22.02.2013

BAŞLIK PARASINDA ‘DAYI HAKKI’

BAŞLIK PARASINDA ‘DAYI HAKKI’

BAŞLIK PARASINDA  ‘DAYI HAKKI’
NE DEMEKTİR ?

Kadının Erkeğin  Önünde Yürümesi
Neden Ayıptır?


Aşağıda iki gazete haberi yer alıyor. Birisi, bir genç kızın başlık parası içerisinde ‘dayı hakkı’ biçiminde bir kavramın geçtiği haber. Öteki ise, bir gelinin kayınbabasının ‘önünde yürümesi’  ile  ilgili...

Türkiye’de, eski topluma ait düzen kalıntıları  günlük yaşamın  bir parçası aslında. Bu toplumsal görüntüler, sadece, bunlar  ‘ortaçağ töresi’, ‘gericilik’, ‘ilkellik’ denilmekle, dönüştürülemez.
Bunların tanınması, anlamlarının ortaya konulması gereklidir.
Önce bu  konulardaki iki (eski) haberi okuyalım:


BAŞLIK PARASINDA  ‘DAYI HAKKI’
13 Nisan 2006 / Perşembe 
Bünyamin YIL/ADANA, (DHA)

ADANA’nın merkez Yüreğir İlçesi’nde oturanlar, başlık parasının kaldırılması için harekete geçti.
      Şanlıurfa’dan göç edenlerin yoğunlukla olduğu Yeşilbağlar Mahallesi Muhtarı Ahmet Kırtay, bir grup vatandaşla birlikte Yüreğir Belediye Başkanı AKP’li Ömer Topçu’yu ziyaret ederek, başlık parasının kaldırılmasına yönelik girişimde bulunması için dilekçe verdi. (...)     
      DAYI HAKKI
      Kız babalarının istediği başlık parasının yüzde 20’si oranında da, kızın dayılarına ‘dayı hakkı’ ödendiğini bildiren Muhtar Kırtay, “Şanlıurfa’da Hazreti İbrahim Peygamber’den bu yana bu gelenek sürüyor. Ama artık biz bu geleneğin günümüzde insanlara mutluluk getirmediğini biliyoruz.”dedi.
****     Kadının Erkeğin  Önünde Yürümesi Ayıp!
18 Mart 2006 / Cumartesi
Hilal YÜKSEL/SİVAS, (DHA)

     
SİVAS’ın Şarkışla İlçesi’nde Mustafa Karakuş, “Neden benim önümde yürüdün'' diye kızdığı gelini 36 yaşındaki Fatma Karakuş'u sopayla dövdü. Karakuş gözaltına alınırken, başına aldığı sopa darbeleriyle görme kaybı yaşayan Fatma Karakuş'un tedavisi sürüyor.
      Bugün sabah saatlerinde meydana gelen olayda, iki çocuk annesi Fatma Karakuş, evde sobayı yakmak için odaya girerken iddiaya göre arkasından gelen kayınpederi Mustafa Karakuş'u farketmeyerek kapıyı kapattı. Öfkeyle kapıyı açıp odaya giren Mustafa Karakuş, “Neden benim önümden yürüdün. Ayıp olduğunu bilmiyor musun?'' diyerek elindeki sopayla gelini Fatma Karakuş'u dövmeye başladı.
      (...)
 Fatma Karakuş polise verdiği ifadede, “Kayınpeder beni sürekli dövüyor. Her defasında beni dövmek için mutlaka bir bahane buluyor. Bu kez de onun önünden yürüdüm diye dövdü'' diye konuştu.
Bu habere yorum yazan bir kişi de aşağıdaki görüşlerini habere yorum olarak eklemiş:
İlkelizm!
“Anadoluda kadınların erkeklerin önünden geçmesi uğursuzluk sayılıyor. Köylerde erkekler geçerken kadınlar beklerler, erkekler geçtikten sonra yollarına devam ederler.
Bu ilkelliğin adı örf adet, gelenek ve töre oluyor. Hala kadınlara bakış açımızda büyük bir gericilik var. Bu kadınlarımızı türbana hapsetmek isteyen zihniyetle aynı zihniyet.”

Toplumbilimciler, bütün toplum önünde, bu tür  toplumsal davranışların tarihteki gerçek anlamını  bilimsel olarak ortaya koymak suretiyle, rollerini oynayabilirler. Yoksa herhangi bir  gazete okurundan farkları kalmaz.

Töresel  davranışları, genel sözcüklerle   yermek bir noktaya kadar yeterli olabilir ama, unutmamak gerekir ki, toplumun yasadığı ekonomik şartlar değişse bile, töreler ondan çok daha uzun süre içinde varlık sürdürmektedirler. Zaten haberde yer alan muhtar, daha eskisini bilemeyeceği için, bu törenin Hazreti İbrahimden bu yana sürdüğünü söylemektedir.

Sonradan töre olarak, gelecekteki topluma aktarılan bütün davranışlar, bu davranışları var eden toplum turunun kendi iç ve diş örgütlenme ilişkilerinde anlam bulur. Bu ilişkiler anlaşılmadığı surece, törelerin gerçek kaynakları ve anlamları saptanamaz ve onlara karşı  durabilme gücü de bulunamaz.

Eski Türk yazıtlarında,
“küçük kardeş büyük kardeş gibi yaratılmadığından (ve) oğul babası gibi yaratılmadığından  bilgisiz hakanlar tahta oturmuş” 
(Eski Türk Yazıtları, H.N.Orkun. TDK Yay. S.31)
“küçük kardeşler büyük kardeşlerin aleyhine kıyam etmişler….”

gibi ifadeler  yinelenmekteydi. Eski toplumda, erkek ve kız çocukların, hem bir cinsiyet halinde ve hem de daha sonra, “büyük” ve “küçük” kız ve erkek çocuklar olarak, ana ve baba toplum birimleri arasında, aidiyet bakımından  pay edilmiş olduğu eğer bilinmez ise, bütün bu anlatımların gerisindeki toplumsal örgütlenme ve anlatımların yönelimi değerlendirilemez. Nitekim eski yazılı Türk belgelerini, insanbilim kuralları bakımından ele alan pek eser yoktur. Türk sözcüğünün anlam değerini bile, bilimsel bir tarzda ortaya koymadan Türk tarihçiliği yaptıklarını düşünen bazı ünlü araştırıcılarımızın, Osmanlı’da en küçük şehzadelerin neden önemli bulunduğu ve başlangıç döneminde tahta neden onların çıkarılmış oldukları sorusuna verdikleri yanıt ‘töre böyleydi’ biçimindeki derin tahlil olmaktan öteye geçemez.

Hazreti İbrahim bölgesinde "kız evlatların dayısı"nın öne çıkmış olmasının, konu biraz incelenince, aynı bölgedeki baba’ların kız çocukları evlat  sayısı içinde saymayan davranışlarıyla birleştiği, tamamlandığı görülecektir. Çünkü kalıntıları bu şekilde yansıyan bir göreneğin  gerisinde kızların ana-dayı toplum birimine ait sayıldığı bir dönemin varlığı bulunuyordu.

Bu dönemin farklı aşamalarına ait anlatımların değerlendirmelerini Abraham’ın oğlu İsak’ın oğulları Yakup ve Esat arasındaki ‘büyük’,’küçük’ oğul ayrımı bağıntısında da  ele almıştık.

Bir kadının erkeğin önünde yürüme geleneğini, artık birçok yönünü tanımış olduğumuz kutsal fahişelik döneminde görüyoruz. Yerli kadının, yabancı erkeğin önüne düşerek onu tapınağa kadar götürüp (İlyada da bu, yabancı erkeğin önüne düşüp evine götürmesi; Gılgamış’ta ise Uruk’un kutsal fahişesinin Enkidu’nun önüne düşüp Uruk’a girmesi biçimlerini alıyor..)  orada onunla sevişmesi sistemine ilişkin anlatımı Gılgamış tabletlerinden bu yana tanıyoruz. Benzer anlatıma Odisseia'da da rastlarız. Kadın, kendi şehrinde, kendi topraklarında, yabancı erkeğin  hem can güvencesi ve hem de yol göstericisi olarak önde’dir, yol gösterendir. Erkek onu takip eder. Bu, anlaşılıyor ki kutsal fahişelik döneminin  bir  uygulama biçimiydi; Belki kısmen de, “iç güveylik” sisteminin bir kalıntısı…”Önüne düşüp eve götürme” motifi,  Musa anlatımlarında da, Musa’nın karısı olacak kadının davranış biçimi haliyle de rastlıyoruz.

Eski toplumda, şimdiki akrabalık kavramlarımızla,'gelin' ile 'Kayın' ve 'kayın baba’lar arasında cinsel ilişki uygulamalarının bulunduğu toplum biçimleri vardı. Kuşak ayrımına tabi olmamış bu topluluklarda, iki toplum birimin karşılıklı tüm kadınları ile  tüm erkekleri arasındaki evlilik türünün kalıntılarını  Cermenik topluluklar ile bazı Arap topluluklarında, eski Musevi toplumunda buluyoruz.Bunları Eski Yasalarda ele almıştık.
'Kadına şiddet uygulanması' gibi değerlendirmelerde ise, konunun sadece cinsiyet yönüyle ele alınarak açıklanması sorunludur. Birçok halde, kendi kızkardeşine şiddet uygulamayan veya hatta bu şiddeti uygulayan  kayın’ına büyük tepki gösterebilen  bir erkeğin evinde karısını dövmesini  'kadına şiddet'  genel başlığı altında toparlamak, hiç kuskusuz, sosyolojik değerlerin sağlam bir kullanımına örnek teşkil edemezler.

Assur  topluluğunda, yabancı erkekle  birleşen  fahişe kadına ilişkin saptamalar, yayınladığımız  eski yazılı yasalarda da yer almaktadır. Fahişe olmayan kadına, şimdi çok tartıştığımız  türbanı ( belki de o şekliyle ilk ) giydiren de bu topluluktu.

Bu topluluk bu sırada, kendi kadınlarını kapatırken, yabancı erkeklerin sadece Assur kutsal fahişelerine yönelmelerini sağlamaya çalışıyordu. Bunun ayrıntıları için  ilgili makalelere  bakılabilir.