20.02.2013

Çıplak Ayakla Olimpiyat Koşuları

'Dost Başa Düşman Ayağa  (Neden)  Bakar…



Tanrı Musa'nın yaklastığını görünce,
çalının içinden, "Musa, Musa!" diye seslendi.
Musa, "Buyur!" diye yanıtladı.
Ve Tanrı dedi ki, "Sakın buraya yaklaşma,
(önce) ayaklarından (sandalları) çarıkları çıkar.
Çünkü durduğun yer kutsal bir topraktır.
Eski Ahit
Mısırdan Cıkış
Bölüm 3, Sure 4-5



'Giysi', olimpiyat ruhuna ve doğasına aykırı... diye yazan Bay Charles Burress, Kaliforniya Üniversitesi'nden arkeolog Bay Stephen Miller'in, bundan 30 yıl önce Yunanistan’da, Atina’ya 80 mil uzaktaki küçük Nemea köyü bitişiğindeki bir tepede, yöre halkının alaycı bakışları arasında yürüttüğü çalışmalarla ortaya çıkardığı Nemea olimpiyat sitesi ile ilgili olarak, şu bilgiyi vermektedir:

"Sözü geçen site, koşu pistine açılan giriş tüneli ve bozulmamış durumdaki 'kilitli oda’nın yanısıra Zeus Tapınağı kalıntılarını da içeriyor.
Kilitli odanın en eski dünyasal gerçek olduğuna inanılıyor. Bir boru sesiyle koşucular tüneli geçip, üzeri deliklerle kaplı bir kayayla kapatılmış başlama yerine geliyor.

Katılımcılar, 2.300 yıl önceki atletlerin yaptığı gibi yine önce bu deliklere ayak parmaklarını koyacak, sonra aynı pistte, Olimpik etkinlik tarihine kendi ayak izlerini de ekleyerek koşmaya başlayacak..."

Bu bilgilerden anlaşıldığına göre, koşucular çıplak ayakla koşacaklardı ve koşu öncesinde de ayak parmaklarını, ayak parmaklarının gireceği şekilde üzerinde delikleri bulunan bir kayaya sokmaktaydılar.

Makalede geçerken aktarılan bu bilgilere göre, anlaşılıyor ki, “delikli kaya”, atletin ayaklarında sandalet olmadığını garantiye bağlayan bir güvence imiş gibi görünmektedir. Ayağında sandalet olan bir koşucunun ayak parmaklarını bu deliklere geçirmesi böylece olanaksız kılınıyor olmalıydı.

Ayakkabı kültürü”, evlere veya kutsal alanlara girilirken “ayakkabı çıkarma” geleneği; Ruslarda kirli ayakkabı ile asla gezmeme biçimini almış olan aşırı titizlik; Türklerde “dost başa, düşman ayağa bakar” biçimindeki atasözü;  evin ana kapılarına kilden yapılmış ayakkabı modelli saksılar yerleştirme modern uygulaması; uğur getirsin diye insan ayakkabısının yerine geçmiş olan “at nalı” asma tutumları…ortaya çıkış gerekçeleri bakımından, eski Olimpiyat koşucularının sandalet-çarık giymeden koşmaları ile her halde aynı temel çizgide buluşuyordu. Bu “sandalet”-çarıklar, eski dönemde savaşçıların donanım parçalarından birisi olan savaş aracı sayılarak, barışçıl amaçlı alanlardan uzak tutulması hedefine bağlı  olmalıydı.

Konuya bir kez bu açıdan bakınca ve eski toplum insanı bakımından çarık veya sandaletin, tıpkı bir mızrak, tolga veya ok gibi savaş araçlarından biri olduğu hesaba katılınca, ziyaretçi erkeğin, bir yabancı eve girerken, silahlarını ve bu arada ayak koruyucularını “kapı eşiği”nde bırakması uygulaması anlam kazanmaktadır. İlyada’nın ziyaretçi erkekleri, bir konukluğa gittiklerinde, bütün “savaş araçları”nı kapının eşiğine, girişteki özel bölümlere bırakıp, eve öyle girebiliyorlardı.

Eski Ahit'in anlatımına göre de,  ateş haliyle, sönmeyen meşe-çalı ateşi olarak Tanrı, çöl yollarında, Musa ile karşılaştığında, ona derhal sandallarını çıkarmasını emretmişti. Din adamlarımız, Musa’nın tanrı önünde sandaletini çıkarmış olmasını,

"Ortadoğulular, Hıristiyan veya Müslüman olsunlar, eskiden ve hatta şimdi bile, kutsal alanlara girmeden önce, yolun tozunu-toprağını kutsal toprağa bulaştırmamak için, ayakkabılarını çıkarma geleneğine sahiptirler"

diye yorumluyorlar. Buna göre, tuvaletleri bile olmayan, fakat bir ev veya hatta  çadıra girerken ayakkabılarını mutlaka  çıkaran göçer veya yarı-göçer toplulukların, “sağlık” gerekçelerine dayandıkları bile ileri sürülebilir!Bu tür ilahiyatçılar, Pesah-Fısıh ayinlerinde,Tanrı’nın, kurban etini kızartarak ve tamamen “giyinik olarak”, çarıklar-sandaletler ayakta olma koşuluyla yeme kuralını formüle ettiğinde, bu tanrının “temizliğe” pek dikkat etmediği sonucuna varmalıdırlar!

Eski toplum, bireyin savaş araç-gereçlerinden arındırılmasının yollarını, kendi varlık
koşulları çerçevesindeki çözüm biçimlerinde bulabilmiştir. Bireyin, vücudunu veya başını kimi taş yarıklarından içeri sokmayı başarırsa günahsız olduğunun anlaşılacağı biçimindeki yorumlar da, eski toplumun bireyin, tolgasız, zırhsız, mızraksız... olduğunu kontrol etme geleneğine dayanır.

Çeşitli kayalar arasından sürünerek zorlukla geçen ve böylece hacı olan Budist uygulamaların mantığı da, bireyin kutsal edimler sırasında  silahsızlandırılmasına ve bunun kontrolüne dayanmaktadır. Tarsus’un Cennet ve Cehennem’in de de bu tür,  “günahsız” olup olmamayı kontrol kayaları bulunuyor.

Kapı eşiğine asılan ayakkabı veya at nalı, ev sahibinin bir savaş seferinde olmadığının, barışçıl olarak evinde oturduğunun anlatımını veriyor ise, çöl çadırlarına giren erkeğin ayakkabısını çıkarmasında temizlik motifi aramak, safça bir davranış olacaktır. Tanrısal alanlara
girerken çıkarılan ayakkabı, İslamda takunyacılık, Hacı olmak için giyilen ihram, kiliseye veya camiye kadının başörtüsü takarak ve fakat erkeğin başındaki şapkasını
çıkararak girmek zorunda oluşu, aynı temel güdünün parçalarıdır: Bireyin, aidi olduğu toplum birim simgelerinden arındırılması ve silahsızlandırılması...

Eski Olimpiyat geleneğinin erkek atletlere yönelik bu tür 'garip' uygulamaları, herhalde bu çerçevede gerçek anlamlarına kavuşacaktır.