Nizamülmülk (Parçalar)
Safa Kaçmaz
Aşağıda Siyasetname'den bölümler aktarıyorum.
Aşağıda Siyasetname'den bölümler aktarıyorum.
Bu
büyük eser, Türklerin, bütün bir eski devlet gelenek ve kurumlarını
devralarak örgütlenmesine de bağlı olan Osmanlı başarısını anlamak
bakımından olduğu kadar, tam da bu noktada, eski toplum ile modern
toplumun kavram ve kurumları bakımından sürekliliğinin izlenmesinde de
önem taşımaktadır.
Örneğin,1000
yıl önceki bu kitap, daha önce bahsettiğimiz gibi, birkaç yıl öncesine
kadar, TCK hükümlerinden biri olarak kalan, bir baba veya ana katili
idam hükümlüsünün, idam mahaline başı açık, ayağı yalın ve kara
giysilerle götürülerek idam edilmesi gibi bir uygulama biçiminin,
nedenlerini Nizamulmülk'ün de bilmediği, fakat onun zamanında
uygulanan, bir eski geleneğe bağlı olduğunu göstermektedir.
Hiç
kuşkusuz, bu yasayı yeni Türkiye Cumhuriyetinde devam ettiren kanun
yazıcılara, ilgili hükümün nedenini sormuş olsaydık, onlar da,
kendilerine göre bir gerekçe geliştirebilirlerdi.
Eski yasa veya dini kurallara karşı, bugün yapılmakta olan genel 'yorumlar'ın durumu aşağı yukarı hep böyledir. Mesela, 'türban’ın, ortaya çıkış gerekçeleri ile bugün türban uygulamasına ilişkin öne sürülen gerekçe veya açıklamalar arasında, gerçekte, çok az bağlantı vardır. Onun ortaya çıkış dönemini azçok incelemiştik. Bu bakımdan, eski kurumların ortaya çıktıkları dönemin koşullarını tanımadan, o uygulamaların veya deyimlerin, asıl anlamlara ulaşmak neredeyse olanaksızdır.
Eski yasa veya dini kurallara karşı, bugün yapılmakta olan genel 'yorumlar'ın durumu aşağı yukarı hep böyledir. Mesela, 'türban’ın, ortaya çıkış gerekçeleri ile bugün türban uygulamasına ilişkin öne sürülen gerekçe veya açıklamalar arasında, gerçekte, çok az bağlantı vardır. Onun ortaya çıkış dönemini azçok incelemiştik. Bu bakımdan, eski kurumların ortaya çıktıkları dönemin koşullarını tanımadan, o uygulamaların veya deyimlerin, asıl anlamlara ulaşmak neredeyse olanaksızdır.
Vahdeti
Vücutçu olduğu için derisi yüzülüp vücuduna tuz basılan Hallacı
Mansur'un hikâyesini okul yıllarımda öğrenmiştim. Fakat bu uygulamanın
nedenini anlamak, zaman almıştır. Elbette kolayca, İslamın hoş
görüsüzlüğü, Ortadoğu toplumlarının barbarlığı gibi ilk akla gelen
nedenleri sıralamak çok basitti ama, bütün bunların, konumuz bakımından
açıklama değerleri bulunmaz.
İncelemelerimizde
görmekte olduğumuz gibi, "Tuz", "Tuzlu su", eski Mezopotamya
toplumlarının erken ilahilerinden itibaren ortaya çıkmakta; Eski Ahit'te
Sodom şehrinin sakinlerini yok etmekte, Tanrı üzerlerine tuz yağdırıp, onları tuz-buz etmekteydi.
Musa, bütün tahıl sunularını 'tuzlayarak' takdis kuralını getirmişti. Tanrı başka türlüsünü kabul etmiyordu.
"Ekmeğin tuzu", "Tuza ihanet" gibi yaşayan kavramlar, günümüzde, Hıristiyan kiliselerinde imanlının diline konulan bir madde, dinsel edim, olarak hala devam etmektedir. -2 binli yıllarda, eski yasalarda, bir esire-cariye, hanım veya beyinin sözünü dinlemezse vb. "ağzına tuz doldurma" cezasına uğruyordu. Bu, son derece ciddi olarak yazılmış öteki hükümler kadar gerçek bir uygulamaydı...
Musa, bütün tahıl sunularını 'tuzlayarak' takdis kuralını getirmişti. Tanrı başka türlüsünü kabul etmiyordu.
"Ekmeğin tuzu", "Tuza ihanet" gibi yaşayan kavramlar, günümüzde, Hıristiyan kiliselerinde imanlının diline konulan bir madde, dinsel edim, olarak hala devam etmektedir. -2 binli yıllarda, eski yasalarda, bir esire-cariye, hanım veya beyinin sözünü dinlemezse vb. "ağzına tuz doldurma" cezasına uğruyordu. Bu, son derece ciddi olarak yazılmış öteki hükümler kadar gerçek bir uygulamaydı...
Bütün
bunlar bizim, eski toplumun "tuz"unu tam olarak tanımadan,
"tatlı"/"şirin" suyu ve "yeryüzünün tuzu"nu bulmadan, yeterli yanıtlar
oluşturamayacağımızı gösteriyor.
Eski
toplum ve "Sümerler üzerine" yarısı hayal olan hikâyeler oluşturmak çok
mümkün... Fakat bunun, şimdiki toplumu tanımak bakımından ciddi bir
yararı var mı? Batılı uzmanlarımız bu alanda büyük işler yapmışlardır
ama, örneğin,"diş kırma" ritüelinin Kürtler,Araplar arasında
başlangıçtaki nedenlerini anlamadan ; belki Ferhat ile Şirin destanında
"Fırat ile Dicle" nehirleri çevresindeki iki topluluğun karşılıklı
evlilik ilişkisinin anlatımını bulabileceğimizi düşünmeden... yürütülen
çalışmaların , hiç olmazsa bir
ayağı hep havada duracaktır. Bu o kadar öyledir ki, "Sümerler üzerine"
yazan, çalışma yapanlar, kazıtlar yoluyla elimizle dokunduğumuz o
uygarlığın 'adını' bile, aynı coğrafyada bulabilmiş değiller. O koca
uygarlık ülkesi, ardında bir 'ad' bırakmadan çekip gidivermiştir! Fakat
değişik bir metot kullandığımız bu incelemelerimiz içinde, belki de
"Sümer" adının uzmansal konvansiyonel bir 'isim' olduğunu, "Sümer" adı
verilenlere ilişkin yaşayan gerçeği, Eski Ahit'in Kenan ülkesinde,
İslamın Cennet ve Cehenneminde, Şinnar’da,Samara’da aramanın çok daha
gerçekçi olacağını göreceğiz!
Bütün bunları hiç de özel zevkim için yazmıyorum...
Üstelik çok da zorlanıyorum.
Hiç
olmazsa 6000 yıllık bir tarih yolunda, oradan oraya koşturmayı; bir
cennete çıkıp, bir cehenneme inmeyi; bir Âdem’in yanına, bir Şeytanın
göğüne gidip gelmeyi gerektiren, Muhammed miracından daha az zor olmayan
yolculuklardan oluşan bir çalışma bu…
Fakat
bu zorluklara karşın, Muhammed’in ' kutsal sinek'i,' iyi sağ', ' kötü
sol' sözcükleri üzerine sayfalarca yazılmış ve insanlarımızı eksik
bilgiler temelinde , derinlikten yoksun bir şekilde eğiten yazıları
gördükçe ve geçmişte benim de bir çok halde öyle düşündüğümü
anımsadıkça, bütün bunları hem anlamaya ve hem de anlatmaya, kendimde
güç buluyorum. Dilerim yararı da oluyordur.
Avesta'da gördüğümüz gibi, orada gerçek sokaklar, gerçek şehirlerden bahsedilir ama, orada sokak
aralarında veya şehirlerde dolaşanlar genel olarak, 'köpek', 'sinek'
vb. türde 'hayvan'lardan oluşuyordu. Merih, Satrün, Zühre gezegenlerini
pek görmeyiz ama köpekler, arılar, sinekler, kuşlar, öküzler, ölüler ve
canlılar dünyası her yanı kaplamış gibidir o anlatımlarda.
O
topluluklar bu ‘sinek’leri, Muhammed’den 3000 yıl kadar önce tanıyor ve
bu 'insan'a ait olarak, insanın düzeni için, bir insan görevliyi, bir
insan topluluğunu ifade etmek üzere bu tür kavramları kullanıyorlardı.
Bu durumda, "sağ" ve "sol"u, "sinek ve arıyı", "köpek ve eşeği", hala en
güzel küfrü "eşekoğlu eşek" olan şimdiki gerçek toplumumuzun içinde,
Nasıralı İsa’nın bindiği sıpanın sırtına serilmiş örtünün renklerinde
aramak, çok daha doğru ve gerçekçi bir tutum olmaz mı?
Ben öyle yapmaya çalışıyorum...
S.Kaçmaz
S.Kaçmaz
****
Nizamülmülk
SiYASETNAME
Dergah yay. :81
Üçüncü baskı Ekim 1995
MÜTERCIMIN ÖNSÖZÜ
Nizamü'l -mülk, Hasan b. Ali b. İshak Tusi (1018
—1092),
Tuş’ta doğdu (10 Nisan 1018), iyi bir tahsilden sonra Gazne Devleti'ne
bağlı Horasan umumi valisi Ebu'l Fazl Suri’nin mahiyetinde idarecilik
hayatına başladı, 1040, senesinde Dandanakan savaşını müteakip Gazne'ye
gitmişse de, tekrar Horasan'a dönerek SelçukluIarın hizmetine girdi ve
Alparslan’ın Belh valisi Ebu I-Ali Sadan tarafından vilayet islerini
tedvire memur edildi. Alparslan’ın Selçuklu Sultani olmasıyla 1064
yılında vezirliğe getirildi. Kendisine Halife Kaim bi-Emrillah
tarafından Nizamü'l mülk ve Kivamu'd devlet lakapları verildi.
Alparslan ve Celaleddin Melikşah'ın vezirliğini yapmış ( 1064-
10692), kurduğu idari teşkilat ile devletin sağlam temeller üzerine
oturmasını sağlamıştır. Savaş alanlarında da Malazgirt hariç,
Sultanların yanında yer alarak Selçukluların bütün fütuhatında payı
olmuştur.
İslam’da
birliği sağlamak için eğitime önem veren Nizamü'l-mülk Bağdat'da
adıyla anılan Nizamiye medreselerini kurarak EhI-i sünnet akidesinin
tedrisini sağlamış ve devrin ileri gelenlerini İslamın birliğini
sağlamak için bu medreseye memur etmiştir.
Sonradan
İslam aleminde çeşitli yerlerde vezirliklere yükselecek oğulları ve
torunları ve serveti ile Selçuklu Devleti'ni elinde bulunduran
Nizamü'l-mülk, son senelerde oğul ve torunlarının serkeşIiği yüzünden
Sultan Melikşah'la arası açılınca, Melik sah kendisine gönderdiği
mektupta: «Sen benim devletimi ve memleketimi istila eyliyerek
evlatlarına ve damatlarına verdin. Bunlar benim adamlarıma saygı
göstermiyor halka zulmediyorlar, sen de bunları cezalandırmıyorsun.
İster misin vezirlik divitini elinden ve sarigini başından alayım ve
halkı tahakkümünüzden kurtarayım», diye ağır bir hitap ta bulunur.
Nizamü'l-mülk cevabında Sultan’ı övücü sözler ve duadan sonra su tehdit
cümlesini de kullanıyor: «Devlete ortak olduğumuzu henüz bilmiyor musun?
Bu vezirlik diviti ve sarık, tacınla o derece bağlıdır ki diviti
aldıktan sonra taç da kalmaz gider», diyebiliyordu.
Melikşah
1092 Ekiminde Bağdat’a hareket etti. Nizamü'l-mülk te arkasından yola
çıktı. Yolda dilekçe vermek bahanesiyle huzuruna çıkan bir Batıni
fedaisi tarafından öldürüldü. Öldürülmesinde, düşman olduğu sapık
mezhep mensupları kadar Melikşah'ın diğer veziri Tacu'l-mülk'ün de
rolünün olduğu söylenir.
Siyasetname
veya Siyerü'l-mühik olarak bilinen bu kitap, meliklerin, emirlerin,
vezirlerin, kadıların, hatip ve benzeri idarecilerin siyaset, ahlak ve
davranışlarını tanzim etmek için Sultan Melikşah'ın tavsiyesi ile
kaleme âlinmiş bir eserdir. Sade, sağlam ve güzel bir Farsça ile
yazılan bu eser ayni zamanda Sinbad, Mazdek, Batıniler ve Hurremiler
gibi batıl mezhebiler için de tarihi yönden önemlidir.
(…)
İstanbul, 1 Mart 1981
Nurettin BAYBURTLUGIL
Nizamülmülk
s.64
Nusirevan'ın
verdiği izin ile diğer ileri gelenler huzura gelerek selam verdiler.
Onlara dönerek,«Size bir soru sorayım, gereği gibi cevap veriniz», dedi.
Emredersiniz, dediler.
— Azerbaycan emirliğini verdiğim filan kimsenin emrinde, kaç para var?
—Bildiğimiz
kadarıyla fazlasına ihtiyacı olmadığına göre 2. 000.000 dinarı
olabilir. 500.000 dinarı meclisinin. Altın ve gümüş eşyaları, halıları
ve mobilyaları 300.000 dinar tutar. Irak'da, Fars'da ve Azerbaycan 'da
mülkü olmayan hiç bir nahiye yoktur. Emirlerden hiç biri ondan daha
ihtişamlı değildir, dediler.
Emir sordu: - Ne kadar hayvani var?
— Aşağı yukarı 300.000 hayvani var, dediler.
— Ne kadar kölesi var?
— 1.7oo köle, 400 cariyesini biliyoruz, sizin ikbalinizden olan diğerlerini Allah bilir.
Niserivan
dedi: - Allah’ın' kendisine bu kadar mal verdiği zengin bir kimsenin,
zavallı zayıf ve fakir bir ihtiyar kadının sabah aksam yediği iki tane
ekmeğini zulüm ile alması hakkında ne dersiniz? Söyleyiniz ona ne
yapmamız gerekir?
Bütün büyükler başlarını öne eğerek, imkân' dahilinde onun hakkında en kötü ne yapılabilirse yapmak, gerekir, dediler.
Nusirevan'da
– Simdi filancanın derisini yüzmenizi, kafa ve bedenini derisine saman
doldurmanızı, saray kapısının üzerine asmanızı, yedi gün münadilerin,
yaradılmışlardan birine zulüm ve adaletsizlik yapan bir, kimsenin
akıbetinin bu zalim gibi olacağını ilan etmesini, istiyorum"
Emredildiği üzere o eminin derisini yüzüp içine Saman
doldurarak, sarayın kapısına, astılar ve yedi gün tüm münadiler bu
olayı ülkede ilan ettiler. Söylediklerini aynen yerine getirdiler.
O zaman ferrasına, «Sana emanetettigim o ihtiyar kadını getir, dedi. Ferras kadını getirince Azerbaycan'a
gönderdiği köleyi de getirdiler. Köleye, «Seni niçin Azerbaycan'a
gönderdim?» dedi, Köle, bu ihtiyar kadının durumunu öğrenmem için,
öğrenince döndüm ve Melik'e anlattım. Büyüklere, -Ben sizin önünüzde
bununla yalan konuşmakla hata etmedim, Bundan sonra' Allah’ın emrinin
aksine kim adaletsizlik ve zulüm yaparsa, müfsitleri yeryüzünden
kaldırmak, zalimlerin ellerini zulümden çektirmek istediğimden, bu
gibiler ayni cezayı görecektir. Dünyayı adaletle süsleyeceğim. Allah
beni bunun için yarattı, zalimlerin zulümlerini ortadan kaldırmak için
kullarının üzerine bana padişahlık verdi.
s.69
Hikâye:
Acem meliklerinin adetlerini şöyle hikâye ederler: Mihr günü ve nevruz
günü hiç kimseyi ayırd etmeden kendilerini ziyaret izni verirler. Bundan
evvel birkaç gün, herkes su güne kadar islerini bitirsin şikâyetleri ve
ihtiyaçları varsa yazıp padişaha ulaştırsınlar, diye münadiler çıkarıp
bağırtırlardı. O gün gelince padişah şehrin meydanına çıkarak münadiye,
haceti olup da saklayanın vücudundan padişah bizardır,diyerek
bağırtır, sonra melik, halkın dilekçesini. Alır önüne kor teker teker
bakardı.
Baş
rahip (en büyük kadı) padişahîn sağında otururdu. Sonra melik kalkıp
tahtından iner, baş rahibin önünde diz çöker Ve hepsinden önce benden
şikayetiçi olanın davasına bak, fakat korkup hislerini katma derdi.
Sonra münadi, melike düşmanlıkları olanlar su tarafa otursun, evvela
onların isine bakacağız diye bağırırdı. .
Sonra
melik baş rahibe « Hiç bir günah padişahların günahından daha büyük
değildir. Çünkü Alhah'ın padişaha verdiği kendi kula rina hükm ve
emretme gibi yüce bir yetkiyi hiç kimseye vermemiştir, O halde
padişahîn adaletli olması ve zalimlerin ellerini mazlumların üzerinden
çekmesi gerekir, .Eğer melik adaletsiz olursa, bütün askerleri sahip
oldukları nimetleri hiçe sayar, AlIah’ı unutarak zalim olurlar. Şüphesiz
Allah’ın gazap ve öfkesi her tarafta kendilerini bulacağı gibi; çok az
bir zamanda ülke harabeye döner. Adaletsiz padişahlar günahlarının
sebebiyle kısa ömürlü olurlar: ya öldürülürler veya padişahlıkları el
değiştirir" derdi.
s.78
Ondan önce kimsenin ismi Sultan değildi. İslam’da ilk Sultan olarak adlandırılan Gazneli Mahmud'dur.
Ondan
sonra bu ismin verilmesi adet oldu. Allah’tan korkan, adil, cömert,
uyanık, bilgili, ileri görüşlü, mücahit ve gazi olan padişahîn saltanat
devri hayırlı olur. Adil padişahların bulunduğu zamanlarda adalet olduğu
için cömertlik de olur.
…
s.80
Ondan sonra sofra ve yemekler gelince emir ona ikramda bulunarak, kendi tasından yemesi için tasını onun önüne sürdü. Ekmek
yedikten sonra emir o adama dönerek, sana niçin zahmet verdiğimi
biliyormuşsun? dedi. Adam, hayır, dedi. Bu şehirde pek çok zengin
dostlarım olduğunu bilmelisin dedi. Onlara bir işaret yapsam benim alış
verişimi bildiklerinden hiç duraksamadan istediğim parayı hemen
verirler. Fakat şu an senin değerin nazarımda öyle arttı ki seninle
benim aramda dostluk olması ve samimiyetin artması için senden 1.000
dinar borç vermeni bekliyorum. 4 – 5 ay içinde, hasat mevsiminde iade
edeceğim. Elimi başıma koyayım bakliyeyim. Sen bu kadarla yetinecek
misin, yoksa onda bir arttırma yapacak mısın? Herhalde benden bu
kadarını esirgemezsin? Adam,hayâ ve utancından ferman amirindir deyip,
ilave etti…
S .88
Hilafet
sarayı kapısına gelince saray hatibi durumu bir hizmetkâra anlattı.
Hadım saraya girdi ve Mu'tasım'a durumu, anlattı. Mu'tasım beni içeri
almalarını emretti. Sonra Mu'tasım, niçin vakitsiz ezan okuduğumu sordu.
Başımdan geçenlerle niyetimi arz ettim. Çok öfkelendi, ayni hizmetkâra
saray hacibinin kendi adamlarıyla hemen filanca saraya giderek amiri
tutuklamalarını ve yolu kesilen kadını bu gece iki mutemede adamla
kocasına göndermelerini kocasına, Mu'tasım sana karinin hiç günahı
olmadığını, ona eskisinden daha iyi bakmanı emrediyor, demelerini, amiri
de acele huzuruna getirmelerini emretti. Hacip hemen gitti, ayni saatte
emiri huzura getirdi.
Halife
onu görünce, «Ey himmetsiz, benden ne himmetsizlik veya bir müslüman
hakkında ne zulüm yaptığımı, devrimde hangi müslümana eziyet ulaştığını
gördün? Nasıl helal olmayan bir ise cesaret edebilirsin? Müslümanlar
için Rum Kayseri ile 6 sene savaşıp bütün Rum illerini harap eden ben
değil miyim?
İstanbul’un 12 kapısını sökmedim mi? Yakmadım mı?
Orada Müslümanlar' için mescid yapmadım mı? O esir Müslüman onların
elinden kurtarıp geri dönmedim mi? Bu gün elhamdülillah benim adaletimle
kurtla kuzu aynı dereden Su içmiyorlar mı? Bu gün senin Bağdat'da
benim bas ucumda fukaraların ve Müslümanların kadınları ile zina ederek
onları fahişe yapmanın yeri var midir ? » dedim.
Onu bir çuvala koyarak, gizini bağlamalarını ve sağlam
bir değnek getirmelerini, sonra da iki kuvvetli adamın biri bir
tarafta, diğeri öbür tarafta yerlerini alıp bütün kemikleri kırılıncaya
kadar amiri dövmelerini emretti. Sonra Emirülmüminin emri gereğince
çuvalı olduğu gibi götürüp Dicle nehrine attılar.
s.89
...
Bunu,
kimsenin Sultanin fermanına karşı gelmeye cesaret etmemesi için
yaptılar. Herkes padişaha, ait, padişahla ilgisi olan veya padişahîn
emrettiği şeyi yapmak zorundadır. Yoksa boyun vurmak, el ayak kesmek, hadim etmek gibi cezaları padişahîn tedip için vermesi gerekir. Eğer bir kimse zimmetine bir dirhem geçirse öyle yapması lazımdır. Diğerlerine örnek olması için onu cezalandırmalıdır. .
s.117
Bunları
söylemekten maksadım, sarayda çoluk çocuğum var. Uçan kuşlara benzeyen
ogullarımın isleri daha kolay. Bir ülkeden diğer bir ülkeye
gidebilirler. Zayıf ve güçsüz olan mesturelerin işi çok zor. Bu gün
onların isini düşünebiliyorum. Fakat yârin ölüm gelip yetisince veya
ikbalin seyri değişince, onlara bir iyilik yapmak istiyorum.
Şimdi
düşünüyorum ki ülkede senden daha abid, daha dindar, daha tok gözlü,
daha dinine düşkün ve daha emniyetli bir adam yok. İki yük ağırlığındaki
binlerce altın, gümüş ve cevheri emanet olarak sana bırakayım. Sen,
ben ve Allah (c.c,) tan başka kimse bilmesin. Yârin benim başıma
bir, is gelir, onlar da ekmeğe muhtaç olurlarsa onları huzuruna çağır,
hiç kimseye duyurmadan bu mali onlara taksim et, yüz ve gözleri açılmadan, halkın ekmeğine muhtaç olmadan her birini bir kocaya ver. ……
Sonra büyük hacibe emretti: «Git kadıyı başı açık ayağı çıplak olarak, sarığını boynuna bağla, çekerek önüme getir »... .
s.140
Bendeniz evimde yakınlarımla oturmuş, satrancın bir bölümünün bittiği esnada, ondan emaneten aldığım yüzüğü sol elimin parmağına bol geldiği için sağ elime takmıştım.
Semerkant Hani'nin elçisinin kapıda olduğunu söylediler. Satrancı
kaldırıp onu getirmelerini söyledim. Elçi içeri girdi ve oturdu,
bendenize gerekeni söylüyordu. Ben, de o. yüzüğü parmağımda durmadan
döndürüyordum. Bir ara elçinin gözleri ile yüzüğü takip ettiğini fark
ettim. Sözlerini tamamlayınca da kalkıp gitti. Sultan, hanin elçisinin
geri gönderilmesini, başka bir elçinin de cevapları ulaştırmak için
gönderilmesini emredince, bendeniz de zeki bir insan olan Danismend
Ester'i Sultan’ın elçisi ile yolladım. Elçiler Semerkand'a ulaşıp,
Semsulmulk'ün karşısına çıkınca, Semulmülk kendi elçisinden, Sultan
Alpaslan 'i nasıl bulduğunu, yüzünü ve isini nasıl gördüğünü,
askerinin ne kadar olduğunu, silah ve ziynetlerinin ne durumda
bulunduğunu, sarayının, kabul salonunun ve divaninin tertibinin nasıl olduğunu, memleketteki kanunlarının ne derece mües'sir olduğunu, sordu.
Elçi:
Ey efendim görünüşü, güzelliği, erkekliği, siyaset, heybet, ferman ve
padişahlığında hiç eksiklik yok. Askerinin sayısını Allah bilir.
Onların silah, ziynet ve giyim kuşamları hiç bir askerle kabili kıyas
değildir. Onların sarayları, kabul salonları ve divanları çok iyidir.
Memleketlerinde utanılacak bir taraf yok. Ancak vezirinin bir kusuru
var, dedi. .
Semsulmülk, onun ne kusuru var? diye sordu.
Elçi: Bir gün ikindi namazını kıldıktan sonra görüşmek üzere çadırına gittim. Onun sağ elinin parmağında bir yüzük, benimle konuşurken de hiç durmadan yüzüğü çevirirken gördüm.
Danismend Ester burada, Semsulmülk'ün huzurunda benim hakkımda böyle
bir, konuşma olduğunu bilmem gerektiğini; bunun için Sultan’ın
korkusundan, çok üzüldüğünü yazdı. Onun Şafii mezhebinden utandığını ve
her zaman bana dert yandığını bildiğimden, Maveraünnehirlilerin
Semerkant Sultaninin huzurunda vezirine Rafızî dedikleri kulağına
ulaşırsa benim canıma hemen kıyar diye düşündüm. Hiç suçum olmadığı
halde, isteksizce bu sözün Sultan’ın kulağına gitmemesi için 30.000 dinar harcadım.
***
(Devam edecek)
***
(Devam edecek)