de bulunmak, bu noktaların
incelenmesinde çok büyük bir olanaktır. Çevresiyle birlikte, geniş ölçüleriyle
Mezopotamya kaynaklı dinlerin şu veya bu dolaysızlıkta devamı
olan toplum ve dinlerin kavramlarını, tutumlarını, yaşayan
kalıntılarını bir arada tutan ve bütün bunları bilimsel bir şekilde ele
alabilme birikimine sahip olan çok az ülke var.
Gelgelelim, din üzerine
ortaya çıkan çalışmalar, şimdiki bilgi düzeyinin istemlerine yanıt vermekten
çok uzakta durmaya devam ediyor hala.
Bilim dünyası, kendisini
atasına bağlayan ağları, ister din adamı olsun, ister din düşmanı olsun, henüz
parçalayabilmiş değildir. Maddeci olduğunu düşünen bilim adamlarımızın bile,
bir ilahiyatçının ters çevrilmiş biçimi haliyle, dinin kaynaklarını, tanrılar
dünyasındaki efsunlanmış beyinlerin hayal aleminde aramaya devam ediyor
olmaları, büyük bir kayıptır. Bilginin kaybedildiği bu alan, simdi sahte
'gizleri, sansasyonu, Merihli katkısını, Marduk yıldızcılığı kalpazanlığını
sürdürerek dünyalık biriktirenlerin alanına terk edilmiştir.
Din denilen görüngü, tamamen
toplumsal ilişkilerin bir ifade ediş biçimidir. Eski toplumun doğal
yamyamlık anından başlamak üzere, adım adım yaratılmış kurumlarının, ister
istemez bozulan, bozularak toplum dışına, isteyerek itilmeye çalışılan
bir kurallar toplamıdır. Eski toplumun en kutsal kişisi, eski toplumun yamyamlık
döneminden kalan yükümlülüklerini yerine getirmek üzere kurban olan, kurban
edilen kişisidir ve tanrı, sadece böylece ve bu kadar basit bir şekilde oluşmaya
başlar. Tanrı kavramının oluşumu süreci bir toplumsal süreç konusudur ve kanat
takarak uçma denemeleri yapan insanoğlunun uçak teknolojisinde ulaştığı
başarı sürecinden farklı değildir.
Sümer adı verilen ve bu topluluğun
Akkad'larla olan ilişkisini incelerken, eski topluma ilişkin çok önemli kurumları
birer birer açığa çıkarmaya, bunların hem eski toplumdaki fonksiyonel değerlerini
ve hem de günümüze ulaşan izlerini saptamaya çalışmıştık. Bir kaç yıldır yazılı
olarak ortaya konulan bu noktalar, değişik alt alanlarıyla modern
insanbilimin üzerinde yükseleceği belli başlı noktalardır. Onlarsız, ne
eski toplum ve dolayısıyla yeni toplum; ne eski din ve dolayısıyla yeni
din yeterince anlaşılabilir. Bugünkü IMF’i, hala,19.yüzyılın Duyun-u
Umumiye'sini eleştiren Parvus Efendi'nin argümanları ile ele almak, ulusal sınırların
her alanda bütünüyle yıkıldığı çağın şaşırılması demektir. Bugünkü çağ, üst yapıda,
aşağıda yıkılmış sınırların üzerinde yükselecek kurumlara gerek duyuyor. Toplum,
bunu yaratmanın sancılarını çekiyor. Dünyasal din talebi, bugünkü gerçek dünyanın
ihtiyacı olarak sesini yükseltiyor. Dinlerin gerçek özelliklerini insan
toplumun gerçek varlığında aramayan çalışmalar, konuyu 'al baraka' rüşvetleriyle
vb. açıklayan bilimciler, aslında toplumun yeterince bilinçlenmemesinden
yararlanan rüşvetçilerin kendileridir. Rüşvet sadece maddi değildir. Makam,
unvan vb.dir de. İnsanların bilgisizliğinden yararlanmanın farklı türlerini
uygulayanlara en büyük ceza, onların bilgilerinin yanlışlığını, düzeysizliğini,
nihilistliğini, darlığını ortaya koyma olacaktır.
Sabırla bunu yapmaya çalışmak
gerek..
(devam edecek..)