Şekil-1
Dilbilimin
incelenmesinde, eski toplumun ‘isim’lendirme sisteminin kurallarının ve bu
kuralların süreç içindeki dönüşümlerinin
ortaya çıkarılması önemli bir nokta olarak karşımıza çıkıyor. Değişik örnekler üzerinde
ilerlerken, eski toplumun bu
noktadaki doğal mantığını saptamak ve incelemede kullanmak gerekiyor.
"Soy
isim" kanununu birkaç yüzyıldır tanıyan modern toplumun nedenlerinin 6 bin
yıl önceki toplumda aynı olduğunu düşünmek
uygun değil elbette.
İsim ve soy isim, ‘birey’ ile içinde yer aldığı toplum birimin ilişkisine bağlı olarak, özelleşir ve çeşitlenir.
Eski
toplumda, erken dönemde, ‘birey’in aidi olduğu toplum birimin tanımı ile ifade
edildiğini düşünmemiz için nedenlerimiz
var. Bu, toplum birimin hem kendini isimlendirmesine bağlı idi ve hem de komşu
toplulukların, o topluluğu
coğrafi bölgesine, dağlı veya ovalı oluşuna, çoban veya çiftçi oluşuna vb.
bağlı olarak ele alınıyordu.
Kutsal
yazılara “insanoğlu” biçiminde geçen karşıtlığın öbür yüzünde “tanrısal oğul”
bulunmaktadır. Bu, basit dinsel literatüre,‘insanoğlu”
ve ‘cin, melek, şeytan’ ikilemi olarak geçmiştir. Bunun, başlangıçtaki kaynağı “yer” ve “gök” ayrımı olduğunu
ileri sürebiliriz. Çünkü bu belirgin tanımlama biçimi ve onun izleri, günümüze
kadar gelmiş bir derinlik taşımaktadır.
Eski toplum, bitki/hayvan toteme geçişle birlikte, bir hayvan/bitki ismi ile anılmaya başlamış görünüyor. Bitki / hayvan toteme geçişin temel nedeni, eski insan kurban sunumuna son verme amacı olduğu için bu, büyük bir şevk ve hırsla gerçekleştirilmiş olmalıdır. 'Sümer’-Akkad tanrılarının, erken özelliklerinde hayvan/bitki yan bulunmuyor olmakla birlikte, -4. binli yıllara ait tanıdığımız tanrıların hepsi, hayvan / bitki ismi ile de anılmaya başlamışlardı. Onların “Gezegen”lerle eşitlenmeye başlamaları, daha sonraki süreçte ortaya çıkıyor.
Burçlarda yer alan hayvan / bitki totem kalıntıları, eski ‘Sümer’- Akkad metinlerindeki hayvan / bitki totemlere tamamen denk düşmektedir. Açık haliyle “akrep insan”, “yengeç insan” gibi ifadeleri tanıyoruz. Öküz, inek, eşek gibi hayvanlar,ilgili tanrıların da tanımlarıydı aynı zamanda.
Eski toplumun karşılıklı yapılanması ve bu ilişki içinde, tarafların kendilerine ‘insan’, ötekilere ‘hayvan / bitki’ gözüyle
bakmalarına
bağlı olarak, örneğin, “akrep” veya “yengeç” toplum birim için “insanlık” ,
“Al. lul. lu” olarak ifade edilebilirdi;
bu kavram aynı zamanda “yengeç insan” anlamını veriyordu. Allulim kavramı aynı zamanda,
erken ittifakın “gökte inen”
ilk yönetimin de ‘yöneticisi’dir. ‘Aleluya' şimdi Hıristiyanlığın da ilk ‘tanrısı’
düzeyindedir ve Hititlerde de aynı
kavramı görüyoruz.
Eski toplumun, medüz, yılan, akrep, yengeç, ‘sülük / solucan’ türü hayvanlarla çok içli dişli olduğunu, sadece kalıntıları bize ulaşan burçlar yoluyla bilmiyoruz. Musa’nın yiyecek yasakları kapsamında bunların ayrıntılarını tanıdığımız gibi,
Eski Ahit
anlatımları, önceki ilahilere bağlı olarak, Tanrı’nın "ilk yaratış"
ve "kahrediş" anından itibaren “yerdeki sürüngenler”le,”
“denizdeki hayvanlar”la çok ilgilenmiş olduğunu ortaya koyuyor. “Yılan”ın bütün
hayvanların en kötüsü
olma
özelliği kazanması, onun doğasal özelliğinden değil, kutsal totem olmasından kaynaklanıyordu.
Şeytan’la eşitlenen Yılan, aynı zamanda erken dönem Enki’nin (Kenan, Yehova’nın) da bir özelliğiydi ve çok sonra, -12.yy; larda, çölde karşısına aldığı Musa’nın asasını Tanrının bir yılan’a, bir asa’ya çevirmesi, ona sihir gücünü öğretmesi, erken dönem Enki’ye ait bir özelliğin anımsanması anlamına geliyordu. Bize, bütün alfabe ve yazı sistemini devreden eski toplum gerçek bir toplumdur ve bu alandaki ilk şekil çizimlerinin, tıpkı günümüzün bir ilkokul öğrencisinin basitliğiyle başlatmış olmaları, insan toplumunu doğallığına tamamen uygundur.
‘Sümer’-Akkad uzmanlarının bu temel noktaları yeterince dikkate aldıklarını, ne yazık ki, birçok halde göremiyoruz.
Şekil-1’de görülen çizim, eski insanın alfabe yolundaki ilk çizim örneklerinden birisidir. Bu çizim ‘insan’ anlamında kullanılıyordu. Peki, bu resim ile ‘insan’ arasında nasıl bir ilişki vardı? O şekli çizme yetkinliğine ulaşmış eski insan,
örneklerini
bildiğimiz gibi, ‘insanın’ basit görünümünü de çizebiliyordu. Fakat baktığımız
zaman ‘insan’a ait olduğunu
hemen
anlayabileceğimiz basit ‘kafa-yüz-burun” çizimli portreye “kafa, baş” diyor;
buna karşılık “insan” anlamında yorumlanan
çizimi ise Şekil-1’deki gibi yapıyordu. Bay Kramer, sorunlu bu erken dönem
çizimlerinde, iş çizimlerin
anlamını yorumlamaya
geldiğinde, genel olarak yeterli olmaktan uzak kalmaktadır.
Yukarıdaki
Şekil-1'e ilişkin, yaptığı açıklamada şöyle diyor: “İnsan gövdesinin üst
kısmının az çok uyarlanmış resmi olabilir”
(SM. s,190) Şekil-1'i bu sözlerle yorumlayabilmek, ancak zorlama ile ve eski
toplumun izlerini, adeta yemin
etmişcesine,
modern toplumda aramama kararlılığı ile mümkündür. Şekil–1, eski toplumun baş
örtme aracı ile ilgiliydi.
Resim–2 ve 3, Ermeni, Ortodoks kilisesinin günümüzdeki dini liderlerine ilişkindir ve aradaki şekilsel bağlantı açıktır.
Ermeni
kilisesi ve Ortodoksluk, bizi tarihe bağlamada yetkindir ve giyim - kuşam
tarzlarıyla da, bünyesinde 6 bin yıllık tarihi
barındırması olanaksız görünmüyor.
‘Sümer’-Akkad erken döneminde ‘insan’ anlamı ile ele alınan bu çizimin, farklı
topluluklarca, farklı bir şekilde algılanıyor ve
seslendiriliyor olması gerekli idi.
Konvansiyonel tutuma göre, bu çizim şekli ‘insan’ı anlatıyor ve ‘Lu’ sesiyle okunuyor.
‘Sümerce’ olarak ‘Lu’ okumasının Akkadca karşılığı aw/melu; Hititçe karşılığı ise antuhsa idi. Nam-lu-u-lu, awīlum,melutu, genel olarak ‘insanlık’, "insanlar" anlamına geliyordu. Fakat kesinlikle şimdi anlaşılan "tüm insanlık" anlamında
değil...
Sadece
belli bir topluluğun tanımı olma anlamında "insanlık"! Çünkü örneğin,
o dönemde başkaları tarafından "eşek totemli topluluk"
anlamındaki "eşekler topluluğu" da, kendisini "insanlık"
olarak, hatta "tek insanlık" olarak ele alıyor olmalıydı.
Günümüzden 5 bin yıl kadar önce, Al. Lul. lu veya Usumgallu denildiğinde, sırasıyla “yengeç adam”, “ejderha adam” gibi değerlendirmeler anlaşılıyordu. "Hayvan" veya "ejderha" ile ilgili vurguyu yapanlar, genel olarak, karşıt toplum birim olduğu için, “Allullu” veya “Uşumgallu” topluluklarının, bu kavramları, kendileri bakımından ‘insanlık’ anlamıyla kullanmış olmaları, kelime kuruluş ve kullanım mantığı bakımından olanaksız değildi.
Günümüzde biz, anlatıcı ve egemen olan toplum birimin değerlerine çok bağlı
hareket etmek durumundayız. Fakat dilbilimini
incelemeye başladığımızda, bu bağımlılığın kırılması gereklidir.
İlerde ele alabileceğimiz bir örneği geçerken belirtelim. Doğal olarak ‘Dumuzi’ ‘erkek’ bir varlıktı. Buna karşılık İnanna,'dişi’. Fakat tabletlerde, İnanna için kullanılan ve bizim dişi cinse ait olarak Şahmaran karşılığı kullandığımız “Göğün kutsal ejderha annesi” anlamına gelen “Amma Uşumgal Anna” nitelemesi, bir dizi tabletçe, aynı zamanda Dumuzi için kullanılıyordu. Bu durum, sadece, aynı tanrının, farklı iki toplum birim tarafından zıt yönleriyle ifadesine bağlı açıklanabilir. Bir yazım yanlışını değil, eski toplumun zıtlık taşıyan yapısını yansıtır.
Şekil-1’deki çizim, aynı zamanda ‘Sümer’ler için kullanılan “karabaşlılar”, “karabaşlı topluluk” tanımları ile de ilişkili görünüyor. Bu şaşırtıcı değildir. ‘Sümer’ adı verilen topluluğun, en azından dinsel kalıntılarını aramak için, bölgede ve dinsel hiyerarşide ‘kara’ renge bakmak ve keşfetmek, genel olarak, bizi hedefe yaklaştırır. Bunlar günümüzün Şii toplumları, Musevilik ve Ortodoks Hıristiyanlıktır.“Karabaşlılar” ifadesi, ‘karabaşlı’lar tarafından ‘insanlık’ karşılığı olarak kullanılıyorsa, karşıtı olan ‘gök’sel topluluklar
(Yeni Ahit
İsacılığında ‘göksel baba’, ‘göklerin kraliyeti’ kadar çok kullanılan az sayıda
kavram bulunur) tarafından ‘ejderha,
hayvan’ vb. olarak ele alınıyor olmalıydı. “Karabaş” kavramı, ‘Sümerce’ bire
bir olarak “Sag+gi” biçiminde
okunmaktadır.
Bu kelimelerin tam karşılığı “Sag=kafa, baş + ki/ gi/ kir/ kar= kara, siyah”)
dır.
Akadca
olarak “qaqqa” ve çoğul olarak “qaqqadim”, “qaqadisu” biçimlerinde yazılıyor
olmalıdır. “Kakka-dum”,“karabaşların
evladı” anlamında çoğullaştırılmış olabilir.
Son olarak
eklemek gerekir ki, Avrupa’da Türkler için, bir çeşit "aşağılama"
olarak, kullanılan “kara kafalı” tanımı, tarihin böylesine
derin dehlizlerinden geçerek Türk’leri bulmuştur. Bu tanımın saç rengi ile vb.
hiçbir şekilde ilgisi yoktur. Ne yazık ki,
‘Sümer’ otoriteleri arasında ‘karabaşlı’ tanımını ‘saçı kara olan halk’
biçiminde ‘tercüme eden’ ve onların ‘kara saç renkli
bir halk’ olduğu sonucunu ilan edenler de çıkmıştır. Bu tür bir değerlendirme metodunun
aşılması gerekiyor.
Bu tanımın
"saç rengi"nden çok, başa takılan örtü rengi ile ilgili olduğu,
"Kızılbaş" tanımının kullanımında da ortaya çıkmaktadır.
Türklere karşı kullanılan bu tanım, hem Avrupa toplumlarının Orta doğu, Hitit- Aryen kaynak anılarına bir işarettir ve hem de Doğu’yu, ancak bin yıl kadardır “Türkler üzerinden”, coğrafi anlamda, tanıyan Avrupa’nın önyargılarına...