Din’leri
ve dinin kökenlerini anlamaksızın; eski Mezopotamya çevrelerinde , MÖ.
4. binli yıllardan itibaren, adım adım evrimler geçirerek
oluşan dinlerin etnik ve kültürel temellerini tanımaksızın, onların
bugünkü konumunu ve geleceğin din’lerini de anlamak mümkün değil.
Din savaşı hiç bitmemişti ki, şimdi ortaya çıkıyor olsun...
Dünyanın küreselleştiğini saptayacaksınız;
küreselliği 'liberalizm' adına alkışlayacaksınız;
bütün ‘ulusal sınır’ ve ‘ulusal değer’lerin adım adım zorla yıkılmasını destekleyeceksiniz...
ama öte yandan her türlü etnik değerini, ulusal sınırlarını yitirmiş toplulukların , çok güçlü bir “üst birleştireni olarak din”ler etrafında toparlanıyor ve toparlanmaya devam ediyor olmasına şaşıracaksınız…
Taha Akyol'un durumu biraz böyle.
Aslında, insan toplumlarının davranışlarına şaşırılamaz. Çünkü o,nasıl olması gerekiyorsa öyle hareket eder.
Bütün
bunları yazmayı canım hiç çekmiyor ama , “Papa’nın dedikleri” üzerine
bazı gazete ‘köşe’lerinde yazılanları görünce, biraz zorunlu hissediyor
kendini insan.
Taha Akyol, bugün, Papa’nın “dinler arası gerilimi körüklemiş, ‘medeniyetler çatışması’na benzin dökmüş” olduğunu yazmış.
Türker Alkan ise Papa’nın söyleminin “senelerdir ‘dinler arası diyalog’ çağrısında bulunanların da ne kadar boş işlerle uğraştığının bir kanıtı” olduğunu, hatta biraz eski yazılarına hayıflanmış gibi, yazmış.
Derya Sazak’ın sözleri ise daha özlü bir anlatım gibi. Şöyle diyor D.Sazak:
“Huntington’un ‘medeniyetler çatışması’ tezini haklı çıkarmak için 11 Eylül’den bu yana sergilenen ‘akıl dışı’ çabalara Papa 16’ncı Benedictus da, İslam dünyasını ayağa kaldıran ‘Hz Muhammed söylemi’ ile katıldı.”
Demek
ki dünyamız , bütün işini gücünü bırakmış, “Huntington’un ‘medeniyetler
çatışması’ tezini haklı çıkarmak” için, elinden ne gelirse yapıyor...
ABD yönetimi, İsrael, Ben Ladin… Şimdiki Papa da Vatikan’dan katılmış
bu çabaya...
Bu
tür değerlendirmelerde, sebep-sonuç ilişkileri alt üst durmaktadır
hep. Oysa dünyayı teoriler yönetmiyor. Tılsım tek başına “yazılı
teori”lerde olsaydı, dünyada fırtına estiren düşüncelerin şimdi neden
bir yaprak kıpırdatma gücüne bile sahip olmadıklarını açıklayamazdık.
Teorisyenlerin, insanları peşlerinden koşturdukları tezine çok fazla
inanmamak gerek. Tersine; teoriler
ve onun yaratıcıları, insan toplumunun peşinden koşarlar ve eğer
yürüyüş kolunun başına doğru yaklaşır, nereye doğru gidildiğini ve
gidilmesi gerektiğini söyleyebilirlerse, teorisyen olurlar. O anki
durumu az çok derli toplu bir program haline de getirmişlerdir, hepsi
bu.
Dünya şimdi, sosyal alanda, küresel sermayenin taleplerine uygun, “ulus üstü” birleştiren olarak “küresel din”ler etrafında yeniden şekillenme sancıları çekiyor.
Sınırı
kalkmış topraklar üzerine, ‘ulusal’ gömleğinden iyice arınmış küresel
sermayenin egemen olduğu “küre”miz, tam olarak buna uygun bir dünya, tam
anlamıyla kendine ait küresel bir din istiyor. Sadece Türkiye veya
öteki “geri Doğu” toplumlarında değil, “ileri Batı”da da yaşanmakta ve olacak olan “dinsel sosyal devletler”in yeniden biçimlenmesi sürecidir.
Bu süreç, işler zamana bırakılarak fazla kanlı olmadan da gerçekleşebilir. Tamamen şiddet politikalarıyla da...
Şu anda, bomba ve ateş politikası yürürlükte.
“Haklı-haksız” ; “temiz-kirli” gibi “etiket tasnifleri”ni bir yana bırakarak şiddetin, terörün her türüne karşı çıkmadan ve dinlerin gerçek toplumsal kaynaklarını tanımadan bu alanda fazla ilerlenemez.
Şimdi övünüp-dövünmek pek bir çözüm değil ..
Daha sonra ise oldukça geç kalınmış olacak zaten.
***