20.02.2013

Kurban ve İsa'nın vaftizi...

Musa kanunlarında, “çiğ veya haşlama olarak değil; bütün halinde, kemikleri kırılmadan, kızartılarak, savaş kıyafet ve araçlarıyla donanmış olarak, gece yarısında yenilmesi gereken” koyun veya keçi kurbanının, Tanrı tarafından, İsrael topluluğunun ‘ilk oğul’larının yerine geçmek üzere, yeni yıl bayramı olarak yasalaştırıldığını görmüştük.

İnsan, hayvan ve bitkilerin ‘ilk ürün’leri, Eski Ahit’te Tanrıya ait kılınmıştı. Bu topluluk, ‘ilk ürün’ü doğrudan doğruya ‘yakma sunusu’ olarak ya Tanrıya sunacak veya insanın, hayvanın, bitkilerin ‘ilk ürün’ünü kullanmak istiyor, canlı bırakıyor ise, bunun değerini, karşılığını, diyetini, bir başka sunu, kurban olarak Tanrıya ödeyecekti. Adem ve Havva’nın çoban ve çiftçi oğullarının, ilk kutsal edimlerinin, kendilerine ait hayvan ve tarım ürünlerinin ilk ağızlarını, 'ilk ürün’lerini Tanrı sunağına getirmeye başladıklarını biliyoruz. Fakat elbette, Eski Ahit’te, Habil ve Kabil’in hayvan ve bitkilerinin ‘ilk ürün’lerinin sunusu halini alan bu uygulama, eski toplumun yamyamlıktan uygarlığa ilerleme süreci içinde ulaşmış olduğu ve daha o zamandan, toplum birimlerin, eski, doğrudan karşılıklı yükümlerinin ortak bir Tanrı aracılığıyla sağlanmaya başlanmış olduğu dönemi ifade ediyordu. Günümüze daha çok hayvan kurbanı haliyle aktarılan bu kurum, insan kurbanından başlayan, hayvan ve bitki sunumu olarak devam eden bir sürecin parçasıydı.

Eski toplumun, yamyamlıktan uygarlığa geçişini ‘totem’ kurumunun ortaya çıkması sağlamıştır. Bay Freud’ün “nasıl ortaya çıktığını bilmediğimiz  kutsal kurum” olarak adlandırdığı hayvan ve bitki totem sistemi, başlangıçta hepsi yenecek özellikli olan ve insanın yerine geçirilerek, böylece insanın kurban edilmesini ortadan kaldıran hayvan ve bitkilerden oluşur. Bu bakımdan eski toplumun önünde eğildiği, kutsal kabul ettiği, taptığı hayvan veya bitki totemler, yamyamlığın önlenmesinin kurumları idi.
“Öküz, koyun, balık, keçi, eşek, domuz...”  adıyla anılan bir toplum birim veya bu totemlerin aidi birey, kendisinin kurban edilmesinin yerine, bu hayvan veya bitkileri önce karşı toplum birimlere ve giderek onların tümü yerine sadece Tanrılara sunarak eski yükümlülüklerini yerine getirmiş oluyordu.

Sümer yaratılış anlatımının insan, bitki ve hayvanların yaratılması üzerine olan bölümlerinin anlattığı ‘yaratılış’, bu toplulukların totem hayvan ve bitkiler adıyla anılmaya başladığı ’yer değiştirilme’ dönemi olmalıdır.

Sunulan kurbanın türü, cinsiyeti, rengi veya yaşına ilişkin kurallar, ilgili kurban sunumunun kaynaklarına ilişkin de bilgi parçaları taşır. Kurbanın ‘eksiksiz’ olması, güneşin bulunduğu (gündüz) veya güneşin bulunmadığı (gece) sunulması gibi ayrım noktalarının yanı sıra kurbanın hazırlık ve tüketilme biçimi, bizi eski toplum yamyamlığının farklı özelliklerine, dolayısıyla farklı aşamalarına taşır. Musa’nın Tanrısının, kurbanın ‘çiğ' ve haşlama’ olarak yenilmesini yasaklaması nedensiz değildi. Ona göre bu kurban ‘kızartılarak’ yenilebilirdi ve eğer artmış ise, bu da aynı gece aynı ateşte yakılarak tüketilmeliydi. Burada bir ‘yakma sunusu’ ile karşı karşıyayız.

Ateş kültünün etkili olduğu bölgelerde, ateşten atlama, ateşte yürüme, ateş yeme, ateş söndürme gibi görenek kalıntıları, insan kurbanın ateşte kızartılarak yenildiği bir yamyamlık dönemine işaret eder. Bireyin ateşle arınması, ateşle vaftizi, böyle bir yamyamlık ve onu takip eden bireyi ateşe atarak kurban etme döneminin son derece soyutlanmış dini terimlerle anlatılmasından başka bir şey değildir. Hıristiyanlıkta suçlunun ateşe atılarak yakılması, ölen bireyin cenazesinin ateşte yakılması geleneği de ateş kültü döneminden kalmadır.

Ateş kültü ve kurbanın ateşte kızartılması kuralı, ‘su’ merkezli kurban sunumunun karşıtı olarak Sümer başlangıç topluluklarından itibaren ayrıştırılmış görünüyor. Ateş ve su iki karşıt öğe olarak ayrıştırılmıştı. Anlaşılıyor ki, ’Su’ öğesi, Apsu, bu topluluklarda ‘yer’in, Enki’nin himayesindeydi. Ateş kültü ise, Gök’le özdeşleştirilmişti. Enlil, ateş ve göklerin temsilcisi gibi algılanıyordu. Kuran’da Adem’in Yer’den, şeytan’ın Ateş’ten yaratıldığının düşünüldüğünü görmüştük.

Su (Apsu, Abzu), Sümer adı verilen topluluklarda ‘yaratılış’ sürecinin ‘ilk öğe’si gibi ele alınmış görünüyor. Enki’nin Apsu tapınağı Eridu’da idi ve bu yerleşim en eski Sümer yerleşimi değilse de, en eskilerden biridir. Bay Kramer Abzu’yu ‘ilksel deniz’ olarak niteler; Sümer yaratılış anlatımına göre ‘gök ve yer’i ortaya çıkaran bu ‘ilksel deniz’di. Eski Yunan felsefesi, Thales aracılığıyla, yaratılışın ‘ilk öğesi’nin ‘sular’ veya ‘deniz’ olduğunu ileri sürdüğünde, kavram olarak yeni bir şey söylenmiş değildir. (1)

Eski Ahit, ’yer ve gök’ün yaratılmasından önce Tanrının ruhunun sularda dolaştığını yazarken eski Sümer yaratılış ilahisine dayanıyor olmalıdır. Tufan yapacak Tanrı(lar) da, insan, hayvan ve sürüngenleri mutlaka “suda boğma” yoluyla cezalandırmaya karar vermişlerdi. Sümer ve Babil Tufan anlatımlarında,  “3 katlı gemi”nin yüzdüğü ‘okyanus’ bu Abzu idi.

Eski Tufan anlatımlarında ‘seller’, ’sular’ değil, çok somut olarak Eridu’daki Abzu tapınağı söz konusu ediliyor; Utnapiştim (Nuh) , EA’nın yanına, Eridu’ya, Abzu tapınağına gitmek istiyordu. Anası ilk oğlu Musa’yı da bir sepet içinde, yine sulara, Nil nehrine bırakmıştı. İslamın bütün cennet tanımları, altından ırmaklar geçen bir alan olarak resmedilir. Buna karşılık bütün cehennem tanımlarında ateş’in yanı sıra ‘kaynar su’ bulunur. Kısaca ’Su’, kutsal bir unsur olarak eski anlatımların hepsinde yer almaktaydı.

Eski yazılı yasalarda ırmak, “Nehir” yani “Tatlı su” bir cezalandırma ve aklanma aracı olarak kullanılıyordu. Gılgamış, nehire atılmış ölüler görmüştü. İlyada’da Patraklos’un anısına menderes nehrine atılan canlı hayvan ve insanlar kurban edilmişti. Enlil ve Enki’nin cinsel ilişki kurdukları genç kızlar, önce kutsal ‘saf ırmak’ta yıkanmış olmalıydılar. Bütün kutsal evlilik törenlerinden önce Tanrıça veya onun yerine geçen rahibe kutsal yıkanma töreninden geçmek zorundaydı.

Su ile ‘arınma’ kutsal edimlerinde fiziksel bir temizlenme söz konusu değildir. İslam’da da, suyun bulunmaması halinde “toprakla abdest” alınması hükmü, hem eski Sümer geleneğinin toprak-su ikilisinin ilişkisine dayanmakta ve hem de, abdest’in fiziksel temizlik olarak değil, su ile arınma, vaftiz olarak ortaya çıkmış olduğuna işaret etmektedir. (2)

İslam’da zemzem, Hıristiyanlıkta vaftiz suyu, içme ve arınma özelliklerini barındırmaktadır. İlyada’da ziyaretçi, her şeyden önce evin erkek veya kadını tarafından bütünüyle yıkanmalıydı. Lut, melek misafirlerinin ayaklarını yıkamaya önem vermişti. Vatikan papası, TV’lere yansıdığı şekliyle, öteki rahiplerin ayaklarını kutsal su ile yıkayıp öpmüştü. ’Gelin-damat hamamı’, düğün öncesi arınmanın toplumsal göreneklerde devamı olarak da yaşamaktadır. Ortaya çıkış gerekçeleri bakımından ‘su’ burada, fiziki bir temizlik öğesi olarak ele alınamaz. Ölen bireyin, yakılacak bile olsa, soğuk, ılık veya kaynar su ile yıkanması kuralı, ölü yamyamlığının eski biçimlerini veriyor ise, abdest, vaftiz, ırmaklara ilişkin yasaklar, gelin –damat hamamları vb. de, bireyin suya atılma, suda öldürülme, ırmakta sembolik olarak ölme ediminin bir göstergesi olarak ele alınmalıdır. (3)

Su ile arınma, vaftiz, Mezopotamya eski toplumlarında o denli önemlidir ki, ”baba-oğul-kutsal ruh” özelliklerini üzerinde toplamış İsa Mesih bile, peygamberlik veya Tanrılık özelliğini tam olarak, ancak Şeria nehrinde Yahya tarafından vaftiz edildikten sonra kazanabilmişti:

“Bu sırada İsa, Yahya tarafından vaftiz edilmek üzere Celile'den Şeria Irmağı'na, Yahya'nın yanına geldi.
Ne var ki Yahya, "Benim senin tarafından vaftiz edilmem gerekirken sen mi bana geliyorsun?" diyerek O'na engel olmak istedi.

İsa ona şu karşılığı verdi:
"Şimdilik buna razı ol! Çünkü doğru olan her şeyi bu şekilde yerine getirmemiz gerekir. "

O zaman Yahya O'nun dediğine razı oldu.
İsa vaftiz olur olmaz sudan çıktı. O anda gökler açıldı ve İsa, Tanrı'nın Ruhu'nun güvercin gibi inip üzerine konduğunu gördü.

Göklerden gelen bir ses,
 "Sevgili Oğlum budur, O'ndan hoşnudum" dedi. ”(Matta. 1: 9-11; Luk. 3: 21-22)

İsa’nın nehirde vaftizi, peygamber-Tanrı olarak ‘müjde’yi duyurmak yolunda yerine getirilmesi gereken yükümdü. 40 günlük oruç dönemi ve şeytan tarafından denenmesinden sonra hemen ‘müjde’sini duyurma çalışmasına başlayacaktır. (4)
İsa’nın Şeria nehrinde vaftizi ile Ganj’da budist erkek ve kadınların vaftizi aynı temel gerekçelere sahiptir: Bireyin su aracılığıyla, su kullanarak kurban edilme eyleminin sembolik yerine getirilişi..!

Safa Kaçmaz
Paris, 20.01.2005


(1) Bu konu felsefe tarihi ve materyalist felsefe yönünden de hayli ilginçtir. Avrupa aydınlanma çağının düşünürleri, eski Yunan felsefesinin ‘arkhé’sinin ‘su’, ’ateş’inde, maddecilik görmüşlerse de, hiç olmazsa, bu kavramların eski Sümer yaratılış anlatımlarının da temel kavramları olduğu unutulmamalıdır. Öyle ki, İslam bile insanın ‘su’dan, şeytanın ateşten yaratıldığını söyler. Bu bakımdan kavramların hangi içerik taşıdıklarının büyük önemi vardır.

Eski Yunan felsefesinde yer alan her şeyin ‘kaos’, ’su’ veya ‘ateş’ten yaratıldığı fikrinin kaynakları Hesiod üzerinden aktarılan ve artık idealize olmuş eski Sümer yaratılış anlatımlarına dayanmaktaydı. Sümer kaynaklarının bilinmediği bir dönem için bu yaratılış anlatımlarının Hesiod ve öteki eski Yunan düşünürlerine ait olduğu sanılabilirdi. Burada ilginç olan bir nokta da V. I. Lenin’in, neden Thales’in ‘su’-‘deniz’ ilk öğesinde değil de, ’ateş’ ilk öğesinde materyalizm keşfetmiş olmasıdır.

(2) “Ey iman edenler, namaza kalkacağınız vakit, yüzlerinizi, dirseklere kadar; ellerinizi yıkayın; başlarınızı meshedip topuklara kadar ayaklarınızı (yıkayın). Eğer cünüpseniz tastamam yıkanın. Eğer hasta veya yolculukta iseniz veya biriniz hacet yerinden gelmişse ya da kadınlara dokunmuş olup da su bulamazsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm edin, niyetle o topraktan ellerinize ve yüzlerinize sürün. Allah'ın muradı sizi sıkıntıya koşmak değildir; fakat O, sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredesiniz. ”(Maida suresi)

Burada, ister toprak, ister su ile olsun abdestin, bir fiziksel temizlenme olarak değil, arınma eylemi olarak ele alındığı onun gerekçelendirilmesinden de anlaşılıyor. ”Hacet yerinden gelmiş olmak” ile ‘kadına dokunmak’, ’osurmak’ vb. de ‘abdest yenileme’nin gerekçeleri arasındadır.

(3) Kuran’da, ırmaktan su içmeme imtihan anlatımı, ölülerin ırmaklara, kuyulara atıldığı daha eski bir döneme ait gibi görünüyor:
“Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah'ın huzürüna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler. ”(Bakara suresi)

(4)   “Bundan sonra İsa, İblis tarafından denenmek üzere Ruh aracılığıyla çöle götürüldü.

İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı.
O zaman Ayartıcı (şeytan) yaklaşıp, "Tanrı'nın Oğlu'ysan, söyle şu taşlar ekmek olsun" dedi.

İsa ona şu karşılığı verdi: "'İnsan yalnız ekmekle yaşamaz, Tanrı'nın
ağzından çıkan her sözle yaşar' diye yazılmıştır. "

Sonra İblis O'nu kutsal kente götürdü. Tapınağın tepesine çıkarıp,
"Tanrı'nın Oğlu'ysan, kendini aşağı at" dedi, "Çünkü şöyle yazılmıştır:
'Tanrı, senin için meleklerine buyruk verecek. '
'Ayağın bir taşa çarpmasın diye
Seni elleri üzerinde taşıyacaklar. '"

İsa İblis'e şu karşılığı verdi: "'Tanrın Rab'bi denemeyeceksin' diye de  yazılmıştır. "

İblis bu kez İsa'yı çok yüksek bir dağa çıkardı. O'na bütün görkemiyle dünya ülkelerini göstererek,

"Yere kapanıp bana taparsan, bütün bunları sana vereceğim" dedi.
İsa ona şöyle karşılık verdi: "Çekil git, Şeytan! 'Tanrın Rab'be
tapacak, yalnız O'na kulluk edeceksin' diye yazılmıştır. "
Bunun üzerine İblis İsa'yı bırakıp gitti. Melekler gelip İsa'ya hizmet
ettiler. ”
(Matta. 1: 12-13; Luk. 4: 1-13)