Musa
kanunlarında, “çiğ veya haşlama olarak değil; bütün halinde, kemikleri
kırılmadan, kızartılarak, savaş kıyafet ve araçlarıyla donanmış olarak,
gece yarısında yenilmesi gereken” koyun veya keçi kurbanının, Tanrı
tarafından, İsrael topluluğunun ‘ilk oğul’larının yerine geçmek üzere,
yeni yıl bayramı olarak yasalaştırıldığını görmüştük.
İnsan,
hayvan ve bitkilerin ‘ilk ürün’leri, Eski Ahit’te Tanrıya ait
kılınmıştı. Bu topluluk, ‘ilk ürün’ü doğrudan doğruya ‘yakma sunusu’
olarak ya Tanrıya sunacak veya insanın, hayvanın, bitkilerin ‘ilk
ürün’ünü kullanmak istiyor, canlı bırakıyor ise, bunun değerini,
karşılığını, diyetini, bir başka sunu, kurban olarak Tanrıya ödeyecekti.
Adem ve Havva’nın çoban ve çiftçi oğullarının, ilk kutsal edimlerinin,
kendilerine ait hayvan ve tarım ürünlerinin ilk ağızlarını, 'ilk
ürün’lerini Tanrı sunağına getirmeye başladıklarını biliyoruz. Fakat
elbette, Eski Ahit’te, Habil ve Kabil’in hayvan ve bitkilerinin ‘ilk
ürün’lerinin sunusu halini alan bu uygulama, eski toplumun yamyamlıktan
uygarlığa ilerleme süreci içinde ulaşmış olduğu ve daha o zamandan,
toplum birimlerin, eski, doğrudan karşılıklı yükümlerinin ortak bir
Tanrı aracılığıyla sağlanmaya başlanmış olduğu dönemi ifade ediyordu.
Günümüze daha çok hayvan kurbanı haliyle aktarılan bu kurum, insan
kurbanından başlayan, hayvan ve bitki sunumu olarak devam eden bir
sürecin parçasıydı.
Eski
toplumun, yamyamlıktan uygarlığa geçişini ‘totem’ kurumunun ortaya
çıkması sağlamıştır. Bay Freud’ün “nasıl ortaya çıktığını bilmediğimiz kutsal
kurum” olarak adlandırdığı hayvan ve bitki totem sistemi, başlangıçta
hepsi yenecek özellikli olan ve insanın yerine geçirilerek, böylece
insanın kurban edilmesini ortadan kaldıran hayvan ve bitkilerden oluşur.
Bu bakımdan eski toplumun önünde eğildiği, kutsal kabul ettiği, taptığı
hayvan veya bitki totemler, yamyamlığın önlenmesinin kurumları idi.
“Öküz, koyun, balık, keçi, eşek, domuz...” adıyla
anılan bir toplum birim veya bu totemlerin aidi birey, kendisinin
kurban edilmesinin yerine, bu hayvan veya bitkileri önce karşı toplum
birimlere ve giderek onların tümü yerine sadece Tanrılara sunarak eski
yükümlülüklerini yerine getirmiş oluyordu.
Sümer
yaratılış anlatımının insan, bitki ve hayvanların yaratılması üzerine
olan bölümlerinin anlattığı ‘yaratılış’, bu toplulukların totem hayvan
ve bitkiler adıyla anılmaya başladığı ’yer değiştirilme’ dönemi
olmalıdır.
Sunulan
kurbanın türü, cinsiyeti, rengi veya yaşına ilişkin kurallar, ilgili
kurban sunumunun kaynaklarına ilişkin de bilgi parçaları taşır. Kurbanın
‘eksiksiz’ olması, güneşin bulunduğu (gündüz) veya güneşin bulunmadığı
(gece) sunulması gibi ayrım noktalarının yanı sıra kurbanın hazırlık ve
tüketilme biçimi, bizi eski toplum yamyamlığının farklı özelliklerine,
dolayısıyla farklı aşamalarına taşır. Musa’nın Tanrısının, kurbanın
‘çiğ' ve haşlama’ olarak yenilmesini yasaklaması nedensiz değildi. Ona
göre bu kurban ‘kızartılarak’ yenilebilirdi ve eğer artmış ise, bu da
aynı gece aynı ateşte yakılarak tüketilmeliydi. Burada bir ‘yakma
sunusu’ ile karşı karşıyayız.
Ateş
kültünün etkili olduğu bölgelerde, ateşten atlama, ateşte yürüme, ateş
yeme, ateş söndürme gibi görenek kalıntıları, insan kurbanın ateşte
kızartılarak yenildiği bir yamyamlık dönemine işaret eder. Bireyin
ateşle arınması, ateşle vaftizi, böyle bir yamyamlık ve onu takip eden
bireyi ateşe atarak kurban etme döneminin son derece soyutlanmış dini
terimlerle anlatılmasından başka bir şey değildir. Hıristiyanlıkta
suçlunun ateşe atılarak yakılması, ölen bireyin cenazesinin ateşte
yakılması geleneği de ateş kültü döneminden kalmadır.
Ateş
kültü ve kurbanın ateşte kızartılması kuralı, ‘su’ merkezli kurban
sunumunun karşıtı olarak Sümer başlangıç topluluklarından itibaren
ayrıştırılmış görünüyor. Ateş ve su iki karşıt öğe olarak
ayrıştırılmıştı. Anlaşılıyor ki, ’Su’ öğesi, Apsu, bu topluluklarda
‘yer’in, Enki’nin himayesindeydi. Ateş kültü ise, Gök’le
özdeşleştirilmişti. Enlil, ateş ve göklerin temsilcisi gibi
algılanıyordu. Kuran’da Adem’in Yer’den, şeytan’ın Ateş’ten
yaratıldığının düşünüldüğünü görmüştük.
Su
(Apsu, Abzu), Sümer adı verilen topluluklarda ‘yaratılış’ sürecinin
‘ilk öğe’si gibi ele alınmış görünüyor. Enki’nin Apsu tapınağı Eridu’da
idi ve bu yerleşim en eski Sümer yerleşimi değilse de, en eskilerden
biridir. Bay Kramer Abzu’yu ‘ilksel deniz’ olarak niteler; Sümer
yaratılış anlatımına göre ‘gök ve yer’i ortaya çıkaran bu ‘ilksel
deniz’di. Eski Yunan felsefesi, Thales aracılığıyla, yaratılışın ‘ilk
öğesi’nin ‘sular’ veya ‘deniz’ olduğunu ileri sürdüğünde, kavram olarak
yeni bir şey söylenmiş değildir. (1)
Eski
Ahit, ’yer ve gök’ün yaratılmasından önce Tanrının ruhunun sularda
dolaştığını yazarken eski Sümer yaratılış ilahisine dayanıyor olmalıdır.
Tufan yapacak Tanrı(lar) da, insan, hayvan ve sürüngenleri mutlaka
“suda boğma” yoluyla cezalandırmaya karar vermişlerdi. Sümer ve Babil
Tufan anlatımlarında, “3 katlı gemi”nin yüzdüğü ‘okyanus’ bu Abzu idi.
Eski
Tufan anlatımlarında ‘seller’, ’sular’ değil, çok somut olarak
Eridu’daki Abzu tapınağı söz konusu ediliyor; Utnapiştim (Nuh) , EA’nın
yanına, Eridu’ya, Abzu tapınağına gitmek istiyordu. Anası ilk oğlu
Musa’yı da bir sepet içinde, yine sulara, Nil nehrine bırakmıştı.
İslamın bütün cennet tanımları, altından ırmaklar geçen bir alan olarak
resmedilir. Buna karşılık bütün cehennem tanımlarında ateş’in yanı sıra
‘kaynar su’ bulunur. Kısaca ’Su’, kutsal bir unsur olarak eski
anlatımların hepsinde yer almaktaydı.
Eski
yazılı yasalarda ırmak, “Nehir” yani “Tatlı su” bir cezalandırma ve
aklanma aracı olarak kullanılıyordu. Gılgamış, nehire atılmış ölüler
görmüştü. İlyada’da Patraklos’un anısına menderes nehrine atılan canlı
hayvan ve insanlar kurban edilmişti. Enlil ve Enki’nin cinsel ilişki
kurdukları genç kızlar, önce kutsal ‘saf ırmak’ta yıkanmış olmalıydılar.
Bütün kutsal evlilik törenlerinden önce Tanrıça veya onun yerine geçen
rahibe kutsal yıkanma töreninden geçmek zorundaydı.
Su
ile ‘arınma’ kutsal edimlerinde fiziksel bir temizlenme söz konusu
değildir. İslam’da da, suyun bulunmaması halinde “toprakla abdest”
alınması hükmü, hem eski Sümer geleneğinin toprak-su ikilisinin
ilişkisine dayanmakta ve hem de, abdest’in fiziksel temizlik olarak
değil, su ile arınma, vaftiz olarak ortaya çıkmış olduğuna işaret
etmektedir. (2)
İslam’da
zemzem, Hıristiyanlıkta vaftiz suyu, içme ve arınma özelliklerini
barındırmaktadır. İlyada’da ziyaretçi, her şeyden önce evin erkek veya
kadını tarafından bütünüyle yıkanmalıydı. Lut, melek misafirlerinin
ayaklarını yıkamaya önem vermişti. Vatikan papası, TV’lere yansıdığı
şekliyle, öteki rahiplerin ayaklarını kutsal su ile yıkayıp öpmüştü.
’Gelin-damat hamamı’, düğün öncesi arınmanın toplumsal göreneklerde
devamı olarak da yaşamaktadır. Ortaya çıkış gerekçeleri bakımından ‘su’
burada, fiziki bir temizlik öğesi olarak ele alınamaz. Ölen bireyin,
yakılacak bile olsa, soğuk, ılık veya kaynar su ile yıkanması kuralı,
ölü yamyamlığının eski biçimlerini veriyor ise, abdest, vaftiz,
ırmaklara ilişkin yasaklar, gelin –damat hamamları vb. de, bireyin suya
atılma, suda öldürülme, ırmakta sembolik olarak ölme ediminin bir
göstergesi olarak ele alınmalıdır. (3)
Su
ile arınma, vaftiz, Mezopotamya eski toplumlarında o denli önemlidir
ki, ”baba-oğul-kutsal ruh” özelliklerini üzerinde toplamış İsa Mesih
bile, peygamberlik veya Tanrılık özelliğini tam olarak, ancak Şeria
nehrinde Yahya tarafından vaftiz edildikten sonra kazanabilmişti:
“Bu sırada İsa, Yahya tarafından vaftiz edilmek üzere Celile'den Şeria Irmağı'na, Yahya'nın yanına geldi.
Ne var ki Yahya, "Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?" diyerek O'na engel olmak istedi.
İsa ona şu karşılığı verdi:
"Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir. "
O zaman Yahya O'nun dediğine razı oldu.
"Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir. "
O zaman Yahya O'nun dediğine razı oldu.
İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı'nın Ruhu'nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.
Göklerden gelen bir ses,
"Sevgili Oğlum budur, O'ndan hoşnudum" dedi. ”(Matta. 1: 9-11; Luk. 3: 21-22)
İsa’nın
nehirde vaftizi, peygamber-Tanrı olarak ‘müjde’yi duyurmak yolunda
yerine getirilmesi gereken yükümdü. 40 günlük oruç dönemi ve şeytan
tarafından denenmesinden sonra hemen ‘müjde’sini duyurma çalışmasına
başlayacaktır. (4)
İsa’nın
Şeria nehrinde vaftizi ile Ganj’da budist erkek ve kadınların vaftizi
aynı temel gerekçelere sahiptir: Bireyin su aracılığıyla, su kullanarak
kurban edilme eyleminin sembolik yerine getirilişi..!
Safa Kaçmaz
Paris, 20.01.2005
Paris, 20.01.2005
Eski
Yunan felsefesinde yer alan her şeyin ‘kaos’, ’su’ veya ‘ateş’ten
yaratıldığı fikrinin kaynakları Hesiod üzerinden aktarılan ve artık
idealize olmuş eski Sümer yaratılış anlatımlarına dayanmaktaydı. Sümer
kaynaklarının bilinmediği bir dönem için bu yaratılış anlatımlarının
Hesiod ve öteki eski Yunan düşünürlerine ait olduğu sanılabilirdi.
Burada ilginç olan bir nokta da V. I. Lenin’in, neden Thales’in
‘su’-‘deniz’ ilk öğesinde değil de, ’ateş’ ilk öğesinde materyalizm
keşfetmiş olmasıdır.
(2) “Ey
iman edenler, namaza kalkacağınız vakit, yüzlerinizi, dirseklere kadar;
ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip topuklara kadar ayaklarınızı
(yıkayın). Eğer cünüpseniz tastamam yıkanın. Eğer hasta veya yolculukta
iseniz veya biriniz hacet yerinden gelmişse ya da kadınlara dokunmuş
olup da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin,
niyetle o topraktan ellerinize ve yüzlerinize sürün. Allah'ın muradı
sizi sıkıntıya koşmak değildir; fakat O, sizi tertemiz yapmak ve
üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz. ”(Maida
suresi)
Burada,
ister toprak, ister su ile olsun abdestin, bir fiziksel temizlenme
olarak değil, arınma eylemi olarak ele alındığı onun
gerekçelendirilmesinden de anlaşılıyor. ”Hacet yerinden gelmiş olmak”
ile ‘kadına dokunmak’, ’osurmak’ vb. de ‘abdest yenileme’nin gerekçeleri
arasındadır.
(3)
Kuran’da, ırmaktan su içmeme imtihan anlatımı, ölülerin ırmaklara,
kuyulara atıldığı daha eski bir döneme ait gibi görünüyor:
“Tâlût
askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir
ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir
avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı
müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı
geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz
yoktur, dediler. Allah'ın huzürüna varacaklarına inananlar: Nice az
sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah
sabredenlerle beraberdir, dediler. ”(Bakara suresi)
(4) “Bundan sonra İsa, İblis tarafından denenmek üzere Ruh aracılığıyla çöle götürüldü.
İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı.
O zaman Ayartıcı (şeytan) yaklaşıp, "Tanrı'nın Oğlu'ysan, söyle şu taşlar ekmek olsun" dedi.
İsa ona şu karşılığı verdi: "'İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı'nın
ağzından çıkan her sözle yaşar' diye yazılmıştır. "
ağzından çıkan her sözle yaşar' diye yazılmıştır. "
Sonra İblis O'nu kutsal kente götürdü. Tapınağın tepesine çıkarıp,
"Tanrı'nın Oğlu'ysan, kendini aşağı at" dedi, "Çünkü şöyle yazılmıştır:
'Tanrı, senin için meleklerine buyruk verecek. '
'Ayağın bir taşa çarpmasın diye
Seni elleri üzerinde taşıyacaklar. '"
"Tanrı'nın Oğlu'ysan, kendini aşağı at" dedi, "Çünkü şöyle yazılmıştır:
'Tanrı, senin için meleklerine buyruk verecek. '
'Ayağın bir taşa çarpmasın diye
Seni elleri üzerinde taşıyacaklar. '"
İsa İblis'e şu karşılığı verdi: "'Tanrın Rab'bi denemeyeceksin' diye de yazılmıştır. "
İblis bu kez İsa'yı çok yüksek bir dağa çıkardı. O'na bütün görkemiyle dünya ülkelerini göstererek,
"Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana vereceğim" dedi.
İsa ona şöyle karşılık verdi: "Çekil git, Şeytan! 'Tanrın Rab'be
tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır. "
tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır. "
Bunun üzerine İblis İsa'yı bırakıp gitti. Melekler gelip İsa'ya hizmet
ettiler. ”
ettiler. ”
(Matta. 1: 12-13; Luk. 4: 1-13)