MÖ.
800'lü yıllardan beri sistemli olarak tekrarlandığını bildiğimiz,
günümüzde ise her dört yılda bir yapılan Olimpiyat yarışmaları, tarihi
binlerce yıl geriye giden bir “kardeşleşme”, “barış sağlama” kurumuydu.(1)
Olimpiyat oyunlarının doğuşunun incelendiği bir yazıda bay R. Robin söyle demişti:
"Atletizmin
kaynağını araştırmak gereksizdir. Koşmak, atlamak, fırlatmak yaşamı
anlatır... ve fiziksel bir aktivitenin özünü oluşturur."
Evet, evet, işte hepsi bu kadar!
Elle
tutulur olgulardan kaçmak bakımından bay Robin sadece biraz ileri
gitmiş olsa da ortalama bilim çevrelerinin genel bir ruh halini yansıtan
bu tür sözler özet bir tavırı ifade ediyor. Fakat burada söz konusu
olan, canlılarda bir 'fiziksel aktivite' olup olmadığı konusu değildir
ve konuyu böyle sunarak bir çözüme ulaşmış sayılmayız. Bu tur yavan
sözler, sadece, konu üzerinde gösterilmesi gereken çabaların zorluğundan
ve ulaşılacak sonuçların olası büyüklüğünden kaçmak anlamına geliyor.
Turuva'nın
önünde, bir yandan savaş sürerken, öte yanda, Skamandros-Menderes
nehrinin düz yeşilliğinde, karşılıklı diz çökerek oturan ve savaşan iki
'ordu'nun iki temsilcisinin düellosunu barış içinde izleyen insan;
ertesi gün savaşmak üzere ölülerine cenaze töreni yapmak için savaşa ara
veren insan, orada, kendi namına sembolik savaşları organize ediyor;
ölme ve öldürmenin en aza düşmesi için çabalıyordu.
San Francisco Chronicle'de, “… 'Giysi', olimpiyat ruhuna ve doğasına aykırı…” diye yazan bay Charles Burress, eski Yunan Olimpiyat geleneğindeki 'çıplak yarışmaci'lığın anlamını irdelemeye çalışırken, konuyu, hiç olmazsa bir parça, insan bilim alanına doğru taşımaktadır.(2)
Bununla birlikte, Bay Stephen Miller'in :
"Çıplak
yarışmak, Eski Yunan’ın gelecek nesillere en önemli miraslarından biri
olan demokrasinin gelişmesine de yardım etti. Çıplaklık, 'sınıf' ve
'ayrıcalık' işaretlerini siliyordu. Demokrasinin gelişeceği, gerçekleşip
başarılı olacağı zemini herseyden önce Yunan atletizmi sağladı."
biçimindeki sözleri de, konuyu tam olarak açıklayamaz.
Eski
savaş geleneklerinin, barışçıl gösterilere dönüştürülmesini hedefleyen
Olimpiyat yarışmalarının çıplaklığı, her şeyden önce, farklı siteler
arasındaki kardeşleşmeyi sağlamak isteyen farklı toplum birimlerin
simgelerinin (giyim kuşam biçimlerinin) ortadan kaldırılmasının
işaretiydi. Bu nedenle eski Olimpiyat çıplaklığı,"sınıf ve ayrıcalık
işaretleri”nden önce, farklı toplum birimleri belirleyen işaretlerin
'silinmesi'ne yönelikti.
Her biri farklı bir site'den ('toplum biriminden') olan atlet, tepeden tırnağa, toplum birimsel aidiyet
sembollerinden
arınmalı, sandaletine değin, her türlü simgesel belgiden kurtulmalıydı.
Parıldıyan zeytinyağı da, “vücudun gereksinimi” ile ilgili değildi.
Zeytinyağı, kiliselerde hala bir kutsal ayin aracı;
“zeytin dalı” ise kutsal barış sembolü ( bazen da Palmiye veya
Araplarda Hurma) ise, atlet, işte bu nedenle bu somut yağ ile
'arındırılıyor' yani vakfediliyordu.
Bu
tür ürünleri, bir öteki toplum birimine vermekle yükümlü olan toplum
birim bakımından zeytin, palmiye veya hurma’nın kutsiyeti, böylece,
'kurtarıcı' olmalarındandı. Bunların ötekilere verilmesiyle sağlanan
barış ortamından ötürü de, zeytin, palmiye, iğde, hurma veya elma,
“barış ağacı”, “barış dalı”, “barış çubuğu” olarak değerlendirilmeye
başlanmıştı.
Kazanan
atletin başına takılan bir Defne dalı veya 'sebze, meyve' sembolünün
bugün bir anlamı olmasa da; bu nedenle tarihte, çok önemli idi.
Çıplaklığı,
sınıf ve ayrıcalık (ama hangi tür ayrıcalık!) işretlerinden arınma ve
demokrasi geleneği alanında değerlendirmeye çalışan Bay C. Burress, o
sıradaki eski Yunan toplumlarında üstün bir yeri olan kadının, bu
olimpiyatlara katılmasının neden yasak olduğunu ve hatta böyle bir
davranışın neden ölümle cezalandırıldığını açıklamaya çalışmamıştır.
Eğer bunu yapsaydı, olimpiyatların doğrudan savaş geleneğine dayandığı
gerçeği ile büyük olasılıkla karşılaşacaktı. Gerçekten de Olimpiyatlar
ile demokrasi arasındaki doğrudan bağ, kadın cinsini olimpiyat seyircisi
bile kabul etmemenin 'demokratlığı' kadar küçüktür.
Orada savaş,
savaşan erkeklerin bir ödevi idi ve Olimpiyatlar, eski savaş
ilişkilerinin, mümkün olduğunca barışçıl ilişkilere dönüştürülmesini
sembolize etmekten başka bir şey değildi. Eski Yunan sitelerinde, yeri
oldukça üstün olsa da, kadın, olimpiyatların bu sembolik savaş
özelliğinden ötürü, olimpiyat gösterilerine bir seyirci olarak bile,
işte bu yüzden katılamazdı.
Bay
Charles Burress, bugün kullandığımız "atlet" sözcüğünün kökünün, "Ödül"
veya "mükâfat" anlamı taşıyan Yunanca "athlon" sözcüğünden geldiğini
düşünse de, Atlet sözünün, Aetlos ve Athlos köklerinden geldiğini ve bu kelimelerin de düpedüz "savaş" anlamı taşıdığını düşünen araştırıcılar da bulunmaktadır.
Olimpiyat
geleneğinde, eski savaşların savaş oyunlarına, bu oyunların da zamanla
'ödül' törenlerine dönüşmüş olması gibi bir süreç yasanmış olmalı...
Hektor’un Turuva önünde öldürdüğü Aşil'in kardeşliği Patraklos'un cenaze
töreninin ardından Agamemnon, MÖ. 1250 yıllarında, ölüm törenindeki
Akha'ların tümünün katıldığı arabalı at yarışları, gülle atma, disk ve
mızrak fırlatma gibi kazanacak olanlara 'ödül', ikramiye vaad edilen
yarışmalar düzenlemişti.
Olimpia'da
zafer, bir yetki sembolüdür de… Bay F. M. Cornford, doğru bir biçimde,
antik dönemdeki olimpiyat karşılaşmalarının “bir bölgenin kıralının kim
olacağına karar verilen alanlar” olduğunu saptamıştı. Gerçekten de,
Zeus'un, Sparta'da “her 8 yılda bir Olimpiyat”
topladığını, burada eski kralın gücünü denediğini ve gerekiyorsa,
eskisinin yerine yeni kıralı seçildiğini biliyoruz. Burada elbette,
Zeus’un her hangi bir hükmü yoktu; topluluk kendi kıralını bu oyunlar
aracılığıyla sınıyor ve artık vücut gücü tükenmiş olanı değiştirmekte
tereddüt etmiyordu. Herşeye Zeus karar verdiğine göre de, yenen ve
yenilen Zeus meşruluğu ile hareket etmiş oluyorlardı.
Sümer-Akkad krallarının da, birçok kez, Tanrı "Enlil'in şampiyonları" olarak tanıtılması, Sümer döneminde de benzer yarışmaların yapıldığını göstermektedir.
***
(1)Antik Grek yazarı Posanias'a göre,Olimpia alanları, Dodon ve Delf'te de vardı ve bu alanlar " yüksek vahiy ", "
ulu bilici" 'korkunç şimşek' alanları idi. Çok eskilerde bu alanlarda
Uranos, Gaia ve Kronos gibi tanrılara tapılıyordu. Kronos, Uranos'un
elinden yetkileri aldı ve adını Olimpia'ya verip iktidarını da oraya
kurdu.
Kronos
ve karısı Rhea'nın Olimpus'ta sunak-tapınakları vardı.Bir gün "ulu
müneccim" Kronos'a,oğlu tarafından iktidardan alaşağı edileceği yönünde
bilgi verdi.Bunun üzerine Kronos, oğullarını birbiri ardınca yemesinin
kendisince haklı olduğunu düşündü ve öyle de yapmaya başladı.Oğulların
anası Rhea ise bunu engellemek için, bir yoruma göre, çocukların yerine
taş koydu ve Kronos'un çocuklar yerine onları yemesini sağladı, böylece
çocukları kurtardı. Bir diğer anlatıma göre Kronos, sıra Zeus'a gelene
kadar öteki çocukları yedi. Bunun üzerine Rhea oğlu Zeus'u,Rodos
adasındaki İda dağından gelen kutsal din görevlilerine teslim edip
kurtardı ve kendisi de Olimpia alanındaki Elid sunağına yerleşti. Daha
sonra Zeus, babası Kronos'un iktidarını, Müneccimin öngördüğü gibi,
yıktı ve kendisiyle birlikte 12 olan kardeşlerini hayata geri dönderdi.
Bu zaferinin anısına da Olimpiyat kutlamalarını düzenledi.
İster
daha Kronos sırasında, isterse daha sonraki dönemlerde olsun, tanrılar
ya fiilen yarışarak veya atletlere yardımcı olup engel çıkararak bu
toplantılarda hep var olmuşlardır. Örneğin Apollon, koşuda Hermes’i,
boksta da Ares'i yenmişti. Patraklos'un cenaze töreninde "elinde Zeus
asasını taşıyan" Agamemnon, kazananların ödüllendirildiği yarışmayı
düzenlediğinde,Apollon ve Athena, Diomed’in kamçısını elinden
düşürmüşler ve onun yarışı kazanmasını engellemişlerdi.
(2) Charles Burress
San Francisco Chronicle.
Çeviri: MedyaPirasa Dış Haberler
San Francisco Chronicle.
Çeviri: MedyaPirasa Dış Haberler
***