20.02.2013

Olimpiyat Oyunları Neden Çıplaktı ?


MÖ. 800'lü yıllardan beri sistemli olarak tekrarlandığını bildiğimiz, günümüzde ise her dört yılda bir yapılan Olimpiyat yarışmaları, tarihi binlerce yıl geriye giden bir “kardeşleşme”, “barış sağlama” kurumuydu.(1)

Olimpiyat oyunlarının doğuşunun incelendiği bir yazıda bay R. Robin söyle demişti:

"Atletizmin kaynağını araştırmak gereksizdir. Koşmak, atlamak, fırlatmak yaşamı anlatır... ve fiziksel bir aktivitenin özünü oluşturur."

Evet, evet, işte hepsi bu kadar!

Elle tutulur olgulardan kaçmak bakımından bay Robin sadece biraz ileri gitmiş olsa da ortalama bilim çevrelerinin genel bir ruh halini yansıtan bu tür sözler özet bir tavırı ifade ediyor. Fakat burada söz konusu olan, canlılarda bir 'fiziksel aktivite' olup olmadığı konusu değildir ve konuyu böyle sunarak bir çözüme ulaşmış sayılmayız. Bu tur yavan sözler, sadece, konu üzerinde gösterilmesi gereken çabaların zorluğundan ve ulaşılacak sonuçların olası büyüklüğünden kaçmak anlamına geliyor.

Turuva'nın önünde, bir yandan savaş sürerken, öte yanda, Skamandros-Menderes nehrinin düz yeşilliğinde, karşılıklı diz çökerek oturan ve savaşan iki 'ordu'nun iki temsilcisinin düellosunu barış içinde izleyen insan; ertesi gün savaşmak üzere ölülerine cenaze töreni yapmak için savaşa ara veren insan, orada, kendi namına sembolik savaşları organize ediyor; ölme ve öldürmenin en aza düşmesi için çabalıyordu.

San Francisco Chronicle'de, “… 'Giysi', olimpiyat ruhuna ve doğasına aykırı…” diye yazan bay Charles Burress, eski Yunan Olimpiyat geleneğindeki 'çıplak yarışmaci'lığın anlamını irdelemeye çalışırken, konuyu, hiç olmazsa bir parça, insan bilim alanına doğru taşımaktadır.(2)

Bununla birlikte, Bay Stephen Miller'in :

"Çıplak yarışmak, Eski Yunan’ın gelecek nesillere en önemli miraslarından biri olan demokrasinin gelişmesine de yardım etti. Çıplaklık, 'sınıf' ve 'ayrıcalık' işaretlerini siliyordu. Demokrasinin gelişeceği, gerçekleşip başarılı olacağı zemini herseyden önce Yunan atletizmi sağladı."

biçimindeki sözleri de, konuyu tam olarak açıklayamaz.

Eski savaş geleneklerinin, barışçıl gösterilere dönüştürülmesini hedefleyen Olimpiyat yarışmalarının çıplaklığı, her şeyden önce, farklı siteler arasındaki kardeşleşmeyi sağlamak isteyen farklı toplum birimlerin simgelerinin (giyim kuşam biçimlerinin) ortadan kaldırılmasının işaretiydi. Bu nedenle eski Olimpiyat çıplaklığı,"sınıf ve ayrıcalık işaretleri”nden önce, farklı toplum birimleri belirleyen işaretlerin 'silinmesi'ne yönelikti.

Her biri farklı bir site'den ('toplum biriminden') olan atlet, tepeden tırnağa, toplum birimsel aidiyet
sembollerinden arınmalı, sandaletine değin, her türlü simgesel belgiden kurtulmalıydı. Parıldıyan zeytinyağı da, “vücudun gereksinimi” ile ilgili değildi. Zeytinyağı, kiliselerde hala bir kutsal ayin  aracı; “zeytin dalı” ise kutsal barış sembolü ( bazen da Palmiye veya Araplarda Hurma) ise, atlet, işte bu nedenle bu somut yağ ile 'arındırılıyor' yani vakfediliyordu.

Bu tür ürünleri, bir öteki toplum birimine vermekle yükümlü olan toplum birim bakımından zeytin, palmiye veya hurma’nın kutsiyeti, böylece, 'kurtarıcı' olmalarındandı. Bunların ötekilere verilmesiyle sağlanan barış ortamından ötürü de, zeytin, palmiye, iğde, hurma veya elma, “barış ağacı”, “barış dalı”, “barış çubuğu” olarak değerlendirilmeye başlanmıştı.

Kazanan atletin başına takılan bir Defne dalı veya 'sebze, meyve' sembolünün bugün bir anlamı olmasa da; bu nedenle tarihte, çok önemli idi.

Çıplaklığı, sınıf ve ayrıcalık (ama hangi tür ayrıcalık!) işretlerinden arınma ve demokrasi geleneği alanında değerlendirmeye çalışan Bay C. Burress, o sıradaki eski Yunan toplumlarında üstün bir yeri olan kadının, bu olimpiyatlara katılmasının neden yasak olduğunu ve hatta böyle bir davranışın neden ölümle cezalandırıldığını açıklamaya çalışmamıştır. Eğer bunu yapsaydı, olimpiyatların doğrudan savaş geleneğine dayandığı gerçeği ile büyük olasılıkla karşılaşacaktı. Gerçekten de Olimpiyatlar ile demokrasi arasındaki doğrudan bağ, kadın cinsini olimpiyat seyircisi bile kabul etmemenin 'demokratlığı' kadar küçüktür.

Orada  savaş, savaşan erkeklerin bir ödevi idi ve Olimpiyatlar, eski savaş ilişkilerinin, mümkün olduğunca barışçıl ilişkilere dönüştürülmesini sembolize etmekten başka bir şey değildi. Eski Yunan sitelerinde, yeri oldukça üstün olsa da, kadın, olimpiyatların bu sembolik savaş özelliğinden ötürü, olimpiyat gösterilerine bir seyirci olarak bile, işte bu yüzden katılamazdı.

Bay Charles Burress, bugün kullandığımız "atlet" sözcüğünün kökünün, "Ödül" veya "mükâfat" anlamı taşıyan Yunanca "athlon" sözcüğünden geldiğini düşünse de, Atlet sözünün, Aetlos ve Athlos köklerinden geldiğini ve bu kelimelerin de düpedüz "savaş" anlamı taşıdığını düşünen araştırıcılar da bulunmaktadır.

Olimpiyat geleneğinde, eski savaşların savaş oyunlarına, bu oyunların da zamanla 'ödül' törenlerine dönüşmüş olması gibi bir süreç yasanmış olmalı... Hektor’un Turuva önünde öldürdüğü Aşil'in kardeşliği Patraklos'un cenaze töreninin ardından Agamemnon, MÖ. 1250 yıllarında, ölüm törenindeki Akha'ların tümünün katıldığı arabalı at yarışları, gülle atma, disk ve mızrak fırlatma gibi kazanacak olanlara 'ödül', ikramiye vaad edilen yarışmalar düzenlemişti.

Olimpia'da zafer, bir yetki sembolüdür de… Bay F. M. Cornford, doğru bir biçimde, antik dönemdeki olimpiyat karşılaşmalarının “bir bölgenin kıralının kim olacağına karar verilen alanlar” olduğunu saptamıştı. Gerçekten de, Zeus'un, Sparta'da “her 8 yılda bir Olimpiyat” topladığını, burada eski kralın gücünü denediğini ve gerekiyorsa, eskisinin yerine yeni kıralı seçildiğini biliyoruz. Burada elbette, Zeus’un her hangi bir hükmü yoktu; topluluk kendi kıralını bu oyunlar aracılığıyla sınıyor ve artık vücut gücü tükenmiş olanı değiştirmekte tereddüt etmiyordu. Herşeye Zeus karar verdiğine göre de, yenen ve yenilen Zeus meşruluğu ile hareket etmiş oluyorlardı.

Sümer-Akkad krallarının da, birçok kez, Tanrı "Enlil'in şampiyonları" olarak tanıtılması, Sümer döneminde de benzer yarışmaların yapıldığını göstermektedir.

***
(1)Antik Grek yazarı Posanias'a göre,Olimpia alanları, Dodon ve Delf'te de vardı ve bu alanlar " yüksek vahiy ",  " ulu bilici" 'korkunç şimşek' alanları idi. Çok eskilerde bu alanlarda Uranos, Gaia ve Kronos gibi tanrılara tapılıyordu. Kronos, Uranos'un elinden yetkileri aldı ve adını Olimpia'ya verip iktidarını da oraya kurdu.

Kronos ve karısı Rhea'nın Olimpus'ta sunak-tapınakları vardı.Bir gün "ulu müneccim" Kronos'a,oğlu tarafından iktidardan alaşağı edileceği yönünde bilgi verdi.Bunun üzerine Kronos, oğullarını birbiri ardınca yemesinin kendisince haklı olduğunu düşündü ve öyle de yapmaya başladı.Oğulların anası Rhea ise bunu engellemek için, bir yoruma göre, çocukların yerine taş koydu ve Kronos'un çocuklar yerine onları yemesini sağladı, böylece çocukları kurtardı. Bir diğer anlatıma göre Kronos, sıra Zeus'a gelene kadar öteki çocukları yedi. Bunun üzerine Rhea oğlu Zeus'u,Rodos adasındaki İda dağından gelen kutsal din görevlilerine teslim edip kurtardı ve kendisi de Olimpia alanındaki Elid sunağına yerleşti. Daha sonra Zeus, babası Kronos'un iktidarını, Müneccimin öngördüğü gibi, yıktı ve kendisiyle birlikte 12 olan kardeşlerini hayata geri dönderdi. Bu zaferinin anısına da Olimpiyat kutlamalarını düzenledi.

İster daha Kronos sırasında, isterse daha sonraki dönemlerde olsun, tanrılar ya fiilen yarışarak veya atletlere yardımcı olup engel çıkararak bu toplantılarda hep var olmuşlardır. Örneğin Apollon, koşuda Hermes’i, boksta da Ares'i yenmişti. Patraklos'un cenaze töreninde "elinde Zeus asasını taşıyan" Agamemnon, kazananların ödüllendirildiği yarışmayı düzenlediğinde,Apollon ve Athena, Diomed’in kamçısını elinden düşürmüşler ve onun yarışı kazanmasını engellemişlerdi.

(2) Charles Burress
San Francisco Chronicle.
Çeviri: MedyaPirasa Dış Haberler

***